November 2013

Levililer 25

Zeki okuyucu, bu bölüm ve bundan önceki bölüm arasındaki güçlü ahlak bağlantısının hemen farkına varacaktır. Levililer 24. Bölümde İsrail evinin Kenan diyarı için korunduğunu öğreniriz. 25. Bölümde ise Kenan diyarının İsrail evi için korunduğunu öğreniriz. Her ikisini birlikte ele aldığımız zaman, yeryüzünün ya da cehennemin hiç bir gücünün buna engel olamayacağına dair gerçek ile ilgili ayete sahibiz. “Tüm İsrail kurtulacak ve ülke sonsuza kadar satılmayacak.” Bu ifadelerin ilkinde çatışan yorumlar okyanusunun ortasında bir kaya gibi duran bir ilke dikkatimizi çeker; oysa sonuncu ifade sünnetsiz kişilerden oluşan pek çok ulusun aldırmamak için boş yere uğraştığı bir gerçeği beyan eder.

Okuyucunun bölümümüzün başlangıcında yer alan garip ifadeyi gözünden kaçırmayacağından hiç kuşkum yok. “Rab Sina dağında Musa’ya şöyle dedi.” Levililer kitabının kapsamında bulunan iletişimlerin prensip olarak bakışı, “topluluğun buluşma çadırından” hasıl olan gerçek aracılığı ile karakterize edilir. Bunun nedenini söylemek kolaydır. Bu iletişimler hizmete, paydaşlığa ve kahinlerin tapınmasına ya da halkın ahlaki durumuna özel bir şekilde işaret ederler. Ve beklenebilecek sonucu verdikleri için “topluluğun buluşma çadırından” kahinlere özgü hizmete kadar her şekilde ait olan her şeyin merkezinde yer alırlar. Ama burada yine de, iletişimin oldukça farklı bir noktadan yapıldığını görüyoruz. “Rab Musa’ya Sina Dağında konuştu!” Şimdi biz, Kutsal Yazılardaki her ifadenin kendisine özgü bir anlamı olduğunu biliyoruz. Ve biz, bize “topluluğun buluşma çadırından” ulaşan farklı bir iletişim çizgisi aracılığı ile aklanmayı bekliyoruz; Sina dağından yapılan bir iletişimin çizgisi bundan farklı olacaktır. Ve farklıdır. Şimdi varmış olduğumuz bu bölümde Yehova’nın tüm yeryüzünün Rabbi olarak bulunduğu talepler belirtilir. Konu, kahinlere özgü bir evin tapınması ya da paydaşlığı değildir ya da ulusun içsel düzeni ile ilgili değildir. Yöneten Tanrının talepleri söz konusudur, O’nun, altında kiracılar olarak duran bir halka yeryüzünün belirli bir payını verme hakkı vardır. Tek bir sözcük ile ifade edecek olur isek, Yehova buluşma çadırındaki – tapınma yeri – Yehova değildir; ama “Sina Dağındaki” Yehova’dır – yönetme yeri.

“Rab Sina Dağında Musa’ya şöyle dedi: ‘İsrail  halkına de ki, size vereceğim ülkeye girdiğiniz zaman, ülke Rab için Şabat’ı kutlamalı. Altı yıl tarlanı ekeceksin, bağını budayacaksın, ürününü toplayacaksın. Ama yedinci yıl toprak dinlenecek. O yıl Şabat yılı olacak. Rabbe adanacak. Tarlanı ekmemeli ve bağını budamamalısın. Hasadının ardından süreni biçmeyecek, budanmamış asmanın üzümlerini toplamayacaksın. O yıl ülke için dinlenme yılı olacak. Şabat yılında ülke ne ürün verir ise, sizin için, köleleriniz, cariyeleriniz, yanınızda çalışan ücretliler ve aranızda yaşayan yabancılar için yiyecek olacak. Ülkede yetişen ürünler kendi hayvanlarınızı da yabanıl hayvanları da doyuracak.” (ayetler 1-7)

O zaman burada Rabbin ülkesinin özel bir karakteristiğine sahibiz. O, Şabat yılından zevk alınmasını istiyor idi ve o yıl içinde Kendisinin altında kiracılar olarak tuttuğu kişileri bereketleyeceği zengin sağlayışın kanıtına dikkat çekiyor idi. Mutlu ve yüce bir ayrıcalık tanınmış olan kiracılık! Yehova’nın bulunduğu yerin hemen altında olmak ne kadar büyük bir onur! Kira yok! Vergi yok! Hiç bir yük yok! O zaman bu durumda şu sözler rahatlık ile söylenebilir: “Böyle bir durumda olan insanlar mutludur; evet, Tanrısı YEhova olan halk mutludur!” Biz biliyoruz, ama heyhat! İsrail Yehova’nın kendisine bir armağan olarak sunduğu o zengin ülkeye sahip olma konusundaki hakkını almakta başarısız oldu. Tanrı İsrail’e her şeyi vermiş idi. Ve ona her şeyi sonsuza kadar vermiş idi. Onlar yalnızca bir kısmını aldılar ve bunu bir dönem için aldılar. Armağan hala oradadır. Mülk kiracılar hali hazırda dışarı atılmış olmalarına rağmen oradadır. “Ülke sonsuza kadar satılmayacak, çünkü ülke benimdir; çünkü sizler benim için yabancılar ve konuklarsınız.” Ama Kenan diyarı özel olarak Yehova’ya aittir ve O’nun Kenan diyarını İsrail’in oymakları aracılığı ile tutması bu durumda ne anlama gelir? Evet, yeryüzü Rabbe aittir, ama buradaki konu bundan tamamen farklı bir şeydir. Tanrının insan tarafından kavranamayacak amaçları için Tanrı Kenan diyarına özel olarak sahip olmaktan ve o ülkeyi tüm diğer ülkelerden farklı kılmak için o ülkeyi özel bir davranış çizgisine boyun eğdirerek ve onu yargılar, düzenler, dönemsel ayrıcalıklar ile fraklı kılmaktan hoşnut olduğu aşikardır; yüreğin anlayışını aydınlatan ve yüreği etkileyen bu anlayıştır. Bir ülkenin bir yıl boyunca kesintisiz huzurdan zevk aldığı ve zenginliğin bolluğunun tadını çıkarttığı bir başka ülkenin yeryüzünde var olduğuna dair nerede bir bilgi okuyabiliriz? Rasyonel düşünce şu soruyu sorabilir: “Tüm bunlar nasıl gerçek olabilir?” Kuşkucu kişi bunların var olduğundan kuşku duyabilir ama iman, Yehova’nın dudaklarından tatmin edici yanıtı alır: “Toprağımız ekmez ve ürünümüzü toplamaz isek, ‘yedinci yıl ne yiyeceğiz?’ diye sorarsanız, altıncı yıl size öyle bir bereket göndereceğim ki, toprak üç yıllık ürün verecek. Sekizinci yıl toprağınızı eker iken, dokuzuncu yıl ürün alıncaya kadar eski ürününüzü yiyeceksiniz.” (ayetler 20-22) Doğal olan şöyle diyebilir: “ekebilmemiz için ne yapmamız gerekir?” Tanrının yanıtı ise şudur: “Bereketimi emredeceğim.” Tanrının “bereketi” insanın “ekmesinden” çok daha iyidir. Tanrı, halkının Şabat yılında açlıktan ölmesine izin vermiyor idi. Halk Tanrının bereketinin ürünleri ile beslenecek idi. Aynı zamanda O’nun dinlenme yılını kutlayacaklar idi – Tanrı halkı için ayrılmış olan o sonsuz Şabat’a işaret eden bir yıl.

“Yedi yılda bir kutlanan Şabat yıllarının yedi kez geçmesini bekleyin. Yedi kez geçecek. Şabat yıllarının toplamı kırk dokuz yıldır. Sonra yedinci ayın onuncu günü, yani günahları bağışlatma günü bütün ülkede yüksek ses ile boru çalınacak.” (ayetler8-9) Yahudi düzeni içinde bin yıllık istirahat döneminin gösterilişinde kullanılan çeşitli yöntemlere işaret etmek garip bir ilginçliğe sahiptir. Her yedinci gün bir Şabat günü idi ve her yedinci yıl bir Şabat yılı idi ve her yedi yıl içinde her yedi kez bir jübile yılı vardı. Bu tipik kutlamaların her biri ve hepsi tüm çaba ve üzüntülerin durması gereken bir zamanın kutlu konusu olan “iman görüşü” ile yapılırlar. Açlığın kemirdiği mideleri tatmin etmek için artık “alın terine” gerek kalmadığı zaman, bin yıllık bir yeryüzü dönemi tanrısal lütfun verimli sağanakları aracılığı ile zenginleştirildiği ve doğruluk Güneşi’nin parlak ışınları aracılığı ile verimli kılındığı zaman, bolluğunu Tanrı halkının deposuna ve üzüm cenderesinin içine dökmesinin zamanıdır. Mutlu zaman! Mutlu halk! Bu şeylerin hayal gücünün renkli kalem ile yapılmış çizgileri ya da düş uçuşları olmadıklarından emin olmak ne güzel bir berekettir! Ama tanrısal açıklamanın özsel gerçekliklerinden iman aracılığı ile keyif alınır. İman, “umut edilenlere güvenmek ve görünmeyen şeylerin varlığından emin olmaktır.”

Tüm Yahudi toplantılarının içinde, jübile yılı (özgürlük yılı) canı en çok harekete geçiren ve esir eden kutlama gibi görünür. Jübile yılı büyük kefaret günü ile yakından bağlantılıdır. Kenan diyarının tepelerinden ve vadilerinden işitilen jübile borusunun özgür kılan sesi kurbanın kanının döküldüğü zaman duyulur. Bu özlenen boru sesi, ulusu bulunduğu ahlaki varlığın tam merkezinden uyandırmak için tasarlandı; canın en derin derinliklerini karıştırmak ve ülkenin uzunluğu ve genişliği aracılığı ile tanrısal ve sınırsız sevincin ışıl ışıl parlayan ırmağını göndermek için tasarlanmış idi. “Kefaret gününde boru sesini tüm ülkenizde işittireceksiniz. Bu “sevinç veren sesin” ülkenin her yerinde duyulması gerekiyor idi. Jübilenin (özgürlük yılının) görünümü jübilenin temeli üzerine bina edilmiş olan kefaretin görünümü kadar geniş idi.

“Ellinci yılı kutsal sayacak ve tüm ülke halkı için özgürlük ilan edeceksiniz. O yıl sizin için özgürlük yılı olacak. O yıl ekmeyecek, ürünün ardından süreni biçmeyecek ve budanmamış asmanın ürünlerini toplamayacaksınız. Çünkü o yıl özgürlük yılıdır. Sizin için kutsaldır. Yalnız tarlalarda kendiliğinden yetişeni yiyebilirsiniz. Özgürlük yılında herkes kendi toprağına dönecek.” (ayetler 10-13) Halkın tüm durumlarına bu en soylu yılın kutsal ve tazeleyici etkisini hissetmek için izin verilmiş idi. Sürgünler dönmüş idi, esirler özgür kılınmış idi; borçluların borçları silinmiş idi; her aile uzun zamandır özlediği üyelerine tekrar kavuşmak için kucağını açmıştı ve her miras sürgünden dönen sahibine geri verilmiş idi. Boru sesi, esir olanın kurtulması için canı harekete geçiren hoş bir sinyal idi; esir olan esaretinin zincirlerini kırıp bir tarafa atabilir idi; adam öldüren kişi evine dönebilir idi ve mahvolmuş ve yoksulluk ile vurulmuş olanlar ceza olarak kaybetmiş oldukları miraslarına ait mülkü alabilirler idi. Borunun davetkar sesi kulaklar tarafından işitilir işitilmez bereketin güçlü akışı görkemli bir şekilde yükselir ve tazeleyici dalgalarını ve titreşimlerini Yehova’nın bol bereketlediği ülkelerin en uzak köşelerine gönderirdi.

“Bir komşuna tarla satar ya da ondan tarla alır isen, birbirinize haksızlık etmeyeceksiniz. Eğer sen ondan satın alıyor isen özgürlük yıllarının sayısına göre ödeyeceksin, o da sana ürün yıllarının sayısına göre satacak. Yılların sayısı çok ise fiyatını artıracak, az ise indireceksin. Çünkü sana yıllık ürünlerini satıyor. Birbirinize haksızlık yapmayacak, Tanrınızdan korkacaksınız. Tanrınız Rab benim.” (ayetler 14-17) Özgürlük yılı hem alana hem de satana ülkenin Yehova’ya ait olduğunu hatırlatacak idi. Ve özgürlük yılında satılmaması gerekiyor idi. “Ürünler” satılabilirler idi, ama hepsi bu kadar – Yehova ülkesinden hiç kimse için asla vazgeçemez idi. Bu noktanın zihinde kavranması çok büyük önem taşır. Çünkü gerçek ile ilgili çok yoğun bir çizginin açıklığa kavuşmasını sağlar. Eğer Kenan ülkesi satılmayacak ise, eğer Yehova bu ülkenin sonsuza kadar Kendisine ait olduğunu beyan ediyor ise, o zaman O bu ülkeyi kimin için istemektedir? O’nun altında kiracı olacak olan kimdir? Tanrının kendilerine sonsuza kadar sürecek bir antlaşma ile verdiği kişiler, öyle ki, bu kişiler ay gökyüzünde durduğu sürece ona sahip olabilsinler – hatta tüm kuşaklar boyunca.

Tüm yeryüzü üzerinde tanrısal değer açısından Kenan diyarı gibi bir yer yoktur. Yehova orada Tahtını ve Buluşma Çadırını kurdu. O’nun kahinleri sürekli orada O’nun huzurunda hizmet etmek için ayakta durdular. O’nun peygamberlerinin sesi orada hali hazırdaki mahvoluşa ve gelecekteki restorasyona ve yüceliğe tanıklık ederler iken işitildi. Vaftiz orada başladı, devam etti ve Mesih’in yolunu hazırlamak için yaptığı kariyeri orada sona erdirdi. Kutlu Olan orada bir kadından dünyaya geldi. Mesih orada vaftiz oldu; orada vaaz etti ve öğretti; O orada çalıştı ve orada öldü; O oradan zafer ile Tanrının göklerdeki tahtının sağına yükseldi; Kutsal Ruh Tanrı Pentikost günündeorada aşağı indi; Müjde tanıklığının dolup taşan seli yeryüzünün dört bir bucağına oradan çıkıp akmaya başladı; kısa bir süre sonra Yücelik Rabbi oraya inecek ve Ayakları ile Zeytinlik Dağının üstünde duracak; O’nun tahtı orada yeniden bina edilecek ve O’na tapınma orada restore edilecek. Tek bir sözcük ile açıklayacak olur isek, O’nun gözleri ve yüreği sürekli oradadır; o diyarın toprağı O’nun gözünde değerlidir; orası O bu yeryüzüne dokunur iken O’nun tüm düşüncelerinin ve işlerinin merkezidir ve O’nun amacı, o ülkeyi sonsuz bir üstünlüğe ve pek çok kuşağın sevinci haline dönüştürmektir.

O zaman, tekrar ediyorum, işte o zaman Kenan diyarı ile ilgili gerçeğin bu ilginç çizgisi yoğun bir önem kazanacak. Yehova o ülke hakkında şöyle dedi: “BENİMDİR!” O ülkeyi O’ndan kim alabilir? Mücadele ederek “hoş diyarı” gücü her şeye yeten Yehova’nın elinden alacak olan kral ya da imparator ya da insani veya şeytani güç nerededir? Kenan diyarının ülkeler arasında bir anlaşmazlık nedeni ve bir altın elma ( kavga tanrıçası tarafından tanrılara atılan ve Paris tarafından Venüs’e hediye edilen altın elma) olmuş olduğu doğrudur. Kenan diyarı her zaman zalim savaşların ve dökülen kanların merkezi olmuştur ve olmaya devam edecektir. Ama savaş gürültüleri ve ulusların çekişmesinden çok daha öte yerlerde bu sözcükler iman kulağına tanrısal bir netlik, doluluk ve güç ile girerler – “Ülke Benimdir!” Yehova bu ülkeden asla vazgeçemez ve ülke aracılığı ile sonsuza kadar mirası olan o “on iki oymaktan” da aynı şekilde vazgeçemez. Okuyucum bu konu hakkında düşünmelidir. Hem de çok derin bir şekilde düşünmelidir. Bu konu hakkındaki tüm düşüncelerin gevşekliğine ve boş yorumlara karşı kendisini koruması gerekir. Tanrı, halkını bir kenara atıp terk etmediği gibi sonsuza kadar mülk edinmeleri için halkına vermeyi vaat ettiği o ülkeden de vazgeçmemiştir. Levililer 24. Bölümdeki “on iki ekmek” on iki oymağa tanıklık ederler. Ve Levililer 25. Bölümdeki “jübile” yani özgürlük yılı, Tanrının halkına sonsuz bir mülk olarak verdiği Kenan diyarına tanıklık eder. İsrail’in “on iki oymağının anısı” Tanrının her zaman huzurundadır. Ve özgürlük yılı borusunun Filistin dağları üzerinde zamanın o anı hızla yaklaşmaktadır. Sonra, esirler, gerçek yaşamda kendilerini çağlar boyunca bağlamış olan o iğrenç zincirleri kırıp atacaklardır. Daha sonra ise uzun yıllar sürgünde kalmış olan kişiler o mutlu yuvaya geri döneceklerdir. İşte o zaman her borç iptal edilecek, her yük kaldırılacak ve her gözyaşı silinecektir. “Çünkü RAB diyor ki, ‘Bakın esenliği bir ırmak gibi, ulusların servetini taşkın bir ırmak gibi ona akıtacağım. Ondan beslenecek, kucakta taşınacak, dizleri üzerinde sallanacaksınız. Çocuğunu avutan bir anne gibi avutacağım sizi, Yeruşalim’de avuntu bulacaksınız. Bunları gördüğünüz zaman yüreğiniz sevinecek, bedenleriniz körpe ot gibi tazelenecek. Herkes bilecek ki Rabbin koruyucu eli kullarının, gazabı ise düşmanlarının üzerindedir.’ Bakın Rab ateş ile geliyor, savaş arabaları kasırga gibi. Şiddetli öfkesini ve azarını alev alev dökmek üzere. Çünkü O tüm insanlığı ateş ve kılıç ile yargılayacak. Pek çok kişiyi öldürecek. Bahçelere girmek için kendilerini arıtıp kutsayanlar, domuz, fare ve öteki iğrenç hayvanların etini yiyenlerin ortasında duranı izleyenler hep birlikte yok olacaklar’ diyor RAB. ‘Çünkü Ben onların eylemlerini de düşüncelerini de bilirim. Bütün ulusları ve dilleri bir araya toplayacağım o an geliyor; gelip yüceliğimi görecekler. Aralarına bir belirti koyacağım. Onlardan kaçıp kurtulanları uluslara, Tarşiş’e, Pul’a, Lud’a – yay gerenlere – Tuval’a, Yavan’a ve ünümü duymamış, yüceliğimi görmemiş uzak kıyı halklarına göndereceğim. Uluslar arasında yüceliğimi ilan edecekler. İsrailoğulları tahıl sunularını pak kaplar içinde Rabbin tapınağına nasıl getiriyor ise onlar da tüm kardeşlerinizi uluslardan atlar ile savaş arabaları ile at arabaları ile katırlar ile ve develer ile kutsal dağıma Yeruşalim’e Rabbe sunu olarak getirecekler’ böyle diyor RAB. Çünkü yaratacağım yeni yer ve gök önümde nasıl duracak ise, soyunuz ve adınız da öyle duracak’ diyor Rab. ‘Yeni Ay’dan Yeni Ay’a, Şabat gününden Şabat gününe tüm insanlar önüme gelip Bana tapınacaklar’ diyor RAB. “ (Yeşaya 66:12-23)

Ve şimdi, bir an için özgürlük yılının pratik etkisine bakalım – özgürlük yılının insan ve insan arasındaki karşılıklı ilişkileri üzerindeki etkisi. “Bir komşuna tarla satar ya da ondan tarla satın alır isen, birbirinize haksızlık yapmayacaksınız. Eğer sen ondan alıyor isen, özgürlük yılından sonraki yılların sayısına göre ödeyeceksin, o da sana ürün yıllarının sayısına göre satacak.” Fiyatların seviyesinin özgürlük yılları tarafından düzenlenmesi gerekiyor idi. Eğer o görkemli olay yaşanıyor ise, fiyat düşük idi. Eğer özgürlük yılı uzakta ise, fiyat yüksek olacak idi. Ülke hakkındaki tüm insani anlaşmalar, özgürlük borusunun sesi duyulduğu anda bozulur idi. Çünkü ülke Yehova’ya ait idi ve özgürlük yılı her şeyi eski normal durumuna geri getirir idi.

Bu konu bize çok hoş bir ders öğretir. Eğer yüreklerimiz Rabbin dönüşünün kalıcı umudu ile seviniyorlar ise, tüm yersel değerler aracılığı ile ışığa yön vereceğiz. Eğer Oğul’un göklerden gelmesini bekleyen bir tutum içinde isek, o zaman bu hali hazırdaki dünyaya yapışmamız ahlaki açıdan imkansız olur. “Uysallığınız bütün insanlarca bilinsin. Rabbin gelişi yakındır.” (Filipeliler 4:5)  Bir lişi, söylenildiği şekli ile “bin yıllık dönem öğretişine” ya da “Mesih’in ikinci gelişi” öğretişine sarılabilir ve dünyadan geçen bir kişi olabilir, ama biri Mesih’in görünmesi ile ilgili alışkanlık haline gelen bir beklenti içinde yaşıyor ise, Mesih geldiği zaman yargılanacak ve bozulacak olandan ayrı tutulması gerekir. Konu, aslında oldukça doğru olan insan yaşamının kısalığı ve belirsizliği ile ilgili değildir. Ya da bununla yanı derecede eşit olan zamanın değerlerinin geçici ve tatmin etmekten uzak karakteri ile ilgisi yoktur. Konu, bu her ikisinin gücünün ve etkisinin çok daha ötesindedir. Konu, “Rabbin gelişinin yakın olmasıdır!” Yüreklerimizin ve davranışlarımızın bu en değerli ve en kutsal kılan gerçek aracılığı ile etkilenmesini diliyorum.

Levililer 26

Bu bölüm dikkat ya da açıklama konusunda biraz daha talepkardır. Bir yandan itaatin bereketlerinin en ciddi ve en etkili kayıtlarını içerir ve öte yandan itaatsizliğin korkunç sonuçlarına yer verir. Eğer İsrail itaat ederek yürüse idi, o zaman yenilmez olacaklar idi. “Ülkenize barış sağlayacağım. Korku içinde yatmayacaksınız. Tehlikeli hayvanları ülkenizden kovacağım. Savaş yüzü görmeyeceksiniz. Düşmanlarınızı kovalayacaksınız. Kılıç darbeleri ile önünüzde yere serilecekler. Beşiniz yüz kişinin, yüzünüz on bin kişinin hakkından gelecek. Düşmanlarınız kılıç darbeleri ile önünüzde yere serilecekler. Size iyilikle bakacağım. Sizi verimli kılıp çoğaltacağım. Sizinle yaptığım antlaşmayı sürdüreceğim. Eski ürününüz yemekle tükenmeyecek. Yeni ürüne yer bulmak için eskisini boşaltmak zorunda kalacaksınız. Konutumu aranızda kuracak, size sırt çevirmeyeceğim. Aranızda yaşayacak ve Tanrınız olacağım. Siz de benim halkım olacaksınız. Ben de sizi Mısır’da köle olmaktan kurtaran Tanrınız Rabbim. Boyunduruğunuz kırdım. Sizi başı dik yaşattım.” (Levililer 26: 6-13)

Tanrının huzurunun onların her zaman kalkanı ve siperi olması gerekmiştir. Onlara karşı kalkan hiç bir silah başarılı olamayacaktır. Ama o zaman tanrısal huzurun tadına varanlar yalnızca itaatkar bir halk olacak idi. Yehova, Huzur’u aracılığı ile itaatsizliği ya da kötülüğü kutsal kılamaz idi. Çevrede yaşayan sünnetsiz uluslar kendi güçlerine ve askeri kaynaklarına bağlı olabilirler idi. İsrailin güvendiği tek şey ise Yehova’nın kolu idi ve o kol kutsal olmayana ya da itaatsiz olana doğru asla uzanamaz idi. İsrailin gücü, bir bağımlılık ve itaat ruhu içinde Tanrı ile yürümesinden kaynaklanıyor idi. Bu şekilde O’nunla yürüdükleri sürece çevrelerinde onları her tür düşman ve her kötülükten korumak için bir ateşten duvar mevcut idi.

Ama, heyhat! İsrail toptan başarısızlığa uğradı. Bu bölümün 14-33 ayetlerinde yer alan ciddi ve dehşete düşüren örnekler gözlerinin önünde olmasına rağmen, Rabbi terk ettiler ve başka tanrılara hizmet ettiler. Ve böylece kendi üzerlerine bu bölümde söz edilen tehditkar ve acı yargıları getirdiler. Bu yargıların ve tehditlerin yalnızca bir iki tanesini okumak bile kulakların yanıp acımasına ve sızlamasına neden olur. Şu anda bu yargıların ağır yükü altında acı çekmektedirler. Dağıtılmış ve derisi yüzülmüş harcanmış ve toplum dışı bırakılmış olarak Yehova’nın bükülmez gerçeğinin ve adaletinin anıtları haline gelmişlerdir. Yeryüzündeki tüm uluslara Tanrının ahlak yönetiminin konusu hakkında en etkileyici dersi yüksek ses ile okumaktadırlar. Bu uluslar için bu dersin üzerinde derinlemesine bir çalışma yapmaları çok yararlı olur. Evet, ve aynı şekilde bizim de bu ders üzerinde durmamız yüreklerimiz için yaralı olacaktır.

Söz’de net bir şekilde ayırt edilen iki şeyi – Tanrının yönetimi ve Tanrının lütfu – zihnimizde karıştırmaya eğilim gösteririz. Bu zihin karışıklığı nedeni ile ortaya çıkan sonuçlar çeşitlidir. Yönetimin saygınlığı ve ciddiyetinin ve lütfun saflığı, doluluğu ve yüceliğinin zayıf düşüren bir duyguya yönlendireceği kesindir. Yönetimdeki Tanrının Kendisine sabır, tahammül ve merhamet ile davranmak için o egemen hakkını ayırdığı oldukça doğrudur. Ama O’nun yönetim tahtı ile bağlantılı olarak bu özelliklerini uygulaması saf ve mutlak lütfun koşulsuz eylemleri le asla karıştırılmamalıdır.

Önümüzdeki bölüm tanrısal yönetim ile ilgili bir kayıttır. Ve yine de bizler bu bölümde şu tür cümleler buluruz: “Ama eğer işledikleri suçları, atalarının suçlarını, bana karşı geldiklerini ve ihanet ettiklerini itiraf eder -  ve bu yüzden onlara karşı çıkıp kendilerini düşman ülkelerine sürmüş idim – inadı bırakıp alçakgönüllü olur ve suçlarının bedelini öderler ise ben de Yakup ile, İshak ile ve İbrahim ile yaptığım antlaşmayı ve onlara söz verdiğim ülkeyi anımsayacağım. Ülke önce ıssız bırakılacak ve ıssız kaldığı sürece Şabatlar’ın tadına varacak. Onlar da işledikleri suçların bedelini ödeyecekler, çünkü ilkelerimi reddettiler ve kurallarımdan nefret ettiler. Bütün bunlara karşın, onlar düşman ülkelerinde iken yine de onları reddetmeyecek ve onlardan nefret etmeyeceğim. Böylece hepsini reddetmeyecek ve kendileri ile yaptığım antlaşmayı bozmayacağım. Çünkü ben onların Tanrısı Rabbim. Tanrıları olmak için öteki ulusların önünde Mısır’dan çıkardığım ataları ile yaptığım antlaşmayı onlar için anımsayacağım. Rab Ben’im!” (Levililer 26: 40-45)

Burada yöneten Tanrının kırılmış ve pişman bir ruhun ilk ve baygın soluklarını uzun zamandır devam eden merhameti ile bağışladığını görüyoruz. Hakimler ve Krallar kitaplarının tarihi tanrısal yönetimin bu bereketli davranışının uygulaması ile ilgili pek çok olayı takdim eder. Yehova’nın canı defalarca İsrail için üzüntü çeker (Yargıçlar 10:16) ve onlara, sonunda hiçbir umut kalmayıncaya kadar bir biri ardına kurtarıcılar gönderdi ve muhafaza etmek konusunda tamamen başarısız oldukları o ülkeden çıkartılmalarını talep eden adil isteklerini bildirdi.

Tüm bunlar yönetimdir. Ama İsrail yavaş yavaş bozulmaz ve değişmez lütfun temelinde Kenan ülkesini mülk edinmeye getirilecektir. Lütuf, çarmıhta akıtılan kan aracılığı ile doğruluğu sağlar. Kurtuluş, yasanın işleri aracılığı ile değil, yine aynı şekilde belirli bir düzenin kuruluşları aracılığı ile değil, “Rabbimiz İsa Mesih’in Doğruluğu” aracılığı ile egemen olan o lütuf aracılığı ile sağlanır. Bundan dolayı artık bir daha hiç bir şekilde mülklerinden yoksun kalmayacaklardır. Hiç bir düşman onlara asla karşı duramayacaktır. Yehova’nın iyiliğinin kalkanının arkasında hiç bozulmayacak olan bir huzurun tadını çıkartacaklardır. Ülke ile ilgili ayrıcalıkları tanrısal lütfun sonsuz sabitliğine ve sonsuz antlaşmanın kanının etkinliğine uyum sağlayacaktır. “Onlar Rab’de sonsuz bir kurtuluş ile kurtulacaklardır.”

Tanrını Ruhunun bizi tanrısal gerçeğin daha geniş kavrayışlarına yönlendirmesini ve bizi değişen değerleri denemek için daha büyük bir kapasite ve gerçeğin sözünü adil bir şekilde bölmek için bahşederek donatmasını diliyorum.

Levililer 27

Kitabımızın bu son bölümü kişinin kendisini ve mülkünü Rabbe adayarak yerine getirdiği gönüllü eylem olan “dilek adağı” konusu ile ilgilenir. “Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘Eğer bir kişi Rabbe birini adamış ise senin biçeceğin değeri ödeyerek adağını yerine getirebilir. Ve bu değer kutsal yerin şekeline uygun olarak tespit edilecektir.”

Şimdi, kendisini ya da hayvanını, evini ya da tarlasını Rabbe adayan bir kişinin durumunda meselenin bir kapasite ya da değer meselesi olduğu aşikar idi. Ve bu yüzden o çağın koşullarına göre belirli bir değer ölçüsü mevcut idi. Musa, Tanrının taleplerinin temsilcisi olarak her durumda kutsal yerin ölçüsü ile uyumlu olarak değerlendirme yapmaya çağrılmış idi. Eğer bir kişi bir dilek adağında bulunacak ise, doğruluk ölçüsüne göre değerlendirilmesi gerekiyordu. Ve ayrıca bunun da ötesinde bizlerden kapasite ve unvan arasındaki farkı ayırt etmemiz istenir. Mısır’dan Çıkış 30:15 ayetinde kefaret parası ile ilgili şu sözleri okuruz. “Canlarınızın bedeli olarak bu armağanı verdiğiniz zaman, zengin yarım şekelden fazla, yoksul yarım şekelden eksik vermeyecek.”  Kefaret konusunda her şey tek bir ortak düzey üstünde yer alır. Bunun her zaman böyle olması gerekir. Yüksek ve alçak, zengin ve yoksul, eğitimli ve cahil, genç ve yaşlı, herkes ortak bir ünvana sahiptir. “Hiç bir fark yoktur.” Hepsi de yanı şekilde Mesih’in kanının sınırsız değerliliğinin temeli üzerinde dururlar. Kapasite hakkında büyük bir farklılık mevcut olabilir – ama unvan hakkında bir farklılık yoktur. Bilgi, armağan ve verimlilik olarak büyük bir fark mevcut olabilir – ama unvan konusunda bir fark yoktur. Fidan ve ağaç, bebek ve baba, dün tövbe etmiş imanlı ve olgun imanlı, hepsi aynı temel üzerindedirler. “Zenginler daha çok vermemeli ve yoksullar da daha az vermemelidirler. Daha fazlası verilemez ve daha azı alınamaz. “Mesih’in kanı aracılığı ile en kutsal yere girmeye cesaretimiz vardır.” Bizim en kutsal yere girmek için sahip olduğumuz unvan budur. Girdiğimiz zaman tapınma kapasitemiz, ruhsal enerjimize bağlı olacaktır. Kapasitemiz, Kutsal Ruhtur. Benliğin bunun ile ve diğeri ile hiç bir ilgisi yoktur. Ne yüce bir merhamet! İsa’nın kanı aracılığı ile kutsal yere gireriz ve orada Kutsal Ruh aracılığı; Kutsal Ruh  ile bulduğumuzdan zevk alırız. İsa’nın kanı kapıyı açar ve Kutsal Ruh evin içinde bizi idare eder. İsa’nın kanı mücevher kutusunu açar ve Kutsal Ruh hazinenin içindeki değerli şeyleri açıklar. İsa’nın kanı sayesinde hazine bizim olur ve Kutsal Ruh bizi hazinenin ender ve pahalı kıymetli taşlarının değerini takdir etmemizi sağlar.

Ama Levililer 27. Bölümde konu tamamen bir güç, bir kapasite ya da bir değer konusudur. Musa, aşağı inmesi mümkün olamayan belirli bir standarda sahip idi. Musa doğru yoldan sapmasını imkansız kılan kesin bir kurala sahip idi. Eğer biri bu noktaya yükselebilir ise iyi idi, ama eğer yükselemez ise, o zaman buna göre Musa’nın o kişinin yerini alması gerekiyor idi.

O zaman tanrısal doğruluğun temsilcisi tarafından ortaya konan iddiaların yüksekliğini yukarı kaldırmak için muktedir olmayan kişi ile ilgili olarak yapılması gereken ne idi? Bu noktayı açıklayan yanıta kulak verelim: “Ancak adakta bulunan kişi belirtilen parayı ödeyemeyecek kadar yoksul ise, adadığı kişiyi kahine götürecek ve kahin adakta bulunan kişinin ödeme gücüne göre ona değer biçecektir.” (ayet 8) Başka bir deyiş ile, eğer konu kişinin doğruluğun taleplerini karşılaması ise, o zaman bunları karşılaması gerekir. Ama eğer, öte yandan eğer bir kişi bu talepleri karşılamak için kendisini tamamen güçsüz hisseder ise, yapması gereken şey olduğu gibi kendisini kabul etmek ve onu yukarı kaldıracak olan lütfa geri dönmesi yeterli olacaktır. Musa tanrısal doğruluğun taleplerinin temsilcisidir. Kahin tanrısal lütfun sağlayışlarının temsil edenidir. Musa’nın önünde durmaya muktedir olmayan yoksul adam kahinin kollarına sırt üstü düşer. Bu her zaman böyledir. Eğer “kazanamıyor” isek, “dilenebiliriz” ve doğrudan bir dilencinin yerini alırız. Artık konu bizim ne kazanabileceğimiz değil, ama Tanrının neyi vermekten hoşnut olduğudur. “Lütuf, sonsuza kadar sürecek günler boyunca tüm işi taçlandırandır.” Lütfa borçlu olan kişiler olduğumuz için ne kadar mutluyuz! Tanrı vermesi ile yüceltildiği zaman O’nun verdiğini almak ne büyük bir mutluluktur. Konu insan olduğu zaman, kazmak kesinlikle dilenmekten daha iyidir, ama konu Tanrı olduğu zaman, durum tamamen aksidir.

Yalnızca eklemek istediğim bir şey var, o da şu: bu bölümün tümünün özel bir şekilde İsrail ulusunu ilgilendirdiğini düşünüyorum. Bu bölüm son iki bölüm ile yoğun bir bağlantı içindedir. İsrail, İsrail Horev dağının eteklerinde tek bir “adak dileğinde” bulundu. Ama bu, yasanın taleplerini karşılamak için oldukça yetersiz idi- İsrail, “Musa’nın biçtiği değerin çok altında bir yoksulluk içinde” idi. Ama Tanrıya şükürler olsun ki, onlar da tanrısal lütfun zengin sağlayışlarının altında içeri girecekler. “Kazmak” konusundaki kesin yetersizliklerini öğrendikten sonra “dilenmekten utanmayacaklar” ve bu nedenle “sonsuzluktan sonsuzluğa kadar” altın bir halka şeklinde uzanan Yehova’nın egemen merhametine bağımlı olmanın derin bereketini tecrübe edecekler. Eğer yoksulluğumuz konusundaki bilgi bize tanrısal lütfun tükenmez zenginliklerini açıklama hizmeti veriyor ise, yoksul olmak iyidir. Bu lütuf hiç kimsenin eli boş giderek acı çekmesine izin vermez; hiç kimseye gereğinden fazla yoksul olduğunu asla söyleyemez. Bu lütuf en derin insan ihtiyacını karşılayabilir ve yalnız bu kadarı ile de kalmaz, ihtiyacı karşılaması ile yüceltilmiş olur. Her durumda iyilik için işler. Bireysel her günahkar için geçerlidir ve Yasa Veren tarafından değerlendirilen İsrail için de geçerlidir; onun verdiği değerden daha yoksul olduğunu kanıtlar. Lütuf her şey için en büyük ve en değerli tek kaynaktır. Kurtuluşumuzun temelidir; uygulamalı tanrısayarlık yaşamının temelidir ve bizi denemeler ve günah ile vurulmuş dünyanın çatışmalarının ortasında canlandıran o mahvolması imkansız umutların temelidir. Lütfu daha derinden anlamamız ve yücelik için daha hevesli bir arzu duymamızı diliyorum!

Burada artık bu çok derin anlamlı ve değerli kitabın üzerinde yaptığımız incelemelere ve düşünmeye son veriyoruz. Eğer bu sayfalar kilise tarafından her çağda fazlası ile ihmal edilen vahyin bir kısmı için bir ilgi uyandırmak üzere Tanrı tarafından kullanılması gerekse idi, o zaman boşu boşuna yazılmış olmazlar idi.

C.H.M.

Pages