Bölüm 1

ANTİK Çağ’ın Yunan düşünürü Demokritos’un, “Hiçbir şey yoktan var olmaz” sözü çok doğrudur. İslam da kesinlikle bu kuralın dışında değildir. Sonuç ne olursa olsun bu dinin insanlık tarihinde oynadığı önemli rol ve birçok Doğu ülkesinde hala süren geniş çaplı etkisi, insanlık tarihinin bu en önemli akımlarından birini ister dinsel ve tarihsel ister sadece felsefi bakış açısından olsun, incelemek isteyen herkesi bu dine ilginin başlangıcını incelemeye iter.

Almanya’da Sprenger ile Weil’in, İngiltere’de Sir W. Muir gibi yazarların emekleri Muhammed’in yaşamı, karakteri ve Muhammet’in dünyasının tarihiyle ilgili bilinmesi gereken her şeyi bilmemizi sağlamaktadır. Bu nedenle bizim burada bu konuları ele almamız gereksizdir. Ayrıca Müslümanların, dinlerini doğrudan Muhammet’ten aldıklarını kabul ettikleri de herkes tarafından bilinmektedir. Onun peygamberlerin sonuncusu ve en büyüğü olduğunu ve inançlarının, Muhammed’in insanlara ulaştırmakla yükümlü olduğu Tanrısal Vahyi içeren Kuran’a dayandığını öne sürerler. Ayrıca peygamberlerinin ağzından çıkan, müritleri aracılığıyla nesilden nesle aktarılan ve üzerinden çok uzun zaman geçtikten sonra yazılan güvenilir hadislere çok büyük önem verirler. Bu ikisi, yani Kuran ve hadisler bir arada ele alındığında Müslümanlığın temelini oluşturmaktadır. Eski Kuran yorumcularına ve eski şeriatçılarla ulemaların Kuran’dan çıkardıkları sonuçlara da çok önem verilir. Fakat İslami inanışların ve uygulamaların kaynağına ilişkin araştırmamızda, Müslümanların gerçekten neye inandıklarına ışık tutanların dışında kalanlarla pek ilgilenmeyeceğiz. Araştırmamızda bu hadisler bile ikinci derecede rol oynamaktadır, çünkü –en azından Avrupalı bakış açısına göre– bunların güvenilirliği hiç de kesin değildir. Farklı mezheplerde de farklı hadis derlemeleri kabul edilmektedir 1;  bu hadisleri derleyenler bile, yazdıklarının birçoğunun doğruluğunun kuşkulu olduğunu itiraf ederler. Üstelik hadislerin büyük çoğunda Muhammed’in söyledikleri ve yaptıkları ele alındığı için, bunlardan ara sıra, ancak Kuran’da öğretilenleri bazı noktalardan güçlendirip açıkladıkları durumlarda söz edeceğiz. Kuran’da, kolay anlaşılmayan, güç bölümler vardır. Bunların anlamının hadislere gönderme yaparak açıklanması gerekmektedir. Örneğin, Kuran’ın ellinci suresi yani Arapça adıyla “Kaf” suresi böyle bir suredir ve “Kaf” sözcüğü Arap alfabesindeki “kaf” harfidir. Surenin adının göndermede bulunduğu Kaf Dağı 2  konusunda neye inanılacağını bize anlatan hadislere başvuruncaya kadar bunun ne anlama geldiğinden emin olmak imkansızdır. Yine, “Gece yolculuğu” adını taşıyan surenin (Sure XVII) ilk ayetinde, “Kulunu (Muhammet’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir” sözünü okuyoruz. Bu ayeti anlayabilmek için de, doğal olarak yine hadislere başvurmamız gerekmektedir… Böylece, bütün İslam Ulemalarının, genellikle Muhammet’in Göğe Yükselişi (Mi'raç) olarak adlandırılan bu yolculuğu bildiklerini öğreniyoruz.

Müslümanların inançlarını ve dinsel törenlerini ele alırken, ilke olarak, Kuran’da veya Muhammedilerin dünyasındaki diğerlerinin Müslüman kabul etmedikleri Hindistan’daki Yeni Muhammediler gibi kısmi ayrıcalıklılarla birlikte, bütün Muhammedilerin evrensel olarak kabul ettikleri hadislerde açıkça veya üstü örtülü olarak öğretilmeyen ya da emredilmeyen hiçbir öğretiyle ya da uygulamayla ilgilenmemeyi kural edineceğiz.

Şu gerçeğe işaret etmek yerindedir, gerçek ve güvenilir hadislerin bir ölçüde esinlendiği kabul edilse de, bunların yetkisi, Kuran’ınkinden çok daha farklıdır, yine de hadisler ikinci sırada yer alır. Bu, farklı vahiy şekillerinden farklı şekillerde söz ederek belirtilmektedir. Kuran’a “Ezbere Okunan Vahiy”, hadislere ise “Ezbere Okunmayan Vahiy” denmektedir, çünkü sadece ve sadece Kuran’ın, Tanrı’nın sözlerinden oluştuğu kabul edilmektedir. Bu nedenle bir hadisin doğruluğu kanıtlanmış olsa da, Kuran’ın tek bir ayetiyle bile açıkça çeliştiğinde, o hadisin kabul edilmemesi kuralı getirilmiştir. Muhammedi inancı ele alırken bu, dikkat edilecek önemli bir kuraldır. Hangi hadislerin gerçek, hangilerinin kuşkulu ve hangilerinin güvenilmez olduğuna gelince, labirentin dehlizlerine girmemiz gerekmez. Şu andaki amacımız için, hadislerin Kuran metninden çok geç bir tarihte yazıldığını görmek bizim için yeterlidir.

Kuran’ın bütün Müslümanlarca kabul edilen tarihi konusunda oldukça fazla ve tatmin edici bilgiye sahibiz. Muhammet’in çok sayıda olduğu söylenen yazıcıları, surelerin bazılarını, onun ağzından ilk çıktığında hemen ellerine geçen herhangi bir malzemenin üzerine yazmış olabilirlerdi. Muhammet’in zamanında yazı yaygın alarak bilinmiyor değildi, çünkü bazı Mekkelilerin esir düştüklerinde, Medine’deki bazı insanlara sanat öğreterek özgürlüklerine kavuştukları bize bildirilmektedir. Bunlar hemen yazılsın ya da yazılmasın anında ezberleniyordu ve cemaatin ibadeti sırasında ya da başka fırsatlarda ezbere okunuyordu. Muhammet sağken parçadaki lafzın doğruluğuyla ilgili bir kuşku duyulduğunda sık sık ona başvuruluyordu. Hadiste, bazı surelerin ya da ayetlerin Muhammet sağken eşlerinin evlerinde yazılı halde saklandığından söz edilmektedir. Hatta bize bu yazılı ayetlerin bazısının kaybolduğu ve bir daha bulunamadığı da anlatılmaktadır. Zaman zaman Peygamber, yeni vahiy edilen ayetlerin bazı surelere dahil edilmesini yönlendirmiştir. Bunların biçimleri daha önce tahmin edilmiş ve şu andaki adlarını almış olmalıdır. Yine de, bu surelerin düzeniyle ilgili belirlenmiş sabit bir sıralama yok gibidir. Her biri az çok bağımsız bir bütün oluşturmaktadır. Sureleri ezberleme görevi, Muhammed’in kendini adamış müritlerinin sadece aşkla yaptıkları bir iş değildi, saygınlık ve kâr kaynağı da olmuştu, çünkü çok eski dönemlerde adları konmuş bu ayetlerden en çoğunu ezbere okuyan kişiler sadece İmamlık yani cemaate ibadet ederken önderlik etme görevini üstlenmiyor, diğer Müslümanlara göre ganimetlerden daha büyük pay talep etme hakkına da sahip oldukları düşünülüyordu.

Buhari’den öğrendiğimize göre, Kuran, Muhammed’in ölümünden yaklaşık bir yıl sonra ilk kez bir araya getirilip derlenmiştir. Bu, Ebu Bekir’in emri üzerine Muhammed’in arkadaşlarından ve yazıcılarından biri olan Zeyd b. Sabit tarafından, yapılmıştır. Bu adımın atılmasının nedeni, Ömer İbn-i’ül-Hattâb'ın, Kuran’ı ezbere bilenlerin çoğunun Yemame savaşında (Hicri, 12) öldüğünü görerek Vahyin tümünün ya da bir kısmının kaybolacağından endişe duymasıdır. Bu nedenle Halife’yi3 dağınık halde bulunan surelerin bir araya getirilmesi ve güvenilir şekilde yazılı olarak korunması emrini vermeye teşvik eder.  Zeyd ilk önce Peygamberin yapılmasının uygun olmadığını düşündüğü bir şeyi yapmakta çok gönülsüz davranır ama sonunda Halife’nin emrine boyun eğer. Hikayenin geri kalanı 4, kendi ağzından şu şekilde anlatılır: “Ebu Bekir bana şöyle dedi, 'Sen genç, bilgili bir adamsın, sana itimatsızlık edemeyiz. Tanrı’nın Elçisine vahiy kâtipliği yaptın. Şimdi Kuran'ın peşine düş ve onu derle!' Bana bir dağı yerinden oynatma görevi verselerdi, bu bile bana, onun buyurduğu şekilde Kuran’ı derlemekten daha ağır gelmezdi. Ebu Bekir bu talebinin peşini bırakmadı, ta ki ‘Hattâb'ın ve Ebu Bekir’in yüreğinin Allah’ın gönlünün arzusunu belli ettiğini’ fark edebilmem için, Allah benim de yüreğime konuşuncaya kadar. Bu nedenle, yapraksız hurma dalarına, beyaz taşlara ve insanların göğüslerine yazılmış Tevbe suresinin son cümlesini (Sure IX, ayet 129) buluncaya kadar bütün Kuran’ı Ebu Huzeyme-el-Ensarî ile birlikte aradım. Onu başka biriyle bulmadım.”

“Kuran’ı derlemek” ifadesinden, kitabın daha önceden tek bir bütün haline getirilmiş olduğu bellidir. Zeyd’in efendisine duyduğu saygı, doğal olarak, pek çok kişinin ona ezbere aktardığı ve o dönemde kullanılan bazı malzemelerin üzerine yazılmış olan surelere bir şey eklemesini ya da surelerden bir şey çıkarmasını önleyecekti. Muhammed’in Tanrı tarafından görevlendirilmiş bir peygamber olduğu iddiasını zayıflatan bazı durumların günümüzde de Kuran’da bulunması, Zeyd’in kendisine verilen görevi tam bir dürüstlükle yerine getirdiğinin nihai kanıtıdır. O dönemde kimsenin metne dokunması da mümkün değildi. Bir iki sene içinde bu görevi tamamlayarak bütün sureleri, her birini ayrı kağıtlara yazdı. Görünen o ki, günümüzdeki surelerin sırasının o dönemden kalmış olduğuna inanmak için bir neden vardır. Fatiha Suresi’nin, o zaman bile evrensel olarak dua diye kullanıldığı ve diğerlerinden daha iyi bilindiği için, kitabın girişi olarak en başa konmasının dışında bu sıralamanın hangi sisteme dayandığını söylemek zordur. Diğer sureler en uzunu en başa koyma ilkesine göre düzenlenmiştir. En kısa sure kitabın en sonundadır. Bu, kronolojik sıralamaya neredeyse tümüyle terstir. Hadis, surelerin birçoğunun ve kimi zaman da ayetlerin hangi sırayla ve hangi durumda “vahiy edildiğini” bize bildirmektedir ama şu andaki incelememizde bu konuyu 5 bütünüyle ele almamız gerekmiyor. İnancın, Muhammet’in zihninde yavaş yavaş şekillenmesi kadar sürekli gelişmesini de incelerken bu, kuşkusuz önemlidir.

Zeyd, çalışmasını bitirdiğinde şüphesiz Kufi yazıyla yazılmış olan el yazmasını, Ebu Bekir’e teslim etmiştir. Ebu Bekir ölümüne kadar metni özenle korumuştur. O öldüğünde metni, Ömer korumuştur. Ömer’in de ölümünün ardından, metinden kızı, Muhammed’in dul kalan eşlerinden Hafsa sorumlu olmuştur. Sonradan ayrı surelerin kopyaları ya bu metinden ya da Zeyd’in kullandığı orijinal kaynaklardan yararlanılarak oluşturulmuştur.

Kuran metni ezbere okunurken veya olasılıkla bu parçalar kopya edilirken yavaş yavaş hatalar ya da en azından farklar olmuştur. Ebu Bekir, Zeyd’in yazdığı tek bir el yazmasının güvenilir bir kopyasını yaptırmamıştır. Bu nedenle, sözlü olarak kuşaktan kucağa geçen başka bir çalışma gibi Kuran’ın da birçoğunu ya da bütününü doğal şekilde değiştirme eğilimine karşı konulamamıştır.

Buhari, 6 Huzeyfe’nin Osman’a şöyle dediğini anlatır: “Ey Müminlerin komutanı, Yahudilerin ve Hıristiyanların yaptıkları gibi, bu insanlar Kitaptan farklı hareket etmeye başlamadan önce onlara engel ol.”. Bu nedenle Halife, Hafsa’ya, kopyalanması için özgün elyazmasını kendisine göndermesini buyurmuştu. İş bittiğinde onu Hafsa’ya geri vereceğine söz vermişti. Sonra bu çalışmayı düzeltme görevini Muhammet’in kabilesi olan Kureyş’ten üç kişiyle birlikte Zeyd’e verdi. Kullandığı dil, en azından bunu göstermektedir, çünkü bu üç Kureyşliye şöyle demişti: “Siz ve Zeyd bin Sabit, Kuran’ın herhangi bir yerinde anlaşmazlığa düşerseniz Kureyş lehçesiyle yazın, çünkü o, bu dilde vahiy edilmiştir.” Bize, yeni düzeltmenin özgün elyazmasından kopya edildiği anlatılmaktadır, şüphesiz bu durum, büyük bir bölümü için geçerlidir. Fakat alıntı yaptığımız sözler bazı değişikliklerin gerekmiş olduğunu kanıtlamaktadır. Gerçi bu, tam bir imanla ve ilke olarak kitaptaki Mekke lehçesinin saflığını koruma adına yapılmıştır. Bu değişikliğin başka bir kanıtı ise Zeyd’in bu kez ilk kopyada yer almayan ve Muhammet’in ezbere okuduğunu duyduğu bir ayeti hatırladığına dair ifadedir. Yine de bunu sadece kendi yetkisini kullanarak metne dahil etmeye cesaret edememiş ama aynı ayeti ezbere okuyabilen başka birini arayıp bulmuştur. Bundan sonra bu ayet Suretü’l Ahzab’a dahil edilmiştir. Daha sonra  “Osman cüzleri Hafsa’ya iade etti. Her bölgeye, kopyaladıklardan bir örnek gönderdi. Kuran’ın bunun dışındaki her cüzünün ve cildinin yakılmasını emretti. 7

Bu davranış keyfi gelebilir 8 fakat bu, Muhammedi ülkelerde o günden bu güne Kuran metninin pratikte bir ve aynı yapıda korunmasını sağlamıştır. Osman’ın emriyle yapılan gözden geçirilmiş kopyadan önemli ölçüde farklı olan Hafsa’daki kopya da Mervan döneminde yakılmıştır. Günümüze gelen farklı Kuran kopyalarında gayretli bir araştırmanın ortaya koyduğu çok az okuma farkları, neredeyse bütünüyle ت, ي ve ن harflerini birbirinden ayıran noktaların yerinden kaynaklanmaktadır 9, eski Kufi yazısında bu harfleri tanıtan işaretler yoktur.

Bütün bunlar bugün de Kuran’ın, hala Muhammet’in bıraktığı gibi olduğu sonucuna varmamıza neden oluyor. Bunun sonucunda, metnin doğruluğundan hemen hemen çok emin olarak, İslam dininin temellerini oluşturan Kuran’da yer alan ve hadislerde ayrıntılarıyla açıklanan Muhammet’in öğrettiklerini ve çeşitli açıklamalarla öğretileri nereden aldığını saptamak için bu kitabı incelemeye devam edebiliriz.

İslam Ulemalarının, dünyanın yaratılışından çok önce Yüceler Yücesinin,  Gök’te “levh-i mahfuz” üzerine yazdırdığı Kuran’ın, Allah’ın sözü olduğunu her zaman öne sürdükleri iyi bilinmektedir. Fakat Halife El Memun döneminde (Hicri 198-218 = M.S. 813-33) ve sonrasında Kuran’ın ezeli olduğunu kabul edenlerle sonradan yaratılmış olduğuna inananlar arasında, bizim girmemizin gerekmediği çok sayıda şiddetli tartışma çıkmasına rağmen, bütün Müslümanlar, Kuran’ı Muhammed’in ya da başka bir insanın yazmadığını her zaman kabul etmişlerdir. Tersine, kitabın tamamen Allah’ın işi olduğuna ve bu nedenle Muhammed’in, tek görevi İlahi kitabı alarak insanlara ulaştırmak olan, Allah’ın elçisi olduğuna inanmaktadırlar. Hadiste kitabın, daha sonra yavaş yavaş ayetleri ve bölümleri Muhammet’in aklına ve diline yerleştiren Başmelek Cebrail tarafından belirli bir gecede 10 göğün en üst katından en alt katına indirildiği bize anlatılmaktadır. Bu durumda Kuran’da insandan kaynaklanan hiçbir şey yoktur: Onun menşei, bütünüyle başından sonuna kadar İlahi’dir.

Okurlarımız bunun, bu konudaki geleneksel bir Muhammedi görüş olduğunu kavrayabilsinler diye burada tanınmış Arap yazarı İbn-i Haldun’un bu konuyla ilgili iki yazısından alıntı yapıyoruz. 11 “Böylece bilin ki, Kuran Arapça ve Arapların belagatine uygun inmiştir, herkes birçok bölümündeki farklı anlamları ve bunların birbiriyle ilişkisini anlamış ve öğrenmiştir. Gereken koşullar çerçevesinde, bu ayetlerden bazıları Allah’ın Tek olduğu öğretisini ve farizaları açıklamak için, bölüm bölüm ve ayet grupları halinde inmeye devam etti. Bu ayetlerden bazıları imanla ilgili maddeleri, bazıları ise davranış kurallarıyla ilgili emirleri içermektedir.” Aynı yazar başka bir metinde şöyle demektedir: “Senin için bütün bunlar 12, İlahi kitaplar arasında bunun, aynı sözlerle ve aynı fasıllarla ezbere okunabilecek şekilde Peygamberimize (s.a.v.) esinlenen Kuran olduğunun kanıtıdır; öte yandan Tevrat, İncil ve diğer bütün Semavi Kitaplar, Peygamberlere, kendilerinden geçtikleri bir zamanda, düşünceler olarak vahiy edilmiş ve peygamberler yeniden sıradan bir insan haline geldiklerinde bunlar, onlara kendi dillerinde açıklanmıştır: Bu nedenle bu kitapta mucizevi hiçbir şey yoktur.” Yani İslam Ulemaları, Muhammet’ten önce başka peygamberlerin geldiğini, insanlara ilahi mesajları ilettiğini kabul etseler de, Kuran’ın esinlemesinin diğer kutsal kitaplardan, örneğin; Tevrat ve İncil’den sadece mertebe olarak değil, aynı zamanda tür olarak da farklı olduğuna inanırlar. Bu kitapların yazarları Allah’tan bir şekilde belirli fikirler almışlardır, daha sonra bu kavramları kendilerine göre açıklamışlardır ve bu nedenle bunların kaynağının insandan daha yüce bir kaynak olduğunu iddia edemezler. Muhammed ise tam tersine, Kuran’ın her bir kelimesinin gökteki “Levh-i Mahfuz”a yazıldığı şekilde Cebrail tarafından iyice işitilebilecek bir tarzda yüksek sesle kendisine okunduğunu duymuştur. Arapçanın göğün ve meleklerin dili olduğu kabul edilir ve Kuran’daki kelimeler Allah’ın Söz’üyle birebir aynıdır. Kelimelerin, mecazların, yansıtmaların, hikayelerin, üslubun başından sonuna kadar menşei bütünüyle ilahidir.

Bu görüşün Kuran’daki anlatımlara bütünüyle uyduğundan hiç kuşku yoktur. Bu ilahi kaynağa “ümmü’l-kitap” denir (Sure XIII, Rad, 39). Kuran’da böyle iddialar farklı biçimlerde tekrar tekrar görülmektedir: “Hayır, o (yalanlamakta oldukları kitap) şanı yüce bir Kuran’dır. O, “korunmuş bir levhada (Levh-i Mahfuz’da)dır” (Sure LXXXV, Büruc, 21, 22). “Ezbere okuma” anlamına gelen Kuran kelimesi de buna işaret etmektedir. Başka bir yerde ise Yüceler Yücesi Allah’ın Muhammed’e “Allah benimle sizin aranızda şahittir. İşte bu Kuran bana, onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye vahyolundu” demesini buyurduğunu okuyoruz (Sure VI, En’Am, 19). Aynı şekilde, XCVII, Kadr Suresinde de Allah’ın Kuran ile ilgili “Şüphesiz, biz onu (Kuran’ı) Kadir gecesinde indirdik” dediği belirtilmektedir. Böyle neredeyse sayısız alıntı yapılabilir. 13

Bu durumda, İslamiyet’in kaynağının bütünüyle Kuran’a dayandığına dair Muhammedi açıklamaya göre, İslam dininin tek kaynağı ve çeşmesi Allah’tır. Onun kaynağı, hiçbir insan değildir. Tevrat’ı ve İncil’i doğrulamak için vahiy edildiği açıklanmış ve bunların özgün, bozulmamış öğretişleriyle bağdaştığı iddia edilmiş olsa bile, tek bir parçası bile doğrudan ya da dolaylı olarak daha önceki vahiylerden ya da başka dinlerden alınmamıştır (Krş. Sure LVII, Hadid, 26 vd).

Avrupalı okurlar, genelde İslam’ın kaynağıyla ilgili bu görüşün, özelde de Kuran’ın savunulmazlığının kanıtlanmasına pek ihtiyaç duymazlar. Kitabı Arapça aslından okuyamayanlar, onun öğretişini çeşitli çevirilerden yararlanarak araştırabilmektedirler. Pek çok Avrupa diline çevrilen Kuran’ın en çok bilinen İngilizce versiyonları Sale, Rodwell ve Palmer’ın versiyonlarıdır.

Aklı başında düşenen biri için, göz önüne aldığımız bu iddia kendi kendini yalanlar. Dahası, Kuran’daki ahlak, İlahi Tabiat’a bakış, kronoloji yanlışları ve daha birçok hata, bunu Muhammed’in yazdığından kuşkulanmamazı imkansız duruma getirir. Sureler yazıldıkları tarihe göre düzenlendiğinde ve Muhammet’in yaşamındaki olaylarla karşılaştırıldığında, bu yazıların Müslümanların dediği gibi –vahy edilmediğini ama– Muhammed’in yaptığı her bir değişikliği onaylamak için, koşullar gerektirdiğinde zaman zaman yazıldığı ifadesinde büyük bir gerçek payı vardır. 14

Aynı zamanda bir sorun ortaya çıkmaktadır: Muhammet, kurduğu bu dine dahil ettiği fikirleri, hikayeleri, ilkeleri nereden almıştır? Bunların hangileri, onun buluşudur? Hangileri eski sistemlerden alınmıştır? Kendisininkinin başka dinleri kabul edenlerin öğretiş tarzlarından ne ölçüde yararlanmıştır? Başka sistemlerden alıntılar yaptıysa, Kuran’ın hangi bölümlerinin, hangi ibadet tarzlarının, hangi kavramlarının, hangi hikayelerinin, hangi emirlerinin izi asıl kaynaklarına kadar sürülebilir? Bu sonuçların ne kadarı Muhammed’in karakterine, ne kadarı döneminin koşullarına bağlıdır? Bunlar bu kitapta kısa ve öz olarak açıkça çözmeyi amaçladığımız sorunlardan bazılarıdır. Araştırmayı hangi bakış açısından ele alırsak alalım, bu konunun ilgi uyandırmaması pek mümkün değildir. Böyle bir araştırma dürüstlükle yapılırsa bir Müslüman’a, atalarının inancının gerçek değerini gösterir. Karşılaştırmalı Dinler araştırmacısı, böyle bir analizden, yakın tarihte bir Etnik İnancın nasıl ortaya çıktığını öğrenecektir. Ancak akıllıysa tek bir örnekten acele sonuçlar çıkarmaya yönelmeyecektir.  Hıristiyan hizmetliler de araştırmalarımızdan sonuç çıkarmayı çok önemli bulabilirler. Bu araştırmalarda, Müslüman araştırmacılara durumlarının savunulmazlığını algılatan yeni bir metot keşfedebilirler. Yine de, bütün bu düşünceleri bir yana bırakarak Kuran’ın asıl kaynaklarının aslında neler olduğunu sorgulamaya devam edeceğiz.


1. Sünnilerin kabul ettikleri şunlardır: (1) Malik İbn-i Ans’ın Muvatta’sı, (2) Buhari’nin Cami’us Sahih’i, (3), Müslim’in Sahih’i, (4) Ebu Davud Süleyman’ın Es-Sünen’i,, (5) Tirmizi’nin Cami’si ve  (6) Ebu Abdullah Muhammed b.Yezid b.Mace el-Kazvim’in Kitabu’s Sünan’ı.. Fakat Şiiler bazı metinlerdekilerin haricindeki hadisleri güvenilir kabul etmezler, kabul edilen metinler şunlardır; (1) El-Kafı, Ebu Cafer Muhammed (Hicri, 329), (2) Men la Yahduruhu’l Fakih, Şeyh Ali (Hicri, 381), (3) Tehzib ve İstibsar, Şeyh Ebu Cafer Muhammed (Hicri, 466) ve (4) Nech’ul Belağa, Seyyid Razi (Hicri, 406). Sir Muir’in Muhammed’in Yaşamı adlı yapıtında, bu çalışmada da ele alınan Muhammed’in yaşamı, Kuran’ın şimdiki haline nasıl ulaştığı ve hadislerin değeri ve güvenilirliği ile ilgili bilgilere dair önemli bir kaynak araştırması bulunmaktadır. Bu nedenle burada konuyu detaylı bir şekilde ele almamıza gerek yoktur. Bu nedenle ilk bölümde konu ile ilgili yetkili kişilerin ifadelerine eklemeler yapmayı uygun gördüm.

2. Bk s. 119 vd.

3. Bu kelime Halif olarak da kullanılır. Muhammed’in varislerini niteler.

4. Mişkatu’l Mesabih, s. 185 vd. Buhari.

5. Rodwell’in Kuran tercümesinde sureler mümkün olduğunca kronolojik sıralarına göre düzenlenmiştir, fakat bazı eski surelere, yazıldıktan çok sonra ayetler eklenmiştir. Bk. Canon Sell’in “Historical Development of the Quran” (Kuran’ın Tarihsel Gelişimi).

6. Mişkatu’l Mesabih, s. 185, 186, Buhari.

7. ردّ عثمان الصّحف إلى حفصة وارسل إلى كل أفق بمصحف مما نسخوا وأمر بما سواه من القرآن فى كل صحيفة ومصحف أن يُحرق‭.

8. Bu konudaki itirazlar için bk. Al Kindi, Apology, Sir W. Muir’in tercümesi, s 72-8.

9. Bu gibi farklılıkların bazı örnekleri Sure 4, En’am, 91. ayette de yer almaktadır.

10. Kadir gecesi.

11. فاعلم أن القرآن نزل بلغة العرب وعلى أساليب بلاغتهم وكانوا كلهم يفهمونه ويعلمون معانيه فى مفرداته وتراكيبه وكان ينزل جملاً .جملاً وآيات آيات لبيان التوحيد والفروض الدينية بحسب الوقائع ومنها ما هو فى العقائد الأيمانية ومنها ما هو فى أحكام الجوارح . (Arabic Text, vol. ii., p. 391.)

12. ويدلك هذا كله على أن القرآن من بين الكتب الإلهية إنما تلقاه نبينا صلوات الله وسلامه عليه متلواً كما هو بكلماته وتراكيبه بخلاف التوراة والإنجيل وغيرهما من الكتب السماوية فإن الأنبياء يتلقونها فى حال الوحى معانى ويعبرون عنها بعد رجوعهم إلى الحالة البشرية بكلامهم المعتاد لهم ولذلك لم يكن فيها إعجاز (Vol. 1., pp. 171, 172.)

13. Sure 4:84; 17:107; 46:7; 53:4.

14. Bk. s. 275 vd.