İki Ana Mezhep: Sünniler ve Şiiler

İslam, Sünniler ve Şiiler olmak üzere iki temel mezhebe ayrılır. Sünniler, büyük bir fark ile tüm Müslümanlar’ın yüzde seksenini ihtiva eden en büyük gruptur. Bu mezhepler ilk olarak birinci Halife’nin ya da Muhammed’in ardılının kim olması gerektiği konusunda ortaya çıkan politik tartışmanın sonucunda ortaya çıktılar. Muhammed, ölmeden önce kendisinin yerine geçecek kişiyi atayamadığı için Sünniler, Muhammed’in ardılının seçilmesi gerektiği kararına vardılar. Öte yandan, Şiiler (Ali’nin grubu), seçilecek olan kişinin Muhammed’in kanından gelmesi gerektiği konusunda ısrar ettiler. Bu ısrarlarının anlamı şuydu: Muhammed’in kuzeni ve damadı olan Ali, Peygamberin ardılı olabilecek olan tek kişiydi. Şiiler bu düşünceleri nedeni ile ilk üç İslam halifesinin yasal olduklarını inkâr ederler ve Ali’yi bilerek onun tanrısal haklarından yoksun bıraktıklarını ileri sürerler.

İslam’daki Şii mezhebinin tarihi gelişmesi ile ilgili unsurların çoğu doğaları itibarı ile politiktirler. Fazlur Rahman, bu konu ile ilgili düşüncelerini şu şekilde ifade eder: “Bu nedenle, Şii mezhebinin, İslam’ın erken döneminde görülen sosyal ve politik alanlardaki hoşnutsuzluğu örten bir olgu olarak geliştiğini anlarız. Güneyde yaşayan Araplar, Şii mezhebini kuzeyde yaşayan Araplara karşı duydukları gururu ve bağımsızlıklarını öne sürmek için bir dış görünüş olarak kullandılar. Irak’ın karışık nüfusu içinde, Şii mezhebi durumlarından hoşnut olmayan Perslilere yarar sağladı ve bu mezhebin kültürel ve ulusal açıdan Persliler için aşırı bir akım haline gelmesine katkıda bulundu.” 1

Şii düşüncesinin ana motifi, Ali’nin oğlu ve Muhammed’in torunu olan Hüseyin’in kötü İslam yönetiminin askeri bölükleri tarafından Kerbela savaşı esnasında vahşi bir şekilde şehit edilmesi sonucu ortaya çıktı. Rippin ve Knappert, Hüseyin’in şehit edilmesinin İslam kültürü içindeki önemini şu şekilde açıklarlar:

Savaşlar ve Hüseyin’in öldürülmesi ile ilgili öyküler tüm Şii dünyasında anlatılırlar ve bu öyküleri dinleyen ve onlara katılmış olan kişiler gözyaşlarını tutamazlar… Her yıl, Hüseyin’in milyonlarca sadık izleyicisi Irak, İran, Pakistan, Hindistan ve Doğu Afrika’da cereyan eden üzücü olayların anısını yad etmek için ağıt yakma törenleri düzenlerler. Kerbela’daki mozolenin (sanat ile süslenmiş büyük türbe) bir kopyası etrafta dolaştırılır ve ağıt yakanlar ilahiler söylerler ve alayın geçişi ile bunu izleyen camideki gece boyu süren toplantı sırasında ezberden dualar okurlar. Bu süreç esnasında kişilerin kendilerini kamçıladıkları sık görülen olaylardandır.

Hüseyin’in ‘kurban edilmesi’, İbrahim’in Tanrı’ya itaat ederek oğlunu kurban etmeye hazır olması ile kıyaslanır ve bu kurban, aşure günü ile aynı günde bir koyunun boğazlanması ile kutlanır. Bu düşünce, Hristiyanlıkta, aynı zamanda İbrahim tarafından boğazlanan kuzu ile kıyaslanan İsa’nın çektiği acılara benzetilen paralelliğin de altını çizer. 2

Sünniler ve Şiiler arasında yukarıda belirtilen politik farklılıklara ek olarak, aynı zamanda temel teolojik farklılıklar da mevcuttur. Önde gelen Şii teologlarından biri olan Hasan İbn Yusuf’un (M.S. 1326) iman ikrarını temel alan Williams, aşağıda özet halinde sunulan öykü içindeki teolojik farklılıkların bazılarını şöyle açıklar:

Onlar [Şiiler], teolojik olarak Mutezili rasyonalistlerdir, Kuran’ın yaratılmış olduğuna inanırlar ve onlara göre Tanrı, özü itibarı ile iyi olduğu için kötülük yapamaz. Tanrı, insanı özgür irade ile yaratmıştır… ama insana rehberlik eder, onu tek başına bırakmaz; peygamberlerin kitapları bu nedenle gönderilmişlerdir. Böyle bile olsa, İslam mezheplerinin resmen ve açıkça söyledikleri gibi, yine de zihin karmaşaları yaşanır, bu yüzden Tanrı, Peygambere ek olarak insana dini konularda hata yapmayacak bir rehber vermiştir. Bu rehber İmam’dır. O zaman bu durumda belirgin olan şudur; İmamların seçimi insan hatasına teslim edilemeyecek bir konudur ve bu yüzden imamlar Tanrı tarafından doğdukları andan itibaren atanırlar. Gerçek İmamlar el-Hüseyin aracılığı ile Ali’nin soyundan doğrudan gelenlerdir… [Şiiler], gizleme (gayba) ve geri dönüş (ra’ja) öğretişlerine inanırlar. İmamlar soyunun on ikincisi, düşmanlarının öne sürdüğü gibi, ölmedi, ama aynı Kuran’da sözü edilen İsa gibi Tanrı tarafından insanların gözleri önünden alındı ve gizlendi. O, Mehdi olarak yeryüzüne geri dönecektir; Mehdi, dinin zaferini ilan edecek ve son yargı haberini verecek olan beklenen kurtarıcı ile ilgili figürdür. 3

Sufizm-İslam Gizemciliği (Tasavvuf)

Sufiler, İslam’ın mistik kanadında yer alırlar. Sufizm, Müslümanlar’ın Tanrı ile doğrudan kişisel bir ilişki ve O’nun tanrısal sevgisinin ardından gittikleri, İslam inancının rağbet gören bir koludur. Bu akımın kökleri İslam tarihinin ilk dönemlerine uzanırlar. Abdül-Hak bu konuda şunları yazar:

İlk Müslümanlar’ın çoğu, yüreklerinin öylesine paslı olduğunu hissettiler ki, bir inanç ölçüsü olarak münzevi bir yaşam sürmeye ve kendilerinden vazgeçmeye sığındılar. İslam’ın ilk yüzyılı, Pers ülkesi, Mezopotamya, Suriye, Mısır ve Kuzey Afrika’daki geniş bir Müslüman imparatorluğuna temel oldu… Cariyeler ve köleler ile atalarının bilmediği lüks bir yaşam tarzına sahip oldular. Bu yeni zengin yaşam biçimi, fethedilen ülkelerden alınan vergiler ve süre gelen askeri seferlerin sağladığı ganimetler ile desteklendi. Ancak bu topluluk içinde bu, insanları genel olarak etkileyen ve giderek artan dünyasallıktan hoşnut olmayan kişiler de mevcuttu… Bu kişiler, İslam’ın dünyasallaştırılmasına karşı itirazda bulunmaya ve buna karşı çıkmaya başladılar. Bu konudaki görüşlerini beyan etmek için Süryani Hristiyan rahiplerinin kalın ve kaba giysilerini giymeye başladılar; kaba yünden dokunan bu giysilere “suf” denirdi. Bu nedenle, zaman içinde “Sufiler” olarak adlandırıldılar. 4

Abdül-Hak’ın yargısını kabul eden Avrupalı İslamcı Dermenghem aynı zamanda şunları yazar, “Sufizm, aynı zamanda hem yasal biçimciliğe hem de fetihler sonucu ortaya çıkan dünyasallığa karşı yapılan bir protestoyu temsil eder. Sufizm, yüreğin dinine ve Tanrı’nın sevgisine ve tefekkür ve münzeviliğin değerlerine öncelik verir.” 5

Tarihi açıdan Sufizm, İslam’ın yayılmasında önemli bir rol oynamıştır. Ünlü bir İslam bilgininin işaret ettiği gibi, “İslam uluslar arası ve evrensel bir din olmasını gizemcilik yönüne borçludur.” 6

Sufizm, dini çekiciliği ve hizmet başarısına ek olarak, İslam tarihindeki El-Gazali, İbn Rüşt (Averroes), İbn Sina (Avicenna), el-Kindi ve el-Farabi gibi felsefe ve edebiyat alanının en büyük dehalarının bazılarını da yetiştirmiştir. 7

Müslüman dünyasındaki aşırı İslam tutuculuğunun son zamanlarda yükselmesine rağmen, şu noktaya dikkat çekilmesi önem taşır; Sufizm, yalnızca gerilememek ile kalmamış, ama aslında yeni bir dayanak bulmuştur. 8 Uzun süre Pakistan’da kalmış bir misyoner olan Phil Parshall, şu sözleri ile bu konuda daha da ileri gider: “Tüm Müslümanlar’ın yüzde yetmişinin İslam içinde var olan Sufi düzeninden haberdar oldukları hesaplanmıştır.” 9

Sufizm Öğretişleri

Şu gerçeği kabul etmemiz gerekir: “Sufizm ne teorilerinde ne de uygulamalarında yapı itibarı ile birbirine benzeyen, kapalı bir sistem sunmaz. Hatta genel hedeflerin tanımlanması ile ilgili dahi kesin bir fikir birliği yoktur.” 10 İslam’ın bu önemli kolu hakkında yaptığımız inceleme yalnızca Sufizm’in en temel ve herkes tarafından kabul edilen kavramları ve uygulamalarının bazıları ile ilgili kısa bir tartışma ile tamamlanacaktır.

Sufi öğretişinin çoğunun İslam’ın en temel öğretişlerinin bazıları ile doğrudan çelişmesi, zihin karıştırıcı ama temeli iyi olan bir gerçektir. İslam’da Tanrı’nın mutlak üstünlüğü ve yüceliği ile ilgili sağlam bir inanç mevcuttur; Sufizm’de, “Tanrı her şeydedir ve her şey O’ndadır. Görünen ve görünmeyen tüm varlıklar O’ndan çıkarlar ve O’ndan bağımsız değildirler.” 11 Tanrı hakkındaki bu Sufilere özgü anlayış bir başka sapkın anlayışa yol açar: İnsan Tanrı’nın varlığının içine nüfuz ederek tanrılığı elde edebilir.

Sufizm’in bu Neo-Platonik ve kamutanrısal (panteistik) öğretişi, insanı nihai hedefinin, Tanrı’nın varlığına insan kişiliğinin nüfuz edişi olarak tanımlar ve bu öğretişe fanna (yok etme) adı verilir. Bir Sufi bu düşünceyi aşağıda belirtilen şu şekilde açıklar: “Geçici olan sonsuz olan ile birleştiği zaman, varlığı yok olur. Ama Allah’tan başka hiçbir şeyin var olmadığı noktasına ulaştığınız zaman, Allah’tan başka hiçbir şey işitmez ve görmezsiniz; siz, kendinizin O olduğunun farkına vardığınız zaman, O’nunla aynı olduğunuzu anladığınız zaman, O’ndan başka var olan hiçbir şey mevcut değildir.” 12

Bu tür Sufi düşünceleri, özellikle İslam şiirinin çoğunda yaygın olarak görülür. Celal el-Din Rumi (M.S. 1273), Sufi şairlerin en ünlüsüdür ve şunları yazar: “Başlangıçta benim ve sizin canlarınız birdi; benim görünmem ve sizin görünmeniz, benim kaybolmam ve sizin kaybolmanız… Benimki ve sizinki olarak konuşmak yanlış olurdu; ben ve siz aramızda var olmaya son verdik.” 13 Benzer şekilde Sufiler, bireyin Müslüman tasavvufu edebiyatında Tanrı ile özdeşleştiğini iddia ederler. 14

Bir Sufi, fanna’ya ulaşmak için ruhsal gelişimim çeşitli aşamaları aracılığı ile yapılan ve yaşam boyu süren bir yolculuğa katlanmak zorundadır. Bu ruhsal yolculuğun bir pir’in (Sufi düzeninde mutlak nihai aşama olan fanna’ya “varmış olan” önder) rehberliği yönetiminde gerçekleşmesi gerekir, ve bir pir’i izleyen kişiye mürid (izleyici) adı verilir.

Popüler İslam’da pirler, Tanrı ve insan arasındaki aracılar olarak görülürler ve genellikle doğaüstü ve mucizevi muhteşem güçlere sahip olduklarına inanılır. Sufi’nin belirli bir düzenin (tarikat) piri’ne olan bağılılığının bir sonucu olarak, Sufiler genelde Kuran’a ya da Muhammed’in sünnetlerine yasal bir itaat göstermeyi önemsemezler. Sufiler için önemli olan, “Tanrı ile kişisel bir ilişki, yaşam için gerçekten gerekli bir şeydir.” 15

Diğer Küçük Mezhepler

Büyük Müslüman mezheplerine ek olarak çeşitli küçük mezhepler bulunur. Öncelikle Suudi Arabistan’da var olan Vahabiler, yasacılık açısından güçlü bir gruptur ve Sünnilerin köktendinci bir kanadını oluştururlar. Usame bin Ladin bir Vahabi idi. Dürzi mezhebi, öncelikle Lübnan, Suriye ve kuzey Filistin’de yerleşmiştir. Alevi mezhebi, daha çok Suriye’de yaşadı. Ahmediye mezhebi, Pakistanlı sapkın bir Müslüman grubudur; kurucuları Mirza Ghulam Ahmad vaat edilen Mehdi ve Mesih olduğunu iddia etti. Bu mezhepteki kişiler aynı zamanda İsa’nın, çarmıha gerilmekten kaçtıktan sonra Keşmir’e gittiğine ve Şirinagar’da öldüğüne inanırlar. Aynı zamanda Mesih’in bakireden doğduğunu ve günahsız bir doğaya sahip olduğunu da inkâr ederler. Mesih’in Muhammed üzerinde hiçbir üstünlüğü olmadığını ileri sürerler. Ahmediye grubu, Batı’daki en aktif Müslüman misyoner grubudur.

İslam, bu büyük ve küçük mezheplerin ötesinde başka iki din daha ortaya çıkartmıştır: Hindistan’da Sih mezhebi ve Bahai olarak adlandırılan çeşitli sistem ve kaynaklardan derlenmiş olan bir başka din; Bahailer, Bahaullah adlı bir peygamber ile övünürler ve onun Muhammed’den üstün olduğuna inanırlar ve tüm dünyaya yayılmış tapınakları vardır.

Louis Farrakhan tarafından yönlendirilen İslam Ulusu, ortodoks İslam tarafından bir sapkınlık olarak görülür, çünkü Muhammed’den sonra Saygın İlyas Muhammed adlı bir peygamberin varlığını iddia ederler (Bakınız Ek 6).


1. Rahman, Islam, 171.

2. Rippin ve Knappert, Textual Sources for the Study of Islam, 21-22.

3. Williams, 224-25. İslam’daki Şii mezhebinin çeşitli görünümlerinin kısa ama bilimsel nitelik taşıyan konusu ile ilgili Goldziher’e bakınız, 167. İslam’daki Şii mezhebi hakkında Şiili bilginler tarafından yazılmış olan son uygun iki eser için bakınız: Moojan Momen, An Introduction to Shi’ite Islam: The History and Doctrins of Twelver Shi’ism (New Haven: Yale University Press, 1985); ve Abdülaziz Sachedina, Islamic Messianism: The Idea of Mahdi in Twelver Shi’ism (Albany, N.Y.: State University of New York Press, 1981).

4. Abdül-Hak, 168-69.

5. Dermenghem, 72.

6. Bakınız Wiliams, 137. Aynı zamanda bakınız Phil Parshall, Bridges to Islam (Grand Rapids: Baker, 1983), 31-37.

7. Bakınız Dermenghem, 74; ve Williams, 155-68.

8. Siyasi bir bilim adamı ve Sufizm alanında bir otorite olan Profesör Yusuf İbiş’in yorumlarına bakınız, Waddy, 151-52.

9. Bakınız Parshall, 37.

10. Bakınız Goldziher, 146.

11. Parshall, 53.

12. Bakınız Goldziher, 144.

13. Bakınız Goldziher, 135. Sufi şiirinin diğer kısa örnekleri için, bakınız Williams, 155-68.

14. Bu konudaki tartışma ile ilgili harika bir örnek için bakınız Richard Gramlich, “İslam Tektanrıcılığının Tasavvuf Boyutları”, Schimmel ve Falturi’de, 136-48. Bu tür bir iddianın klasik bir örneği, onuncu yüzyıl gizemcilerinden El-Hallajç’da görülür; El-Hallaç, “En el-hak (Ben Gerçeğim)” dediği için Müslüman yetkililer tarafından öldürüldü.

15. Bakınız Parshall, 8. Parshall’ın Sufizm ve folk İslam’a olan davranışı bu konudaki en harika analizdir.