Bölüm 2

Reddedildi ve Satıldı

Yaratılış 37: 12-36

Yakup, oğlu Yusuf için özel bir sevgiye sahip olabilir, ama her şeye rağmen, sevgisinde diğer oğullarına da gerçek bir yer veriyordu ve Yusuf, diğer kardeşlerine Babasının sevgisinin tanığı olacaktı. Buna uygun olarak Yakup Yusuf’u Hevron vadisine gönderdi; kardeşlerinin yanına gidip sürüye bakmasını ve her şeyin yolunda olup olmadığına dair kendisine haber getirmesini istedi. Yusuf, uzun bir yol kat ederek Şekem’e vardı. Yusuf, kardeşlerinin nefretlerini tecrübe etmiş olmasına rağmen kendi açısından itaat etmeye hazırdı. Yusuf, Yakup’un isteğine hemen karşılık verir, babası, “seni kardeşlerinin yanına göndereyim dediği zaman, hemen, “Hazırım” diye karşılık verir. Böylece, İsrail’in Yusuf’u, “Hevron vadisinden gönderdiğini” ve Yusuf’un, “Şekem’e vardığını” okuruz.

İTAAT EDEN OĞUL

Yapılan bu yolculukta çok daha uzun bir yolculuğun ilk örneğini görürüz; Tanrı Oğlu nasıl bir kötülüğün içine geldiğini çok iyi bilerek Babasının ışık ve sevgi evini terk ederek bu ölümün ve karanlığın dünyasına geldi ve yine de geri dönmedi. Çarmıhta iken bile kararında sabit kaldığını şu ayette okuyoruz: “İsa başına geleceklerin hepsini bilerek öne çıktı” (Yuhanna 18:4). Eğer O’nu gönderen Babanın sevgisi ise, o zaman Oğul Babanın isteğini yapmak için hazırdır. “İşte, ey Tanrım, Senin isteğini yapmak için geldim.” İsa, Babanın sevgisini ilan etmek için Baba tarafından gönderilen Biri olarak geldi.

REDDEDİLEN OĞUL

Yusuf’un dokunaklı öyküsü, dünyanın, Babanın göndermiş olduğu Kişi’yi kabul etme konusundaki davranışına bir örnek teşkil eder. Yüreklerinde babalarına yer vermeyen ve yolları kötülük olan bu kişiler, babasının sevgisi ile gönderilmiş olan bu kişiyi ayırt edecek gözlere sahip değildirler. Yusuf onlar için yalnızca düş gören bir hayalperest idi; düşleri nedeni ile kendilerini hayal kırıklığına uğrattığı için Yusuf’u öldürmek istediler. Mesih için aynı şeyi Kendi halkı da söyledi: “İşte Mirasçı, gelin O’nu öldürelim.” İnsanoğlu, nefretini ifade etmek konusunda ne kadar da çaba gösterir. “Kardeşleri Yusuf’u uzaktan gördüler. Yusuf yanlarına varmadan onu öldürmek için düzen kurdular.” Ama Tanrının düşünceleri ve yolları bizim düşüncelerimiz ve yollarımız değildir. Eğer konu, Babanın sevgisinin Oğlunun insanlara yaklaşması ise, o zaman daha uzakta iken bile reddedileceği kesindir. Ama eğer konu bir günahkarın Babaya çekilmesi ise, o zaman şunu okuruz: “Kaybolan oğul daha uzakta iken, babası onu gördü, ona acıdı, koşup boynuna sarıldı ve onu öptü.”

AZARLANAN OĞUL

İnsanın kötü yüreği ahlaksızlık ve vahşet ile kendisini gösterir. Yusuf’un kardeşleri yalnızca vahşi eylemler aracılığı ile Yusuf’tan kurtulmak amacında değillerdi, aynı zamanda vahşetlerini kötü sözler ve yalanlar aracılığı ile gizlemek için hazırlık yapmışlardı. “Haydi onu öldürelim…… yabanıl bir hayvan yedi deriz” dediler. Vahşiliğinden ve ahlaksızlığından utanç duymayan düşmüş insanın en göze çarpan özellikleri vahşet, zulüm ve ahlaksızlıktır. Böyle bir kişi yalnızca ani bir ayartma sonucu yenilgiye uğramaz; ama Yusuf’un kardeşleri ile ilgili konuda olduğu gibi, vahşi eylemini ve ahlaksız yalanlarını bilinçli olarak kasten planlar. İnsan kötülüğü “yeryüzü vahşet ile dolmadan” önce daha az değildi ve “yeryüzündeki tüm insanlar yollarını şaşırmışlardı.” Yasalara ve antlaşmalara rağmen ve ıslah evleri ve hapishaneler mevcut olsa bile, yine de yeryüzünün her köşesinde şaha kalkmış olan vahşet ve ahlaksızlık karşısında, ahlak eğitimi ve onur ölçütleri çözüm sağlayamamaktadır.

REDDEDİLEN OĞUL

İnsanın kötülüğünün kesin kanıtı, iyiliğin var oluşudur. Kardeşlerindeki vahşeti ve ahlaksızlığı ortaya çıkartan Yusuf’un varlığıdır. Tanrı Oğlunun Kişiliğindeki mükemmel iyiliğin varlığı bile insan kötülüğünün en hiddetli patlamalarının nedeni haline geldi. İnsanın kötülüğü O’nun doğumu sırasında bebek İsa’yı öldürmeye ve bu canice niyetini yalan sözler ile örtmeye hazırdı (Matta 2:8,16). Ama çarmıhta dünyanın şimdiye kadar görmüş olduğu en büyük insan kötülüğünü ortaya çıkartmak için iyilik sergilendi. Çarmıhta, iyilik var olan en üst düzeyine yükselir ve kötülük de sözle anlatılması imkansız derinliklere batıp gider. Çarmıh, “Tanrıya ve iyiliğe karşı” sergilenen en büyük gerçektir; gerçek dost inkar eder, en yakınlar ihanet eder, dürüst olan güçsüz kişiler kahinlere kaçarlar ve cahilce başarısızlıklarını erdem sanırlar, masumiyete karşı hiddet püskürürler; yargıç, yargıladığı masum kişinin kanından ellerini yıkar; kaba dünya ve evrensel düşmanlık yalnızca iyiliğe karşı koyar. Mükemmel ışık karanlığı, mükemmel sevgi ise kıskanç nefreti ortaya çıkartır.”

AÇIKLANAN OĞUL

İnsan, vahşet ve ahlaksızlığın başarılı olacağına dair boş hayallere sahiptir. Aralarında Yusuf’u öldürmek için plan kuran ve bu eylemlerini yalan söyleyerek gizlemeyi tasarlayan Yusuf’un kardeşleri bile nihai bir güven duygusu ile şu sözleri söyleyebildiler, “Bakalım o zaman düşleri ne olacak, görelim!” gerçekten de göreceklerdi. Mesih’i reddedenlere ne yazık! Onlar da göreceklerdir; çünkü şöyle yazılmamış mıdır? “İşte bulutlar ile geliyor! Her göz O’nu görecek, O’nun bedenini deşmiş olanlar bile. O’nun için dövünecek yeryüzünün bütün halkları!”

SÖVGÜYE MARUZ KALAN OĞUL

Mükemmel iyilik, insanların evrensel suçunu ortaya çıkartır, ama tüm insanlar suçlu olmalarına rağmen, suçluluğun farklı ölçüleri mevcuttur ve tüm yeryüzünün Yargıcı bu konular ile zamanı geldiğinde ilgilenecektir, isteğini yerine getirmeyen çok dayak yiyecek, oysa bilmeden dayağı hak eden davranışlarda bulunan, az dayak yiyecektir. Yusuf’un öyküsünde suç ile ilgili bu farklı ölçüler hakkında bazı imalara yer verilir. Kardeşlerin hepsi suçlu idiler, ama suçlarının dereceleri birbirlerinden farklı idi. Ruben’in öyküsünden onun dengesiz ve ahlaki yönden bozuk olduğunu biliriz (Yaratılış 35:22; Yaratılış 49:3,4), ama buna rağmen onun zalim olduğu söylenemez. Ruben de diğer kardeşleri ile birlikte babasına yalan söyledi, ama onun yüreğinde insana duyduğu sevgi tamamen yok olmamıştı. Ruben Yusuf’un yaşamını esirgeyecek ve babasının yas duygularına engel olacaktı. Aynı şekilde Yahuda da açgözlü olmasına rağmen, ellerini kardeşinin üzerine koyma ile ilgili konuda biraz da olsa vicdan azabına sahip idi. Ve bu tür farklılıkları insanların Tanrının Mesih’ine olan davranışlarında da görürüz. Hepsi de tam olarak suçludur, ama suç derecelerinde farklılıklar mevcuttur. Kötü ve eğlence düşkünü bir adam olan Herod, Rab ile alay etti ve O’nun değerini takdir edemedi, ama O’nun ölüm cezasına çarptırılması için adil bir neden bulamadı. Pilatus Herod’dan daha ileri gitti ve Mesih’i Yahudilerin canice nefretlerine teslim etti; ama Pilatus’un Mesih’e kişisel bir nefret duygusu yoktu ve masum olduğunu bildiği Kişi’yi ölümden kurtarmak için yeterli olmasa da en azından çaba gösterdi. Petrus ise Yahudiler hakkında kendilerine şunları söyledi: “Siz O’nu ele verdiniz. Pilatus O’nu serbest bırakmaya karar verdiği halde, siz O’nu Pilatus’un önünde reddettiniz ….. ve Yaşam Önderini öldürdünüz” (Elçilerin İşleri 3:13-15).

REDDEDİLEN OĞUL

Ve hala Mesih hakkında iyi konuşmayan ama O’na karşı da çıkmayan ve tüm dini inançlara yabancı olan eğlence tutkunu kişiler mevcuttur. Ama Mesih ile ilgili daha fazla suçlu olan bazı başka kişiler de vardır. O’nun ahlaki üstünlüklerine hayran olduklarını ağızları ile ikrar ederler. Pilatus gibi O’nda hiçbir kusur bulmazlar, ama yine de dünya ile olan ilişkilerinden vazgeçmezler, inançlarını bastırıp boğarlar, Mesih’e karşı kararlar alırlar ve O’nun görkemli Kişiliğine saldırmak ve O’nun değerli kanını ayaklar altına almak gibi konularda sürekli aktif olan o üç kez suçlu olan sınıf ile aynı kategoride yer alırlar. İlgisiz ve kayıtsız olanlar, korkak, cesaretsiz ve hiddetle nefret eden kişiler vardır- bu kişiler Mesih’in aleni ve açıkça beyanda bulunan düşmanlarıdırlar.

KABUL EDİLMEYEN OĞUL

İşte Yusuf’un öyküsünde yer alanlar bunlardı. Kardeşleri onun uzun ve renkli giysisini çıkarttılar ve onu susuz boş bir kuyuya attılar. Babası Yusuf’u bu uzun renkli giysi ile onurlandırmıştı, kardeşleri bu giysiyi onun üzerinden çıkartarak onu alçalttılar. Mesih’in tüm diğer kişilerden farklı olduğuna ilişkin verilen pek çok örnekte, O’nun tanrısal gücünden, bilgelik ve lütfundan söz edildiği zaman, insan hemen uzun renkli giysisini O’nun üzerinden çıkartır ve şu soru ile O’nu sadece sıradan bir insan seviyesine indirmeye çalışır, “Bu adam, marangozun oğlu değil mi?” ya da “Bu adam marangoz değil mi?” Yusuf’un durumunda olduğu gibi, giysinin çıkartılması, kuyuya atılmasının yalnızca bir başlangıcı idi, aynı şey Mesih için de geçerlidir, O’nun görkemine ilişkin her tanıklığın reddedilmesi, sonunda insanın O’nu, kötü elleri ile ölüme teslim etmesine neden oldu.

KURTARILAN OĞUL

Buradaki örnek ve karşıt örnek arasında her şeye rağmen yine de önemli bir farklılık mevcuttur. İshak kendi döneminde, Mesih’in ölümünü önümüze çok bereketli bir örnek şeklinde getirir. İshak sunağa bağlanır, İbrahim elini uzatır ve oğlunu öldürmek için bıçağı alır, ama tam o anda melek onun elinin hareket etmesine engel olur. Yusuf, kardeşleri onu kuyuya attıkları zaman, çarmıh öyküsünü tekrar ele alabilir, ama onun açısından “kuyu boştur ve içinde su yoktur.” Oysa, Mesih’in çarmıhı ne kadar farklıdır. O’nun isteği ile İbrahim “İbrahim elini uzatır ve oğlunu öldürmek için bıçağı eline alır”, böyle bir istekte bulunan aynı Tanrı şimdi şöyle diyebilir: “Ey kılıç, dostum olan Kişi’ye karşı uyan!” ve on iki lejyon meleğin O’nun buyruklarını beklemesine rağmen, yargı kılıcının kullanılması hiç kimseye yasaklanmamıştır. O’nun içine girmesi gereken boş bir kuyu yoktur. O, şunları söyleyebilir, “Beni çukurun dibine, karanlıklara, derinliklere attın. Öfken üzerime çöktü, dalga dalga kızgınlığın ile beni ezdin” (Mezmur 88:6,7).

ÖDÜLLENDİRİLEN OĞUL

Hem İshak’ın hem de Yusuf’un çektiği acılar çarmıha işaret ederler, ama buna rağmen her biri bu büyük gizemin farklı bir görünümünü resmederler. İshak, kurban olarak sunulmak üzere dağa çıkar. Yusuf ise kuyunun dibine aşağı iner. Ve dağ, yukarı sunulan Kişi’nin görkeminden söz eder. Kuyu ise, uğruna feda edildiği kişilerin gizeminden ve alçaltılmasından bahseder. O oğuldur ve bunun da ötesinde tek oğuldur ve vaat edilmiş miras olan İshak’tır ve babasının sevgilisidir. Ama Yusuf kuyunun dibine indiği zaman, her ne kadar ahlak üstünlüğünün saklanamadığı bir gerçek ise de, bu, onun önde gelen kişisel görkemi değildir, aksine Yusuf’un çevresinde bulunan kişilerin kötülüğü ve ahlaksızlığıdır. Eğer sonunda kardeşleri bereketlenecek ve Yusuf’un görkemini paylaşacaklar ise, o zaman Yusuf, onların kuyunun dibindeki uzak ve aşağılanan yerlerini almak zorundadır.”Kan dökülmeksizin bağışlama olmaz,” ve “bir buğday tanesi toprağa düşüp ölmedikçe yalnız kalır ve ürün veremez.”

AÇIKLANAN OĞUL

Kardeşleri, Yusuf’u kuyunun dibine attıktan sonra, “yemek yemek için oturdular.” Aynı durum çarmıh için de geçerli idi. Yusuf’un varlığı yalnızca kardeşlerinin kötülüğünü açıklamaya hizmet eder, aynı çarmıhın insan yüreğindeki bozukluğun derinliğini açıklayan bir fırsat haline dönüşmesi gibi. İsrail’in önderleri gerçek Fısıh Kuzusunu ölüme teslim ederler ve sakin bir şekilde fısıh yemeğini yemek için sofraya otururlar – kötü ve zina seven bir kuşak, aynı Süleyman’ın Özdeyişleri’nde sözü edilen zina yapan kadın gibi: “Yer, içer, ağzını siler ve hiç bir kötülük yapmadığını söyler.”

Mısır’a giden Midyanlı tüccarlar Yahuda’ya, kardeşlerini satıp para kazanmalarını teklif ettiler. Yusuf’u satıp neden biraz para kazansalar kar etmiş olmazlar mıydı? Eğer, Yusuf’u öldürerek ona karşı duydukları nefreti tatmin etmeyecekler ise Yusuf’u satarak açgözlülüklerini tatmin edebilirlerdi! Böylece kardeşleri Yusuf’u diğer ulusların ellerine teslim ettiler ve para kazanma konusu ile ilgilendiler. Ve Mesih gelmeden bin yıl önce Yahuda’nın yaptığını, O’nun soyundan olanlar da O’nun reddedilmesinden bu yana yaklaşık iki bin yıldan  beri yapmaktadırlar. Yahudiler, Mesihlerini çarmıhta öteki ulusların eline teslim ettiler ve o günden bu güne kendilerini paraya tapmaya terk ettiler. Yusuf’un kardeşlerinin yaptığı eyleme hükmeden sözcük, “kar” idi. Yahuda, soruyu açgözlü yüreğe sorar – “Yaptığımız doğru mu, yoksa yanlış mı?” değil, “Bize ne kar sağlar?” Ve “kar” sözcüğü, Yahudileri yüz yıllar boyunca yönetti; Mesihlerinin otuz parça gümüşe satıldığı o güne kadar.

UZAKLAŞTIRILAN OĞUL

Yusuf, böylece öteki ulusların ülkesine gönderilir ve Mısır’a “getirilir.” Mısır, İbrahim için bir tuzak idi ve onun Mısır’daki zoraki konukluğu ona yalnızca üzüntü ve utanç getirdi. Ama Mısır, Yusuf’a bereket ve görkem getirdi. Bu farklılığın nedeni nedir? İbrahim geçici bir süre için kendi isteği ile Mısır’a gitti (Yaratılış 12:10), ama Yusuf Mısır’a “götürüldü.” İbrahim Mısır’a imansızlık ederek kendi iradesi uyarınca gitti, ama Yusuf Tanrının izni ve önbilgisi uyarınca Mısır’a götürüldü.

Babalarını acımasızca kandırdılar ve zavallı yaşlı adam üzüntülerin en derini ile sarsılır iken, bu iki yüzlüler hiç utanmadan babalarının çevresinde toplanıp onu avutmaya çalıştılar. Oğullarının Yakup’a yaptıkları bu kötülüğün hiçbir özrü yoktur, ama yine de bu olayda Yakup’un daha önce ekmiş olduklarını biçtiğini görürüz. Otuz yıl önce Yakup babasını “oğlakların tüylü derileri ile” kandırmıştı ve şimdi aradan uzun yıllar geçtikten sonra kendisi oğulları tarafından “bir tekenin kanı” ile kandırılır. Ekme ve biçme arasından uzun yıllar geçmiş olabilir ama sonunda biçme zamanı gelir. Tanrının değirmenleri yavaş öğütebilir ama çok küçük parçalar halinde öğütür.

DİRİLEN OĞUL

Yakup’u teselli etmek isteyen kişilerin karakteri nedeni ile onun “teselli edilmeyi reddetmesi”, bizi şaşırtan bir durum değildir. Ama Yakup, oğlunun gerçekten öldüğünü düşündüğü için imanı azalmaya başlamış gibiydi. Davut’un, oğlunun ölümü sırasındaki davranışı ne kadar farklı idi. Yakup şöyle der: “Oğlumun yanına, ölüler diyarına yas tutarak gideceğim.” Ama Davut hakkında şunları okuruz:”kalktı …. Rabbin evine gitti ve tapındı.” Her iki adamın da çocukları ölmüştü ve biri şöyle diyordu: “Oğlumun yanına, ölüler diyarına yas tutarak gideceğim”, ama diğerinin sözleri farklı idi: “Rabbin evine gideceğim ve tapınacağım.” Her iki adam da gerçek kutsallar idi, ama biri yalnızca ölüme ve mezara bakıyordu, diğeri ise, ölümün ötesindeki dirilişe, “artık ölüm, üzüntü, gözyaşı ya da acının olmadığı” bir yere bakmakta idi.

Ey, günahın asla giremeyeceği parlak ve bereketli yerler,
Şimdi yeryüzünde dolaşırken özlem içindeki ruhumuz bu yerleri görmeyi özler!

Ve evimizin, Babamızın göklerdeki evi olduğunu söyleyebilir miyiz?
Özgürlük yeri olan Tanrının huzur diyarı bizim de huzur diyarımız mıdır?

Evet! O kusursuz pak ışıkta, lekesiz canlarımız yaşayacaktır,
Tanrının, huzur diyarını vereceği yerde, yüreklerimizdeki derin özlemler yerine gelecektir.

O’nun varlığının bulunduğu yerde canım dinlenecek ve tarif edilemez sevinç duyacaktır.
Sonsuz çağların bulunduğu yerde zaman asla eskimeyecektir.
J. N. Darby