Vahiy 22:6-21
Son Öğütler
Ayetler 6,7 — Vahiy kitabının son ayetlerinde peygamberliğin yalnızca biçimsel konumuna sahip olmak ile kalmaz, ama aynı zamanda Tanrı’nın tüm Sözü’nün uyumlu sonucuna da sahip oluruz. Pek çok Kutsal Yazıda şu sözle yer alır: “Her söz iki ya da üç tanığın tanıklığı ile doğrulanmalıdır” (2.Korintliler 13:1). İmanı güçlendirmek ve imansızlığı azarlamak için bu son ayetlerde, bu kitabın peygamberlik sözlerine dair üç yönlü bir tanıklığa yer verilmiştir. Melek şöyle der: “Bu sözler güvenilir ve gerçektir” (6); elçi ise şöyle der: “bunları işiten ve gören ben Yuhanna’yım” (8). Rabbin kendisi ise şöyle der: “Ben İsa, kiliseler ile ilgili bu tanıklığı size iletsin diye meleğimim gönderdim” (16). Bu durumda, bu kitabın sözlerini reddetmek ya da ihmal etmek ne kadar da ciddi bir konudur! Yalnızca meleğin tanıklığına ve elçinin tanıklığına kayıtsızlık anlamına gelmez, ama aynı zamanda İsa’nın kendisinin tanıklığı da önemsenmemiş anlamına gelir.
O zaman eğer Vahiy kitabındaki bu gerçekleri ihmal etmek ya da görmezlikten gelmek bu kadar ciddi bir konu ise, yürekte muhafaza edilen bu kitabın sözlerine yönlendiren ne olacak gibi bir soru aklımıza gelebilir. Yanıt basittir. Canlarımız, Rabbin gelişine ilişkin büyük gerçeğin iman ve sevinci ile dolu olduğu takdirde, işte ancak o zaman bu peygamberliğin sözlerini değerlendireceğiz. Mesih’in ikinci gelişine inanmadığı sürece, Vahyi hiç kimse doğru olarak yorumlayamaz ve bağrına basamaz. Bu büyük gerçek, Vahiy kitabının temel gerçeğidir. Kitabın ilk bölümün başlangıç ayetleri bu gerçeği doğrularlar, “İşte bulutlar ile geliyor! Her göz O’nu görecek!” (Vahiy 1:7). Bu büyük gerçek, kitabın tamamı boyunca tekrar tekrar önümüze getirilir ve sonunda bu son ayetlerde Rabbin gelişine ilişkin üç yönlü bir sunum buluruz (Vahiy 22:7,12,20). Vahiy kitabı bize O’nun gelişinden önce olacak olayları açıklar; O’nun gelişindeki davranışımızın ne olacağı konusunda bizi bilgilendirir. Ve bizi O’nun gelişini izleyecek ciddi ve görkemli olaylar hakkında bilgi verir. O’nun geri döneceği gerçeğini bağrına basmış kişiler olarak O’nun gelişinden önceki ya da sonraki her olayın bizde büyük bir ilgi uyandırması gerekir. Böylelikle ayet 7’de Mesih’in gelişi ve peygamberlik sözleri birbirleri ile yakından ilgilidirler.
Ayetler 8,9 — Ayrıca, bu son kapanış ayetlerinde bu peygamberlik sözlerinin imanlının canı üzerindeki uygun etkisinin bir ruhu tapınmaya yönlendirmek olduğunu görürüz. bu nedenle elçi şöyle der: “Bunları işiten ve gören ben Yuhanna’yım. İşitip gördüğüm zaman, bunları bana gösteren meleğe tapmak için ayaklarına kapandım.” Yuhanna, yeryüzünde mahvolan kiliselerin ortasında Rabbi Yüceliği içinde ve gökteki yüceltilmiş kutsalların ortasında duran Kuzu’yu görmüştü. Büyük kent Babil’in üzerine inecek olan yargıyı görmesi için çöle ve kutsal kent Yeruşalim'in yüceliklerine bakabilmesi için de yüksek bir dağa götürülmüştü. Mesih’in gelişinde ulusların üzerine inen yargıyı ve ölülerin büyük beyaz tahtın önünde yargılandıklarını görmüştü. Yuhanna sonsuzluğa bakmış ve tüm gözyaşların silineceği ve artık ne ölüm ne üzüntü ne de ağlayışın olmayacağı yeni göğü ve yeni yeryüzünü görmüştü. Göğün ve yerin Kuzu’nun yüceliklerini kutlamak için bir araya geldiklerini duymuş ve Kuzu’nun düğününde tüm göğün sevinip coştuğunu işitmişti. bu görüntüleri görüp bu sesleri işittikten sonra yere kapanıp tapınmasına şaşırmamız mümkün mü? Evet, Yuhanna yanlış kişinin ayaklarının dibinde tapınmıştır, ama tapınması yanlış değildir, tapındığı kişi yanlıştır. Tapınmanın objesi hiç bir zaman bize bu harika şeyleri anlatan haberci melek olmamalıdır; tapınılacak Kişi yalnızca haberciyi gönderen ve bu kudretli olayların gerçekleşmesini sağlayacak Olan’dır. Melek bundan dolayı, “Tanrı’ya tap!” der.
Ayetler 10,11 — Daha sonra bir uyarı sözü okuruz. bu kitabın peygamberlik sözlerinin mühürlenmemesi gerekir, çünkü önceden bildirilen bu olayların gerçekleşme zamanı yakındır. bize Rabbin meleği neden gönderdiği daha önceden bildirilmiştir: “Yakın zamanda olması gereken olayları kullarına göstermesi için” (6). Şimdi bize, “beklenen zamanın yakın olduğu” söylenir. Yuhanna’nın görümde gördüğü tüm bu görkemler ve yüceliklerin gerçekleşeceği zaman gelmiştir. Bu zaman geldiğinde, her bir kişinin durumu ortaya çıkacaktır. Kötülük yapan yine kötülük yapacaktır. Kirli olan yine kirli işlerini sürdürecektir. Doğru olan yine doğruyu yapacak ve kutsal olan yine kutsal kalacaktır. Kirli olan hiç bir zaman kutsal olmayacaktır ve aynı şekilde kutsal olan hiç bir zaman kirli olmayacaktır. Şimdi gerçekten de, kirli olanın tüm kirlerinin yıkanabilmiş olduğu lütuf günüdür; ama biz burada herkesin durumunun düzeltilmiş olacağı sonsuzluğa bakıyoruz.
Ayetler 12,13 — Rabbin bu uyarısını bir teşvik sözü izler. Yakın olan yalnızca beklenen “zaman” değildir. Aynı zamanda Rabbin Kendisi de yakındadır, çünkü, “İşte tez geliyorum!”der. Rabbin gelişi, daha şimdiden bu kapanış ayetlerinde bu peygamberlik sözlerini bağrımıza basmamız için bizi teşvik etmek üzere, sunulur. Şimdi O’nun gelişi son günlerin artan zorluklarının ortasında O’nun kutsanmış hizmetinde devam etmemiz için bizi teşvik etmek amacı ile bildirilir. Böylece, Rabbin söylediği şu sözleri işitiriz: “İşte tez geliyorum! Vereceğim ödüller yanımdadır.”
İnsanlardan takdir kazanma objesi ile büyük bir inanç ikrarında bulunmak mümkündür. Rab bu tür kişiler için şu sözleri söyleyebilir: “Onlar ödüllerini almışlardır” (Matta 6:2,5,16); ama Mesih’in burada söz ettiği ödül değildir ve bu ödül Mesih’siz bir ödüldür, çünkü Rab şöyle diyor: “Vereceğim ödüller yanımdadır.” Mesih’in ödülünün tadını çıkartmak için Mesih’in dönmesini beklememiz gerekir. Rabbe hizmet etmeye sessizce devam etmek için belirsizlikler, insanlar tarafından kabul edilmemek ve hatta büyük olasılıkla Tanrı halkı tarafından az takdir edilmek gibi engelleri önemsemememiz gerekir. Ne olursa olsun, her şey Tanrı’nın gözetimi altındadır. O biliyor, O unutmayacaktır ve O geri döndüğü zaman, Kendisi uğruna yapılan her küçük hizmeti, O’nun için yapılacak her küçük fedakarlığı ve O’nun Adı için verilmiş olan her bir soğuk bardak suyu ödüllendirecektir, ama bu ödül, “O’nun beraberinde getireceği” bir ödül olacaktır.
Ödül, Kutsal Yazılarda her zaman olduğu gibi, sıkıntı ve muhalefetin orta yerinde katlanabilmemiz için bir obje olarak değil, bir teşvik olarak konur. Rab burada yeryüzünde iken, O’nu ekmek somunları ve balıkları yemek için izleyenler vardı; ama aynı bölümde onların, “Bir çoğunun geri döndüğünü ve artık O’nunla dolaşmaz olduklarını” okuruz. (Yuhanna 6:26, 66) sevgimizin objesi yalnızca Mesih’tir ve tüm gerçek hizmetin de objesi O’dur. Birinin söylemiş olduğu gibi, “Ödüller teker teker birbirini izleyecek, ama kutsallar ödülleri değil, Rabbi izlerler.”
Ayrıca, bize, izlemeyi ve hizmet etmeyi istediğimiz gelecek olan Kişi’nin yücelikleri hatırlatılır. O, “Alfa ve Omega Ben’im, başlangıç ve son, ilk ve son Ben’im” diyen Kişi’dir. Alfa ve Omega olarak O, Söz’dür – O, Tanrı’nın tam açıklanması Olan’dır. “Başlangıç ve son” olarak O, “her şeyin Kendisi tarafından oluşturulduğu” Yaratan’dır, O, yarattığı şeyleri yok edebilir ve “yeni bir gök ve yeni bir yeryüzü” oluşturabilir. “İlk ve son Olan” olarak O, yarattığı her şeyden önce gelen sonsuz Tanrı’dır. Bu nedenle, Rab Yeşaya aracılığı ile şu sözleri söyleyebilir: “İlk ve son benim, benden başka Tanrı yoktur” (Yeşaya 44:6).
Ayetler 14,15 — Ama her şeye rağmen Rab uğruna yapılan her iş eğer ödülünü alacak ise, bize, bizim yaptığımız hiç bir işin yaşam ağacından yeme ya da kutsal kente girme hakkını vermeyeceği hatırlatılır. Sonsuz bereketin merkezinde olmak, yaşamın sonsuz yuvasında Mesih’ten yaşam ağacı olarak zevk almak için canın Mesih’in kanında yıkanmış olması gerekir. bu nedenle melek şu sözleri söyleyebilir: “Kaftanlarını yıkayanlara ne mutlu!” (N.Tr.)
Bize şu uyarıda bulunulur: “Kentin kapılarından içeri girmek” görkemli olsa da, kentin kapılarının “dışında” olmak, çok ciddi bir konudur. Kentin içinde olan kişiler, Kuzu’nun huzurunda olacaklar ve kaftanlarını yıkamış olan kurtarılmış kişilere katılacaklar. Ve “yalanı sevip hile yapanların hepsi dışarıda kalacaklar.” Bu bereket ortamının dışında yalnızca “köpekler [düşük karakterli insanlar], büyücüler, fuhuş yapanlar, adam öldürenler, putperestler ve yalanı sevip hile yapanlar” bulunacak.
Ayet 16 — Melek haberini iletmiştir ve nihayet sonunda Rabbin Kendisi konuşur. Yargılamanın ağır sahneleri, göksel kentin gelecek olan yücelikleri, bin yıllık egemenliğin bereketliliği, yeni göğün ve yeni yeryüzünün mükemmel ışıltısı…. tüm bunların hepsi gözlerimizin önünden geçmiştir. Ama sonunda tüm bu sayılanların bağımlı olduğu Kişi ile yalnız bırakılırız. İSA ile baş başa kalırız. “Ben İsa” diyebilen Kişi, son söze sahip Olan’dır. Melekler konuştular, ihtiyarlar konuştular, borazanlar çaldı, büyük kalabalıkların sesleri duyuldu ve güçlü gök gürültüsü sesleri işitildi, ama sonunda hepsi de yerlerini her şeyin üstünde Olan’a bıraktılar – İsa’nın sesi işitilir.
Bu kitapta yazılı olan harikalar ortaya çıkmaya başladıkça Mesih’in bir çok özelliğinin sunulduğunu görürüz: yücelikleri ve saygınlığı, Sadık ve Gerçek olan, Tanrı Sözü, kralların Kralı, rablerin Rabbi, Alfa ve Omega, ve başlangıç ve son – bu ünvanların hepsi bizi gerçekten de O’nun değeri ve görkemi ile ilgili olarak etkiler. Ama bu kapanış sahnesinde İsa Kendisini yüreklerimizi ürperten ve sevgimizi ortaya çıkartan Adı ile takdim eder – her adın üstünde olan Ad, İSA Adı. Bu dünyadan bu isim ile ayrıldı, çünkü çarmıhının üstündeki levhada “Bu, İSA’dır” yazısını okuduk. O, bu ad ile yücelik içinde göğe alındı, çünkü melekler şöyle dediler: “Aranızdan göğe alınan İsa, göğe çıktığını nasıl gördünüz ise, aynı şekilde geri gelecektir.” Gözlerimizi bu adı yüceliği içinde taşıyana kaldırıyoruz. Çünkü elçi şöyle der: “İsa’nın yücelik ve onur içinde taçlandırıldığını görüyoruz.” Ve O, bize bu Adı ile yüceliğinden konuşarak şöyle der: “Ben İsa.” açıklanmamış olan yücelikler ve bereketlilik mevcuttur, ama şimdiki zamanda Kendisini nazikçe “Ben İsa” olarak Tanıtan ile bir çöl sahnesinde yalnızız.
Ayrıca, bu kutsanmış Olan, O’nun göksel İnsan olarak olduğu her şeyi yüreklerimize hatırlatır. Canlarımızın önünde diri bir Kişi’ye sahip olmaktan daha önemli ya da daha bereketli ne olabilir ki? Bulunduğu yerdeki İsa ve olduğu gibi olan İsa. Yeryüzünde iken insanlar tarafından hor görüldü ve reddedildi, ama yüceliği içinde iken şu sözleri söyleyebilir: “Davut’un kökü ve soyu Ben’im, parlak sabah yıldızı Ben’im.”
Rab, öncelikle, “Ben Davut’un köküyüm” diyebilir O, eğer yalnızca Davut’un kökü olmuş olsa idi, aynı söz Süleyman için de söylenmiş olabilirdi. Ama Davut’un kökü yalnızca İsa olabilirdi. Kök, yaşamın gizlide olan kaynağıdır. Mesih, Tanrı’nın her kutsalı için yaşamın kaynağıdır. Ve bereket kesindir, çünkü kök mükemmeldir. Bundan dolayı Eyüp şu sözleri söyleyebilir: “Oysa bir ağaç için umut vardır, kesilse yeniden sürgün verir, eksilmez filizleri Kökü yerde kocasa, kütüğü toprakta ölse bile, su kokusu alır almaz filizlenir. Bir fidan gibi dal budak salar.” (Eyüp 14:7-9) İsrail gerçekten de başarısızlığa uğramıştır; ağaç rüzgar tarafından sürüklenmiştir ve uluslar arasındaki fırtınadan hırpalanmıştır, ama kök kalır ve bu yüzden İsrail tekrar filizlenecek ve dal budak saracaktır. Kutsal Yazılar bu nedenle Davut’un merhametlerinden söz edebilirler, çünkü kök mükemmeldir.
İkinci olarak, İsa aynı zamanda “Davut’un soyudur”. Eğer O, Kök olarak her şeyin kaynağı ise, Soy olarak her şeyin mirasçısıdır da. O, kraliyet soyundan gelir ve Davut’un oğlu olarak O, Tanrı’nın egemenliğini kuracak olan Tanrı’nın Kralı’dır. Putperestler öfkelenebilirler ve halklar boş şeyler hayal edebilirler. Bu gün, bu dünyanın güçlerinin kendi akılsızlıklarının içinde Tanrı’dan ve Tanrı’nın Kralı’ndan kurtulabileceklerini düşündüklerini görürüz. Ve böylelikle bu dünyanın mirasına sahip olacaklarını sanırlar. Tanrı’dan hiç çekinmeden kendi tutkularını tatmin edebilecekleri bir krallık kurmanın peşinden giderler. Kendilerini kötü sonuca götüren bu yola sokabilirler ve RAB’be karşı ve O’nun Meshedilmiş Olanı’na karşı birleşebilirler. Ama her şeye rağmen Tanrı şöyle diyebilir. “Ben kralımı kutsal dağım Siyon’a oturttum.” İnsanlar İsa’yı bir çarmıha çivilerler, Tanrı ise İsa’yı kralların Kralı olarak tahtın üstünde oturtur ve Tanrı’nın Kralı’na boyun eğmeyen herkes “izlediği yolda mahvolacaktır” (Mezmur 2)
Üçüncü olarak, İsa “parlak sabah yıldızıdır”. Bu sembol aracılığı ile kilise ile bağlantılı olarak sunulur. Diğer kişiler O’nu Davut’un kökü ve soyu olarak tüm kraliyet Yüceliği içinde bileceklerdir. Dünya O’nu karanlığı kovmak için yükselecek olan doğruluk Güneşi olarak bilecek ve üzüntüden perişan olmuş bu dünyaya şifa getiren olarak tanıyacaktır. Ama O’nu “parlak sabah yıldızı” olarak tanıyacak olan yalnızca kilise olacaktır. Güneş parladığı zaman yıldızlar görünemezler. O, henüz bu karanlık dünyanın ufkunda doğruluk Güneşi olarak yükselmemiştir, ama şimdi hala gece iken, imanlının yüreğinde parlak sabah yıldızı olarak bilinmektedir.
Diğer Kutsal Yazılar, Mesih’i sabah yıldızı olarak sunarlar. Elçi Pavlus bu konuda şunları yazar:” Peygamberlerin sözleri bizim için daha büyük kesinlik kazandı. Gün ağarıp sabah yıldızı yüreklerinizde doğuncaya dek, karanlık yerde ışık saçan çıraya benzeyen bu sözlere kulak verir iseniz, iyi edersiniz.” (2. Petrus 1:19) Peygamberlik, karanlıkta bir ışıktır; Mesih günün yıldızıdır. Her ikisinin de karanlıkta parladığı doğrudur, ama lamba ve sabah yıldızı arasında şu farklılık vardır: lamba bana karanlığın burada olduğunu söyler; yıldız ise bana günün geleceğini bildirir. Peygamberlik bizi çevremizdeki dünyanın durumu hakkında uyarır ve elçi Pavlus dünyayı bekleyen yargılar hakkındaki sözlere kulak verir isek, iyi edeceğimizi söyler. Böylelikle peygamberliğin etkisinin, bu çağ ile ilgili tüm umutlara son vermemiz ve umutlarımızın merkezinin Mesih olması gerektiği konusunda görüldüğünü anlarız. O, gelecek olan Kişi olarak görülür ve sevgilerimiz tüm umutlarımızın merkezi olarak Mesih’e çekildiği zaman, işte o zaman sabah yıldızının yüreklerimizde yükseldiği gerçekten söylenebilir.
Ve Rab Tiyatira’ya hitap ederken, galip gelene şunları söyleyebilir:” Galip gelene sabah yıldızını da vereceğim.” Ama eğer gelecekteki güç ödülünü elinde tutan O ise, o zaman bu gün de galip gelene yüreği için bir pay verebilir. Tiyatira’nın ahlaki ve ruhsal karanlığının ortasında galip gelen kişi, yüreğinde Mesih’ten gelecek olan günün yıldızı olarak zevk alabilir.
Bu son kapanış sahnesinde Mesih yalnızca sabah yıldızı olarak sunulmak ile kalmaz, ama aynı zamanda “parlak sabah yıldızı” olarak da tanımlanır. İnsanoğlunun ellerinde olan her şey parlaklığını yitirir, ama göklerdeki Mesih insanın kaba elinin dokunamayacağı kadar uzaktadır. O, karanlığa hiç yer vermeyen bir ışıltı ile parlar; O, parlak sabah yıldızıdır. Yüreklerimizdeki gün yıldızı ile O’nu gecenin karanlığının içinden izleyebiliriz ve gelecek olan yüceliği bekleyebiliriz – bulutsuz bir sabah.
Mesih’in, Hıristiyanlığın yıkımı gerçekleşinceye kadar sabah yıldızı olarak açıklanmamış olması önemlidir. Elçi Petrus ikinci mektubunu yazdığı zaman, inançtan dönüşün karanlık gölgesi daha şimdiden Hıristiyan iman ikrarı üzerinde dolaşıyordu. Onları satın alan Rabbi inkar edecek olan sahte peygamberler ortaya çıkıyordu ve pek çok kişi onların mahvedici yollarını izliyor ve gerçeğin yolu hakkında kötü konuşuluyordu. Elçi bir gelişme umuduna ya da imandan düşmüş olanların yenileneceği konusuna ilişkin hiç bir umuda sahip değildi. ama gün yıldızı yüreğinde yükselmişti ve bu nedenle, karanlığın ötesine, gelecek olan o güne bakabiliyordu Umutlarının merkezi Mesih idi.
Ayet 17 — Mesih’e ilişkin bu dokunaklı sunuşun hemen ardından kilise tekrar Mesih’in gelini olarak ortaya çıkartılır. İnsanların elinde kalan kilisenin mahvolduğuna dair sahip olduğumuz bilgi Ruh’un kontrolü altında Tanrı’nın öğütleri ile uyumlu olarak bizi kiliseye karşı kayıtsız kılmaz. Gelin olarak kiliseye gösterilecek kayıtsızlık, bu dünyada, Mesih’in yüreğine en yakın ve en değerli olana kayıtsızlık anlamına gelir. Mesih’te, Tanrı’nın yüreklerimizi tatmin edebilecek olan bir hedef vermeyi amaçlamış olduğunu anlarız. Ama gelin olarak kilisede bundan daha da harika olan bir şey görürüz: Tanrı, kiliseyi Mesih’e uygun bir hedef olarak O’nun sevgisine layık olması ve Yüreğini tatmin etmesi için sunmayı amaç edinmiştir.
Yaratılış kitabı bu büyük gerçek ile başlar. Günah işlenmeden önce, Tanrı Havva’nın Adem’e sunulması ile amacını ortaya koyar: O’nun yüreğindeki büyük sır, Mesih’in sevgisine uygun bir hedefe sahip olmaktır.
Yüz yıllar boyunca ve zamanın tüm değişen sahnelerinde, Tanrı bu büyük amacından hiç bir zaman vazgeçmemiştir. Şeytanın gücüne ve insanın kötülüğüne ve Hıristiyan inancının bozulmasına rağmen, Tanrı, her muhalif gücün üstüne yükselen muhteşem tarzına sadık kalır ve amacını yerine getirir; Mesih’in yüreği için bir hedefi garanti altına alır. böylece O’nun kitabının sonunda Kuzu’nun gelininin görümü gözlerimizin önüne getirilir.
Gelinin bu son görünümü ne kadar bereketlidir, çünkü gelin burada tamamen Ruh’un kontrolü altında olan çöl yolculuğunun sonunda görülür ve Mesih’in tek hedefi olarak belirtilir. Sonuç şudur: “Ruh ve gelin, ‘Gel’” diyorlar. Ruh tarafından yönlendirildiğimiz için günahın çevremizdeki dünyada neden olduğu perişanlığı hissediyoruz ve inliyoruz; ve Ruh tarafından yönlendirilerek bulutsuz bir sabahta ortaya çıkacak ve yaratılışın inlemesine son verecek olan parlak sabah yıldızına bakıyoruz ve, “Gel” diyoruz.
O zaman şimdi, bunu izleyecek olan konuya dikkatimizi verelim. Ruh’un kontrolü altında ve böylelikle Mesih ile doğru ilişkiler içinde bulunarak kilise diğer kişilere Mesih için tanıklık vermeye hazırdır. O’nun gelişine duyulan arzu, çevremizdeki dünyaya tanıklık etmemize engel olmayacaktır. Aksine, diğer kişilerin bereketlenmesini arzu ettiren en güçlü motif haline gelir. Mesih için kalmak ve O’na tanıklık etmek için bizi ahlaksal açıdan en uygun hale getiren gidip Mesih ile birlikte olmaya duyduğumuz özlemdir. Bu tanıklık önce, “işitecek olan” kişilere yapılacaktır. “İşiten, ‘gel’ desin!” “İşitecek” olmaları, onların gerçek imanlılar olduklarını ima eder gibi görünür Kendilerine “gel” denilmesine ilişkin gerçek, Mesih’in gelini olarak O’nunla ilişkilerinin bilinçli sevinci içinde olmadıklarını gösterir.
İkinci olarak, tanıklık “susamış” olanlara yapılacaktır. Mesih’in ihsan edebileceği bereketlere ortak olmak için ihtiyaçlarının farkında olan gereksinim içindeki canlar vardır. Ama yine de O’nun yüreğinin lütfundan ve Gücünden ve kurtarmak için istekli oluşundan emin olunmayabilir ve kuşkular duyulabilir. Ama gelin Mesih’in yüreğini bilir ve bu tür kişilere, ‘gel’ diyebilir, Mesih seni memnuniyetle kabul edecektir; “susayan gelsin.”
Son olarak, çevremizde bulunduğu duruma aldırış etmeyen ve uğrayacağı felakete kulak asmayan bir dünya vardır. ama Tanrı’nın lütfu herkes için kurtuluşu içerir ve bu lütfu tatmış olan kilise “dileyen yaşam suyundan karşılıksız alsın” diyebilir. Yücelik içindeki Mesih’in, ihtiyaç içindeki dünyaya bu son çağrısı ne kadar da dokunaklıdır ve bu çağrının ne kadar dolu ve geniş çaplı olduğuna dikkat edelim. Biri şu sözleri söylemiştir: “ Dünya üzerinde İsa’nın çağrıda bulunmadığı hiç bir insan yoktur. O, herkes için bir kefaret olarak kendisini feda etti ve bu yüzden her insanı çağırma hakkına sahiptir kim olur ise olsun, “yaşam suyundan karşılıksız alsın.” Kim isterse gelebilir ve para ya da herhangi bir bedel ödemeksizin diri sulardan içebilir.
Ayetler 18-21 — Her kim bu kitaptaki peygamberlik sözlerine bir şey katarsa ya da bu sözlerden bir şey çıkartır ise, o kişinin başına belalar geleceği ile ilgili uyarıdan sonra, bu son ayetlerde üçüncü kez Rabbin “tez geleceğine” dair verdiği vaadi okuruz. Bu vaat ilk kez, peygamberlik sözlerine uyan kişilerin mutlu olacağına ilişkin bir teşvik ile sunulur (7); vaat, ikinci kez, hizmetimizde bizi teşvik etmek için yanında ödüller ile geleceğini bildirerek sunulur (12). Ve aynı vaat son kez sunulduğunda, peygamberlik sözleri ve hizmet ve ödüller aklımızdan silinir ve yalnızca O’nu düşünürüz, “Evet, tez geliyorum!” Vaadin diğer sunumları bir karşılık gerektirmez, ama şimdi gelin karşılık verir, “Amin! Gel, ya Rab İsa! Son ifade bize, o kutsanmış an gelene kadar Rabbimiz İsa Mesih’in lütfunun tüm kutsalları ile olacağına güveniriz. Amin.