İslam, peygamber Muhammed’in üstlendiği rol üzerinde düşünülmeden anlaşılamaz. Muhammed, hem İslam’ı büyük bir dünya dini olarak başlattığı hem de son on dört yüzyıldır İslam teolojisine ve uygarlığına biçim verdiği için önemli bir rol oynar. Muhammed’in sahip olduğu büyük önem nedeni ile bu bölümü kendisine ayırdık. Önce on yedinci yüzyıl dönemindeki Arabistan’da yaşayan Muhammed’in yaşamına ve kariyerine bakacağız. Daha sonra ise onun İslam teolojisinde ve kültüründeki yerine ve yaptığı etkiye odaklanacağız.

Muhammed’in Yaşamı
Doğumu ve Gençliği

Muhammed’in yaşamı ve Mekke’li bir genç olarak büyüdüğü yıllar hakkında sahip olduğumuz güvenilir tarihi bilgi çok azdır. Ama yine de, bildiklerimizi sıralayalım: Arap yarımadasında büyük bir ticaret kenti olan Mekke’de M.S. yaklaşık 570 yılında, güçlü Kureyş kabilesinin Haşim ailesinde dünyaya geldi. Muhammed’in babası Abdullah, oğlu dünyaya gelmeden önce öldü ve annesi Emine öldüğü zaman, Muhammed yalnızca altı yaşındaydı. Muhammed sekiz yaşındayken, çevrede sözü geçen biri olan büyükbabası Abd el-Muttalib’i kaybetti. Büyükbabası, Muhammed’in doğumundan beri ona bakmış olan biriydi. Muhammed, büyükbabasının ölümünden sonra müşfik amcası Ebu-Talib’in bakımına verildi.

Bir söylentiye göre, bir melekler ordusu Muhammed’in doğumuna sevinç ile refakat etti. 1 Bebek dünyaya gelir gelmez, yere kapandı, eline bir avuç dolusu toprak aldı ve gözlerini gökyüzüne dikti ve şu beyanda bulundu, “Tanrı Yücedir.” Dünyaya geldiği zaman temizdi, göbek kordonu kesilmiş ve sünnet edilmiş olarak doğdu. 2 Bu olayı pek çok başka küresel belirtinin izlediği söylenir; örneğin, Suriye’deki Bostra saraylarını aydınlatan bir ışığın görünmesi, 3 “Khosroes’in (Pers Kralı) sarayının çatırdamasına ve Zerdüştlerin ateşinin sönmesine 4 neden olan bir gölün taşması gibi.

Muhammed soylu ve zengin bir ailenin üyesiydi, ama buna rağmen o sıralar Ebu Talib’in ev halkı yine de bir şekilde yoksulluk çekmekteydi; genç Muhammed bir çoban ve bir tüccar olarak çalışmak ve kendi geçimini sağlamak zorundaydı. Bir çocuk olan (takriben on iki yaşlarında) Muhammed amcasının kervanı ile Suriye’ye giderken, tüm biyografilerinde yer alan önemli bir olay oldu. Söylentiye göre, Buhayra adlı Suriyeli bir keşiş henüz on iki yaşında olan Muhammed’in önceki tüm Kutsal Yazılar’da geleceği bildirilen son peygamber olduğunun farkına vardı. Ve bu keşiş o zaman Muhammed’in amcasına şu öğütte bulundu: “Allah adına onu Yahudiler’den koru ve ona çok dikkat et! Eğer Yahudiler onu görürlerse, ve benim onun hakkında bildiğim şeyi bilirlerse, ona kötülük edecekler.” 5

Muhammed hakkında İslam kaynaklarının başından sonuna kadar yaptığımız incelemeden toparlayabildiklerimize göre, Muhammed bir yetim olmasına rağmen oldukça normal bir çocukluk yaşadı. Haykal bu konuda şu yorumu yapar: “Muhammed, Mekke kentinde yaşayan herhangi bir çocuk gibi büyüdü.” 6 Muhammed’in durumunda elbette İslam geleneği ile uyumlu olan önemli bir istisna vardır; o da, Muhammed’in Mekke yaşamındaki putperest eylemlere katılmaktan esirgendiği gerçeğidir. 7 Muhammed aynı zamanda içten ve dürüst biri olarak tanınırdı ve peygamberlik için çağrılmadan önce bile unvanı El-Emin (sadık olan) idi.

Evliliği ve Yaşamı

Muhammed yirmi beş yaşındayken adı Hatice olan zengin bir dul için ticari bir kervana başarı ile önderlik ettikten sonra, Hatice’nin, kendisi ile evlenme isteğini kabul etti. Hatice’nin Muhammed’den on beş yaş daha büyük olduğu gerçeğine rağmen, her ikisi de bu evlilikte mutlu oldular. Dört tane kızları ve bebek iken ölen iki oğulları oldu. Muhammed’in bir yetişkin olarak sürdürdüğü yaşamının bu aşaması hakkında bilinen tek şey, halkı arasında sahip olduğu iyi unvanın ve gördüğü saygının sürekli büyüdüğüdür.

Bu zaman dönemi içinde pek çok kişi Muhammed’in bulunduğu toplumdaki dinsizlik ve putperestlik yüzünden duyduğu hoşnutsuzluğun giderek daha da arttığını mütalaa etti. Bu hoşnutsuzluğu duyan yalnızca Muhammed değildi, çünkü o tarihlerde Mekke’nin ileri gelen diğer vatandaşları da daha önceden ülkelerindeki dinsizliği reddetmişlerdi ve Yahudiler ve Hristiyanlar ile birlikte tek gerçek Tanrı’ya inandıklarını beyan etmişlerdi. 8 Muhammed, dindar canların geleneği ile uyumlu olarak “her yılın bir döneminde bir tapınma, çilecilik ve dua inzivasına” çekilme uygulamasına başladı. 9 Bazı kişiler Ramazan ayının tamamını Mekke kentinin iki mil kuzeyindeki Hira Dağı’nda bulunan bir mağarada çok az yemek yiyerek ve sessizlik ve yalnızlık içinde derin düşüncelere dalarak geçirdiğini söylerler. 10

Peygamberlik Çağrısı

Muhammed tek başına kalıp derin düşüncelere dalarak geçirdiği yıllardan sonra, M. S. 610 yılında, kırk yaşında iken, melek Cebrail aracılığı ile Tanrı’dan peygamberlik çağrısını aldığına inandı. İbn İshak, Muhammed’in ilk biyografisini yazan kişidir ve bu konu ile ilgili öyküyü şu şekilde yazar:

Tanrı’nın, Muhammed’i, ona verdiği görev ile onurlandırdığı ve böylelikle kullarına olan merhametini gösterdiği gece, Cebrail ona Tanrı’nın buyruğunu getirdi. Tanrı’nın elçisi şöyle dedi: ‘Cebrail bana geldi, ben uyuyordum; yanında bir örtü vardı ve örtünün üzerinde bir şey yazılıydı, Cebrail bana, ‘Oku!’ dedi. Ben ise, ‘Neyi okuyayım?’ diye sordum. Örtüyü üzerime öyle sıkı bastırdı ki bir an bunun ölüm olduğunu düşündüm; sonra beni bıraktı ve tekrar, ‘Oku!’ dedi. Ben de yine, ‘Neyi okuyayım?’ dedim. Örtüyü üzerime tekrar öylesine güçlü bastırdı ki, bunun ölüm olduğunu düşündüm; sonra beni bıraktı ve, ‘Oku!’ dedi. Ben yine ‘Neyi okuyayım?’ diye sordum. Örtüyü üçüncü kez üzerime bastırdı ve ben yine bunun ölüm olduğunu düşündüm, Cebrail tekrar, ‘Oku!’ dedi. ‘Neyi okuyayım?’ dedim. – ve bunu ona söylememin tek nedeni, aynı şeyi bana tekrar yapmaması için kendimi ondan kurtarmaktı. Cebrail bu kez şöyle dedi: “Yaratan Rabbinin adı ile oku! O, insanı ‘alak’dan (erkeğin spermi ile döllenmiş dişi yumurtadan bir hafta zarfında oluşan hücre topluluğunun rahim cidarına asılıp gömülmüş şekli) yarattı. Oku! Rabbin en cömert olandır. O, kalem ile yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir” [96: 1-5]. Böylece söylediğini yaptım ve okudum, Cebrail o zaman benden ayrıldı. Ve uykumdan uyandım, sanki bu sözcükler yüreğime yazılmış gibiydiler. 11

Yukarıdaki öykünün ayrıntılarının çeşitliliği hakkında Müslüman tarihçiler arasında birbirleri ile çelişen düşünceler mevcuttur. 12 Ama her şeye rağmen bu olay, Muhammed’in peygamberlik kariyerinin başlangıcı ile ilgili en çok kabul göreni olarak görülür.

Muhammed, başlangıçta kendisine yeni verilen açıklamanın kaynağından ölümden korkar gibi korktu, çünkü bir cin ya da kötü bir ruh tarafından tutsak alındığına inanıyordu. Ama Hatice onun için büyük bir rahatlık ve teşvik kaynağıydı. Aynı zamanda Hatice’nin bu olayı Hristiyan kuzeni Varaka’ya naklettiği de söylenir. Varaka, Hatice’nin söylediklerini dinledikten sonra, onu tekrar, Muhammed’e verilen açıklamanın kaynağının Musa’ya verilen açıklama ile aynı kaynak olduğu konusunda teminat verdi ve Muhammed’in kendi ulusunun bir peygamberi olacağını söyledi. İbn İshak bu konu hakkında şu öyküyü nakleder:

Ve Hatice’nin yanına geldim ve uyluğunun yanına oturarak ona yaklaştım. Hatice şöyle dedi: “Ey Abü’l-Kasım [Muhammed], nerelerdeydin?” ...Ona şöyle dedim: “Vah başıma gelenlere, şair mi yoksa cine mi tutulmuş?” Hatice, “Böyle bir kötülük karşısında Tanrı’ya sığınıyorum… Tanrı sana bu şekilde davranmaz… Böyle bir şey mümkün olamaz canım. Belki de sen bir şey gördün” dedi. Ben, “Evet, gördüm” dedim. Sonra ona ne gördüğümü anlattım; ve o da şöyle dedi: “Ey amcamın oğlu, sevin ve gönlünü ferahlat. Hatice’nin canını elinde tutan Tanrı’ya, senin bu halkın peygamberi olacağına dair gerçekten umut bağladım.” Sonra Hatice ayağa kalktı ve giysilerinin eteklerini toparladı ve kuzeni Varaka B. Naufal’ın bulunduğu yere doğru yola koyuldu… Varaka Hristiyan olmuş ve Kutsal Yazılar’ı okumuştu; Tevrat’ı ve Müjde’yi izleyen bu kutsal yazılar hakkında bilgisi vardı. Ve Hatice ona Tanrı’nın elçisinin gördüklerini ve işittiklerini söylediği zaman, Varaka, “Kutsal! Kutsal! Eğer bana söylediklerin gerçek ise, Varaka’nın canını gerçekten elinde tutan Tanrı’ya göre …o bu ulusun peygamberidir.” 13

İlk açıklamanın gelmesinden sonra, sessiz geçen uzun bir zaman aralığı oldu; bazı anlatılanlara göre, bu sessiz zaman aralığı yaklaşık üç yıl sürdü. Muhammed bir kez daha derin umutsuzluklara kapıldı, Tanrı tarafından terk edildiğini hissediyor ve hatta aklından intihar etme düşünceleri daha geçiyordu. Ama aynı zamanda bu zaman aralığı da sona erdi ve peygamber melekten mesajlar almaya devam etti.

Muhammed hizmetine görevini vaaz ederek başladı – görevini önce dostları ve akrabaları arasında gizlice duyurdu ve daha sonra kentte herkesin önünde vaaz etmeye devam etti. Bu yeni imanı, İslam (teslimiyet) olarak adlandırdı ve kendisinin halkı için yalnızca onları uyaran biri olduğunu ileri sürdü. Temel mesajı, tek egemen Tanrı’ya, kıyamet gününde dirilişe ve son yargıya ve yoksul ve yetimlere yardım etme uygulamalarına olan inancı içeriyordu. Kendisine ilk inananlar, sadık eşi Hatice, kuzeni Ali, evlat edindiği oğlu Zeyd ve hayatı boyunca kendisine sadakat ile yoldaşlık eden Ebu Bekir’dir.

İnsanların Verdiği Karşılık

Muhammed, yavaş yavaş çoğu gençlerden oluşan ve sosyal konumları önemli olmayan küçük bir inananlar grubunu kendisine çekiyordu, ama buna rağmen, güçlü ve etkileyici Mekkelilerin büyük çoğunluğu kendi kendisini peygamber olarak ilan eden bu yeni peygambere karşı çıktılar.

Bu yeni imana karşı alınan tavır önce kayıtsızlık idi, ancak daha sonra bu kayıtsızlık düşmanlığa dönüştü. Bu düşmanca ilişkiyi hareket ettiren güçler ve yasalara dahil olan çeşitli unsurlar bulunmaktaydı.

Güçlü Mekkeliler, Muhammed’in, Tanrı’nın tekliği ile ilgili öğretişine dini bir seviyede karşı çıktılar, çünkü Muhammed’in öğretişi onların putların, tanrıların ve tanrıçaların güçlerine duydukları inanca karşıydı. Bazı modern tarihçiler Muhammed’in zamanındaki Mekkelilerin artık kendi dini kurumlarına etken bir imana sahip olmadıklarına inanır ve Mekke’nin ana kutsal mabedini, bu kutsal yeri ziyaret amacı ile gelenler için yararlı bir hedef olarak korumak ile ilgilendiklerini düşünürler. Mekkeliler aynı zamanda Muhammed’in bu dünyadan sonraki yaşam konusunda gelecek olan son yargı ile ilgili olarak yaptığı sürekli uyarılardan hiç hoşlanmadıklarını da gösterdiler. Mekkeliler, Muhammed’i sosyal ya da kültürel açıdan reddettiler, çünkü olağan yaşam biçimlerine saldırıda bulunulduğunu ve bunun yok edildiğini düşündükleri için Muhammed’in öğretişinden korku duyuyorlardı. Atalarının tapmakta olduğu eski şeylerin yeni bir öğretiş ile tehdit edilmesi hoşlarına gitmiyordu; bu durum, insanlık tarihinde bilinen bir senaryodur (34:43).

Kuran’daki kanıtlardan ortaya çıkan bir diğer ilginç anlayış ise şudur: “Yönetimi elinde bulunduran çevreler, doğal hiçbir yetkiye ve prestije sahip olmayan sıradan bir adamın, kendisini bir peygamber olarak ilan etmesi ile diğer kişiler üzerinde yetki sahibi olma iddiasında bulunmasına öfke duyuyorlardı.” 14

Tüm bu unsurlar Muhammed’e ve onun izleyicilerine karşı yeni bir zulüm dalgasının yükselmesine neden oldu. Mekke’de bulunan Müslümanlar’a edilen zulmün yaygınlığı konusunda kesin bilgiye sahip değiliz. Özellikle, toplumun çok zengin olmayan bireylerine karşı bazı doğrudan fiziksel şiddet mevcuttu. Ama her şeye rağmen Muhammed’in yaşamı Ebu Talip ile olan yakın bağları sayesinde iyi korunmaktaydı. Ama yine de kendisi ile alay eden düşmanlarının sözlü tacizlerine maruz kalıyor (örneğin, onu gaipten haber veren bir kâhin, deli, hatta cine tutsak biri olmakla suçluyorlardı), ya da bazen evine pislik atılması gibi sıkıntılı durumlar yaşıyordu. İzleyicilerinin sürekli rahatsız edilmeleri yüzünden, çok sayıda Müslüman’ın sığınmak amacı ile, Mekke’den kaçarak Habeşistan’ın Hristiyan kralının koruması altına girdikleri bilinir.

Peygamberin ilk biyografilerini yazanlar bu orta-Mekke’deki dönem sırasında meydana gelen ilginç bir olaydan söz ederler. Bu olay, Muhammed, kendisine düşman Mekkeli önderlerin önünde verdiği vaazlardan biri sırasında gelişti; düşmanlarının desteğini kazanmak isteyen Muhammed şu beyanda bulundu: En çok ilgi gören el-Lat, el-Uzza ve Menat gibi putlar tanrısal varlıklar olarak görülebilirlerdi, Tanrı’ya başkaları hesabına yalvarmaları kifayet ediciydi. Ama peygamber çok geçmeden bu sözlerin Şeytan’ın eklediği sözler olduklarına inandı ve bunları şimdi 53:19-23 ayetlerinde yer alan sözler ile değiştirdi (aynı zamanda 22:51 ayetine de bakınız). Bu ayetler “Şeytan ayetleri” olarak tanındılar. Muhammed’in hayatını yazan, Haykal gibi bazı modern biyografi yazarları bu öykünün değerini düşürmeye çalışırlar. Ancak, Müslümanlar’ın daha sonraki kuşaklarının kendi peygamberleri hakkındaki bu konuyu uydurmuş olmaları gerektiği, pek çok kişiye inanılmaz bir durum gibi görünür. Rahman gibi diğer çağdaş Müslümanlar, bu olayı mükemmel bir şekilde anlaşılır olarak görürler. Watt, bu konuya şu şekilde işaret eder:

Öykü hakkında söylenmesi gereken ilk şey, onun tamamıyla bir uydurmadan ibaret olamayacağıdır. Muhammed’in, bir zamanlar, daha sonra orijininin şeytani olduğu söylenerek reddedilen ayetleri Kuran’ın bir parçası olarak ezberlemiş olması gerekirdi. Hiçbir Müslüman Muhammed hakkında böyle bir öykü uydurmuş olamazdı ve iyi bir üne sahip olan hiçbir Müslüman bilgin, bu öykünün gerçek olduğundan tamamen emin olmadıkça bu öyküyü kabul etmezdi. Günümüzdeki Müslümanlar bu öyküyü reddetme eğilimindeler, çünkü bu öykü onların Muhammed hakkında sahip oldukları resim ile zıtlık içindedir; ama öte yandan bu öykü Muhammed’in kendileri gibi insani bir varlık olduğuna dair bir kanıt olarak görülebilir (41:6; v.b.) 15

Müminler ve Mekkeli aristokratlar arasındaki gerilim arttığı zaman, Muhammed, görevinin Mekke’de başarılı olamayacağını çok iyi anladı; görevini sürdüreceği yeni bir yer bulması gerekiyordu. Ayrıca, 619 yılında aynı zamanda hem sadık eşi Hatice’yi hem de inanmamış olan ama güvenilir koruyucusu Ebu Talip’i kaybetti. Ebu Talip’in vefatından sonra Muhammed’in güvenliği artık garanti altında değildi. 16

Mekke döneminin bu son kısmı hakkında sık sık tekrar edilen bir diğer öykü, Muhammed’in göğe yaptığı yolculuk ile ilgilidir. İslam geleneğine göre bir gece peygamber, melek Cebrail tarafından alınıp önce Mekke’den Yeruşalim’e (İslam’da Yeruşa­lim’e verilen önemin nedeni bundan dolayıdır), ve sonra da daha önceki tüm peygamberler ile birlikte (İsa ikinci gökte, Musa altıncı gökte, İbrahim ise yedinci gökte bulunuyorlardı) yedi kat göğün bir başından öbür başına götürüldü. Son olarak, kendisine günlük dualar ile ilgili İslam tapınması hakkında özel uygulama usullerinin verildiği yere, yani Tanrı’nın huzuruna götürüldü. 17 Pek çok çağdaş Müslüman yazarı, bu öykünün tamamen ruhsal bir olay olduğunu düşünürler. 18

Muhammed’in yaşadığı bu müthiş gizemli deneyim ile ilgili haberler, Mekkelilerin kendisine duydukları düşmanlığı ve karşı koymayı arttırmalarına neden oldu ve hatta kendisine sadık olan kişilerin çoğu peygamberin dürüstlüğü hakkında kuşku duymaya başladılar. Muhammed’in durumu daha da kasvetli bir hal aldı, özellikle komşu Arap kentlerinin ve oymaklarının bazıları arasında destek sağlamak için bir zemin bulma konusundaki tüm çeşitli girişimler başarısızlık ile sonuçlandı. Ama Muhammed yine de kısa bir süre içinde, sonradan Medine olarak adlandırılan Yathrib kentinin temsilcileri aracılığı ile, kendisini canlandıran bir rahatlamaya kavuştu. M.S. 621 yılının yaz döneminde, o zamanlar Mekke’de putperest bir türbe olan Kabe’ye yapılan yıllık kutsal yolculuklara iştirak eden bir düzine erkek, Muhammed’in önünde gizlice İslam’ı kabul ettiler.

Bir sonraki yılın kutsal yolculuğu sırasında Medine’den gelen yetmiş beş kişilik bir temsilciler grubu, yalnızca İslam inancını kabul etmek ile kalmadılar, ama aynı zamanda Muhammed’i kendi kentlerine de davet ettiler ve Muhammed’i yakın akrabalarıymış gibi savunacaklarına dair ant içtiler. 19

Hicret (Göç)

Muhammed, kendisine yapılan bu davetten sonra izleyicilerine, Mekke’den yaklaşık iki yüz mil uzaklıkta bulunan bir kent olan Medine’ye doğru yola çıkmalarını buyurdu. Müslümanlar, hiç kimseye belli etmeden küçük gruplar halinde yola çıktılar ve aralarından yaklaşık 150 kişi hicret (göç) etti. Mekkeli önderler Müslümanlar’ın göç ettikleri haberini aldıkları zaman, Medine’deki izleyicilerine katılmak için kentten ayrılmayı başaramadan önce Muhammed’i öldürmek için tuzak kurdular. Ama, katliam planının yapıldığı gece, peygamber ve her zaman yanında olan refakatçisi Ebu Bekir, Medine’ye giden sapa yolları kullanarak kentten kaçmayı başardılar ve 24 Eylül’de (M.S. 622) Medine kentine sağ salim ulaştılar.

Bu yolculuk, İslamiyet’in gelişmesinde bir dönüm noktası oluşturuyordu. Shorter Encyclopedia of İslam’ın işaret ettiği gibi, “Peygamberin göç etmesi… Müslümanlar tarafından haklı olarak kronolojilerinin başlangıç noktası yapılmıştır, çünkü bu göç, dünya tarihinde, kısa sürede önemli hale gelen bir hareketin ilk aşamasını meydana getirir.” 20

Muhammed, Medine’de Mekke’den çok farklı bir muamele gördü ve hoşnutluk ile karşılandı. Medine, pek çok konuda Mekke’den farklı bir kentti. Dini bakış açısı ile ele alındığı zaman, Medine’de yaşayan kişiler tektanrıcılık inancına daha eğilimli kişilerdi, çünkü bölgede pek çok temeli güçlü Yahudi oymaklarının güçlü kültürel etkisi hüküm sürmekteydi. Aynı zamanda Hadislere göre Medine yerlileri Yahudiler’den bir peygamberin çok yakında kendi bölgelerine geleceği haberini almışlardı. Bu nedenle Medineliler, Muhammed’i, gelecek olan peygamber ve kendi peygamberleri olarak kabul etmeye istekliydiler.

Muhammed’in Medine’de kabul edilmesi konusunda aynı zamanda toplumsal unsurlar da önemli bir rol oynadılar. Medine, zengin bir ziraat kentiydi; ama buna rağmen yine de önderlik eden oymakları arasında kanlı kavgalar ve ihtilaflar sürüp gidiyordu. Bu nedenle, “Muhammed’i Medine’ye davet etmek ile Araplar’ın çoğu onun düşman taraflar arasında bir hakem olarak yarar sağlayacağını umuyor olabilirlerdi,” 21 ve onun, kente bir huzur ve denge dönemini tekrar geri getirebileceği ümidini taşıyorlardı.

Muhammed’in yaratıcılığı, koşulların bu şekilde hızlı bir gelişme göstermesi ile kendini açıkça ortaya koyar. Oysa Muhammed, Mekke’de yalnızca dini bir figür kimliğine sahipken, Medine’de derhal yetenekli bir diplomat ve politikacı haline geliverdi.

Muhammed şimdi dinleyicilerine yalnızca Kuran açıklamalarını öğüt vermek ile kalmıyor, ama aynı zamanda yeni kazandığı politik güçler aracılığı ile ideallerini de yerine getirebiliyordu.

Muhammed’in öncelikli görevinin içeriği çeşitli Arap kabilelerini birleştirmekti. İki Müslüman grup olan Muhacirun (Muhammed ile birlikte göç eden Mekkeli Müslümanlar) ve Ensar (İslam’ı benimsemiş olan yerli Medineliler) ve hatta etki sahibi olan Yahudi oymaklar birleşmiş tek bir cephe haline getirilmeliydiler. Muhammed, çeşitli tarafları Medine kenti için yeni bir kurum oluşturarak bir araya getirme konusunda dikkat çeken bir başarı elde etti; her grup esenlik içinde bir arada var olmak ve yabancıların saldırılarına karşı birbirlerini desteklemek zorundaydılar. Aynı zamanda bu yasal belgede Muhammed, sivil mücadeleleri yatıştırmak için nihai yetkiye sahip olan peygamber olarak kabul edildi.

Muhammed’in başarısı, üç Yahudi kabilesinin desteğini kazanma konusundaki başarısızlığı ile bir şekilde bir denge meydana getirdi. Başlangıçta peygamber, Yahudiler’in gözüne girmek için bazı önemli konuları kabul etmiş gibi göründü. Örneğin, Yahudi adetleri ile uyumlu olarak öğrencilerine, dua ettikleri zaman Yeruşalim yönüne dönmelerini emretti. Ve Yahudiler’in kefaret günü olan Aşura gününü bir bayram günü olarak İslam’a uyarladı. Aynı zamanda o dönemde büyük olasılıkla öğle duasının temeli de Musevilikten kaynaklanmaktaydı. Ama Yahudiler tüm bunlara rağmen yine de Muhammed’in mesajını ve peygamberliğini Kuran’ın açıklamaları ve kendi Kutsal Yazıları arasındaki karşıtlıklar nedeni ile reddettiler.

Sonunda Muhammed, Yahudiler’e uyguladığı politikasını değiştirdi. Kuran’ın bir açıklamasını destek alarak namaza durma yönünün Yeruşalim değil, Mekke’deki türbe olması gerektiğini söyleyerek eski uygulamayı değiştirdi (2:142). Aynı zamanda Aşura bayramındaki oruç zamanını iptal ederek, Ramazan ayının tamamında oruç tutulması gerektiğini bildirdi (Arap takvimindeki dokuzuncu kameri ay). Kuran’da Yahudiler ile ilgili yer alan eleştirilerini de daha ciddi olarak beyan etti (9:29; 98:6). Kuran’ın, İbrahim üzerindeki vurgulamasını daha farkına varılır hale getirdi; İbrahim, İslam tarihindeki ana figür haline getirildi (4:125; 3:89; 6:89). Bu yaklaşım, Museviliğin Musa ve Hristiyanlığın İsa üzerindeki odaklanması ile zıtlık teşkil eder. Aynı zamanda, İslam teolojisinde Arap karakterine daha yakın bir değişimi sergiler. 22 Kabilelerin birleştirilmesi ile ilgili önemli göreve ek olarak Muhammed’in karşı karşıya kaldığı bir meydan okuma şuydu: Medine’ye giden peygamberlerini izlemek amacı ile fedakârlıkta bulunarak kentlerini ve kendilerine ait her şeyi terk eden Mekkeli inananlar için kazanç sağlayacak geçim yolları bulmak. Göç edenler arasındaki bir azınlık Pazar ticareti işine devam edebiliyordu ve bazı Mekkeli inananlar ortak iş kurdular. Ama bu kişilerin çoğunluğu, çok geçmeden Muhammed’in onayı ile Mekke’den gelen ticari kervanlara baskınlar yapmaya başladılar. Peygamberin kendisi ilk yıl, bu tür baskınların üçüne önderlik etti. Bu saldırıların amacı hiç kuşkusuz yalnızca parasal bir gelir elde etmek değildi, bu baskınları düzenlerken amaçları aynı zamanda büyümekte olan Müslüman gücü ile Mekkelileri etkilemekti.

Kuran aynı zamanda Muhammed’in bu yeni politikasını “[cihada] izin vererek onayladı: “Çünkü onlar haksız yere… – yurtlarından çıkarılmış kimselerdir, yurtlarından çıkarılmalarının tek nedeni, ‘Rabbimiz Allah’tır’ demeleridir (22:39-40). Daha sonra gelen bir açıklamada şu buyruk yer alır: “Allah yolunda savaşın ve bilin ki, şüphesiz Allah hakkı ile işitendir ve hakkı ile bilendir” (2:244). Bazı inananların savaşma konusundaki isteksizlikleri nedeni ile Kuran’a, savaşmaya razı olan kişilere (“evde oturmayan ve yaralanmaktan kaçınmayan kişilere”) “özel ödüller” ve Cennete girme ayrıcalığı verileceği gibi bazı teşvik edici yeni açıklamalar eklendi (4:95-96; 3:194-95). 23

İlk on sekiz ay içinde meydana gelen Müslüman saldırılarının tümü, ganimet ele geçirmek konusunda çeşitli nedenlerden dolayı başarısız oldu ve iki grup arasında herhangi bir temas neredeyse yoktu. Müslümanlar ve putperest Kureyşliler arasındaki ilk gerçek kavga Ocak 624’de, küçük bir Müslüman grubu, bir Mekke kervanına tuzak kurduğu ve kervandakilerden birini öldürüp ikisini esir alarak bir ganimet gibi zorla Medine’ye getirdiği zaman ortaya çıktı. Bu hareket, büyük ses getirdi, çünkü Muhammed’in talimatları uyarınca Müslümanlar, kutsal Recep ayında kan dökmüşlerdi. Putperest Araplar, yılın dört ayının kutsal olduğuna inanırlardı – bu düşünce aynı zamanda Kuran tarafından da onaylanır (9:36).

Muhammed olayın başında ganimeti izleyicileri arasında bölüştürmek konusunda tereddüt etti, ama sonunda bir Kuran açıklaması, peygamberin bu konudaki kuşkularını sona erdirdi:

Savaş, hoşunuza gitmediği halde size farz kılındı. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Sana haram ayda savaşmayı soruyorlar. De ki, ‘O ayda savaş büyük bir günahtır. Allah’ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram’ın ziyaretine engel olmak ve halkını oradan çıkarmak, Allah katında daha büyük bir günahtır. Zulüm ve baskı ise adam öldürmekten daha büyüktür (2:216-217).

Bedir Savaşı

Düşmandan daha fazla ganimet elde etmek konusu, Müslüman maneviyatına öylesine destek oldu ki, “bir sonraki seferi için Muhammed, 300 adam toplayabildi; bu rakam daha önceki herhangi bir sefere katılan adam sayısından epey fazlaydı.” 24 Muhammed, geriye güvenlik içinde dönmeyi planlayan, Mekkeli tüccarların önerliğinde yola çıkan ve daha sonradan söylendiğine göre elli bin dinar değerinde olan büyük bir kervan ile ilgili haberi aldığı zaman bu seferi kendisi yönetti.

Kervandan sorumlu olan kişi Mekkeli büyük önder Ebu Sufyan idi. Ebu Sufyan, yapacağı ticaret ile ilgili başına gelecek tehlikenin farkına vardı, ve Mekke’den kendisine destek verecek birlikleri tam zamanında talep etti. Mekkeliler, onun bu talebine hemen karşılık verdiler ve Müslüman saldırısına karşı koyacak yaklaşık 950 savaşçıdan oluşan bir ordu gönderdiler. Gücün büyüklüğü aracılığı ile Mekkelilerin bu kez Muhammed’i gerçekten korkutmayı düşündüklerini kolayca anlayabiliriz; Mekkeliler, Muhammed’den kervanlarına yapılan bu saldırılara artık son vermesini istiyorlardı.

Mart 624’de Bedir olarak adlandırılan bir yerde, iki ordu karşılaştı. Müslümanlar’ın sayıları fazla olduğu için üç kişiye bir kişi düşüyordu. Muhammed’in üstün askeri stratejisi ve izleyicilerinin İslam uğruna savaşma konusundaki gayretleri nedeni ile Muhammed, kendisine çok güvenen Mekkeli önderi bozguna uğrattı; Müslüman ordusu düşmanlarına ciddi bir darbe vurdu. Savaş sırasında karşı tarafın yaklaşık kırk beş adamı öldürüldü, öldürülenler arasında Mekke’nin bazı ileri gelenleri de vardı ve yetmiş kişi esir alındı; Müslümanlar ise yalnızca on dört adam kaybettiler.

Muhammed, Bedir savaşındaki zaferi Tanrı’nın, onun peygamberliğini haklı çıkarttığına (Tanrı’nın aynı kendisinden önceki peygamberleri, duyurdukları mesajın doğruluğunu kanıtlamak için mucizevi bir şekilde kurtarmış olduğu gibi) dair kesin bir belirti olarak yorumladı. Muhammed’e verilen bilgi şuydu: Kazandığı zafer, “bir karar günü” idi ve Müslümanlar’ın yanında savaşanlar, Tanrı’nın kendisi ve O’nun melekleri idi. “(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü” (8:17). Ve inananlar şu ayet aracılığı ile esin aldılar: “Ey Peygamber! Sana ve sana tabi olan müminlere Allah yeter… Eğer içinizde (sabırlı) yüz kişi bulunursa, inkâr edenlerden bin kişiye galip gelirler” (8:65).

Bedir Savaşı’ndan sonra Muhammed’in gördüğü itibar çok arttı. Yeni bir değer kazanan bu konumuna güvenen Muhammed, aklında her zaman İslam topluluğunun dengesi için gerçek bir tehdit teşkil eden Medine’deki düşmanlarını sistemli bir şekilde yok etmeye başladı. İmha, şiirlerinde peygamberi hicvetmiş olan bazı şairlerin katledilmesini ve aynı zamanda Medine’de bulunan üç Yahudi oymağının bir tanesinin kovulmasını da içeriyordu. 25 Muhammed bu dönem sırasında topluluğun başı olarak konumunu daha da güçlendiren, uzun süre devam edecek olan çok sayıdaki evliliklerine de başladı. 26

Uhud Savaşı

Mekkeliler kendilerinin küçük düşmesine neden olan yenilgilerinin çok iyi bilincindeydiler. Ve bir kez daha yine Ebu Suf­yan’ın önderliğinde Müslüman güçleri ile tekrar karşılaşmak üzere kendilerini hazırladılar. Bedir savaşından tam bir yıl sonra iki ordu yine Medine yakınlarında, Uhud Dağı’nın yanında karşı karşıya geldiler.

Mekkelilerin üç bin adamına karşılık Müslümanlar’ın bin adamı vardı. Bu kez Muhammed’i destekleyenlerin her birine üç adam düşmekteydi. Mekkelilerin sayısal üstünlüğüne rağmen, savaş önce Müslümanlar’ın lehinde ilerledi ve Kureyşliler kaçmaya başladılar. Ama buna rağmen Müslüman okçular bulundukları yeri değiştirdikleri zaman, durum çabucak değişti ve Muhammed’in aksi yöndeki buyruklarına rağmen, Müslümanlar ganimeti paylaşmak için ileri doğru hızla fırladılar. Mekkeli süvariler, bu fırsatı Müslümanlar’a arkadan saldırmak için değerlendirdiler. O zaman Müslümanlar dört ayrı yönde koşmaya başladılar. Karargahta, düşmanın peygamberi öldürdüğüne dair yanlış bir söylenti yayılmaya başladığı zaman, karmaşa daha da büyüdü. Ancak Muhammed ve güçlerinin büyük kısmı sonunda güvenli bir yere kaçtı ve zafer sevinci içindeki Mekkeliler evlerine doğru yola koyuldular.

Muhammed’in yenilgisi, bölgedeki itibarına büyük bir darbe indirdi. İkiyüzlüler (münafıklar), Muhammed’in Medine’deki düşmanları, Muhammed’e düşman olan Yahudiler ile birlikte Muhammed’in talihsizlikleri karşısında duydukları sevinci gizlemediler. Çeşitli Müslüman gruplara tuzak kuruldu ve Muhammed’in düşmanları tarafından öldürüldüler ve bir defasında bir bedevi kabilesi kırk Müslüman misyonerini kılıçtan geçirerek peygamberin yetkisine kafa tutmaya dahi cesaret ettiler.

Bu aksiliklere rağmen Muhammed, konumunu güçlendirme çabalarına devam etti. Çevredeki kabilelere daha çok saldırıda bulundu, bu saldırılara önderlik etti ya da bu saldırılara yetki verdi. Bu kabileler “onun ittifaklarını arttırmayı hedeflemiş ve diğer kişilerin Mekkelilere katılmalarına engel olmaya gayret eder gibi görünüyorlardı.” 27 Aynı zamanda, Uhud’da yenilginin üzerinden daha bir yıl geçmeden, Muhammed ikinci Yahudi oymağını Medine’den kovdu ve onların tüm mal ve mülklerini istimlak etti. Müslümanlar’ın yağmaladıkları o kadar fazlaydı ki, Haykal, Muhammed’in biyografisini yazarken bu konudan şöyle söz etmiştir: “Bu ganimet, Müslümanlar’ın şimdiye kadar gasp ettikleri ile kıyaslanamayacak kadar büyüktü.” 28

Medine Kuşatması

Uhud’da kazandıkları zaferden sonra, Mekkeliler Muhammed’in büyümekte olan gücünü bir an önce bir daha canlanamayacak şekilde ezmeleri gerektiğinin farkına vardılar. M.S. 627 yılının ilkbaharında Ebu Sufyan, Medine’deki Müslümanlar’a karşı on bin kişiden oluşan büyük bir Arap ittifakına önderlik etti. Muhammed bu kez ürünün hasadını elde etmeye karar verdi ve –bir hadiste belirtildiği gibi– Pers vatandaşı olan bir öğrencisinin öğüdüne uyarak kentin içinde kaldı, Müslümanlar kentlerinin korunmayan kısımlarının önünde bir hendek kazdılar. Mekkeliler yaklaşık iki hafta boyunca Medine’yi kuşattılar. Ama kazılan hendeği aşmak için gösterdikleri çaba boşuna oldu, Muhammed’in çeşitli kabileler ile yaptığı gizli pazarlıklar yüzünden bu kabileler ile anlaşmalarının bozulması ve uygun olmayan hava koşulları nedeni ile kuşatmacılar kararlılıklarını kaybettiler ve çekilmeye başladılar.

Bu sessiz zaferin ardından Muhammed’in konumu büyük ölçüde güç kazandı. Kuşatmadan kısa bir süre sonra Mekkeli düşmanlar ile birleşerek Müslümanlar’a karşı tuzak kurmuş olduklarından kuşkulandığı için Muhammed Medine’deki son Yahudi oymağına saldırdı. Ancak bu oymak kentten uzaklaştırılan önceki iki Yahudi oymağı kadar kolayca sürgün edilecek bir oymak değildi. Bu kez, oymağın tüm erkekleri öldürüldüler ve kadınlar ve çocuklar esir olarak satıldılar. Bu acımasız hüküm hakkında Tor Andrae şunları yazar:

Muhammed’in Yahudiler’e karşı gösterdiği zulmün arkasında yatan gerçeğin anlaşılması gerekir. Bu Yahudiler Muhammed ile alay ederek ve onu reddederek ona hayatındaki en büyük hayal kırıklığını yaşatmışlar ve uzun bir süre onu, peygamberlik yetkisini tamamen yok etmek ile tehdit etmişlerdi. Bu nedenle Yahudiler Muhammed için Allah’ın ve O’nun açıklamasının ezeli hatta can düşmanlarıydılar; yok edilmeleri önceden düzenlenmiş ve kabul edilmiş bir gerçekti. Onlara hiçbir şekilde merhamet gösterilemezdi. 29

Mekke’nin Fethi

Muhammed’in gücü, bu olaydan sonra iki yıl içinde hızla yükseldi. Peygamber, topluluğuna daha büyük parasal yararlar sağlayan, başarılı başka birçok sefere daha önderlik etti. Bunun bir sonucu olarak İslam sürüsüne katılan kişilerin sayısı düzenli bir şekilde artış gösterdi. 30

Bu arada Mekke’nin ekonomik ve askeri gücü hızla geriliyordu. Ayrıca Mekke’nin önderlerinden birçoğu Muhammed’in tarafına iltica ederek onun safına kaymışlardı. Mart 628’de Mekkeliler Muhammed ile bir barış Antlaşması (Hudeybiye Antlaşması) yaptılar. Bu antlaşma, artık Muhammed’i baş kaldıran bir kaçak olarak değil, kendileri ile eşit saflarda bir muhalif olarak düşündüklerini açıkça belirtmiş oluyordu.

Barış antlaşmasının üzerinden bir yıl geçtikten sonra Mekkeli müttefiklerin Muhammed’in birliklerine yaptıkları bir saldırı antlaşmanın feshedilmesine neden oldu. Muhammed bu antlaşmanın ihlalini çok iyi değerlendirdi ve Ocak 630’da on bin kişiden oluşan bir ordu ile çok sevdiği Mekke kentini hiçbir direniş ile karşılaşmadan ele geçirdi. Önce, Kabe’yi putlarından temizledi, ve yalnızca birkaç istisna dışında Mekkeli tüm önderlere genel bir af vaat etti. Ve hatta Ebu Sufyan dahil olmak üzere Mekke’nin ileri gelenlerinden her birine, kendisine boyun eğdikleri için cömert davranarak değerli armağanlar ve ödüller verdi. Böylelikle uzun zamandır kendisine düşman olan kişileri yalnızca yenilgiye uğratmak ile kalmadı, aynı zamanda onların saygısını ve hayranlığını da kazanmış oldu. Andrae’nin ileri sürdüğü düşünce şudur: “Zafer kazanan birinin zaferinden, Muhammed’in yaptığı gibi kendini tutarak ve tahammül ederek yararlanması çok ender görülen bir davranıştır.” 31

Muhammed’in Son Yılları

Mekke, Muhammed’e teslim olduktan sonra, Arap yarımadasındaki kabilelerin pek çoğu bu takıma uydular ve peygambere olan bağlılıklarını açıkça bildirdiler. Diğerleri Müslüman orduları tarafından yenilgiye uğratıldıktan sonra teslim oldular. Genel bir kural olarak putperest kabileler putperestliği reddetmek ve İslam’ı kabul ettiklerini bildirmek zorundaydılar, ama Hristiyanlar ve Yahudiler ancak haraçlarını ve vergilerini ödedikleri takdirde kendi imanlarının gereğini yerine getirebilirlerdi. Muhammed’in en büyük başarılarından biri hiç kuşkusuz pek çok Arap kabilelerinin tümünü birleştirebilmesi ve İslam bayrağı altında bulunan güçlü bir ulus haline getirebilmesidir.

Mart 632’de, Muhammed, Mekke’ye yapılan İslami kutsal yolculuğa (Hac) kendisi önderlik etti ve veda söylevini on binlerce izleyicisinin önünde verdi. Bundan üç ay sonra Haziran 632’de altmış üç yaşında olan İslam peygamberi aniden ama doğal bir ölüm ile bu dünyadan ayrıldı.

 

Muhammed’in İslam’daki Yeri

Muhammed’i şimdiye kadar tamamen tarihi bir bakış açısından anlatmış bulunuyoruz. Ama her şeye rağmen yine de tüm diğer dini kişilikler gibi, İslam peygamberi bir başka önemli görünüme sahiptir: Dünyanın her yerinde, kendisine adanmış milyonlarca izleyicisinin yaşamlarında ve imanlarında sahip olduğu can alıcı yer. Bu bölümün son kısmını Muhammed’in İslam kültürünü ve teolojisini biçimlendiren büyük etkisini incelemeye ayıracağız.

Muhammed’in İslam Kültürü Üzerindeki Etkisi

“Müslümanlar Allah’a yapılan saldırıları hesaba katacaklar: Ateist ve ateist yayıncılar ve rasyonalist (mantık ile açıklama getiren, akılcı) topluluklar mevcuttur; ama Muhammed’in itibarını sarsmaya çalışmak, toplumun en ‘liberal’ kısımlarını dahi tahrik edecek ve alevli bir hiddetin fanatizmine neden olacaktır.” 32 Wilfred Cantwell Smith’in peygamberleri ile ilgili Müslüman toplumunda var olan derin ve yaygın hiddetin iç yüzünü ortaya koyan analizi bugün de, yazıldığı 1946 yılında olduğu kadar gerçektir ve geçerlidir.

İbn-i Teymiyye’nin fetvasından (peygambere iftira ederek onun itibarı zedeleyen herhangi birine tövbe etmesi için imkan tanımadan öldürülmesi gerektiğini ileri süren on dördüncü yüzyılda yaşamış bir Müslüman teologu) 33 başlayarak Ayetullah Humeyni’nin İngiliz yazar Salmon Rüştü’nün öldürülmesi ile ilgili fetva’sına kadar Müslüman dünyasının Muhammed’e duyduğu fanatik sevginin canlı bir örneğini görürüz. Yirminci yüzyılın en büyük Müslüman düşünürü olan Hintli İkbal, verdiği iki güçlü örnek ile milyonlarca Müslüman’ın duygusunu şu şekilde özetlemiştir: “Peygambere duyulan sevgi onun toplumunun damarlarında akan bir kan gibidir.” Ve “Tanrı’yı inkâr edebilirsiniz, ama Peygamberi inkâr edemezsiniz!” 34

Peygambere duyulan hayranlık, yalnızca İslam sanatı ve edebiyatında değil, aynı zamanda Muhammed öldükten sonra Müslüman yaşamı ve uygarlığının birçok ayrıntısını biçimlendirme konusunda temel bir unsur haline geldi. Kuran’ın 33:21 ayetinde bulunan buyruk aracılığı ile bu biçimlendirme için teşvik alındı: “Andolsun, Allah’ın Resulünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır” (aynı zamanda bakınız, 4:80; 7:157; 14:44). Muhammed’in sözlerinin (hadis) ve eylemlerinin (sünnet) kayıtları bir sonraki kuşaklar tarafından faal bir şekilde toplandı. Bu hadisler hiçbir zaman Kuran ile eşdeğer olarak görülmediler, ama buna rağmen vahyedilmiş sözlerin ve eylemlerin vahyedilmemiş birer kaydı olarak görüldüler. Sonunda, İslam döneminin ikinci ve üçüncü yüzyıllarının Müslüman teologları tarafından bu hadislerin ve bu hadisleri nakledenlerin ölçü zincirlerinin metinleri titizlikle gözden geçirildi ve sonra bugün elimizde bulunan kitap biçimlerine kondular. 35

Kuran, tüm Müslümanlar arasında tek kutsal ve vahyedilmiş kitap olarak kabul edilir, ama buna rağmen peygamberin hadisleri aynı zamanda bir temel de oluştururlar, çünkü Müslüman yaşamının ve uygulamasının hemen hemen her görünümü ile ilgili ayrıntılı tutanaklar sağlarlar. Ajijola şöyle yazar: “Muhammed’in yaşamı, izleyicileri için bir esin kaynağı haline geldi. Sözleri ve eylemleri, kendisine eşlik edenler ve çağdaşları tarafından tutanaklar halinde kaydedildi.” 36 Müslüman yazar Kateregga, bu konuda şunları belirtir:

Hadis, Kuran ve önceki Kutsal Yazılar gibibir kutsal kitap (açıklama) değildir. Ama yine de, Hadis’in Müslümanlar için önemi, Kuran’dan sonra ikinci sırada yer alır. Kuran’ın açıklanmasına ve netleştirilmesine ve Kuran’ı daha uygulanabilir bir şekilde sunulmasına yararlı olur …. Müslümanlar olarak Hadis’i öğrenmez ve izlemezsek, İslam hakkındaki bilgimiz eksik ve zayıf olur. Benzer şekilde bir yabancı, Hadis’i önemsemediği takdirde İslam’ı anlaması mümkün olamaz. 37

Tüm zamanların en büyük Müslüman teologu sayılan El-Gazali (d. M.S. 1111), klasik bir eser olan İhya ulum ed-din (Dini Bilimlerin Uyanışı) adlı kitabında peygamberin sünnetini gözlemlemenin önemini şu şekilde açıkladı:

Mutluluğun anahtarının sünneti izlemek ve Tanrı’nın Elçisinin tüm yaptıklarını, gelişlerini, gidişlerini, çalışmasını ve dinlenmesini, yemek yerken, uyurken ve konuşurken nasıl davrandığını incelemek ve aynısını yapmak olduğunu bilin… Tanrı şöyle demiştir: “Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin!” (59:7) Bunun anlamı şudur: Pantolon giyerken oturmanız, ve bir türban bağlarken ayakta durmanız ve ayakkabılarınızı giyerken sağ ayağınızın ayakkabısını önce giymeniz gerekir. 38

Peygamberin sünnetini izleme konusunda gösterilen Müslüman dindarlığına dair ilginç bir örnek verelim: On dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan Hintli reformcu Seyyid Ahmet Han, peygamber, Hindistan’ın en çok rağbet gören meyvesi olan mangoya hiçbir zaman dokunmadığı için, mango yememenin daha iyi olacağına kesinlikle inanırdı. Aynı zamanda, büyük mistik Beyazıt Bistami altmış yıl boyunca hiç karpuz yemedi, çünkü Muhammed’in karpuzu nasıl keseceği konusunda bilgi edinemedi! 39

Bu yazılanlar elbette peygamberin yaşam biçimini taklit ederek ona benzeme gayreti ile ilgili köklü örneklerdir. Dindar Müslümanlar’ın çoğunluğu bu tür aşırılıklara kaçmazlar, ama buna rağmen yine de günlük yaşamlarının pek çok ayrıntısında Muhammed’i örnek olarak izlemek için ellerinden geleni yaparlar. Harvard Üniversitesinin İslam konusunda önde gelen bilginlerinden biri olan Schimmel, İslam kültürünü bir araya getirme hakkındaki peygamberlik sünnetinin etkisini gözlemler:

Fas’tan Endonezya’ya kadar tüm Müslümanlar’a böyle bir eylem birliği sağlayan, işte bu ‘Muhammed’e benzemeye çalışma’ idealidir: kişi nerede olursa olsun, bir evden içeri girerken nasıl davranacağını, uygulayacağı selam verme biçimini, bir topluluk içinde nelerden kaçınması gerektiğini, nasıl yemek yiyeceğini ve nasıl yolculuk edeceğini bilir. Müslümanlar, çocuklarını yüzlerce yıl boyunca bu şekilde büyütmüşlerdir. 40

Peygamber sünneti, inanan bireyi yaşamının her ayrıntısını yalnızca büyük ölçüde etkilemek ile kalmamış, aynı zamanda İslam yasasının ve toplum yönetiminin temelini de oluşturmuştur. İslam yasası, ya da şeriat, temelini Kuran’dan alır, hadis, icma (toplumun ortak fikri), ve kıyas, yeni kuralların sonucunu çıkarmak için kıyaslanabilen muhakemenin diğer üç kaynağa uygulanmasıdır. İslam’da dört mezhep mevcuttur, “Öyle ki, bugün Müslümanlar bu dört mezhepten birini izleyebilsinler, dini ve sosyal yaşamlarını, bu mezheplerden birinin hukukçuları tarafından belirlenmiş talimatlarına uygun olarak düzenleyebilsinler.” 41

Müslüman dünyasını bir stereotip klişesini yapmaktan sakınmak için, burada belirtmemiz gereken şudur: İslam sünneti ve şeriati Müslüman ülkelerin kültürlerinde temel bir rol oynarlar, geçen yüzyılda, bu ülkelerde Batı kültürünün yoğun etkisi nedeni ile geleneksel ve dini adetlerin çoğu gücünü yitirmiştir. Örneğin, İslam içindeki reformcu gruplar pek çok olayda peygamberin hadislerine tam olarak bağlı kalmayı reddederler. Aynı zamanda İslam ülkelerinde Kuran ve peygamber tarafından belirlenen rehberlik çizgileri ile uyumlu olmayan yaşam biçimlerine sahip çok sayıda ismen Müslüman kişiler bulunmaktadır. Aynı şey, İslam şeriatindeki mutlak itaate karşıt olarak pek çok şekilde daha demokratik ve daha Batılı yönetim örneklerini izleyen yönetim yasaları için de söylenebilir. 42

Muhammed’in İslam Teolojisindeki Yeri

Müslümanlar Muhammed’e her ne kadar büyük saygı duysalar da, standart İslam teolojisinin onu hiçbir şekilde tanrısal olarak görmediğine işaret etmek çok önemlidir. Schimmel’in kusursuz bir şekilde yaptığı uyarıyı aktaralım: “Muhammed, ne teolojik ne de doğal olayları inceleme bilimine özgü terimler ile Hris­tiyanlığın Mesi­hi’ne benzetilemez – çünkü Müslümanlar, ‘Hris­tiyanlar’ kavramına sahte bir benzerlik ima etmek için kullanıldığını düşündükleri ‘Mu­hammedciler’ teriminden nefret ederler.” 43 İslam ikrarının ikinci kısmında açıkça belirtildiği gibi Muhammed yalnızca Tanrı’nın peygamberidir.

Ama yine de bu noktayı belirttikten sonra işaret etmemiz gereken bir diğer nokta şudur: Muhammed’in kişiliğinin önemi ile ilgili olarak çeşitli Müslüman gruplar farklı ve bazen birbirine zıt tutumlar içindedirler. Bu tutumlar, onun yalnızca tanrısal bir açıklama alan doğru bir insani varlık ile yarı tanrısal bir sonsuz varlık olduğu arasında değişen düşüncelerden kaynaklanırlar.

Kuran’a ve Müslümanların çoğuna göre Muhammed, Tanrı’nın, insanlığa son elçi olması amacı ile seçtiği ve en saf ve en yetkin din olan İslam’ı dünyaya sunmak için bir aracı olarak kullandığı, yalnızca insani bir varlıktı. “Tanrı’nın Muhammed’den önceki her peygamberi, belirli bir halka gönderildi, ama Muhammed Kıyamet Gününe kadar dünyada var olacak olan tüm insanlara gönderildi.” 44 6:50 ayetinde şunları okuruz: “De ki: ‘Ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum.”

Muahmmed’e, “Andolsun, dileseydik biz sana vahyettiğimizi tamamen ortadan kaldırırdık; sonra da bu konuda bize karşı kendine hiçbir yardımcı da bulamazdın” dendi (17:86). Ve 29:50 ayetinde, Muhammed’in şu net itirafını okuruz, “Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.” Müslüman yazar Abdalati, yukarıdaki Kuran ifadeleri ile uyumlu olarak şöyle yazar:

Müslümanlar yalnızca Tanrı’ya tapınırlar. Muhammed Tanrı tarafından, Tanrı sözünü öğretmek ve örnek bir yaşam sürmek için görevlendirilmiş olan, yalnızca ölümlü bir varlıktı. O, dindarlık ve mükemmellik konularında insanlara tarihteki en iyi örnek olarak durur. O, insanın ne olabileceğinin ve mükemmellik ve erdem alanlarında neler başarabileceğinin canlı bir kanıtıdır. Ayrıca, Müslümanlar İslam’ın temelinin Muhammed tarafından atıldığına inanmazlar, İslam’ın onun tarafından dinsel evrimin en son aşamasında restore edildiğini düşünürler. 45

İslam, Muhammed’in yalnızca insan olduğunu ifade etmekten çekinmez, çünkü mutlak bir tektanrıcılık düşüncesine sahiptir (bakınız Bölüm I ve Bölüm II). Ama daha önce de söz etmiş olduğumuz gibi, İslam’a göre peygamberlik, Tanrı’nın dünya üzerindeki hareketinin doruk noktasıdır. Ve Tanrı, Muhammed ile peygamberlik görevini sona erdirmiş olduğu için Muhammed’e verilen peygamberlik, Tanrı’nın, insani bir varlığın üzerine boca edebileceği en büyük onurdur. Bu nedenle Muhammed Müslümanlar için tüm peygamberlerin sonuncusu ve en büyüğüdür. Muhammed’in büyüklüğü iyi bilinen bir hadis’te şu şekilde ifade edilir:

Bana tüm diğer peygamberlere ihsan edilenden üstün olan altı şey ihsan edildi: dünya benim için saf ilan edilen toprağı ile bir cami haline getirildi; ganimet, benim için yasal kılındı; bir ay süren bir yolculuk mesafesinde vahyedilen huşu aracılığı ile zaferli kılındım; bana aracılık etmek için müsaade verildi; ben tüm insanlığa gönderildim; ve peygamberler benim ile birlikte mühürlendi. 46

Kemal ud Din ad Damiri adlı rağbet gören bir yazar, klasikler arasına giren eserinde bize, Muhammed hakkında aşağıdaki şu tanımı verir:

Muhammed, insanlığın en gözde kişisidir, tüm elçiler içinde en çok onurlandırılanıdır, merhamet peygamberidir, sadık olanların başı ya da İmamı’dır, övgü sancağının taşıyıcısıdır, aracıdır, yüksek konumun sahibidir, Cennet Irmağı’nın sahibidir, Kıyamet Günü’nde tüm Adem oğulları bu sancağın altında olacaklardır. O, peygamberlerin en iyisidir ve onun halkı halkların en iyisidir… ve onun iman ikrarı tüm iman ikrarlarının en soylusudur. Muhammed, gözle görünür mucizeler yaptı ve büyük niteliklere sahip oldu. Zihinsel açıdan mükemmeldi ve soylu bir başlangıca sahipti. Mutlak lütufkâr bir tarzı vardı, çok cömertti, cesareti mükemmeldi, aşırı alçakgönüllüydü, yararlı bilgiye sahipti… Tanrı korkusu kusursuzdu ve dindarlığı yüceydi. O, her alandaki mükemmelliğinde insanlığın en güzel ve en etkili konuşan, en yetkin kişisiydi. 47

Geleneksel İslam savunucuları Muhammed’in kendisinden önceki peygamberlerden üstün olduğunu kanıtlamak için çeşitli muhakeme açıları sağladılar. Mizan’ül Hak adlı kitaba göre, “bu kanıtların en önemlileri şunlardır:

  1. Hem Eski hem de Yeni Antlaşma onun ile ilgili açık ve net peygamberlikler içerirler.
  2. Kuran’ın dili ve öğretişi benzersizdir, ve böylelikle yalnızca Kuran Muhammed’in iddialarının gerçekliğini kanıtlayan yeterliliktedir.
  3. Muhammed’in mucize(leri), En Yüce Olan Tanrı aracılığı ile onun iddialarını mühürler(ler).
  4. Muhammed’in yaşamı ve karakteri, onun peygamberlerin sonuncusu ve en büyüğü olduğunu kanıtlar.
  5. İslam’ın hızla yayılması En Yüce Olan’ın Muhammed’i insanlara nihai açıklama olarak göndermiş olduğunu gösterir. 48

Çağdaş İslam savunucuları yukarıdaki klasik konular üzerinde çeşitlemeler sunarlar, ama genel olarak konulduğu zaman bu çeşitlemeler Muhammed’in lehindeki beş ana unsur olarak hala mevcutturlar (bu konu ile ilgili daha fazla bilgi için 8. Bölüme bakınız).

Tüm peygamberlerin en büyüğü olarak kabul edilmesine rağmen, Muhammed’in yalnızca bir elçi olarak sahip olduğu rolün, aşırı Müslümanların bir kısmı tarafından kısa bir süre sonra Kuran’daki sınırlamaların ötesine geçen başka inançlar geliştirildi. Bu inançlardan önemli bir tanesi, Muhammed’in Tanrı’nın önünde Müslümanlar için bir aracı (şefaatçi) olarak görev yaptığıydı.

Kuran, Kıyamet gününde yapılacak bir aracılık olasılığını reddeder (2:48, 254). Ama 2:255 ayetinde “Tanrı izin vermediği sürece” hiç kimsenin Tanrı için aracılık edemeyeceği belirtilir. Pek çok Müslüman, bu nedenle, bu aracılık yapma (şefaat etmek) konusundaki özel iznin Kuran’ın insanlık için bir merhamet olarak adlandırdığı Muhammed’e kesin olarak ihsan edildiği şeklinde bir inanca sahiptir.

Kuran’ın bu olası yorumuna ek olarak, aynı zamanda İslam’ın başlangıcında bu öğretişi destekleyen pek çok hadis üretildi. Rağbet gören sünnetlerden biri, tüm insanlığın, son günde kendisine aracılık etmesi için bir peygamberden diğerine gideceğini belirtir.

İsa’dan Adem’e kadar olan tüm peygamberler değersizlikleri nedeni ile bu rolü kabul etmeyi reddederler. Ama sonunda Muhammed aracılık rolünü üstlenmeyi kabul eder, çünkü o topluluğunu Cennete başarılı bir şekilde sokabilir.

Güzel yazılmış binlerce İslam şiiri ve duyguları harekete geçiren dualar Müslümanlar’ın, kurtuluşları için Muhammed’e ümit bağladıklarını ifade ederler. Örneğin, Kuzey Afrikalı büyük düşünür İbn Haldun peygamber Muhammed’e hitaben şunu yazdı:  “Bana ümit bağladığım aracılığını ihsan et, senin aracılığın benim çirkin günahlarım için güzel bir sayfadır!” Bir diğer Müslüman düşünür dinleyicilerine şu sözler ile öğüt verdi: “Eğer biri Diriliş Gününde dünyadaki tüm diğer insanlar gibi pek çok sevap sunarsa, ve bu sevaplar ile birlikte peygamberin üzerine bereket getirmezse, sevapları kendisine, kabul edilmemiş olarak geri dönerler.” Müslüman şair Tilimsani, Muhammed’e şu sözlerle dilekte bulundu: “Günahlarım çok – ama belki senin aracılığın beni Cehennem ateşinden kurtarabilir.” Urdu’nun en büyük lirik şairi olan Mir Taki Mir şöyle yazar: “Ey Mir, neden kara kitabını düşünüp de kaygılanıyorsun? Peygamberlerin Mührü olan kişi senin kurtuluş garantindir!” 49

Bu inancın temeli Kuran’da şu şekilde yer alır: “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salat ediyorlar. Ey, iman edenler! Siz de ona salat edin, selam edin.” (33:56). Aynı zamanda pek çok hadiste, Muhammed’e bu bereketi sık sık söylemenin yararlarının neler olduğu da açıklanır. Bir hadis peygambere söylenen her bereket için Tanrı’nın bu bereketi, söyleyen kişiye on kat olarak geri vereceğini vaat eder. Bir diğer hadis inananları, peygamberi Cuma günleri sık sık bereketlemeleri için teşvik eder, çünkü edilen dualar onun önüne Cuma günleri konur. 50

Ortodoks İslam tarafından elbette yargılanan ama bazı Müslümanlar arasında rağbet gören bir diğer eğilim ise, Muhammed’e neredeyse tanrılaştırma derecesinde saygı göstermektir. Bu konumu desteklemek için kaynak gösterilen bol sayıda hadis mevcuttur. Bir hadis Muhammed’in, zamandan önce var olduğundan söz eder, ve bir başka hadis ise onun, Tanrı’nın evreni yaratma amacı olduğunu ifade eder. “Adem daha çamur ve su arasındayken, ben peygamberdim.” Ben (Tanrı) dünyayı senin için yaratmadım mı?” 51 İranlı Müslümanlar arasında rağbet gören bir hadis Tanrı’nın şöyle dediğini yazar: “Ben ‘m’ olmadan bir Ahmad’ım.” Ahmad Muhammed için kullanılan bir başka addır. Eğer ‘m’ harfi sözcükten kaldırılırsa, o zaman sözcük Ahad (tek) halini alır ve bu sözcük, Tanrı’nın bir başka adıdır.

Bu hadis Tanrı ve Muhammed’in kişiliği arasında var olan önemli farkı göstermek açısından gereklidir. Muhammed’in bu insanlıktan “tanrılaştırılma” süreci, rağbet gören bir öğretiş olan Nur-i Muhammedi, ya da Muhammed’in Işığı adlı ek bir doktrine dönüşmüştür. Pek çok İslam sünnet kitabına göre Tanrı önce Muhammed’in ışığını yarattı ve daha sonra bu ışıktan yaratılışın geri kalan kısmını meydana getirdi. 52 Böylece Muhammed’in tüm yaratılış için yalnızca bir hedef ya da neden değil, aynı zamanda yaratılışın maddi nedeniydi. Muhammed’in bu ışığı aynı zamanda her peygamberin belirli bir derecede yansıtabildiği ışıktı. 53

Aynı zamanda peygambere en onurlu doksan dokuz ismi bulmak fikri de Peygamberi yüceltmenin bir başka aşamasıydı. İslam konusundaki anlayışı yüksek bir bilgin olan Nazir-Ali ibadete ait yazmış olduğu rağbet gören bir kitabında “Muhammed’in 201 (Tanrı’nın doksan dokuz ismine karşılık!) adından oluşan bir listeye” yer verir. Bu isimlerin çoğu, diğer tanrısal isimlerin aynısıdır… Ayrıca, sanki bir rekabeti teşvik etmek ister gibi Tanrı’nın isimlerinin peygamberlerin isimlerinden kısa bir süre önce verilmiş olmaları dikkat çekicidir!” 54 Schimmel, İslam’ın oldukça erken bir döneminde peygamberin doksan dokuz adının bile yeterli gibi görünmediğini yazar; “çok geçmeden adlarının sayısı iki yüze hatta daha sonra bine dahi ulaşmıştır. Hatta revaçta olan bir inanca göre peygamber, her tür yaratık tipi tarafından özel bir ad ile çağrılır.” 55

Rağbet gören İslam’da Muhammed’in konumu ile ilgili olarak Nazir-Ali’nin gözlemi şöyledir:

Modern Pakistan toplumu içinde peygambere duyulan bu saygının derecesi şaşırtıcıdır. Toplum, ismen Sünni akidenin doğruluğuna bağlanmıştır. Ama Muhammed saygısı, kitle medyası, okul kitapları ve Arap Peygamberinin tanrılaştırılmasına katkıda bulunan tüm kültürel olaylar aracılığı ile dışa yansıtılır. Aşağıdaki örnekler bu konuyu resmederler: “Tanrı’nın Tanrılığı ile olan bağımın ciddi olmasına rağmen, elim hiçbir zaman Seçilmiş Olan’ın (Muhammed) eteğinden ayrılmasın.”

Yukarıdaki ifade, bazı Müslüman okullarında öğretilen bir şiirden yapılmış bir aktarmadır. İnsan aklından üstün Tanrı ile ilişki uzak gibi görünür, kişinin onun tahtına yaklaşmaya cesaret edebilmesi yalnızca Muhammed aracılığı ile mümkündür. Kavvalis’de (herkes tarafından sevilen bir kültürel olay), Muhammed beyitler ile övülür. Bu övgü genellikle tanrılaştırma biçimini alır: “Eğer Muhammed olmasaydı, Tanrı’nın kendisi var olmazdı!” Bu, Muhammed’in Tanrı ile sahip olması gerektiği yakın ilişki ile ilgili bir imadır. Medyada Muhammed’e sık sık “Dünyanın Kurtarıcısı” ve “Evrenin Efendisi” gibi unvanlar yakıştırılır. 56

Sonuç

Muhammed’in, rağbet gören İslam dindarlığında, Kuran’a uygun olmayan bir şekilde yüceltilmiş konumuna rağmen İslam teolojisindeki konumu, Mesih’in Hristiyan teolojisindeki kişiliği ile kıyas kabul etmez. İslam’ın nihai temeli Muhammed’in kişiliği değil, Tanrı’nın yaratılmamış ve sonsuz Sözü’dür. Schimmel bu konuda bize şunu hatırlatır:

Muhammed parlak yükseklikler ile yüceltildi ve bazı şekillerde Hristiyan teolojisindeki Logos (Söz) ile kıyaslanan bir konuma ulaştı, ama buna rağmen yine de Mükemmel İnsan olarak abduhu, yani Tanrı’nın kulu ve O’nun bir yaratığı olarak kaldı   –Tanrı’nın, yarattıklarının içinde en çok sevdiği– Hristiyan teolojisindeki beden alma fikri, İslam geleneği içinde imkansızdı ve kesinlikle imkansız olacaktır… bundan emin olmak gerekir… İslam’ın ekseni, Peygamberin kişiliği değil, onun aracılığı ile açıklanan ve Kuran’da yer alan Tanrı Sözü’dür. 57

Bu nedenle, İslam’ı düzgün bir şekilde anlamak için dikkatimizi İslam’ın köşe taşı olan Kuran’a yöneltmemiz gerekir. Bir sonraki bölümün konusu budur.


1. Annemarie Schimmel, And Muhammad is His Messenger: The Veneration of the Prophet in Islamic Piety (Chapel Hill: The University of North Carolina Pres, 1985), 150-51.

2. Tor Andrea, Mohammed, the Man and his Faith, çeviren: Theophil Menzel (New York: Harper & Row, Publishers, 1955), 35; Ali Daşti, Twenty Three Years (London: George Allen & Unwin, 1985), 2.

3. Bakınız, Schimmel, 150-51.

4. Mahmud, 39.

5. İbn İshak, Sirat Rasul Allah [The Life of Mohammed], çeviren: A. Guilaume (New York: Oxford University Press, 1980), 81.

6. Muhammed Hüseyin Haykal, The Life of Mohammed (North American Trust Publications, 1976), 55.

7. Aynı kitapta, 59.

8. Bu kişilerin üçü daha sonra Hristiyan oldular. Bakınız Haykal, 67-68.

9. Bakınız, Haykal, 70.

10. İslam’ın pek çok Batılı tarihçisi bu uygulamayı Suriyeli Hristiyan keşişlerin bıraktığı etkinin bir sonucu olarak görür.

11. İbn İshak, 106.

12.Bakınız, Andrea, 44-47; ve Jeffery, Islam, Mohammed and His Religion, 15-21.

13. Bakınız, İbn İshak, 106-7. Muhammed’in orijinal açıklaması ve sonraki kuşkusu ve tekrar temin edilmesi konusunda aynı zamanda El-Buhari’ye de bakınız, cilt 1., 2-4.

14. Andrae, 122.

15. W. Montgomery Watt, Mohammed’s Mecca, 86.

16. Ailenin korunması ile ilgili Arap adetleri hakkında bilgi edinmek için aynı kitaba bakınız., 15-20.

17.Andrew Rippin ve Jan Knappert, editör ve çevirmen., textual Sources for the Study of Islam (Manchester: University Press, 1986), 68-72; Jeffrey, 35-46; ve Williams, 66-69.

18. Bakınız Haykal, 139-47).

19. Bunlar, El-Akaba’nın iki yemini olarak bilinirler.

20. H. A. R. Gibb ve J. H. Kramers, editörler., Shorter Encyclopedia of Islam (Ithaca, Cornell University Press, 1953), 397.

21. The New Encyclopesia Britannica, 15. baskı., 22:3.

22. Bakınız Andrae, 137-39.

23. Cihat ile ilgili daha ayrıntılı tartışma konusunda bkz. Bölüm 8 ve Ek 5.

24. W. Montgomery Watt, Muhammad at Medine (Oxford Clarendon Press, 1956), 10.

25. Bakınız, Watt, Muhammad at Medina, 14-16, ve Haykal, 243-44.

26. Muhammed’in eşlerinin bir listesi için bakınız Watt, Muhammed at Medina, 393-99.

27. The New Encyclopedia Britannica, 15.baskı., 22:4.

28. Bakınız, Haykal, 278.

29. Bakınız Andrae, 155-56.

30. Bazı eleştirmenler bu davranışın “İslam’ın dini çekiciliğine maddesel motiflerin ilave edilmesinden” kaynaklandığını söylerler. Bakınız the New Encyclopedia Britannica, 4.

31. Bakınız Andrae, 166.

32. Wilfred Cantwell Smith, Annemarie Schimmel’in “Müslüman Yaşamının ve Düşüncesinin Merkezi Olan Peygamber Muhammed” adlı eserinden alıntı yapmıştır, Schimmel ve Falturi, 35.

33. İbn-i Teymiyye, A Muslim Theologian’s Response to Christianity, editör ve çevirmen Thomas F. Michel (Delmar, N. Y.: Caravan Books, 1984). 70. İbn-i Teymiyye’nin kendisinin rağbet gören, belirli Kuran dışı abartmalara karşı konuştuğu zaman, peygambere yeterince saygı duymadığı için ağır bir şekilde cezalandırıldı.

34. Bakınız Schimmel, 239, 256.

35. Sünni İslam’da hadis ile ilgili doğru kabul edilen altı tane koleksiyon mevcuttur, bunlardan en çok saygı gören iki tanesi El-Buhari’nin Sahih’i ve El-Müslim’in Sahih’idir. Hadis edebiyatı ile ilgili kısa ve özlü bir tartışma için Encyclopedia Britannica’ya bakınız, 10-12.

36. Ajijola, 217.

37. Bakınız, Katereega ve Shenk, 31.

38. Bakınız Schimmel, 31.

39. Aynı kitapta, 44.

40. Aynı kitapta, 55

41. Bakınız Jeffery, xiii. Aynı zamanda bakınız Goldziher, “Yasa’nın Geliştirilmesi”; Introduction to Islamic Theology and Law.

42. Orta Doğu’nun son durumu için Schimmel’in analizi şudur: “İslam geleneğinin şimdi yüz yüze kaldığı tehlikenin farkına varılması, hiç kuşkusuz aşırı tutucu Müslümanlığın ani bir şekilde büyümesine katkıda bulunmuştur; bu ani büyüme hazırlıksız Batı dünyası için tam bir sürpriz olmuştur” (55)

43. Aynı kitapta, 24.

44. Muhammed Abül Kazım, Salvation of the Soul and Islamic Devotions (London: Kegan Paul International 1983), 32.

45. Abdalati, 8

46. Bakınız, Schimmel, 62.

47. Joseph Gudel, To Every Muslim An Answer (Thesis, Simon Greenleaf School of Law, 1982). 72.

48. C. G. Plander, The Mizanu’l Haqq (Balance of Truth – Gerçeğin Dengesi) (Villach, Austria: Light of Life, 1986). 225-26.

49. Bakınız Schimmel, 88, 96.

50. Aynı kitapta, 92-93.

51. Bakınız Gudel, 73.

52. Abdül-Hak, 128-29.

53. Bakınız Daşti, 62-63.

54. Nazir-Ali, 133.

55. Schimmel, 111-12. Doksan dokuz adın listesi için Schimmel’in ekine bakınız., 257-59.

56. Nazir-Ali, 130-31.

57. Bakınız Schimmel, 142.