November 2013

LEVİLİLER 12

Bu kısa bölüm bize kendine özgü tarzı ile “insanın mahvoluşu ve Tanrının kurtarışı” ile ilgili çifte bir ders verir. Her ne kadar bu kısa bölümün tarzı garip olsa da verdiği ders çok farklı ve etkileyicidir. Bölüm okunmaya başlar başlamaz, okuyucuyu derin bir alçakgönüllülük ve tanrısal huzur sarar. Ayetler kişinin kendi canına doğrudan Kutsal Ruh aracılığı ile uygulandığı zaman, etkisi bizi benliğimizden uzaklaştırıp Mesih’e yönlendirmek olur. Düşmüş doğamızı nerede görür isek görelim, tarihin hangi döneminde yaşamış olur isek olalım, doğduğumuzda ya da kariyerimizin herhangi bir noktasında, ana rahminden mezara kadar düşmüş doğamız zayıflığın ve kirliliğin çifte damgasını taşır. Bu durum bazen insan yaşamının parlaklık ve ihtişamı, zenginliği ve görkemi içinde kaybolup gider. İnsan zihni alçakgönüllülüğü kapatmak için pek çok hile bulma konusunda verimlidir. İnsan zihni çeşitli yollar aracılığı ile süs ve yaldız peşinde koşar ve güç ve yücelik görünümüne bürünür, ama tüm bunların hepsi boştur. İnsanın kendisini bu dünyaya geldiği şekilde, yani, zayıf ve çaresiz bir yaratık olarak ya da bu dünyadan ayrılır iken olduğu gibi görmesi gerekir öyle ki, vadinin çamurundaki yerini alabilsin, kibrinin tamamının boş olduğuna ilişkin ikna edici kanıtına ve tüm yüceliğinin boşluğuna ikna olabilsin. Bu dünyadan geçen yolu dünyanın yücelik olarak adlandırdığı şey ile aydınlatılmış olanlar, çıplaklık ve çaresizlik içindedirler ve hastalık ve ölüm arasında sıkışıp kalmış kişilerdir.

Hepsi bu kadar değildir. İnsana ait olan yalnızca çaresizlik değildir – insanı karakterize eden çaresizlik onun bu yaşama girdiği zamandır. Bu zamanda da aynı şekilde kirlilik mevcuttur. Mezmur yazarı, “Nitekim suç içinde doğdum ben. Günah içinde annem bana hamile kaldı” (Mezmur 51:5) der. “İnsan Tanrının önünde nasıl temiz olabilir? Kadından doğan biri nasıl temiz olabilir?” (Eyüp 25:4) Önümüzde bulunan bölümde bize öğretilen şudur: “bir kadın hamile kalıp erkek çocuk doğurur ise, adet gördüğü günlerde olduğu gibi yedi gün kirli sayılacaktır. Çocuk sekizinci gün sünnet edilmeli. Kadın kanamasından paklanmak için otuz üç gün bekleyecek, ama kız çocuk doğurduğu takdirde, adet gördüğü günler gibi iki hafta kirli sayılacaktır. Ve kanamasından paklanmak için altmış altı gün bekleyecektir.” Bu durumda görülüyor ki, bir kız çocuk doğuran bir kadın erkek çocuk doğuran kadına göre paklanmış olmak için iki kat fazla beklemek zorundadır. Bunun bir anlamı yok mudur? Burada bir alçakgönüllülük dersi verildiğini okumuyor muyuz? Bize burada yanlış anlaşılmaması gereken bir dil ile “insanın kirli” olduğu ve kendisini temizlemesi için kefaret kanına ihtiyaç duyduğu ilan edilmiyor mu? Gerçekten de öyledir. İnsan, kendi gücü ile tek başına doğruluk işleri üretebileceğini hayal edebilir. İnsan doğasının saygın olduğunu düşünerek bu doğa ile boş yere övünebilir. Yaşam sahnesinde hareket eder iken, gururlu ve övüngen davranabilir, ama bir an için şu anda önümüzde açık duran kitabımızın kısa bölümü üzerinde durup düşünecek olur ise, gururu, övüngenliği, saygınlığı ve doğruluğu bir anda yok olacaktır. Ve tüm bunlar yerine tüm gerçek saygınlığın sağlam temelini ve gerçek doğruluğun tanrısal temelini Rabbimiz İsa Mesih’in çarmıhında olduklarını bulabilecektir.

Bu çarmıhın gölgesi, bölümümüzde çifte bir şekilde önümüzden geçer; ilki, erkek çocuğun sünneti hakkındadır. Çocuk bu şekilde İsrailin Tanrısının bir üyesi haline gelir ve ikinci olarak annenin her kirli etkiden paklandığı yakmalık sunu ve günah sunusunda anne uygun hale gelir ve kutsal yere yaklaşabilir ve kutsal şeyler ile temas eder hale gelebilir. “Erkek ya da kız çocuk doğuran kadının temiz sayılabilmesi için geçmesi gereken günler dolunca, yakmalık bir sunu olarak bir yaşında bir kuzu, günah sunusu olarak bir güvercin ya da bir kumru getirip buluşma çadırının giriş bölümünde kahine verecektir. Kahin bunu Rabbin huzurunda sunacak ve kadını arıtacak. Böylece kadın kanamasından temizlenmiş sayılacak. Erke ya da kız çocuk doğuran kadın ile ilgili yasa budur.” (ayetler 6-7) Her iki büyük görünümü açısından Mesih’in ölümü, bize burada insanın doğal doğumu ile bağlantılı olan kirliliğin yetkin bir şekilde nasıl uzaklaştırılacağını sunmaktadır. Yakmalık sunu, günah sunusunun tanrısal değeri ile uyumlu olarak bize Mesih’in ölümünü sunar, öte yandan günahkarın ihtiyacının üstlenilmesi ile ilgili olarak yine Mesih’in ölümünü belirtir.

“Eğer kadının kuzu alacak gücü yok ise, biri yakmalık sunu öbürü günah sunusu olmak üzere iki kumru ya da iki güvercin yavrusu getirecek ve kahin kadını arıtacak ve kadın temiz sayılacaktır.” Kan dökülmesinden başka hiç bir şey temizlik sağlayamaz. Çarmıh insanın zayıflığı ve insanın kirliliği için tek çaredir. O görkemli iş iman aracılığı ile her nerede kabul edilir ise, zevk alınan mükemmel bir temizlik var olur. Şimdi, bu konunun kavranışı zayıf olabilir – iman kuşku ile dalgalanıyor olsa da – deneyim sığ olabilir – ama okuyucunun şunu hatırlaması gerekir; imanlının canının sevinci ve refahı için iman sağlamlığı ya da kavrayış gücüne ihtiyacı vardır ve tüm bunlar İsa’nın kanının tanrısal değeri ve değişmez etkinliğini temel alır. Yüreğe en büyük huzuru veren Mesih’in kanının değişmez etkinliğidir. Çarmıhtaki kurban topluluktaki konumu ne olur ise olsun, Tanrının İsrailinin her üyesi için aynı geçerliliğe sahiptir. Her zaman lütufkar davranan Tanrımızın ince düşünmesi şu gerçekte yine kendini gösterir: zenginlerin satın aldığı bir boğa ile yoksulların satın aldığı bir güvercin yavrusu Tanrı için aynı etkiye sahip idi. Kefaret eden işin tam değeri aynı şekilde elde edilir ve her bir üyede kendini gösterir idi. Eğer böyle olmamış olsa idi, alçakgönüllü İsrailli törensel bir kirliliğe katıldığı takdirde bazı zengin komşuların verimli otlaklarına bakınca şöyle haykırabilir idi: “Eyvah! Ne yapacağım? Nasıl temizleneceğim? Topluluktaki yerime ve ayrıcalıklarıma tekrar nasıl sahip olacağım? Ne koyun sürüm ne de sığır sürüm var. Yoksulum ve ihtiyaç içindeyim.” Ama Tanrıya şükürler olsun ki, bu durumdaki birinin ihtiyacı tamamen karşılanmıştır. Bir kumru ya da güvercin yavrusu tamamen yeterli idi. Aynı mükemmel ve harika lütuf cüzam hastasının durumunda da ortaya çıkar; Levililer 14: “Eğer kişi yoksul ise ve bunları alacak gücü yok ise, arınmak üzere sallamalık suç sunusu olarak bir erkek kuzu, tahıl sunusu olarak zeytinyağı ile yoğrulmuş onda bir efa ince un ve bir log zeytinyağı alacak. Sonra kişinin gücü oranında aldığı kumrulardan ya da güvercinlerden birini günah sunusu öbürünü yakmalık sunu olarak tahıl sunusu ile birlikte sunacak. Kahin böylece pak kılınan kişiyi Rabbin huzurunda arıtacak. Deri hastası olup da temiz kılınmaya parasal gücü yetmeyen kişiler için bu yasa geçerlidir.” (21, 30-32. Ayetler)

Lütuf, ihtiyaç içindeki kişiye olduğu yerde ve olduğu şekilde ulaşır. Kefaret eden kan, en alçak seviyede, en yoksul ve en zayıf olan kişinin erişeceği şekilde ona ulaştırılır. Lütfa ihtiyaç duyan herkes lütfa sahip olabilir. “Eğer kişi yoksul” ise, o zaman ne olacak? Dışarı mı atılacak? Ah, hayır; İsrailin Tanrısı yoksul ve ihtiyaç sahibi olan kişilere asla böyle davranamazdı. Şu lütufkar ifadede bu durumda olan herkes için sağlayış olduğu belirtilir: “İstediği kadar alabilir.” Ne yüce bir lütuf! “Müjde yoksullara duyurulur.” Hiç kimse “İsa’nın kanı ulaşamayacağım yerdedir” diyemez. Diyen birine ise şu soru ile meydan okunabilir:” İsa’nın kanı senin ne kadar yakınına getirilsin?” “doğruluğuma sahip olacak kadar yakınıma getirilsin.” Ne kadar “yakın?” Öylesine yakın ki, “çalışmayan, ama Tanrısızı aklayana iman eden kişi imanı sayesinde aklanmış sayılacak” kadar! (Romalılar 4:5) Başka bir ayet: “Tanrı Sözü sana ‘yakındır’” Ne kadar yakındır? Şu kadar yakındır: “İsa’nın Rab olduğunu ağzın ile açıkça söyler ve Tanrının O’nu ölümden dirilttiğine yürekten iman eder isen kurtulacaksın.” (Romalılar 10:9) Bu nedenle aynı zamanda şu çok dokunaklı ve çok güzel ayeti okuruz: “Ey, susamış olanlar, sulara gelin, parası olmayanlar gelin, şarabı ve sütü parasız, bedelsiz alın.” (Yeşaya 55:1)

“Çalışmayana” ve “Parası olmayana” ifadelerinde yer alan sözler nasıl da eşsiz bir lütuf ile parlarlar. Tanrının düşünceleri, insanın düşüncelerinden çok farklıdır. Kurtuluş, içimize çektiğimiz hava kadar bedavadır. Havayı biz mi yarattık? Havayı meydana getiren elementleri biz mi bir araya getirdik? Hayır, ama havanın tadını çıkartırız ve soluduğumuz havanın tadını çıkarttıkça havayı Yaratan sayesinde yaşamak ve hareket etmek için güç alırız. Aynı şey kurtuluş konusunda da söylenebilir. Havayı bir parça ya da bir efor olmadan içimize çekeriz. Bir başkasının zenginliğinden besleniriz ve bir başkasının tamamlamış olduğu iş sayesinde biz dinleniriz. Ve ayrıca bunun da ötesinde bu şekilde beslenmek ve dinlenmek ile zenginliğinden beslendiğimiz ve tamamladığı iş sayesinde dinlendiğimiz O’nun için çalışmaya muktedir oluruz. Bu durum, büyük bir Müjde paradoksudur; yasacılığa hiç bir şekilde uygulanamaz ama iman için son derece basit bir konudur. Tanrısal lütuf kendileri için sağlamaya “muktedir olamayan” kişiler için sağlayışta bulunmaktan zevk alır.

Ama Levililer kitabının bu on ikinci bölümü aracılığı ile değerine paha biçilemez bir başka ders daha alırız. Burada okuduğumuz yalnızca Tanrının yoksullara olan lütfu değil ama aynı zamanda Luka 2:24 ayetinde yer alan ifade ile karşılaştırdığımız zaman, Tanrının bu lütfu göstermek için alçalmış olduğu şaşırtıcı derinliği öğreniriz. Bedende görünen Tanrı olan, saf ve lekesiz Kuzu, Kutsal Olan, günah nedir Bilmeyen ve bir kadından doğan Rab İsa Mesih! Ve o kadın – harika gizem! – o kadının rahminden doğan ve o saf, mükemmel, kutsal ve lekesiz insan bedeninin, Musa’nın yasasına göre her zamanki törenleri uygulaması ve temizlenme günlerini yerine getirmesi gerekiyor idi. Ve yalnızca kadının kendisini temiz kılmak için gerekli olan tanrısal lütfu okumak ile kalmıyoruz, ama aynı zamanda bunun nasıl yerine getirildiğini de öğreniyoruz. “Ve Tanrının yasasında söylenen ile uyumlu olarak bir çift kumru ya da iki yavru güvercini kurban olarak sunmak!” Burada belirtilen basit koşuldan anlıyoruz ki, kutsanmış Rabbimiz İsa Mesih’in anne ve babası sayılan kişiler öylesine yoksuldular ki, yakmalık sunu için bir kuzuya bütçeleri yetmiyor idi ve lütufkar sağlayıştan yararlanmak zorunda idiler. Nasıl bir düşünce! Yücelik Rabbi, En Yüce olan Tanrı, göğün ve yerin Sahibi, var olan tüm hayvanların Yaratıcısı ve Sahibi ve evrenin tüm zenginliğini elinde Tutan, kendi ellerinin yarattığı dünyada göründü ve alçakgönüllü hayatın dar koşulları içinde yaşadı. Levililere özgü ekonomi yoksullar için sağlayışta bulunmuş idi ve İsa’nın annesi bundan yararlandı. Gerçekten de bu konuda insan yüreğinin alması gereken derin bir ders vardır. Rab İsa, bu dünyanın yüce ya da soylu kişileri ile bağlantılı bir görünüm içinde yaşamadı. Rab İsa en üstün şekilde yoksul biri idi. Yoksulların yanında yer aldı. “Rabbimiz İsa Mesih’in lütfunu bilirsiniz. O’nun yoksulluğu ile siz zengin olasınız diye O zengin olduğu halde sizin uğrunuza yoksul oldu.” (2.Korintliler 8:9)

Bu dünyada ve sonsuzlukta zengin kılındığımız Rabbimiz İsa Mesih ve O’nun değerli lütfu aracılığı ile bu lütuftan beslendiğimiz için her zaman sevinç duyalım. O, bizlerin dolabilmesi için sevginin verebileceği her şeyi vererek Kendisini boş kıldı. Bizlerin giyinebilmesi için O soyundu. Bizlerin yaşayabilmesi için O öldü. O, lütfunun yüceliği içinde tanrısal zenginliğin yüksekliğinden insan yoksulluğunun derinliklerine yolculuk etti, öyle ki, bizler doğanın enkaz çukurundan yükseltilelim ve Tanrı halkının prensleri arasındaki yerimizi sonsuza kadar alabilelim. Ah! Kutsal Ruh’un gücü aracılığı ile yüreklerimizde işleyen bu lütfun duygusu bizi O’na daha çok teslim olmaya zorlasın; varlığımızı ve sonsuza kadar kalıcı mutluluğumuzu, zenginliklerimizi, yaşamımızı ve her şeyimizi borçlu olduğumuz O’dur!

Levililer 13-14

Musa’ya özgü törenler ile uyumlu olarak kahinin sorumlu olduğu işlevlerin tümü içinde en fazla sabırlı dikkat ya da tanrısal rehber kitabına sıkı bağlılık talep eden işlev cüzam hastalığının ayırt edilmesi ve bu hastalığın uygun tedavisidir. Kitabımızın şu anda bulunduğumuz çok yoğun ve önemli kısmı özenli bir incelemede bulunan herkes için aşikar bir gerçek olması gerekir.

Kahinin en canlı dikkatini talep eden iki şey vardı: topluluğun saflığı ve çok net bir şekilde bina edilmiş temeller dışında her üye için sağlanmış olan lütuf. Kutsallık, kişinin dışında olması gereken konuların içinde olması için hiç kimseye izin vermez ve öte yandan lütuf, içeride olması gereken hiç kimseyi dışarıda bırakmaz. Bu yüzden kahinin en acil şekilde duyduğu ihtiyaç uyanık, sakin, bilge, sabırlı, yumuşak ve geniş tecrübeye sahip olmaktır. Gerçeklikte ciddi olan şeyler önemsiz şeyler gibi görünebilirler. Ve cüzam hastalığı ile ilgisi olmayan şeyler cüzam gibi görünebilirler. Çok büyük bir dikkate ve sakinliğe ihtiyaç duyulur. Çok çabuk şekil alan bir yargı, çok hızlı varılan bir sonuç, topluluk ya da topluluğun bazı üyeleri için çok ciddi sonuçlar içerebilir.

Bu durum bazı sık ortaya çıkan ifadelerden kaynaklanabilir; “kahin bakacak”, “kahin hastayı yedi gün kapalı bir yerde tutacak”, “yedinci gün yaraya bakacak”, “hastayı yedi gün daha kapalı bir yerde tutacak”, “yedinci gün hastaya bir daha bakacak”, “kahin kişiye bakacak”, “sonra kahin ilan edecek.” Hiç bir olayda acele yargı verilmemesi ya da çabuk karara varılmaması gerekir. Yalnızca işitilenlere dayanarak hiç bir düşünceye varılmamalıdır. Kahinin her olayda sağ duyulu bir yargı ilan edebilmesi için kendisinden bir buyruk olarak talep edilen şeyler, kişisel gözlem, kahinlere özgü ayırım, sakin bir karşılık ve yazılı söze – kutsal ve hataya yer vermeyen rehber kitap -mutlak bağlılıktır. Kahin hiç bir konuda kendi düşünceleri, kendi duyguları ve kendi bilgeliği aracılığı ile karar vermemelidir. Yazılı söze bağlı kaldığı sürece doğru rehberliğe sahip olacaktır. Her nokta, her özellik, her hareket, her çeşitleme, her gölge ve karakter, her  garip belirti ve hastalık – hepsi tanrısal doluluk ve önceden düşünülmüş olarak sağlanmış idi, öyle ki, on binlerce hatadan korunmak için kahinin ihtiyacı olan yalnızca her durumda sözü bilmek ve ona boyun eğmek idi.

Kahin ve kahinin kutsal sorumlulukları ile ilgili söyleyeceklerimiz bu kadar.

Şimdi bir kişide, bir giyside ya da bir evde ortaya çıkan cüzam hastalığını gözden geçireceğiz.

Bu hastalığa fiziksel bir bakış noktasından bakacak olur isek, bundan daha tiksinti veren bir şey daha olması mümkün değildir. Ve kişinin tedavisi tamamen imkansız olan durumlarda bu hastalık günahın- kişinin tabiatındaki günah – koşullarındaki günah – topluluktaki bir günah -  en canlı ve yerinde bir örneğini teşkil eder. Tanrının topluluğundaki bir üyenin günahı, topluluğun herhangi bir üyesinin koşullarında yer alan günah ya da topluluğun kendisindeki bir günah; cüzam gibi böyle kötü ve alçaltıcı bir hastalığın, ahlaki kötülüğün bir sembolü olarak kullanılmasının gerekmesi can için aslında çok büyük ve önemli bir derstir!

I. Ve ilk önce bir kişideki cüzam hakkında ya da başka bir deyiş ile ahlaki kötülüğün işleyişi ya da topluluktaki herhangi bir üyenin kötü gibi görünen davranışı ile ilgili söz edelim. Bu konu, ölümcül derecede ve çok ciddi bir meseledir. Canların iyiliği ve Tanrının yüceliği ile ilgilenen herkes için dikkatli olunmasını talep eden bu mesele Tanrının topluluğunun bir bütün olarak saflığını ya da her bireysel üyenin iyi olmasını amaçlar.

Burada anlamamız gereken önemli nokta şudur: her günahkar için cüzamın hastalık özellikleri ve temizlik uygulaması, Tanrı tarafından tanınan halk ile bağlantılı olarak önümüze sunulur. Burada kahinliğe özgü sınanmanın öznesi olarak görülen kişi Tanrı topluluğunun bir üyesidir. Bu konunun kavranması önemlidir. Tanrının topluluğu saf olarak muhafaza edilmelidir, çünkü bu topluluk Tanrının konut kurduğu yerdir. Hiç bir cüzamlıya Yehova’nın konutunun kutsal avlularında kalması iiçin izin verilmez idi.

Ama sonra, kahinin bu konuda göstermesi gereken dikkate, uyanıklığa ve mükemmel sabırın belirtilmesi gerekir. Cüzamın verdiği eziyetten kaçmak için cüzamın tedavi edilmesi gerekir. “Ciltte” – hastalığın göründüğü yer -pek çok şey görünebilir – “cüzam belasına” benzeyen şeyler görülebilir; ancak kahinin sabırlı araştırması sonunda bu belirtilerin cüzam olmadığı ortaya çıkabilir. Bu konuya özenli bir dikkat gösterilmesi gerekir. Bedende deri hastalığına dönüşebilecek şiş kabuk ya da parlak leke bulunabilir. Bu durum Tanrı adına hareket eden kişinin gayretli çabasını talep etmesine rağmen, aslında cüzam olmayabilir. Ama yine de, parlak lekeler derine inmemiş ise kişi deri hastalığına yakalanmış demektir. Bunun gibi tüm konuların kahin tarafından özenle araştırılması ve kontrol edilmesi gerekir (2-11. Ayetler). Küçük ihmaller ve gözden kaçırmalar feci sonuçlara yol açabilirler. Hastalığı onaylanmış bir cüzamlının varlığı aracılığı ile ya da Tanrının İsraili’nin içten bir üyesinin hastalığı yüzünden topluluk kirlenebilir.

Şimdi tüm bu konular Tanrının halkı için zengin bir terbiye teşkil ederler. Kişisel zayıflık ve kötünün pozitif enerjisi arasında bir farklılık mevcuttur. Dışsal karakterdeki kusurlar ve hatalar ve üyelerdeki günah aktivitesi arasında fark vardır. Hiç kuşkusuz, zayıflıklarımıza karşı dikkatli olmamız önemlidir, çünkü eğer zayıflıklarımıza karşı uyanık olmaz, onları yargılamaz ve kendimizi onlara karşı korumaz isek, kötülüğün kaynağı haline gelebilirler (14-28.ayetler). Doğal olan ile ilgili her şeyin yargılanması ve yükselmesine izin verilmemesi gerekir. Kendimizdeki kişisel zayıflıklara hiç bir şekilde izin vermememiz gerekir, ama bu konuda diğer kişilere karşı hoş görülü olmalıyız. Örneğin, tedirgin olan bir doğa meselesini ele alalım. Bu konuyu kendi içimde yargılamam gerekir; başka birinde bu konuyu yargılamak için kendime izin veremem. Bu bir İsraillinin durumundaki “kırmızımsı bir leke” gibidir (19,20.ayetler), gerçek kirliliğin kaynağını kanıtla ve topluluğun zemininden dışarıda bırak. Zayıflığın her şeklinin günaha fırsat vermemesi için kontrol edilmesi gerekir.  ”Saç bulunmayan bir alın” cüzam değil idi, ama burası cüzamın ortaya çıkabileceği bir yer idi ve bu yüzden dikkat edilmesi gerekiyor idi. Kendi içinde günahlı olmayan yüzlerce şey olabilir, ama gayretli bir şekilde hareket edilmez ise bunlar günaha fırsat olabilirler. Bizim kendi değerlendirmemize göre bunlar yalnızca lekeler, utançlar ve kişisel zayıflıklar olarak ifade edilebilen konular olabilir, hatta yüreklerimizin övündüğü şeyler de buna dahildir. Yapılan şakalar, espri anlayışı, ruhun ve huyların canlılığı; tüm bunlar kirliliğin kaynağı ve merkezi haline gelebilirler. Her birine karşı dikkat edilmesi gereken şeyler vardır; her zaman gözetleme kulesinden bakılıp dikkat edilmesi gereken bir şey mevcuttur. Bu konular ile ilgili olarak gidip danışacak bir Baba yüreğine sahip olmamız ne kadar mutluluk vericidir. Her zaman azarlamayan, tükenmeyen sevginin huzuruna gitmek gibi değerli bir ayrıcalığa sahibiz. Orada içimizi dökebilir ve her konuda yardım almak için lütuf ve tam zafer elde ederiz. Cesaretimizin kırılmasına ihtiyacımız yok, çünkü Babamızın hazinesinin kapısı üzerinde her zaman şu yazıyı okuruz:” O, daha çok lütuf verir.” Değerli bir yazı! Bu lütfun sınırı yoktur; dipsizdir ve sonsuzdur, asla tükenmez.

Cüzam belasının kesinlikle ve hatasız olarak tanımlandığı her durumda ne yapıldığını araştırmak için devam edelim. İsrailin Tanrısı zayıflığa, utanca ve hataya tahammül edebilir idi, ama bu durum nerede olur ise olsun – başta, sakalda, alında ya da başka bir yerde - bir kirlilik haline geldiği an, kutsal topluluk içinde hoş görülemez idi. “Böyle bir hastalığa yakalanan kişinin giysileri yırtık, saçları dağınık olmalı; kişi ağzını örtüp, ‘Kirliyim! Kirliyim!’ diye bağırmalı. Hastalığı devam ettiği sürece kirli sayılacaktır, çünkü kirlenmiştir. Halktan uzak, ordugahın dışında yaşamalıdır.” (45, 46. Ayetler) cüzamlının bulunması gereken yer burası, yani ordugah idi. Yırtık giysiler, dağınık saçlar ve örtülü dudaklar ile ‘kirliyim, kirliyim’ diye bağırmak ve ordugahın dışında halktan uzak yaşamak, terk edilmiş ve çölde tek başına yaşamak gibi bir şey idi. Bundan daha aşağılayıcı, bundan daha bunaltıcı ne olabilir idi? “tek başına kalacak.” Cüzamlı hasta topluluk ya da paydaşlık için uygun değil idi. Tüm dünyada Yehova’nın varlığının bilindiği ya da bundan zevk alındığı tek yer olan yüce huzurun dışında bırakılır idi.

Değerli okuyucu, zavallı ve tek başına bırakılmış cüzamlı içinde günah işleyen bir kişi için canlı bir örnektir. Bu örnek konunun gerçek anlamını tam olarak ifade eder. Hali hazırda gördüğümüz suçu ve sefaleti tam olarak ortaya çıkmış çaresiz, mahvolmuş, suçlu ve ikna olmuş günahkar değildir, bu yüzden bu kişi, Tanrının sevgisi ve Mesih’in kanı için uygun bir öznedir. Hayır, biz dışarıda bırakılmış olan içinde günahın gerçekten işlediği cüzamlıyı görürüz. Bu kişide kötülük enerjisi hakimdir. Kutsal huzurdan ve kutsalların paydaşlığından keyif almayı kirleten ve kişiyi dışarıda bırakan şey budur. Günah işlediği sürece, Tanrı ile ya da O’nun halkı ile paydaşlık olamaz. “Halktan uzak ordugahın dışında yaşamalıdır.” Ne kadar süre? Hastalık belasının içinde bulunduğu tüm günler boyunca. Bu, önemli bir gerçektir. Kötünün enerjisi paydaşlığa vurulan ölümcül darbedir. Dışsal görünüm yalnızca biçim olarak mevcut olabilir, ama kötünün enerjisi orada olduğu sürece hiç bir paydaşlık olamaz. Kötünün özelliğinin ya da miktarının ne olduğu önemli değildir; ahmakça bir düşünce bir tüyün ağırlığında olabilir, ama işlemeye devam ettiği sürece paydaşlığa engel ve paydaşlığın durdurulmasına neden olur. Bir düşünce zihne yükseldiği zaman, yüzeye gelince, Tanrının lütfu ve Kuzu’nun kanı aracılığı ile düşünceyle mükemmel bir şekilde başa çıkabilir ve ortadan kaldırılabilir.

Bu durum bizi cüzamlı kişi ile bağlantılı olarak çok derin ve ilginç bir noktaya götürür – bu noktanın, Tanrının günahkarlar ile nasıl ilgilendiğini anlayan kişiler dışında olanlar için tam bir paradoksu kanıtlaması gerekir. “Eğer bir deri hastalığı yayılıp kahinin görebildiği kadarı ile tepeden tırnağa hastanın bütün bedenini kaplamış ise, kahin hastaya bakacak ve bütün bedenini hastalık saran kişiyi temiz ilan edecektir. Yaralar beyazlaşmış ve temizdir.” (Levililer 13:12,13) Günahkarın Tanrının önündeki gerçek konumunda bulunduğu an, tüm mesele hallolmuştur. Günahkarın gerçek karakteri doğrudan tam olarak ortaya çıkartılır ve başka bir zorluk kalmaz. Kişi, çok acı veren deneyimlerden geçmek zorunda kalabilir, yine de bu noktaya ulaşır – gerçek konumunu almak için reddetme deneyiminin sonucunda -  kendisinin ne olduğu ile ilgili olarak “tüm gerçeği” ortaya çıkartmak; ama yüreğinden “olduğum gibi” sözcüklerini söylediği an Tanrının karşılıksız lütfu ona doğru akar. “Sustuğum sürece kemiklerim eridi, gün boyu inlemekten. Çünkü gece gündüz elin üzerimde ağırlaştı. Dermanım tükendi yaz sıcağında gibi.” (Mezmur 32:3,4) Bu acı veren uygulama ne kadar sürte devam etti? Tüm gerçek ortaya çıkartılana kadar, içsel olarak işleyen her şey tamamen yüzeye çıkartılana kadar. “Günahımı açıkladım sana, suçumu gizlemedim. ‘Rabbe isyanımı itiraf edeceğim’ deyince, günahımı, suçumu bağışladın. (ayet 5)

Rab cüzamlı kişi ile onun hasta olduğu ile ilgili kuşku ortaya çıktığı andan itibaren görünen yerdeki belirli özellikler aracılığı ile hastalık kişinin her yerini “başından ayak parmaklarına kadar” kaplayıncaya dek ilgilenir, bu ilginin sürecine dikkat etmek çok ilginçtir. Acele ve kayıtsızlık yoktur. Tanrı yargı yerine her zaman yavaş ve ölçülü bir adım atarak girer. Ama girdikten sonra Doğasının talepleri ile uyumlu olarak davranmalıdır. Tanrı sabırlı davranarak araştırmada bulunur. Tanrı, “yedi gün” bekleyebilir ve eğer hastalık belirtilerinde çok küçük bir değişiklik olduğu takdirde bir “yedi gün daha” bekleyebilir. Ama cüzam hastalığının varlığı kesin olarak tespit edildiği zaman, artık hoş görü söz konusu olamaz. “Kişi ordugahın dışında kalacaktır.” Ne kadar süre? Hastalık tamamen ortaya çıkana kadar. “Eğer cüzam kişinin tüm bedenini kapladı ise, onu temiz ilan edecektir.” Bu düşünce çok değerli ve ilginç bir noktayı ortaya koyar. En küçük bir cüzam belirtisi ya da lekesi Tanrı tarafından hoş görülemez iken, cüzamlı kişi başından ayağına kadar hastalık ile örtüldüğü zaman, temiz olduğu ilan edilir. Bunun anlamı şudur: bu kişi artık böyle bir durumda Tanrının lütfu ve kefaret kanı için uygun bir öznedir.

Bu durum günahkar için her zaman böyledir. “Tanrının gözleri kötüye bakamayacak kadar saftır, haksızlığı hoş göremez.” (Habakkuk 1:13) Ve yine de bir günahkar gerçek yerini yani, kaybolmuş, suçlu ve çaresiz konumunu aldığı an, Sınırsız Kutsallığın gözü Mesih’te olan bu imanlıya bakabilir. Tanrının lütfu günahkarlar ile ilgilenir ve ben kendimin bir günahkar olduğumu bildiğim zaman, Mesih’in beni kurtarmak için geldiğini de bilirim. Biri bana günahkar olduğumu ne kadar net kanıtlayabiliyor ise Tanrının sevgisine ve Mesih’in tamamladığı iş ile ilgili ünvanımı o kadar net bina edebilir. “Nitekim Mesih de bizleri Tanrıya ulaştırmak amacı ile doğru kişi olarak doğru olmayanlar için günah sunusu olarak ilk ve son kez olarak öldü.” (1.Petrus 3:18) Şimdi eğer ben “doğru” değil isem, o zaman Mesih’in uğruna can verdiği insanlardan bir tanesiyim ve O’nun ölümü aracılığı ile lütfedilen bereketlere sahip olmam gerekir. “Dünyada doğru olan tek bir kişi bile yoktur” ve ben dünyada olduğuma göre “doğru” olmadığım aşikardır; aynı şekilde Mesih’in acı çekerek benim günahlarım için öldüğü de aşikardır. Bu yüzden Mesih benim uğruma öldüğü için O’nun kurban olarak sağladığı ürünlerin hali hazırdaki keyfini yaşamam benim mutlu ayrıcalığımdır. Bu durum, aşikarlığın kendisi kadar aşikardır. Herhangi bir çaba talep etmez. Ben bir şey olmaya değil, yalnızca olduğum kişi olmaya çağrıldım. Ben herhangi bir şeyi hissetmeye, tecrübe etmeye ve fark etmeye çağrılmadım. Tanrının sözü bana Mesih’in, olduğum gibi olan ben için öldüğünü garanti eder. Bana karşı olan hiç bir şey yoktur. Mesih tüm talepleri karşılamıştır. O, yalnızca “günahlarım” için acı çekmek ile kalmamış, aynı zamanda “günaha son vermiştir.” Benim ilk Adem’in bir çocuğu olarak içinde bulunduğum tüm sistemi kaldırmış ve beni Kendisi ile birleştirerek yeni bir konuma yerleştirmiştir. Ve ben orada bu yeni konumumda Tanrının önünde günahın tüm suçundan ve yargının tüm korkusundan özgür olarak dururum.

Olduğum gibi – hiç bir mazeret olmadan,
Çünkü senin kanın benim için döküldü,
Ve sen benim sana gelmemi istiyorsun,
Ey Tanrı Kuzusu, geliyorum!

O’nun kanının benim için döküldüğünü nereden biliyorum? Kutsal Yazılar sayesinde biliyorum. Bilginin bereketli, sağlam ve sonsuz temeli. Mesih günahlar için acı çekti. Günahlar bana aitti. “Doğru olan Mesih doğru olmayanlar için öldü.” Ben doğru değilim. Mesih’in ölümünü kendi ölümüm olarak sahipleniyorum; O’nun ölümü tam ve tanrısal olarak ve yeryüzündeki tek günahkar benmişçesine gerçekleşti. Mesele, benim bu ölümü kendime mal etmem, bu ölümün farkına varmam ya da bu ölümü tecrübe etmem değildir. Pek çok can bu konuda kendilerine eziyet ederler. Şu sözleri ne kadar çok duymuşuzdur: “Ah! Mesih’in günahkarlar için öldüğüne inanıyorum, ama benim günahlarımın bağışlandığının “farkına varamıyorum.” Mesih’in ölümünün yararını kendime mal edemiyorum, uyarlayamıyorum ve tecrübe edemiyorum. Tüm bunlar benliktir ve Mesih değildir. Bunlar duygulardır ve Kutsal Yazılar değildir. Eğer bu bereketli kitabı başından sonuna kadara araştırır isek, farkına varma, tecrübe etme ya da kendine mal etme hakkında tek bir hece dahi bulamayız. Müjde, kaybolmuş olan herkese kendisini uyarlar. Mesih günahkarlar için öldü. Ben de işte tam buyum; günahkarım. O, bu yüzden benim için öldü. Bunu nasıl bilebilirim? Bunu hissettiğim zaman mı bilebilirim? Asla! O halde nasıl bilebilirim? Tanrının sözü aracılığı ile bilebilirim: “Kutsal Yazılar uyarınca Mesih günahlarınıza karşılık öldü, gömüldü ve Kutsal Yazılar uyarınca ölümden dirildi. “ (1.Korintliler 15: 3,4) Böylece, her şeyin “Kutsal Yazılara” göre olduğunu görüyoruz. Eğer gerçek, bizim duygularımız ile uyumlu olsa idi, o zaman acınacak bir durumda olur idik, çünkü duygularımızın bir gün boyunca hep aynı kalması hemen hemen imkansızdır; ama Kutsal Yazılar her zaman aynıdır. “Ey Rab, senin sözün göklerde sabittir. “Sen adını her şeyin üzerinde yücelttin.”

Hiç kuşkusuz, bu kurtuluş gerçeğini fark etmek, hissetmek ve tecrübe etmek büyük mutluluk verir. Ama eğer bunları Mesih’in yerine yerleştirir isek, ne onlara sahip olabiliriz ne de onları sağlayan Mesih’i tecrübe edebiliriz. Eğer Mesih ile ilgilenir isem, bunların farkına varabilirim. Ama eğer farkındalığımı Mesih’in yerine koyar isem, ne birine ne de diğerine sahip olamam. Bu üzücü durum içinde bulunan binlerce kişi vardır. Kutsal Yazıların sabit yetkisine güvenerek dinlenmek yerine her zaman kendi yüreklerine bakarlar ve bu yüzden hiç bir zaman emin olamazlar ve bunun bir sonucu olarak daima mutsuzdurlar. Bir kuşku durumu, bir işkence durumudur. Ama bu kuşkudan nasıl kurtulabilirim? Çok basit; Kutsal Yazıların tanrısal yetkinliğine güvenerek! Kutsal Yazılarda tanıklık edilen nedir? Mesih’tir! (Yuhanna 5) Kutsal Yazılar Mesih’in günahlarımız uğruna öldüğünü ve aklanmamız için yeniden dirildiğini ilan ederler. (Romalılar 4) Bu tanıklık her şeyi çözümler. Bana doğru kişi olmadığımı söyleyen aynı yetki, bana aynı zamanda Mesih’in benim uğruma öldüğünü de söyler. Hiç bir şey bundan daha basit olamaz. Eğer ben doğru bir kişi olsa idim o zaman Mesih’in ölümünün benimle hiç bir ilgisi olmaz idi. Ama doğru kişi olmadığım için Mesih’in ölümü benim ile tanrısal bir şekilde uyumludur, tanrısal bir şekilde planlanmıştır ve yine tanrısal bir şekilde benim için uyarlanmıştır. Eğer kendi içimde kendim ile ilgili ya da kendim hakkında herhangi bir şey ile ilgilenir isem, o zaman Levililer 13:12,13 ayetlerindeki tam ruhsal uygulamaya girmemiş olduğum aşikardır. Tanrının Kuzusu’na “olduğum gibi” gelmemişim demektir. Cüzamlı hastanın gerçek temel üzerinde bulunduğu zaman, başından ayaklarına kadar hastalık ile örtülü olduğu zamandır. Lütfun onunla buluşacağı tek yer hastanın bu durumda bulunduğu yerdir. “Eğer deri hastalığı yayılıp kahinin görebildiği kadarı ile tepeden tırnağa hastanın bütün bedenini kaplamış ise kahin hastaya bakacak ve bedenini hastalık saran kişiyi temiz ilan edecektir.” İşte değerli gerçek! “Günahın çoğaldığı yerde lütuf daha da çoğaldı.” Bedenimde bu kötü hastalık ile kaplanmadığını düşündüğüm tek bir nokta bile mevcut ise, o zaman kendimin sonuna gelmemişim demektir. Lütuf aracılığı ile kurtuluşun anlamını gerçekten anlamam gerçek durumumu kendi gözlerim ile gördüğüm zaman mümkün olur.

Levililer 14. Bölümde cüzamlı hastanın temizlenmesi ile bağlantılı olan buyrukları incelememize başladığımız zaman, tüm bunların gücü daha da fazla kavranacaktır. Şimdi, Levililer 13: 47-59 ayetlerinde sunulan bir giysi içindeki cüzam konusuna kısaca değineceğiz.

II. Giysi ya da cilt insanın koşullarının ya da alışkanlıklarının hakkında bir düşünce akla getiriyor. Bu çok derin bir uygulama noktasıdır. Kendi içimizdeki kötülüğe dikkat ettiğimiz gibi davranışlarımızdaki kötülüğün işleyişine de aynı şekilde dikkat etmemiz gerekir. Aynı sabırlı inceleme bir kişinin durumunda olduğu gibi bir giysi ile de ilgili olarak düşünülebilir. Telaş yoktur, aynı şekilde bir kayıtsızlık da yoktur. “Kahin hastayı yedi gün kapalı bir yerde tutacak. Yedinci gün yaraya bakacak; yara ilerlememiş, deri yüzeyine yayılmamış ise hastayı yedi gün daha kapalı bir yerde tutacak.” Kayıtsızlık, özensizlik ve umursamazlığın olmaması gerekir. Kötülük, sayısız şekillerde alışkanlıklarımıza ve koşullarımıza sızabilir ve bu yüzden kuşku veren bir doğa algıladığımız zaman, kahinlerin araştırmasının sakin ve sabırlı bir sürecine boyun eğmek gerekir. “Yedi gün kapalı bir yerde tutulmalıdır”, öyle ki, hastalık kendisini tam bir şekilde geliştirmesi için yeterli zaman sahip olabilsin.

“Yedinci gün ona yine bakacak. Eğer kumaştaki, giysideki ya da herhangi bir amaç ile kullanılan deri eşyadaki küf yayılmış ise, bu tehlikeli bir küftür. Kirli sayılacaktır. Üzerinde küf bulunan yün ya da keten giysi kumaş ya da her türlü deri eşya kahin tarafından yakılacaktır.” Yanlış alışkanlığın farkına varıldığı anda onu terk etmek gerekir. Eğer kendimi tamamen yanlış bir konumda bulur isem, bunu terk etmem gerekir. Bir insanın alışkanlıkları ya da koşulları ile ilgili olarak giysi yakılması, kötülüğün üzerine inen yargı eylemini ifade eder. Kötülük ile şaka yapılmaması gerekir. Bazı durumlarda giysinin “yıkanması” gerekiyor idi; bu durum Tanrı sözünün eyleminin bir insanın alışkanlıklarının üzerindeki etkisini ifade eder. “Kahin sonra hastalığın bulunduğu şeyi yıkamalarını emreder ve onu yedi gün daha kapatması gerekir.” Söz’ün etkisinin görünmesi için sabır ile beklenmesi gerekir. “Ve kahin hastalığın bulunduğu şey yıkandıktan sonra duruma bakar ve işte, eğer hastalık değişmedi ise….. ateşte yakılacaktır.” Bir kişinin durumunda ya da alışkanlıklarında kökten ve değişmez bir şey mevcut olduğu zaman, her şeyden vazgeçilmesi gerekir.” Ve eğer kahin bakar ve yıkanan yaranın koyu renk aldığını görür ise o zaman onu giysiden yırtarak çıkartmalıdır.” Söz, bir insanın karakterindeki yanlış özellikler ya da durumundaki yanlış noktalar ile ilgili öyle bir etki üretebilir ki, o zaman kötülükten vazgeçmek ve kurtulmak gerekir; ama eğer kötülük devam ediyor ise, her şeye rağmen durum yargılanmalı ve bir kenara konmalıdır.

Tüm bunlarda uygulamalı bir eğitimin zengin bir madeni mevcuttur. İlgi gösterdiğimiz duruma, içinde bulunduğumuz koşullara, edindiğimiz alışkanlıklara ve sahip olduğumuz karaktere iyice bakmamız gerekir. Bu konuda özel bir uyanıklık gerekir. Her kuşkulu belirti ve izin “üzücü” ya da “bulaşıcı” bir cüzam olduğu kanıtlanmadığı sürece azimle izlenmesi gerekir, öyle ki, bizler ve diğer kişiler kirlenmeyebilelim. Durumu tamamen terk etmeden, vaz geçilebilecek belirli bazı yanlış şeylerin bağlı olduğu bir konuma yerleştirilmiş olabiliriz. Ve öte yandan kendimizi “Tanrıda kalma” konusunda imkansız hissettiğimiz bir durumda da bulabiliriz. Göz tek bir yere bakar ise, yol anlaşılır olacaktır. Yüreğin tek arzusunun tanrısal huzurun tadını çıkartmak olduğu zaman, bizi o söz ile anlatılamaz bereketten mahrum bırakmaya eğilim gösteren şeylerin farkına varmamız kolaylaşacaktır.

Diliyorum ki, yüreklerimiz yumuşak ve duyarlı olsun. Tanrı ile yürüyüşümüzde daha derin ve daha yakın bir yürüyüş geliştirebilelim. Ve kişi olarak, alışkanlık olarak ya da bir topluluk olarak kirliliğin her şekline karşı özenli bir şekilde korunalım.

Şimdi, bize sunulan müjdenin en değerli gerçeklerinin bazılarını bulacağımız, cüzam hastasının temizlenmesi ile bağlantılı olan anlamlı ve önemli buyrukları gözden geçirme konusunda ilerleyelim.

“Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘deri hastasının temiz kılınacağı  gün, şu yasa geçerlidir: Hasta kahine götürülecek. Kahin hastaya ordugahın dışında bakacak.” (Levililer 14:1-3) Daha önce cüzam hastasının bulunması gereken yeri görmüş idik. Bu yer ordugahın dışında, Tanrıdan – O’nun kutsal tapınağından ve kutsal Halkından ahlaki olarak uzak bir yerde idi. Ayrıca, cüzamlı hasta kirli bir durumda olduğu için hazin bir şekilde Tanrıdan uzakta durur idi. Kendisine insan yardımı ulaşamayacak kadar uzakta idi ve dokunduğu herkes ve her şey ile yalnızca kirlilik paylaşabilir idi. Bu yüzden kendi kendisini temizleyebilmesinin imkansız olduğu aşikar idi. Eğer hasta gerçekten tek bir dokunuşu ile kirli yapabiliyor ise, kendi kendisini nasıl temiz kılabilir idi? Temizlenmesi için bir katkıda bulunamaz ya da bu konuda iş birliği yapamaz idi. Bu imkansız idi! Kirli bir cüzamlı olarak kendisini temizlemek için yapabileceği hiç bir şey yok idi; her şeyin kendisi için yapılması gerekiyor idi. Kendisi için Tanrıya giden yolu oluşturamaz idi, ama tanrı Kendi yolunu ona ulaştırabilir idi. Tanrı için kapatılmış idi. Ne kendisinden ne de başka bir insandan ona yardım gelemez idi. Bir cüzam hastasının başka bir cüzam hastasını temizleyemeyeceği aşikardır. Ve eğer bir cüzam hastası temiz bir kişiye dokunur ise, onu kirli yapacağı aynı şekilde gerçektir. Cüzam hastasının “tek” kaynağı Tanrı idi. Ve her konuda lütfa borçlu olan biri idi.

Bu nedenle şunu okuruz: “Kahin ordugahın dışına çıkacak”; “cüzam hastası çıkacak” değil! Cüzam hastasının ordugahın dışına gitmesi sorgulanacak bir durum dahi değil idi. Cüzam hastasının gitmesinden ya da bir şeyler yapmasından söz edilmesinin hiç bir yararı yok idi. Hüzünlü bir şekilde uzakta durması gerekiyor idi; nasıl olur da bulunduğu yerden bir yere gidebilir idi? Çaresi olmayan bir kirlilik içinde idi; ne yapabilir idi? Paydaşlıkta bulunmayı ve temiz olmayı özleyebilir idi, ama onun çabaları onu temiz yapamaz idi ve kirliliğin yayılmasına engel olamaz idi. Temiz olarak ilan edilmesi için önce onun için bir iş yapılması gerekiyor idi – bu öyle bir işti ki, ne onun yapması mümkün idi ne de kendisi bu işin yapılmasına yardımcı olabilir idi – bu işin tamamen bir başkası aracılığı ile yapılması gerekiyor idi. Cüzamlı “sessiz durmaya” çağrılmış idi ve işte kahin cüzam hastalığının mükemmel bir şekilde temizlenmesi için bir iş yapıyor idi. Kahin “her şeyi” yaptı. Cüzam hastası “hiç bir şey” yapmadı.

“Hastalık iyileşmiş ise kahin, pak kılınacak kişi için iki temiz, canlı kuş, sedir ağacı, kırmızı iplik ve mercanköşkotu getirilmesini buyuracak. Kahinin buyruğu ile kuşlardan biri, toprak bir kapta, akarsuyun üzerinde kesilecek.” Kahinin ordugaha gidişinde – Tanrının konut kurduğu yerden ayrılarak – kutsanmış Rab İsa’nın sonsuz konutundan ve Babasının kucağından, aşağıya bulunduğumuz bu kirli dünyaya indiğini ve bizi günahın kirleten cüzamından kurtardığını görüyoruz. Rab İsa, iyi Samiriyeli gibi, “bizim bulunduğumuz yere” geldi. Yalnızca yarı yola kadar gelmedi; yolun onda dokuzuna kadar da gelmedi. Yolun sonuna kadar geldi. Böyle yapması kaçınılmaz bir durum idi. Eğer Babasının kucağında kalmış olsa idi, Tanrının tahtının kutsal taleplerinin sürekli olarak yerine getirilmesi ve cüzamın yenilmesi mümkün olamaz idi. Ağzından çıkan söz aracılığı ile dünyaları var olmaya çağırabilir idi; ama cüzamlı günahkarların temizlenmeleri gerektiği için bundan daha fazlası gerekli idi. “Tanrı dünyayı öyle çok sevdi ki, biricik Oğlunu verdi.” Dünyaların oluşturulması gerektiği zaman, Tanrının tek bir sözü yeterli idi. Günahkarların kurtarılması gerektiği zaman ise, Oğlunu vermesi gerekiyor idi. “Tanrı biricik Oğlu aracılığı ile yaşayalım diye O’nu dünyaya gönderdi. Böylece bizi sevdiğini gösterdi. Tanrıyı biz sevmiş değil idik, ama O bizi sevdi ve Oğlunu günahlarımızı bağışlatan kurban olarak dünyaya gönderdi. İşte sevgi budur.” (1.Yuhanna 4:9,10)

Ama Oğulun görevinden ve beden almasından daha fazlasının yapılması gerekiyor idi. Kahinin yalnızca ordugaha gitmesi ve hastanın durumu ile ilgilenmesi cüzam hastası için gerçekten yeterli olmaz idi. Cüzamın uzaklaştırılması için kan dökülmesi elzem bir şekilde gerekli idi. Lekesiz bir kurbanın ölmesine ihtiyaç var idi. “Kan dökülmeksizin bağışlama olmaz.” (İbraniler 9:22) Üzerinde düşünmemiz gereken nokta, cüzam hastasının temizlenmesi için gerekli zemini oluşturuyor idi. Kan dökülmesi, cüzam hastasının şifa bulmasına katkıda bulunan diğer şeyler ile bağlantısı olan yalnızca bir koşul değil idi. Hiç bir şekilde! . Yaşam feda edilmesi en önemli ve en büyük gerçek idi.  Bu gerçekleştiği zaman yol açıldı; her engel ortadan kaldırıldı. Tanrı artık mükemmel lütfu aracılığı ile cüzamlı hasta ile ilgilenebilir idi. Eğer okuyucum kanın görkemli öğretişine tam olarak hakim olmak istiyor ise, bu önemli gerçek üzerinde farklı bir şekilde durmalıdır.

“Kahinin buyruğu ile kuşlardan biri, toprak bir kapta akar suyun üzerinde kesilecek.” Burada Mesih’in ölümü ile ilgili örneğe şu ifadede sahibiz : “Sonsuz Ruh aracılığı ile kendini lekesiz olarak Tanrıya sunmuş olan Mesih’in kanı!” “Güçsüzlük içinde çarmıha gerildi!” (İbraniler 9:2; 2.Korintliler 13) Tanrının geniş evreninde şimdiye kadar başarılmış olan en büyük, en güçlü, en görkemli ve en mühim iş, “güçsüzlük içinde” gerçekleştirildi. Ah, değerli okuyucum! Günah ne kadar korkunç bir şey olmalı; çünkü sizin ve benim bağışlanabilmemiz için Tanrının yargısına göre O’nun biricik Oğlunun göklerden aşağıya gelmesi ve insanların, meleklerin ve kötü ruhların gözü önünde lanetlenmiş bir ağaç üzerine asılması gerekti. Ve cüzam hastalığını günahın bir örneği olarak görüyoruz. Topluluğun üyesi olan bir kişide ortaya çıkan o küçük lekenin böylesine ölümcül bir sonuca neden olacağını kim bilebilir idi? Ama, ah! O küçük leke kötülüğün kendisini gösterdiği enerjiden başka bir şey değil idi. Bu durum, doğanın içindeki günahın korkunç işleyişinin içeriği idi. Ve kişinin kutsal bir Tanrı ile paydaşlığın tadını çıkartması ya da toplulukta bir yer için uygun hale gelebilmesi için Tanrı Oğlunun o parlak gökleri terk etmesi ve yeryüzündeki en alçak kısımlara inmesi gerekiyor idi, öyle ki, yalnızca küçük bir leke şeklinde görülen günah için tam bir kefarette bulunabilsin. Bunu hatırlayalım. Günah, Tanrının gözünde korkunç bir şey olarak değerlendirilir. Tanrı, günahlı tek bir düşünceyi dahi hoş göremez. Böyle bir düşüncenin bağışlanabilmesi için önce Mesih’in çarmıh üzerinde ölmesi gerekiyor idi. Eğer herhangi bir günah önemsiz ya da küçük olarak adlandırılabilir ise, en önemsiz günahın talepleri, Tanrının Sonsuz ve Kendisi ile Eşit olan Oğlunun ölümünden daha azı ile karşılanamaz idi. Ama Tanrıya sonsuz övgüler olsun ki, günahın talep ettiğini, kurtaran sevgi karşılıksız olarak verdi ve Tanrı şimdi Adem’in başlangıçta sahip olduğu masumiyet aracılığı ile görünen yüceliğinden çok daha fazla yüceliğini günahların bağışlanması aracılığı ile sınırsız bir şekilde göstermiş oldu. Tanrı, masum bir kişinin yaratılış bereketlerinden aldığı keyif ile elde edebileceği bir yücelikten çok daha büyük yüceliği, suçlu insanın kurtuluşu, bağışlaması, aklaması, koruması ve nihai yüceliğini sağlayarak sergilemiş oldu. Kurtuluşun değerli gizemi işte buradadır. Kutsal Ruhun gücü aracılığı ile yüreklerimiz bu harika gizemin diri ve engin derinliklerine nüfuz etsinler!

“ sonra kahin canlı kuşu, sedir ağacını, kırmızı ipliği ve mercanköşk otunu akar suyun üzerinde kesilen kuşun kanına batıracak ve pak kılınacak kişinin üzerine yedi kez serpecek, onu temiz ilan edip canlı kuşu kıra salacak.” Kahin kanı serperek doğrudan ve tam olarak işini yerine getirebilir. Bu konu ile ilgili olarak şunu okuruz: “Kahin emir verecek”; ama şimdi hemen o anda kendisi eylemde bulunur. Mesih’in ölümü O’nun kahinlik hizmetinin temelini teşkil eder. Mesih Kendi kanı ile kutsal yere girdiği zaman, bizim Yüce Baş Kahinimiz olarak hareket eder; kefaret eden işinin tüm değerli sonuçlarını canlarımıza uyarlar ve bizim için sunduğu Kurban’ın konumunun tam ve tanrısal saygınlığını elde etmemizi sağlar. “Her baş kahin sunular kurbanlar sunmak için atanır. Bu nedenle, bizim baş kahinimizin de sunacak bir şeyi olması gerekir. Eğer Kendisi yeryüzünde olsa idi, kahin olamaz idi.”  (İbraniler 8:3,4)

“Kıra salınacak canlı kuş” sözleri ile sunulan ifadede ima edilen Mesih’in dirilişi verilecek en mükemmel örnektir. Diri kuş diğer kuş kesildikten sonra kıra salınacak idi; çünkü iki kuş tek Mesih’i, O’nun kutsanmış işinin iki aşamasını yani, ölümünü ve dirilişini temsil ediyorlar idi. On bin kuş cüzam hastasına yardım edemez idi; önemli olan o, göklere, yukarı doğru yükselen ve kanadında tamamlanmış kefaretin belirtisini taşıyan, işin tamamlandığına dair büyük gerçeği açıklayan, zemini temizleyen ve temeli atan kuş idi. İşte burada kutsanmış Rabbimiz İsa Mesih ile ilgili referansı buluruz. O’nun dirilişi kurtuluşun görkemli zaferini ilan eder. “O, Kutsal Yazılar uyarınca üçüncü gün tekrar dirildi.” “O, bizim aklanmamız için dirildi.” Yükler taşıyan yüreği özgür kılan ve mücadele içindeki vicdanı serbest bırakan gerçek budur. Kutsal Yazılar bana İsa’nın benim günahlarımın ağırlığı altında çarmıha çivilendiğini garanti eder. Ama hepsi bu kadar değildir. Aynı Kutsal Yazılar bana, İsa Mesih’e güvenen herkesin O’nun gibi tamamen suçsuz olduğunu ya da suçtan özgür olduğunu ve artık gazap ya da mahkumiyet olmadığını, Mesih’e yerleştirilip O’nun ile bir olduklarını ve O’nda kabul edildiklerini garanti eder. O’nun ile birlikte dirildiler, yüceltildiler ve O’nun ile birlikte oturmaktalar. Esenlik konusunda tanıklık veren, Kutsal Yazılarda yer alan gerçektir – gerçek, Tanrının yalan söylemesinin imkansız olduğudur. (Bakınız Romalılar 6:6-11; Romalılar 8:1-44; 2. Korintliler 5:21; Efesliler 2:5,6; Koloseliler 2:10-15; 1.Yuhanna 4:17)

Ama biz başka çok önemli bir gerçeği bölümümüzün 6. Ayetinde önümüze konmuş olarak görüyoruz. Kıra salınan diri kuş örneğinde suçtan ve mahkumiyetten tam kurtulduğumuzu gördüğümüz gibi aynı zamanda bir başka şey daha görüyoruz; yeryüzünün tüm çekiciliklerinden ve doğanın tüm etkilerinden tam kurtuluşumuzu da görüyoruz. “Kırmızı” yeryüzünün çekiciliklerine ilişkin bir ifadedir, “sedir ağacı ve mercanköşk otu” ise doğanın etkilerini ima ederler. Çarmıh, bu dünyanın tüm yüceliğinin sonudur. Bu ifadedeki gerçek Tanrıya aittir ve imanlı da bu gerçeğin farkındadır. “Bana gelince, Rabbimiz İsa Mesih’in çarmıhından başka bir şey ile asla övünmem. O’nun çarmıhı aracılığı ile dünya benim için ölüdür, ben de dünya için.” (Galatyalılar 6:14)

“Sedir ağacı ve mercanköşk otu” hakkında bize sunulanlar doğanın geniş alanından seçilmiş iki uç örnektir. Süleyman “Lübnan sedir ağacından duvarlarda biten mercanköşk otuna kadar bütün ağaçlardan söz ettiği gibi, hayvanlar, kuşlar, sürüngenler ve balıklardan da söz edebiliyor idi.” (1.Krallar 4:33) Lübnan’ı taçlandıran gururlu sedir ağacından alçakgönüllü mercanköşk otuna kadar – aşırı iki uç ve arasında kalan her şey – tüm bölümleri dahil olarak çarmıhın gücü altına getirilir; öyle ki, imanlı Mesih’in ölümünde tüm mahkumiyetinin sona erdiğini, yeryüzünün tüm yüceliğinin son bulduğunu ve tüm doğa sisteminin – tüm eski yaratılışın sonunu görür. Ve bu durumda imanlının meşgul olması gereken şey nedir? O canlı kuşun Karşıt örneği olan kan ile lekelenmiş tüyleri ile açılmış göklere yükselen O’nun ile meşgul olması gerekir. Değerli, görkemli, canı doyuran obje! Kişiliğinde tamamlanmış bir kefaretin belirtilerini taşıyan göklerden içeri girmiş, dirilmiş, yüceltilmiş, zaferli ve görkemli Mesih! İlgilenmemiz gereken O’dur. Biz O’nun ile birleştik. Mesih Tanrının özel ve tek objesidir. O, cennetin sevinci ve meleklerin şarkılarının konusudur. Bizler yeryüzünün yüceliğinin hiç birini ve doğanın çekiciliklerinin hiç birini istemeyiz. Günahımız ve suçumuz ile birlikte bunların hepsine bakabiliriz; Mesih’in ölümü aracılığı ile sonsuza kadar bir kenara ayrıldık. Yeryüzünden ve doğadan pekala vazgeçmeyi başarabiliriz, ama “Mesih’in söz ile anlatılamaz zenginliklerinden” vazgeçmemiz mümkün değildir.

“Kuşun kanını pak kılınacak kişinin üzerine yedi kez serpecek, onu temiz ilan edip canlı kuşu kıra salacak.” Levililer 13. Bölümün içeriği hakkında ne kadar derin düşünür isek, cüzam hastasının kendi kendisini iyileştirmesinin ne kadar imkansız olduğunu o kadar daha net görebileceğiz. Cüzam hastasının yapabileceği tek şey, “ağzını örtüp” ‘Kirliyim! Kirliyim’ diye bağırmak idi. Cüzamın mutlak bir şekilde temizlenmesi işini tasarlamak ve yerine getirmek yalnızca ve yalnızca Tanrı’ya ait olan bir iş idi. Ve ayrıca cüzam hastasının “temiz” olduğunu ilan edebilecek tek kişi yine yalnızca Tanrı idi. Bu yüzden şöyle yazılmış idi: “kahin kanı serpecek;” ve “cüzam hastasını kahin temiz olarak ilan edecek.” “Cüzam hastası kanı serpecek ve kendisini temiz ilan edecek ya da temiz olduğunu düşünecektir” diye yazılmamış idi. Böyle bir durum söz konusu olamaz idi. Yargıç Tanrı idi, Şifa Veren Tanrı idi ve Temiz Kılan Tanrı idi. Cüzam hastalığının ne olduğunu ve nasıl yok edildiğini bilen ve cüzam hastası temiz olduğu zaman bunu ilan edecek olan yalnızca Tanrı idi. Cüzam hastası hayatı boyunca cüzam yaraları ile yaşayabilir ama yine de kendisindeki bu hastalığın hiç bir şekilde farkında olmayabilir idi. Cüzam hastalığı hakkındaki tam gerçeği ilan eden Tanrının Sözü – gerçek ile ilgili Kutsal Yazılar – yani kutsal Kayıtlar idi. Tanrının yetkisinden başka hiç bir şey cüzam hastasını temiz ilan edemez idi ve ayrıca O’nun ölümünün ve dirilişinin sağlam ve itiraz kaldırmaz temeli bu beyan için elzem idi. 7. Ayetteki üç şey arasında mevcut olan en değerli bağlantı şudur: kan serpilir, cüzam hastası temiz ilan edilir ve canlı kuş uçurulur. Cüzam hastasının yapacağı, söyleyeceği, düşüneceği ya da hissedeceği şeyler hakkında tek bir hece dahi mevcut değildir. Onun bir cüzam hastası olması yeterlidir; Başından ayaklarına kadar cüzam ile örtülü hastalığı kesin olarak açıklanmış ve hasta olduğuna dair kesin hükme varılmış olması yeterli idi. Cüzam hastası için bunlar yeterli idi; tüm geri kalan şeyler Tanrıya ait idi.

Konumuzun bu dalında açıklanan gerçeğe giriş yapması esenlik ardınca koşan kaygılı araştırıcı için büyük önem taşır. Cüzamlı hastanın durumunda olduğu gibi, pek çok kişi, kan serpilesinin kan dökülmesi kadar bağımsız ve tanrısal olduğunu görmek yerine “hissetmek, farkına varmak ve kendine mal etmek” gibi sorular aracılığı ile denenirler. “Cüzam hastası uygulamalı, kendine mal etmeli ya da farkına varmalı, ancak o zaman temiz olacaktır” diye bir ifade mevcut değildir. Asla, hiç bir şekilde! Kurtuluş planı tanrısal idi; kurbanın sağlanışı tanrısal idi; kanın dökülmesi tanrısal idi; kanın serpilmesi tanrısal idi; sonuç ile ilgili kayıtlar da tanrısal idi: kısaca, her şey tanrısal idi.

Bu durum, bizim farkına varmayı ya da daha doğru konuşmayı ve Kutsal Ruh aracılığı ile paydaşlığı ve Mesih’in tamamladığı işin tüm değerli sonuçlarını küçümsememiz ya da takdir etmememiz anlamına gelmez. Tanrı korusun: Bu konuların tanrısal düzende nasıl atandıklarını birazdan göreceğiz, ama o zaman cüzam hastası nasıl farkına vararak temizlenemiyor ise, bizler de farkına vararak temizlenemeyiz. Aracılığı ile kurtulmuş olduğumuz müjde, “Kutsal Yazılar uyarınca Mesih günahlarımız uğruna öldü ve gömüldü ve üçüncü gün ölümden dirildi” ifadesinde yer alan gerçektir. Bu konuda farkına varmak ile ilgili hiç bir şey yoktur. Hatta hiç kuşkusuz bu gerçeğin farkına varmak mutlu eder. Tam boğulma anına gelmiş biri için kendisinin bir yaşam teknesi içinde bulunduğunu fark etmesi çok mutlu bir olaydır, ama kişinin kurtulduğunu “fark etmesi” aracılığı ile değil, yaşam teknesi aracılığı ile kurtulmuş olduğu aşikardır. Aynı durum Rab İsa Mesih’e iman eden günahkar için de geçerlidir. Kişi, O’nun ölümü ve dirilişi aracılığı ile kurtulur.  Kurtuluşunun nedeni kurtulduğunun farkına varması mıdır? Hayır, yalnızca Tanrı böyle söylediği içindir. “Kutsal Yazılar uyarıncadır.” Mesih öldü ve ölümden dirildi ve Tanrı cüzam hastasını bu temele dayanarak temiz ilan eder.

“Ey canım, sana mahkumiyet yok!
Çünkü bunu söyleyen Tanrı’dır.”

Bu gerçek cana sınırsız bir esenlik sağlar. Ben, hiç bir şeyin asla sarsamayacağı Tanrının kesin sözüne göre hareket ederim. Bu söz, Tanrının kendi işi hakkındadır. O’nun gözünde temiz ilan edilmem için gerekli olan her şeyi sağlayan ya da yapan Tanrının kendisidir. Bağışlanmam artık “benim yaptığım herhangi bir doğruluk işini” fark etmemiş olmama bağlı değildir. Ve nasıl işlediğim suçlara bağlı değil ise aynı şekilde iyi işlerime de bağlı değildir. Tek bir söz ile söyleyecek olur isek, her şey yalnızca Mesih’in ölümüne ve dirilişine bağlıdır. Bunu nereden mi biliyorum? Çünkü bana bunu Tanrı söylüyor. Kurtuluşum “Kutsal Yazılar uyarıncadır.”

Belki, farkına varma konusunda sık sık ortaya konan bu sorudan daha çarpıcı bir şekilde yüreklerimizin derinliklerinde oturan yasacılığı ortaya çıkartan bir kaç şey vardır. Benlikte bazı şeylere sahibiz ve bu yüzden ne yazıktır ki, Mesih’teki esenliğimiz ve özgürlüğümüz lekelenir. Aslında bu konu üzerinde bu kadar uzun durmamın nedeni, cüzam hastasının temiz olması ile ilgili ve özellikle Levililer 14:7 ayetinde açıklanan gerçek hakkındadır. Kanı serpen kahin idi ve cüzam hastasını temiz ilan eden yine kahin idi. Aynı şey günahkarın durumu için de geçerlidir. Günahkar gerçek konumuna geçerek orada durduğu an, Mesih’in kanı ve Tanrının sözü herhangi başka bir soru ya da zorluk olmadan kendilerini uygularlar. Ama farkında olmak ile ilgili bu rahatsız edici soru ortaya konduğu zaman, esenlik rahatsız olur, yürek bunalır ve sıkılır ve zihin çılgına döner. Benlik ile ilgilenmeyi ne kadar çok kesersem ve Kutsal Yazılarda sunulduğu gibi Mesih ile ne kadar çok meşgul olur isem, esenliğim o kadar çok kalıcı olacaktır. Kahin cüzam hastasını temiz ilan ettiği zaman, cüzam hastası kendisine bakmış olsa idi, temiz ilan edilmesi için kendisinde herhangi bir temel bulur muydu? Kesinlikle hayır, bulamaz idi. Serpilen kan, tanrısal sözün temeli idi ve ne cüzam hastasının içindeki bir şey ile ne de onunla bağlantısı olan bir şeye sahip değil idi. Cüzam hastasına kendisini nasıl hissettiği ya da ne düşündüğü sorulmaz idi. Hastalığının kötülüğü hakkında derin bir duyguya sahip olup olmadığı da sorulmaz idi. O, bir cüzam hastası olarak kabul edilir idi ve bu kadarı yeterli idi. Kan dökülmesi bu durumdaki bir kişi için idi ve bu dökülen kan onu temiz kıldı. Cüzam hastası temiz kılındığını nasıl öğrendi? Temiz kılındığını “hissettiği” için mi? Hayır, ama kahin, Tanrının adına ve O’nun yetkisi aracılığı ile cüzam hastasına temiz kılındığını “söylediği” için! Canlı kuş özgür bırakıldığı anda cüzam hastası temiz ilan edildi. O canlı kuşun tüylerini lekeleyen aynı kan cüzam hastasının üzerine serpildi. Bu gerçek, tüm olayı gerçek haline getiren mükemmel bir kanıt idi. Ve bu kanıt, cüzam hastasının davranışından, düşüncelerinden ve duygularından tamamen bağımsız idi. Buradaki örnek bu gerçeği açıklar. Ve gerçeğin bu kanıtına baktığımız zaman, kutsanmış Rab İsa Mesihimizin göklere girdiğini ve tamamladığı işin sonsuz geçerliliğini Tanrının tahtının önüne koyduğunu görürüz. İşte bu sayede imanlı da aynı şekilde göklere girer. Kaygılı araştırmacının yüreğini her kuşku, her korku ve her çıldırtan düşünceden ve her rahatsız edici sorudan kurtulması için tanrısal şekilde planlanmış en görkemli gerçek budur. Dirilmiş bir Mesih Tanrının yegane ve özel objesidir ve Tanrı her imanlıyı Mesih’te görür. Dilerim her uyandırılmış can bu özgür kılan gerçekte konut kursun!

“Pak kılınacak kişi giysilerini yıkayacak, bütün kıllarını tıraş edecek ve yıkanacak. Bundan sonra pak sayılacak. Artık ordugaha girebilir ama yedi gün çadırının dışında kalmalı.” (ayet 8) Temiz olduğu ilan edilen cüzam hastası, daha önce asla tecrübe etmeye girişemediği bir şeyi tecrübe eder, yani, kendisini yıkar, alışkanlıklarını temizler ve tüm kıllarını tıraş eder ve tüm bunları yaptıktan sonra ordugahtaki yerini alma ayrıcalığına sahip olur – daha önce bir cüzam hastasının o ordugahtan kovulmasının gerekli olduğunu söyleyen İsrail’in Tanrısı ile göz ile görünen, fark edilen ve herkesin önünde ilişkiye sahip olmak. Eşsiz değere sahip kanın uygulanması ile birlikte kişinin karakteri, alışkanlıkları ve yolları hakkındaki sözün eylemini ifade eden su ile yıkanma da mevcuttur. Bu durum yalnızca Tanrının gözünde değil, ama aynı zamanda topluluğun gözünde de ahlaki ve pratik açıdan topluluk içinde uygun bir konuma sahip olunmasını sağlar.

Ama burada gözden kaçırmamamız gereken bir nokta var: üzerine kan serpilen ve su ile yıkanan kişi topluluk içinde bir konuma ya da ünvana sahip olsa da, kendi çadırına girmesine izin verilmez. Ordugahtaki kendi garip yerine ait olan o özel ve kişisel ayrıcalıkların tam keyfini sürmesine müsaade edilmez. Başka bir deyiş ile kurtuluşun dökülen ve serpilen kan aracılığı ile ve kural olarak söze sahip olunmasına rağmen kişilik ve tüm alışkanlıkları ile uyumlu olarak Kutsal Ruhun gücü aracılığı ile Mesih’teki kendi özel konumuna, payına ve ayrıcalıkları ile tam ve zihinsel bir paydaşlığa getirilmesi gerekir.

Örneğin öğretişi ile uyumlu konuşuyorum ve bunun içinde açıklanan gerçeğin kavranmasının ne kadar önemli olduğunu hissediyorum. Bu konu genellikle gözden kaçar. Bağışlanmanın tek temeli olarak Mesih’in kanına ve Tanrının sözüne sahip olan pek çok kişi Kutsal ruhun gücü aracılığı ile eski alışkanlıklarından ve yollarından ve arkadaşlıklarından temizlenmeleri ve düzene girmeleri gerekir; Kutsal Ruh aracılığı ile O’nun değerliliği ve üstünlüğünü paylaşırlar. O’nun kanı günahlarını ortadan kaldırmıştır ve O’nun sözü yine onların eski alışkanlıklarından vazgeçmeleri içindir; görünen ve gerçek bir ilişki konumundadırlar, ama kişisel paydaşlığın gücü içinde değildirler. Tüm imanlıların Mesih’te oldukları kesin bir gerçektir ve böyle olduğu için en yüce gerçekler ile paydaşlık içindedirler. Ayrıca paydaşlığın gücü olarak Kutsal Ruh’a sahiptirler. Tüm bunlar tanrısal gerçeklerdir, ama sonra Mesih’in karakter ve işinin tüm görünümleri içinde Mesih ile paydaşlığın gücü için gerçekten elzem olan Kutsal Ruh ile yürümedikleri takdirde eski doğaları ortaya çıkacaktır. Aslında, Mesih’in karakteri ve işinin tam olarak bilinmesi diriliş yüceliğinin gücü olan “sekizinci güne” kadar mümkün olmayacaktır; o gün şimdi bilindiğimiz gibi bileceğiz. O zaman gerçekten herkes kendisi için ve hep birlikte Mesih’in paydaşlığının engel tanımayan gücüne, O’nun kişiliğinin tüm değerli aşamalarına ve bölümümüzün 10’dan 20’ye kadar olan ayetlerinde açıklanan karakterinin özelliklerine tam olarak sahip oldukları görünecektir. Önümüze konan umut budur, ama daha şimdiden iman aracılığı ile içimizde konut kurmuş olan Kutsal Ruh’un kudretli enerjisi aracılığı ile eski doğamızın ölümüne giriş yapabilir ve canlarımızın payı olan Mesih’ten beslenebilir ve O’nun ile bireysel paydaşlık konumumuzdan zevk alabiliriz.

“Yedinci gün, saçını, sakalını, kaşlarını ve bedenindeki bütün kıllarını tıraş edecek, giysilerini yıkayacak, kendisi de yıkandıktan sonra temiz sayılacak.” (ayet 9) Şimdi aşikardır ki, cüzam hastası Tanrının hükmüne göre ilk gün üzerine kan serpildiği zaman ne kadar temiz ise o kadar temizdir ya da yedinci günde olduğu gibi yedi kat ya da mükemmel yeterliliğe sahiptir. O zaman bu durumda farklılık nerededir? Farklılık, cüzam hastasının hali hazırdaki durumunda ve koşulunda değil, onun kişisel zekasında ve paydaşlığındadır. Cüzam hastasının kavraması gereken şu idi: doğanın cüzamının değil aynı zamanda doğanın süslerinin de uzaklaştırılması gerekiyor idi – evet, doğal olan her şey – eski koşula ait olan her şey.

Tanrının, bir öğretiş olarak benim eski doğamı ölmüş gördüğünü bilmek ile benim kendimin, eski doğamı ölü “saymam” arasında fark olduğunu bilmek gerekir. Uygulamada eski yaratıktan ve onun işlerinden soyunmuş olmak – yeryüzünde bulunan üyelerimi öldürmek. Bu, büyük olasılık ile pek çok tanrısayar kişinin sözünü ettiği süreç içindeki kutsallaşma anlamına gelir. Kast ettikleri şey doğrudur, ama bunu yine de tam olarak Kutsal Yazılarda belirtilen şekilde ifade etmezler. Cüzam hastası üzerine kan serpildiği an temiz ilan edildi, ama yine de kendisini temizlemesi gerekti. Bu nasıl oldu? Bir önceki durumda cüzam hastası tanrının hükmüne göre temiz idi; daha sonraki durumda kendi kişisel zekası ve sergilediği karakteri içinde uygulamada temiz olması gerekiyor idi. Aynı şey imanlı bir kişi için de geçerlidir. İmanlı Mesih ile birlikte “yıkandı, kutsal kılındı ve aklandı” – “kabul edildi” – “bütün oldu.” (1.Korintliler 6:11; Efesliler 1:6; Koloseliler 2:10) İşte imanlının Tanrının önündeki değişmez ve sabit duruşu ve durumu budur. İmanlı, nasıl mükemmel bir şekilde aklandı ise, aynı mükemmel şekilde kutsal da kılınmıştır. Çünkü Mesih Tanrının yargısına ve olayın durumuna göre hem birinin hem de diğerinin ölçüsüdür. Ama o zaman, imanlının kendi canındaki ve alışkanlıkları ve yolları ile sergiledikleri ile ilgili tüm kavrayışı, olaylar hakkında oldukça farklı bir çizgi ortaya çıkartır. Bu nedenle, şunları okuruz: “ Sevgili kardeşler, bu vaatlere sahip olduğumuza göre, bedeni ve ruhu lekeleyen her şeyden kendimizi arındıralım; Tanrı korkusu ile kutsallıkta yetkinleşelim.” (2.Korintliler 7:1) Bunu yapalım çünkü Mesih bizi değerli kanı aracılığı ile temizlediği için biz de Kutsal Ruh aracılığı ile Tanrının sözünü uygulayarak “kendimizi temizlemeye” çağrıldık. “Su ile ve kan ile gelen İsa Mesih’tir. O, yalnız su ile değil, su ile ve kan ile gelmiştir. Buna tanıklık eden Ruh’tur, çünkü Ruh gerçektir. Şöyle ki, tanıklık edenler üçtür: Ruh, su ve kan. Ve bunların üçü de uyum içindedir.” (1.Yuhanna 5:6-8) Burada kan aracılığı ile kefarete, söz aracılığı ile temizlenmeye ve Kutsal Ruh’un gücüne sahibiz; hepsi de Mesih’in ölümünü temel alırlar ve cüzam hastasının temizliği ile ilgili konuyla bağlantılı olarak canlı bir şekilde önceden bildirilmişlerdir.

“Sekizinci gün kusursuz iki erkek kuzu, bir yaşında kusursuz bir dişi kuzu tahıl sunusu olarak zeytinyağı ile yoğrulmuş olarak onda üç efa ince un ve bir log zeytinyağı getirecek. Paklama işi ile görevli kahin bütün bunları ve pak kılacağı kişiyi Rabbin huzurunda Buluşma Çadırının giriş bölümünde bekletecek. Sonra kahin erkek kuzulardan birini alıp bir log zeytinyağı ile birlikte Rabbe suç sunusu olarak sunacak. Sallamalık sunu olarak bunları Rabbin huzurunda sallayacak. (Levililer 14:10-12 ayetler) sunuların tamamı burada takdim edilir, ama ilk öldürülmesi gereken sunu suç sunusudur, çünkü cüzam hastasına gerçek bir suçlu gözü ile bakılır. Bu düşünce her durum için geçerlidir. Tanrıya karşı suç işlemiş kişiler olarak bu suçların karşılığı olarak çarmıhta kefaret eden Mesih’e ihtiyacımız vardır. “O, bizim günahlarımızı ağaçta Kendi bedeninde taşıdı.” Günahkarın Mesih ile ilgili olarak gördüğü ilk şey, O’nun suç sunusuna örnek teşkil etmesidir.

“Kahin pak kılınacak olan kişinin sağ kulak memesine, sağ elinin ve sağ ayağının baş parmağına suç sunusunun kanından sürecek.” “Kulak” – sık sık boş, ahmakça ve hatta kirli iletişimin bir aracı olmaya maruz kalan bu suçlu üye – bu kulağın suç sunusunun kanı aracılığı ile temizlenmesi gerekir. Böylece bu kulak aracılığı ile her zaman işlenen suç, Tanrının Mesih’in kanına verdiği değer sayesinde bağışlanır. “Sağ el”, sık sık boş, ahmakça ve hatta kirli işler yapmak için ileri uzatılan bu elin suç sunusunun kanı aracılığı ile temizlenmesi gerekir. Böylece bu üye aracılığı ile her zaman işlenen suç Tanrının Mesih’in kanına verdiği değer aracılığı ile bağışlanır. “Ayak”, sık sık boş, ahmakça ve hatta kirli yollarda koşmuş olan bu üyenin suç sunusunun kanı aracılığı ile temizlenmesi gerekir; böylece bu üye aracılığı ile işlediğim her suç Tanrının Mesih’in kanına verdiği değer sayesinde bağışlanır. Evet; hepsi, hepsi, hepsi bağışlanır  - hepsi iptal edilir- hepsi unutulur- hepsi sonsuz unutuşun güçlü sularının içine atılarak ortadan kaldırılırlar. Bunları kim tekrar yukarı çıkartacak? Derinliklerine varılamamış ve varılamaz bu suların içine ayağın, elin ya da kulağın bu suçlarını kurtaran sevginin atmış olduğunu biliyoruz; onları bu ulaşılamaz derinliklerden çıkartmak için sulara atlayan melek, insan ya da şeytan başarılı olabilirler mi? Ah, hayır! Tanrıya övgüler olsun ki, bu suçlar yok olmuşlardır ve sonsuza kadar yok olmuşlardır. Eğer Adem hiç günah işlememiş olsaydı bile, durumum şimdikinden daha iyi olmaz idi. Değerli gerçek! Kanda yıkanmış olmak masumiyet giysisi içinde olmaktan kat kat iyidir.

Ama Tanrı İsa’nın kefaret eden kanı aracılığı ile suçları yalnızca silmek ile tatmin olamaz idi. Evet, suçların silinmesi muhteşem bir lütuf idi, ancak yine de bundan daha muhteşem olan bir şey daha vardır.

“Sonra bir log zeytinyağından biraz daha alarak kendi sol avucuna dökecek. Sağ elinin parmağını zeytinyağına batırıp Rabbin huzurunda yedi kez serpecek. Pak kılınacak kişinin sağ kulak memesine sağ elinin ve sağ ayağının baş parmağına suç sunusunun kanı üzerine avucunda kalan yağdan sürecek. Ayrıca pak kılınacak kişinin başına avucunda kalan yağı sürerek Rabbin huzurunda onu arıtacak. “ (Levililer 14:15-18 ayetler) Böylece Mesih2in kanı aracılığı ile üyelerimiz yalnızca temizlenmek ile kalmayacak, ama aynı zamanda Kutsal Ruh’un gücünde Tanrıya adanmış olacak. Tanrının işi olumsuz değil, olumludur. Kulak artık kirli iletişimin aracı değildir, kulak artık İyi Çoban’ın sesini “işitmekte çabuk” davranacaktır. El artık kötülük aracı olarak kullanılmaz, el artık bundan sonra doğruluk, lütuf ve gerçek kutsallık işlerini yapmak için ileri uzanacaktır. Ayak artık ahmakların yollarında yürümeyecektir, ayak bundan sonra Tanrının kutsal buyruklarının yolunda koşacaktır. Ve sonunda, insan bedeninin tümünün Kutsal Ruh’un enerjisinde Tanrıya adanması gerekir.

“Yağın suç sunusunun kanı üzerine” konduğunu görmek çok ilginçtir. Mesih’in kanı, Kutsal Ruhun işlerinin tanrısal temelidir. Kan ve yağ birlikte işlerler. Günahkarlar olarak bizler Mesih’in kanının temeli olmadan Kutsal Ruh hakkında hiç bir şey bilemezdik. Önce suç sunusunun kanı uygulanmadan cüzam hastasının üzerine yağ konamaz idi. “Mesih’te Vaat edilen Kutsal Ruh ile mühürlendik.” Örnekteki tanrısal titizlik yenilenmiş zihnin alkışını uyandırır. Bu örneğe ne kadar yakından dikkat ile bakar isek o kadar iyidir – bu konuya odaklandığımız zaman, Kutsal Yazıların ışığı çoğalır. Kutsal Yazıların güzelliğini, gücünü ve değerini o kadar daha çok algılar ve tat alırız. Haklı olarak beklendiği gibi hepsi Tanrı sözünün tüm analojisi ile birlikte hoş bir uyum içindedir. Zihnin herhangi bir çabasına ihtiyaç yoktur. Mesih’i örneklerdeki zengin hazineyi açmak için anahtar olarak alın; Esin’in göksel lambasının ışığı aracılığı ile hazinenin değerli içeriğini keşfedin; Kutsal Ruhun yorumcunuz olmasına izin verin. Ve eğitilme, aydınlatılma ve bereketlenme konusunda başarısız olmanız imkansız olacaktır.

“Kahin sonra günah sunusunu sunarak pak kılınacak kişiyi kirliliğinden arıtacak.” Burada Mesih bize yalnızca suçlarımızı taşıyan olarak değil ama aynı zamanda günaha, köke ve dala bir son vermiş Olan olarak örnek verilir. O, günahın tüm sistemini yok etmiştir. – “Dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu.” “Tüm dünya için var olan Tanrı gazabını yatıştırmıştır.” Mesih suç sunusu olarak tüm suçlarımı ortadan kaldırır. Günah sunusu olarak bu suçların ortaya çıktıkları büyük kökü söküp çıkartır. Gerekli olan her şeyi yapar. Ama O’nu ilk olarak suç sunusu ile tanırım, çünkü O’na duyduğum ihtiyaç öncelikle bu noktada yer alır. İlk sıkıntım, “günah konusundaki bilinçlenme” ile ilgilidir. Bu sıkıntı benim değerli Suç Sunum aracılığı ile tanrısal bir şekilde ortadan kaldırılır. Ve sonra ben devam ettikçe tüm bu günahların bir köke, anne ve babadan gelen bir uzantıya sahip olduklarını anlarım ve bu kök ya da uzantı benim içimdedir. Bu sıkıntı da aynı şekilde yine benim değerli Günah Sunum tarafından tanrısal bir şekilde ortadan kaldırılır. Düzen, cüzam hastasının durumunda ortaya konduğu gibi, mükemmeldir. Her canın gerçek tecrübesi içinde izleyebileceğimiz titiz bir düzendir bu. Suç sunusu önce gelir ve sonra onu günah sunusu izler.

“Ve kahin sonra yakmalık sunuyu kesecek.” Bu sunu Mesih’in ölümünün mümkün olan en yüksek görünümünü sunar. Bu sunu ile Mesih Kendisini Tanrıya lekesiz olarak suç ya da günah arasında özel bir bağlantı kurulmaksızın takdim eder. Mesih gönüllü bir adanmışlık ile çarmıha yürür ve orada Kendisini Tanrıya hoş bir koku olarak sunar.

“Kahin yakmalık sunu ile tahıl sunusunu sunakta sunacak. Böylece kahin kişiyi arıtacak ve kişi temiz sayılacaktır.” (ayet 20) Tahıl sunusu, “insan İsa Mesih’in” mükemmel insan yaşamına örnek teşkil eder. Yakmalık sunu ile temizlenen cüzam hastasının durumunda olduğu gibi Mesih ile yakından ilgilidir. Ve aynı durum her kurtulmuş günahkarın tecrübesinde mevcuttur. Kutsal Ruhun gücü aracılığı ile “suçlarımızın” bağışlandığını ve günahın kökünün ya da prensibinin yargılandığını bildiğimiz zaman, burada yeryüzünde mükemmel bir insan yaşamı sürmüş ve sonra Kendisini çarmıhta lekesiz olarak Tanrıya sunmuş olan o kutsanmış Kişi ile ilgili olarak Tanrı ile paydaşlığın tadını çıkartabiliriz. Böylece dört sunu türü cüzam hastasının temizlenmesi ile ilgili olarak tanrısal düzenleri içinde önümüze getirilmiş oldu – yani, suç sunusu, günah sunusu, yakmalık sunu ve tahıl sunusu, her biri kutsanmış Rabbimiz İsa Mesih’in kendisine özgü görünümünü sergiler.

Bu noktada Rabbin cüzamlı insan ile olan ilişkisi hakkındaki kayıt sona erer ve ah! Bu nasıl da harika bir kayıttır! Günaha duyulan nefreti, Tanrının lütfunu ve kutsallığını, Mesih’in kişiliğinin değerliliğini ve O’nun tamamladığı işinin yeterliliğini nasıl da güzel açıklayan bir kayıt! En kutsal yerin takdis edilmiş alanlarındaki tanrısal lütfun ayak izlerini işaretlemekten daha ilginç hiç bir şey olamaz. Bir de cüzam hastasının kazınmış başı, örtülü dudağı ve kiralık giysileri ile durduğu murdar yer vardır. Tanrı cüzam hastasını onun olduğu yerde ziyaret etti; ama onu durduğu o kirli yerde bırakmadı; bir işi tamamlamak üzere hazırlanmış olarak ilerledi; amacı cüzam hastasını daha önce asla bilmediği kadar yüksek bir yere ve yüce bir paydaşlığa getirmek idi. Cüzam hastası bu işin temeli üzerinde kirlilik ve yalnızlık yerinden alınarak kahinlere özgü ayrıcalıkların tadını çıkarmak üzere Buluşma Çadırının ön kapısına kadar getirildi. (Mısırdan Çıkış 29:20,21,32 ayetleri ile karşılaştırınız.) Cüzam hastası nasıl olur da böylesine yüksek bir yere tırmanabilir idi? İmkansız! Eğer İsrail’in Tanrısının egemen lütfu onu halkının prensleri arasına yerleştirmek için çukurdan yukarı yükseltmek amacı ile eğilmemiş olsa idi, cüzam hastalığının içinde zayıf düşer, takatı kalmaz ve ölürdü. Eğer bu kurtuluş konusu herhangi bir şekilde insan çabasına, insan gayretine ve insan doğruluğuna bağlı bir durum olmuş olsa idi, hiç kuşkusuz cüzam hastası bu durumda elinden geleni yapar ve bir çözüm bulurdu. Böyle bir durum karşısında böyle bir soru üzerinde tartışmak kesinlikle üzücü bir zaman kaybı olur idi. Dikkatli bir okuyucu için aşikar olması gereken şudur: cüzam hastasının koşulunu ve ihtiyacını karşılayabilecek olan tek şey, doğruluk aracılığı ile egemenlik süren karşılıksız iyilik yani lütuftur. Ve o lütuf ne kadar da görkemli ve zaferli bir şekilde hareket etti! Lütuf, en derin derinliklerden aşağı indi, öyle ki, cüzam hastasını en yüce yüksekliklere çıkartabilsin. Cüzam hastasının ne kaybettiğine ve ne kazandığına bakalım. Cüzam hastası eski doğaya ait olan her şeyi kaybetti ve kefaret kanını ve Ruh’un lütfunu kazandı! Bunu bir örnek vermek anlamında söylüyorum. Cüzam hastası gerçekten de hesaplanamaz miktarda bir kazanca sahip oldu. Ordugaha getirildiği zaman sahip olduğu konumdan kesinlikle çok daha iyi bir durumda idi. İşte Tanrının lütfu böyledir! İsa’nın kanının gücü ve değeri, erdemi ve yeterliliği işte böyledir!

Tüm bu yazılanların hepsi bize ne kadar da çok Luka 15. Bölümdeki kaybolan oğul öyküsünü hatırlatıyor! Kaybolan oğul da cüzam hastalığına sahip idi ve cüzam bu oğulun başına kadar gelmiş idi. Kirli bir yerde ve uzakta idi; kendi günahları ve uzak ülkenin yoğun bencilliği çevresinde yapayalnız kalmasına neden olmuş idi. Ama Baba’nın derin ve yumuşak sevgisine sonsuza kadar şükürler olsun ki, bu öykünün mutlu sonu olduğunu biliyoruz. Kaybolan oğul geri döndüğü zaman, daha yüksek bir konum elde etti ve o güne kadar tatmamış olduğu daha yüksek bir paydaşlığın tadını çıkardı. “Besili dana” daha önce onun önünde ya da onun için hiç bir zaman kesilmemiş idi. “En iyi kaftan” o güne kadar ona hiç bir zaman giydirilmemiş idi. Ve tüm bunlar nasıl gerçekleşti? Kaybolan oğulun çabası ile ilgili bir durum mu vardı? Oh, hayır! Her şey yalnızca Baba’nın sevgisi ile ilgili idi.

Sevgili Okuyucu, size şunu sorayım: Levililer 14. Bölümde Tanrının cüzam hastasına olan davranışı hakkında yazılanı ya da Luka 15. Bölümde Baba’nın kaybolan oğluna nasıl davrandığını okuduğunuz ve üzerinde düşündüğünüz zaman, gerçeğin Kutsal Yazılarında kayıtlı olan ve Kutsal Ruh aracılığı ile yüreğimizin yuvasına getirilen Mesih’in kişiliği ve tamamladığı iş aracılığı ile akan ve Tanrının kucağında konut kurmuş olan sevgi duygusunu çok derin şekilde hissetmez misiniz? Rab, bize seninle birlikte daha derin ve daha kalıcı bir paydaşlık ihsan et!

21. ayetten 32. Ayete kadar “deri hastası olup da temiz kılınmaya parasal gücü yetmeyen kişiler için bu yasa geçerlidir”. Bu ifade “sekizinci gün” ün kurbanlarına işaret eder, “iki canlı ve temiz kuş” ile ilgisi yoktur. İki canlı ve temiz kuş konusundan hiç bir şekilde vazgeçilemez idi. Çünkü onlar Tanrının, günahkarı kendisine geri alabilmesi için tek temel olan Mesih’in ölümünü ve dirilişini ifade ediyorlardı. Öte yandan, canın paydaşlığı ile bağlantılı olarak “sekizinci günün” kurbanlarının bir ölçüde canın kavrayışının ölçüsü tarafından etkilenmeleri gerekir. Ama bu ölçü ne olur ise olsun Tanrının lütfu ölçüyü şu dokunaklı sözler ile karşılar: “Kişinin gücü oranında.” Ve yalnızca bu değil; aynı zamanda “iki yavru güvercin” de yoksullara aynı ayrıcalıkları ihsan eder; zenginlere verilen iki kuzu gibi, iki yavru güvercin de Tanrının yargısında sınırsız, değişmez ve sonsuz etkinliği olan “Mesih’in değerli kanına” işaret ederler. Hepsinin Tanrının önündeki duruşu O’nun ölümünün ve dirilişinin temeli üzerindedir. Hepsi de aynı yakınlık yerine getirilirler, ama hepsi de aynı ölçüde bir paydaşlığın zevkini alamazlar. Hepsi Mesih’in işinin tüm görünümlerinde O’nun değerliliğini aynı ölçüde kavrayamazlar. Eğer kavrayabilselerdi, aynı ölçüde paydaşlığın tadını alabilirlerdi. Ama kendilerine çeşitli şekillerde engel olunmasına izin verirler. Yeryüzü ve doğa her biri kendisine ait olan etkileri ile ön yargılı olarak hareket ederler; Kutsal Ruh kederlenir ve Mesih’ten mümkün olan keyif alınamaz. Eğer doğa bölgesinde yaşıyor isek, Mesih’ten beslenebileceğimizi beklemek boştur. Hayır; eğer Mesih’ten bir alışkanlık halinde beslenecek isek, o zaman benliğin boşaltılması, inkar edilmesi ve yargılanması gerekir. Konu, bir kurtuluş meselesi değildir. Konu bir cüzam hastasının ordugahta – farkında olunan ilişki yeri – takdim edilmesi değildir. Hiç bir şekilde! Konu, yalnızca canın paydaşlığı ve canın Mesih’ten ne kadar zevk aldığı ile ilgilidir. Bu konuya gelince söyleyeceğimiz şudur: ölçülerin en genişi önümüzde uzanmış durmaktadır. En büyük gerçekler ile paydaşlık içinde olabiliriz, ama eğer ölçümüz dar ya da küçük ise, Babamızın yüreğinin azarlamayan lütfu şu tatlı sözlerde soluk alır: “gücünün yettiği kadar.” Kapasitemizin değişebilmesine rağmen, hepsinin ünvanı aynıdır ve şükürler olsun ki, biz Tanrının huzuruna çıktığımız zaman, yeni yaratığın tüm arzuları mümkün olan en yoğun şekilde doyum bulurlar. Yeni doğanın tüm güçleri var güçleri ile işlerler. Tüm bunları canımızın her gün mutlu deneyimler yaşaması ile kanıtlamamızı diliyorum!

Bu bölüme bir evde bulunan cüzam hastasının konusu ile ilgili kısa bir referans ile son vereceğiz.

III. Okuyucu, bir kişideki ya da bir giysideki cüzam durumunun çölde meydana geleceğini düşünecektir, ama bir ev söz konusu olduğu zaman Kenan diyarı ile sınırlanması gerekir idi. “Size mülk olarak vereceğim Kenan ülkesine gittiğiniz zaman, ülkenizdeki bir eve küf hastalığı gönderir isem, ev sahibi gidip kahine, ‘Evimde küfe benzer bir hastalık gördüm’ diye haber vermeli. Kahin küfe bakmaya gitmeden önce, evdeki her şeyin kirli sayılmaması için evin boşaltılmasını buyuracak. Sonra evi görmeye gidecek. Duvarlara yayılan küfe bakacak. Eğer küf yeşilimsi ya da kırmızımsı lekeler halinde ise ve duvarın içine işlemiş ise kahin evi terk edecek ve yedi gün süre ile evi kapalı tutacak.” (Levililer 14:34-38)

Eve bir topluluğun örneği olarak bakar iken, bize bir topluluktaki ahlak kötülüğü ya da kötülük kuşkusu ile ilgilenen tanrısal yöntem hakkında bazı ağır ilkeler sunulmuştur. Kişi ya da giysi ile ilgili olarak daha önce görmüş olduğumuz gibi ev konusunda da aynı kutsal sakinliği ve mükemmel sabrı gözlemliyoruz. Hem ev hem giysi hem de birey ile ilgili olarak hiçbir acele ya da kayıtsızlık söz konusu değil idi. Ev ile ilgilenen bir kişi duvarda görünen herhangi kuşku veren bir belirtiye kayıtsızlık gibi bir tepki göstermemeli idi. Ve aynı zamanda bu tür belirtiler hakkında kendisi ile ilgili bir yargı beyanında bulunmamalı idi. Araştırma yapmak ve yargıda bulunmak kahine ait bir konu idi. Eğer duvarda sorgulanması gereken bir belirti görülür ise, kahinin adil davranması gerekiyor idi. Ev, mahkum edilmese de yargı altında idi. Herhangi bir karar verilmeden önce mükemmel dönemin devrini tamamlamasına izin verilir idi. Herhangi bir eylem için talepte bulunmadan önce, belirtilerin yalnızca sahte olup olmadıklarının kanıtlanması doğru olurdu.

“Kahin yedinci gün geri dönecek ve eve yine bakacak. Eğer küf duvarlara yayılmış ise, küflü taşları söküp kentin dışına, kirli sayılan bir yere atmaları için buyruk verecek.” (Levililer 14: 39,40) Tüm evin mahkum edilmesi gerekmiyor idi. İlk önce yapılması gereken şey, küflü taşların evden uzaklaştırılması idi.

“Taşları sökülüp sıvası kazınan evde yeni sıva yapıldıktan sonra küf yine ortaya çıkar ise, kahin gidip eve bakacak. Küf yayılmış ise önü alınamaz demektir. Ev kirli sayılır. Yıkılmalıdır. Taşları, keresteleri, bütün harcı kent dışına kirli sayılan bir yere atılmalıdır.” (Levililer 14: 43-45) Bu noktada durum umutsuz idi, kötülük telafi olunama idi ve tüm ev yıkılırdı.

“Ayrıca evin kapalı olduğu günlerde, eve giren biri akşama kadar kirli sayılacak. O evde yatan ya da yemek yiyen biri giysilerini yıkamalı.” (Levililer 14: 46,47) Bu ciddi bir gerçektir. Murdar olandan uzak durun! Bunu hatırlayalım. Bu durum Levililerin idari usulleri altında geniş bir şekilde hesaplanan bir ilke idi. Ve şimdi de kesinlikle daha az uygulanabilir bir ilke değildir

“Ev sıvandıktan sonra kahin eve girip bakacak, küf yayılmamış ise evi temiz ilan edecek. Çünkü küf geçmiş demektir. “ duvardaki küflü taşların uzaklaştırılması kötülüğün ilerlemesini durdurmuştur ve artık yargı için hiç bir şekilde gerek kalmamıştır. Eve artık yargılanan bir yer gözü ile bakılmaz. Çünkü kanın uygulanışı aracılığı ile temizlenmiştir ve bu yüzden içinde tekrar oturulması uygundur.

Ve şimdi tüm bunların ahlak ile olan ilgisine bakalım. Her şeyden önce ilginçtir, ciddidir ve pratiktir. Örnek olarak Korint’teki kiliseye bakın. Orası ruhsal taşlar ile bir araya getirilmiş bir ruhsal ev idi, ama heyhat! Elçinin kartalın gözü kadar keskin gözü o evin duvarlarında çok kuşkulu bir doğanın bazı belirtilerinin farkına vardı. Bu duruma kayıtsız mı kaldı? Kesinlikle kayıtsız kalmadı. Evin Efendisinin Ruhundan yeterince çok içine çekmiş idi; böyle bir durumda bir an için bile tereddüt etmedi. Ama kayıtsız davranmadığı gibi telaşa da kapılmadı. Elçi, cüzamlı taşa uzaklaşmasını buyurdu ve evi baştan aşağı temizledi. Sadık bir şekilde hareket etti ve sonucu sabır ile bekledi. Ve sonuç ne oldu? Bir yüreğin arzu edebileceği her şey. “Ama yüreği ezik olanları teselli eden Tanrı, Titus’un yanımıza gelişi ile – yalnız gelişi ile değil, sizden aldığı teselli ile de – bizi teselli etti. Titus beni özlediğinizi, benim için üzülüp gayret ettiğinizi bize anlatınca sevincim bir kat daha arttı…… Bu konuyu anlamış olduğunuzu her konuda onayladınız.” (1.Korintliler 5 ile 2.Korintliler 7:11 ayetini karşılaştırın.) Bu, çok hoş bir olaydır. Elçinin gayretli özeni, gerekli ödülü aldı; sorun çözüldü ve topluluk yargılanmamış ahlak kötülüğünün kirleten etkisinden kurtarıldı.

Bir başka ciddi örnek üzerinde inceleme yapalım. “Bergama’daki kilisenin meleğine yaz: İki ağızlı keskin kılıca sahip olan şöyle diyor: ‘Nerede yaşadığını biliyorum; şeytanın tahtı oradadır. Yine de adıma sımsıkı bağlısın. Aranızda şeytanın yaşadığı yerde öldürülen sadık tanığım Antipa’nın günlerinde bile bana olan imanını yadsımadın. Ne var ki, birkaç konuda sana karşıyım: aranızda Balam’ın öğretisine bağlı olanlar var. Putlara sunulan kurbanların etini yemeleri, fuhuş yapmaları için İsrailoğullarını ayartmayı Balak’a öğreten Balam idi. Bunun gibi, sizin aranızda da Nikolas yanlılarının öğretisine bağlı olanlar var. Bunun için tövbe et! Yoksa yanına tez gelir ve ağzımdaki kılıç ile onlara karşı savaşırım.’” (Vahiy 2:12-16) Tanrısal Kahin burada Bergama’daki evi ile ilgili olarak yargılayan bir davranış içindedir. Böylesine tehlike sinyali veren belirtilere karşı kayıtsız kalamazdı. Ama yine de sabır ve lütuf ile davranarak onlara tövbe etmeleri için zaman tanır. Eğer azarlama ya da uyarı ve disiplinin yeterli olmadığı kanıtlanır ise, o zaman yargının harekete geçmesi gerekir.

Bu konular topluluğun öğretisi konusunda pratik öğretişler ile doludur. Asya’daki yedi kilise kahinin yargısı altındaki evin çeşitli çarpıcı örneklerini üstlenirler. Bu örnekler üzerinde dua ederek ve derin bir şekilde düşünmemiz gerekir. Bu örnekler çok büyük değer taşırlar. Kötü doğa toplulukta göründüğü sürece asla rahat oturmamalıyız. “Bu konu beni ilgilendirmez” diyerek ayartılabiliriz; ama evin Efendisi’ni seven herkesin o evin paklığı için gayrete ve tanrısal özene ilgi göstermesi gerekir ve eğer bu özeni sürekli uygulamaktan vazgeçer isek, Rabbin gününde bu bize onur ya da yarar getirmeyecektir.

Bu sayfalarda artık bu konu hakkında daha fazla bir şey yazmayacağım ve yalnızca bölüme son verirken şu noktaya dikkatinizi çekeceğim; bu cüzam konusunun tamamının yalnızca İsrail evi üzerinde değil, ama aynı zamanda iman ikrarında bulunan kilise üzerinde de büyük bir tanrısal sorumluluğu vardır.

Levililer 15

Bu bölüm cüzamdan çok daha az ciddi bir doğanın törensel kirliliği ile ilgili bir çeşitliliğe yer verir. Bu sonuncusu, doğanın kötülüğünün derinlere yerleşmiş enerjisinin ifadesi olarak takdim ediliyor gibi görünecektir. Oysa, 15. Bölüm yalnızca kaçınılmaz zayıflıklardan oluşan bir dizi değeri ayrıntıları ile verir. Ama doğanın dışa akışının herhangi bir ölçüsünde varlık olarak kirlidir bu değerler ve tanrısal lütfun sağlayışlarına ihtiyaç duyarlar. Topluluktaki tanrısal varlık kutsallığın ve ahlak saflığının yüksek bir düzenini talep eder. Doğanın her hareketinin karşılık görmesi gerekir. İnsanın ilgi duyduğu konular bile kaçınılmaz zayıflıklar gibi görünürler, kirleten bir etkileri vardır ve temizlik gerektirirler, çünkü Yehova ordugahtadır. İsrail’in Tanrısının saf, temiz ve kutsal değerlerinin içinde gücendiren, murdar ve herhangi bir şekilde sevimsiz olan hiç bir şeyin verdiği sıkıntıya katlanmamak gerekir. Çevredeki sünnet edilmemiş uluslar bu tür kutsal buyrukların hiç birini anlayamazlardı. Ama Yehovanın İsrail’e kutsal olarak sahip olması önemli idi, çünkü Yehova, İsrailin Tanrısı idi. Eğer İsrailliler kutsal bir Tanrının varlığına sahip olmak aracılığı ile ayrıcalıklı bir halk olacaklar idi ise, o zaman kutsal bir halk olmaları da gerekir idi.

Yehova’nın, halkının tüm alışkanlıkları ve uygulamaları üzerinde gösterdiği gayretli özeni kadar canın hayranlığını sağlayacak bir şey asla mevcut değildir. Tanrı, halkını, evde ve dışarda, uykuda ve uyanık iken, gece ve gündüz korudu. Halkının yiyeceğini tedarik etti, onlara giysilerini sağladı; her anlarına ve özel ilgilerine dahi dikkat etti. Eğer bir kişinin üzerinde bazı lekeler belirir ise, hemen o anda bu lekeler ile özenli bir şekilde ilgilenilmesi gerekiyor idi. Tek bir kelime ile özetleyecek olur isek, Yehovanın Kendisi ile birleştirmiş olduğu ve ortalarında konut kurduğu bu halkın sağlığı ya da saflığını etkileyen hiç bir şey gözden kaçırılmaz idi. Yehova, halkının tüm can alıcı ya da önemli ilişkileri ile çok yakından ilgilendi. Onların halk önündeki, sosyal ya da özel her ilişkileri ile bağlantılı olan her şeye yakın ilgi gösterdi.

Tüm bunlar sünnet edilmemiş bir kişi tarafından hoş görülemez bir yük şeklinde görülür. Sünnetsiz biri için Tanrının sınırsız kutsallığının gece ve gündüz hem yolunda hem de yatağında bulunması sünnetsiz kişinin tahammül gücünün ötesinde olan sınırlayıcı bir kısıtlama olarak algılanır idi. Ancak kutsallığı gerçekten seven biri, Tanrıya aşık biri için bundan daha zevkli bir şey olamaz idi. Kutsallığı gerçekten seven böyle biri durumdan sevinç duyar, çünkü Tanrının tatlı güvencesi her zaman yanındadır ve o kişi Tanrının varlığı tarafından talep edilen ve güvence sağlanan ve her an üzerindeki bu kutsallıktan keyif alır.

Değerli okuyucum, size soruyorum, durum sizin için de böyle midir? Tanrının varlığının talep ettiği tanrısal huzuru ve kutsallığı seviyor musunuz? Düşünce alışkanlıklarınız, duygularınız ve eylemleriniz, kutsallığın bu saflığı ve yüceliği ile uyumlu mu? Levililer kitabının bu on beşinci bölümünü okuduğunuz zaman, bu bölümün size öğretmek için yazıldığını hatırlayın. Bu bölümü Kutsal Ruh’a güvenerek okumanız gerekir. Çünkü bölümü ruhsal bir uygulama ile öğrenmenizi sağlayacak olan Kutsal Ruh’tur. Bölümü farklı bir şekilde okuduğunuz zaman, kendi mahvoluşunuzu sağlamış olursunuz ya da törensel bir ifade ile belirleyecek olur isek, “küçük bir çocuğu annesinin sütünde haşlamaktır.”

“Kutsal Yazıların böyle bir bölümünden ne öğrenmem gerekir? Bunu kendime nasıl uyarlarım?” şeklinde sorular mı aklınıza geliyor? O zaman öncelikle size şunu sorayım, tüm bu Kutsal Yazıların sizin öğrenmeniz için yazıldıklarını kabul etmiyor musunuz? O halde, size esin alarak yazmış olan elçinin güçlü bir ifade ile beyan ettiği şu sözlerini gösterdiğim zaman, soru sormayacağınızı düşünüyorum: “Önceden ne yazıldı ise bize öğretmek için yazıldı.” (Romalılar 15:4) Pek çok kişi, en azından, söz konusu Levililer kitabı olduğu zaman, bu önemli ifadeyi unutmuşa benzer. Çok eski bir çağda yaşanan gelenek ve törenlerden öğrenmeleri gerektiği gerçeğinin mümkün olduğunu algılayamazlar. Ve özellikle Levililer kitabının on beşinci bölümünün kayıtlarında yer alan bu tür törenler ve gelenekleri algılamaları zordur. Ama Kutsal Ruh Tanrının bu önemli bölümünü yazan Kişi olduğunu hatırladığımız zaman, bu bölümdeki her paragrafın, her ayetin ve her satırın “Tanrının esini ile yazıldığını ve yararlı olduğunu” düşündüğümüzde bu bölümdeki anlamı araştırmak için yönlenmemiz gerekir. Tanrının yazdığını Tanrının çocuğunun elbette okuması gerekir. Hiç kuşkusuz, böyle bir bölümü okumak için ruhsal güce ihtiyaç duyulur; nasıl olduğunu ve ne zaman olduğunu bilmek için ruhsal güç ve ruhsal bilgelik gerekir. Ancak tüm bunlar Kutsal Kitap’ın her bölümü için geçerli olan doğrulardır. Kesin olan bir şey vardır: eğer biz yeterince ruhsal, yeterince göksel ve doğadan yeterince soyutlanmış olsa idik ve yeryüzünün üstünde yükselse idik, o zaman bu saf ruhsal ilkeler ve düşünceler içeren bölümlerdeki bilgiden hiçbir şekilde yoksun kalmaz idik. Eğer gökteki bir melek bu bölümleri okumuş olsa idi, onları ne şekilde anlaması gerekecek idi? Yalnızca ruhsal ve göksel bir ışık içinde ve yalnızca en saf ve en yüce ahlakın anlayışı ile. Ve o zaman bizler de neden aynı şeyi yapmayalım? Ben şuna inanıyorum: bizler çok ihmal edilmiş bir kitap olan Levililer Kitabının içeriği ile ne kadar olumlu bir inceleme yaptığımız konusunda henüz farkındalığa sahip değiliz. Eğer bu kitabın okunması gerekmese idi, hiç kuşkusuz o zaman yazılmaz idi. Eğer “yararlı” olmasa idi, kutsal esin ile yazılmış olan Kutsal Kitap’ın içinde yazılı olmaz idi. Ama görüyoruz ki, bu kitabı yazmak “tek bilge Tanrıyı” hoşnut etti, bu nedenle bu kitabı okuyan Tanrı çocuklarını da hoşnut etmesi gerekir.

Yalnızca Tanrı ile paydaşlık aracılığı ile verilecek olan ruhsal bilgelik, kutsal farkındalık ve o saf ahlak duygusu gibi tüm bu şeyler hiç kuşkusuz, böyle bir bölümün nasıl okunması gerektiği hakkında bir yargı biçimlendirmek için elzem olacaktır. Sıradan bir topluluğun ortasında ayağa kalkabilecek ve Levililer kitabının on beşinci bölümünü okuyabilecek bir kişinin sağduyulu yargısı ve rafine tadının yeterli bir şekilde açıklayıcı olacağını kuvvetli bir şekilde hissetmemiz gerekir. Ama neden böyledir? Kitap tanrısal esin ile yazılmadığı ve bu yüzden “yararlı” olmadığı için midir? Asla, hiç bir şekilde! Ama nedeni şudur: insanlar genelde kitabın saf ve kutsal derslerine girmek için yeterince ruhsal değildirler.

O zaman, incelediğimiz bu bölümden öğrenmemiz gereken nedir? Öncelikle öğrenmemiz gereken, doğadan çıkan her şeyi kutsal bir gayret ile izlemeyi öğreniriz. Doğanın her anı ve doğadan çıkan her şey kirleticidir. Düşmüş insan doğası saf olmayan bir çeşmedir ve tüm kaynakları kirlidir. İnsan doğasından saf, kutsal ya da iyi olan kaynaklar çıkamaz. Bu konu, Levililer kitabında sık sık belirtilen bir derstir ve bu ders bu bölümde etkileyici bir şekilde öğretilir.

Ama, insan doğasının murdarlığı için böyle harika bir sağlayış tedarik etmiş olan lütuf için övgüler olsun! Bu sağlayış, Tanrının kitabının tamamı boyunca ve özellikle bu kısmın devamı boyunca bize iki farklı biçim sunar, yani, “su ve kan.” Bunların her ikisi de Mesih’in ölümünün temeli üzerinde bina edilmişlerdir. Aklayan kan ve temizleyen su çarmıha gerilmiş bir Mesih’in mızrak ile delinmiş böğründen aktılar. (Yuhanna 19:34 ile 1.Yuhanna 5:6 ayetlerini kıyaslayınız.) “O’nun Oğlu Mesih’in kanı bizi her günahtan temizler.” (1.Yuhanna 1:7) Ve Tanrının Sözü günlük alışkanlıklarımızı ve yollarımızı temizler. (Mezmur 119:9; Efesliler 5:26) Böylece, her şeyin kirli olduğu bir durumdan geçmemize ve her hareketi ile ardında her an bir leke bırakan bir doğayı kendimiz ile taşımamıza rağmen, paydaşlık ve tapınma için uygun kalabiliriz.

Daha önce de belirttiğimiz gibi bu bölümümüz cüzamdan daha az ciddi olan törensel bir kirlilik sınıfı ile ilgilenir. Bu durum şu gerçeği destekler: burada kefaretin ön gölgesi bulunur; bir boğa ya da bir kuzu tarafından değil, ama kurban düzeyinde en alt sırada yer alan bir çift “kumru” dan söz edilir. Ama öte yandan Söz’ün temizleyici değeri sürekli olarak ön plana getirilir; “yıkanma”, “banyo yapma” ve “durulanma” gibi törensel eylemler göze çarpar. “Gençbir adam yolunu ne ile temizler? Senin Sözüne kulak vererek ve bu Söz ile uyumlu davranarak.” “Ey kocalar, Mesih kiliseyi nasıl sevip onun uğruna kendini feda etti ise, siz de karılarınızı öyle sevin. Mesih kiliseyi su ile yıkayıp tanrısal söz ile temizleyerek kutsal kılmak için kendini feda etti.” Levililerin saf kılma sisteminde su en önemli yeri tutuyor idi ve Sözün bir örneği olarak sunuluyor idi; bundan daha ilginç ve daha eğitici hiç bir şey olamaz.

Böylece, Levililerin bu on beşinci bölümünden var olan en değerli noktaları bir araya getirebiliriz. Tanrısal huzurun yoğun kutsallığını çok çarpıcı bir şekilde öğreniriz. Bu kutsal bölgede bir an için bile tek bir yaraya, tek bir lekeye ya da tek bir akıntıya hoş görü ile bakılamaz. “İsrail halkını kirliliğinden arındıracaksın. Öyle ki, aralarında bulunan konutumu kirletip kirlilik içinde ölmesinler.” (ayet 31)

Yeniden öğreniyoruz ki, insan doğası kirliliğin dolup taşan bir şekilde akan çeşmesidir. Ve umutsuzca kirlidir ve yalnız kirli olmak ile kalmaz, aynı zamanda kirleticidir de. İnsan doğası, uyanık iken ya da uykuda iken, oturur iken, ayakta durur iken ya da yatar iken, kirli ve kirleticidir. Ona dokunmak bile kirliliği bulaşıcı hale getirir. Bu gerçek gururlu insan için derin bir alçalma öğreten bir derstir. Ama gerçek budur. Levililer kitabı insan doğasına sadık bir ayna tutar ve “benliğe” ya da “ete ve kana” kendisini yüceltecek hiç bir şey bırakmaz. İnsanlar kendi saflıkları, ahlak duyguları ve saygınlıkları ile övünebilirler. O zaman Musa’nın üçüncü kitabı olan Levilileri okusunlar ve orada Tanrının değer ölçütüne göre gerçekten tam değerin ne olduğunu o zaman anlayacaklardır.

Son olarak, Mesih’in kanının üstün değerini ve Tanrının değerli sözünün temizleyen, saf kılan ve kutsallaştıran değerini yeniden anlayacaklarını belirtmek isterim. Kutsal yerin tartışılmaz saflığını düşündüğümüz ve sonra insan doğasının iflah olmaz kirliliğine baktığımız zaman ve “Biz Tanrının huzuruna nasıl girebilir ve orada nasıl kalabiliriz?” diye sorduğumuz zaman, bu sorunun yanıtını “çarmıha gerilmiş bir Mesih’in böğründen akan “kan ve su” da bulacağız. Mesih, bizler O’nun aracılığı ile yaşayabilelim diye Kendi yaşamını bizim için ölüme sundu. “Yeryüzünde tanıklık eden üç şey vardır: Kutsal Ruh ve su ve kan: ve Tanrıya şükürler olsun ki, üçü bir arada uyum içindedir.” Kutsal Ruh kulaklarımıza Söz’de okuduğumuz bir mesajdan farklı bir mesaj iletmez ve her ikisi de yani hem Ruh hem de Söz bize kanın değerinin ve yetkinliğinin gerçekliğini beyan ederler.

Bu nedenle, Levililer kitabının on beşinci bölümünün “bizim için yazıldığını” söyleyemez miyiz? Levililer kitabı Kutsal Kitap’ta kendine özgü farklı bir yere sahip değil midir? Kesinlikle sahiptir. Eğer kitapta herhangi bir konu atlanmış olsa idi, bir boşluk olur idi. Biz bu kitapta başka hiç bir yerde öğrenemeyeceğimizden çok daha önemli şeyler öğreniriz. Evet, tüm Kutsal Yazıların bize Tanrının kutsallığını, insan doğasının kötülüğünü, kanın yetkinliğini ve Söz’ün değerini öğrettiği doğrudur. Ama şu anda üzerinde inceleme yaptığımız bölüm bizim dikkatimizi çekmek için bize bu büyük gerçekleri takdim eder. Ve onları tamamen kendisine özgü bir şekilde yüreklerimize kazır.

Babamızın kitabının her kısmı yüreklerimiz için değerli kılınsın. O’nun tanıklıklarının hepsi bize baldan ve bal peteğinden daha tatlı gelsin ve ”O’nun adil yargılarının her biri” canlarımızdaki uygun yerlerine sahip olsunlar.

Levililer 16

Bu bölüm yenilenmiş zihni meşgul edebilecek en ağır ilkelerden bazılarını açıklar. Ve kefaret öğretişini tam bir doluluk ve güç ile takdim eder. Özetleyecek olur isek, Levililer kitabını on altıncı bölümünü esin ile yazılmış olan Kutsal Kitap’ın en değerli ve önemli kısımları arasına yerleştirmemiz gerekir; eğer her şeyin tanrısal olduğu bir konuda kıyaslamalar yapılmasına izin verilir ise.

Bu bölüme bakar iken, tarihsel açıdan İsrail’deki kefaret günü ile ilgili konuların bir kaydını görürüz; burada Yehova’nın topluluk ile olan ilişkisi bina edilir ve korunur ve halkın tüm günahları, hataları ve zayıflıkları için edilen kefaretin kusur oluşundan söz edilir, öyle ki, Rab Tanrı onların arasında konut kurabilsin. Bu önemli günde dökülen kan Yehova’nın topluluğun ortasındaki tahtının temelini oluşturmuştur. Bu nedenle kutsal bir Tanrı halkın kirliliğine rağmen onların arasında konut kurabilmiştir. “Yedinci ayın onuncu günü” İsrail için eşsiz bir gün idi. Yıl içinde o gün kadar önemli olan başka hiç bir gün yok idi. Bu güne ait olan kurbanlar Tanrının lütuf, merhamet, sabır ve tahammül gibi konulardaki davranışının temeline şekil verir.

Ayrıca esin ile yazılmış bu tarihi bölümden şunu da öğreniriz; “en kutsal yere giden yol henüz açıklanmamıştır. Tanrı bir perde arkasında gizlenirdi ve insan uzak bir mesafede dururdu. Ve Harun’un iki oğlu Rabbin önünde sunu sunup öldükleri zaman, Rab Musa’ya konuştu ve ona şöyle dedi: “Ağabeyin Harun’a de ki, ‘perdenin arkasındaki en kutsal yer ikide bir girmesin. Antlaşma Sandığının üstündeki bağışlanma kapağına yaklaşmasın. Yoksa ölür. Çünkü Ben kapağın üstünde, bulut içinde görünüyorum.”

İnsanın, tüm zamanlar için, tanrısal huzurun önüne yaklaşacağı yol açık değildi ve Musa’nın törenlerinden hiç birinde Harun’un sürekli oraya girmesi için sağlanmış olan herhangi bir tedarik mevcut değil idi. Tanrı insana görünemez idi ve insan da Tanrının önünde duramaz idi. “Tekelerin ve keçilerin kanı ile” sürekli olarak bir görüşme yolu açılamaz idi; bunun gerçekleşebilmesi için “daha soylu bir ada ve daha zengin bir kana” sahip bir kurban gerekli idi.  “Kutsal Yasada gelecek olan iyi şeylerin aslı yoktur, sadece gölgesi vardır. Bu nedenle Yasa her yıl sürekli aynı kurbanları sunarak Tanrı’ya yaklaşanları asla yetkinliğe erdiremez. Erdirilebilse idi, kurban sunmaya son verilmez miydi? Çünkü tapınanlar bir kez günahlarından arındıktan sonra artık günahlılık duygusu kalmaz idi. Ancak o kurbanlar insanlara yıldan yıla günahlarını anımsatıyor. Çünkü boğalar ile tekelerin kanı günahları ortadan kaldıramaz.” (İbraniler 10: 1-4) Ne Levililere özgü kahinlik ne de Levililere özgü kurbanlar yetkinliğe ulaşmayı sağlayamazlar. Kurbanlar yetersizlik ve kahinlik de zayıflık ile damgalanmış olduğu için her ikisinde de kusurluluk mevcuttur. Kusurlu bir insan mükemmel bir kahin olamaz idi ve kusurlu bir kurban mükemmel huzura sahip bir vicdan sağlayamaz idi. Harun perdenin iç kısmında oturmak için hem yetersiz hem de yetkisiz idi. Sunduğu kurbanların hiç biri onun perdenin arkasına geçmesini mümkün kılamaz idi.

Bölümümüze tarihi açıdan bakışımıza son verip şimdi ona genel açıdan bakalım.

“Harun, En Kutsal Yer’e ancak günah sunusu olarak bir boğa, yakmalık sunu olarak da bir koç sunarak girebilir.” (Levililer 16:3) Burada, Mesihin kefaret eden işinin iki büyük görünümüne sahibiz; ilki, tanrısal yüceliği yetkin bir şekilde elde eder ve insanın en derin ihtiyacını mükemmel bir şekilde karşılar. Bu eşsiz ve önemli günün tüm hizmetleri süresince bir tahıl sunusu ya da esenlik sunusundan söz edilmez. Kutlu Rabbimizin mükemmel insan yaşamı burada ima edilmez ve yine aynı şekilde canın Tanrı ile olan birliğindeki açıklama ile ilgili olarak Rabbin tamamladığı işten de bahsedilmez. Kısaca belirtelim, en büyük ve en önemli konu “kefarettir” ve bu konu iki açıdan ele alınır, yani, önce Tanrının tüm talepleri – Tanrının doğası gereği olan talepleri, O’nun karakterinin gerektirdikleri, O’nun tahtının talepleri – karşılanır ve ikinci olarak insanın tüm suçları ve gereksindikleri yetkin bir şekilde çözüm bulur. Eğer bu bölümde takdim edilen gerçeği net olarak anlamak ya da büyük kefaret günü öğretişini tam olarak kavramak istiyor isek, o zaman şu iki noktayı aklımızda tutmamız gerekir. Böylece Harun Tanrının yüceliğini her olası şekilde güvenlik altına alarak kutsal yere kefaret ile girecektir; Tanrının kiliseye, İsrail’e ve tüm yaratılışa duyduğu kurtaran sevgisinin öğütleri ile ilgili olarak ya da O’nun ahlak yönetimi açısından olan tüm taleplerine bağlı şekilde ve insanın suçluluk ve ihtiyaç içindeki durumuna tam çözüm getiren kefaret! Kefaretin bu iki görünümü bölümümüzün değerli içeriği üzerinde her düşündüğümüz zaman, kendilerini bizim görüşümüze sürekli olarak takdim edeceklerdir. Kefaretin bu iki görünümünün önemi, asla yeterince vurgulanamaz.

“Harun kutsal keten mintan, keten don giyecek, keten kuşak bağlayacak ve keten sarık saracak. Bunlar kutsal giysilerdir. Bunları giymeden önce yıkanacak.” (ayet 4) Harun’un saf suda yıkanmış ve beyaz keten giysiler içindeki kişiliği Mesih’in kefaret işi ile ilgili sevimli ve etkili bir örneğini ortaya koyar. O, hem kişisel hem de karakteristik açıdan saf ve lekesiz olarak görülmelidir. “Onlar da gerçek ile kutsal kılınsınlar diye Kendimi onların uğruna adıyorum.” (Yuhanna 17:19) Tanrısal Kahinimizin tüm elzem kutsallığı içindeki Kişiliğine bakmaya çağrılmak eşsiz bir değer taşır. Kutsal Ruh, Mesih’i halkının görüşü için açıklayan her şeyden zevk alır ve O’na ne zaman baksak, baktığımız her yerde O’nun aynı lekesiz, mükemmel, görkemli, değerli ve eşi benzeri olmayan İsa olarak görürüz; “O, on binlerce kişi arasında bütünüyle sevimli ve dürüst Olan’dır”. O’nun saf ve lekesiz olması için bir şey yapmasına ya da bir şey giymesine gerek yoktur. O, saf suya ya da beyaz keten giysiye ihtiyaç duymaz. O, her zaman kendiliğinden “Tanrının Kutsal Olanı’dır”. Harun’un yaptığı ve giydiği – yıkanma ve özel giysiler – yalnızca Mesih’in ne olduğuna ilişkin soluk gölgelerdir. Yasa, yalnızca bir “gölgeye” sahip idi ve “onda gelecek olan iyi şeylerin aslı yoktu.” Tanrı’ya övgüler olsun ki, bizler yalnızca gölgeye değil, ama sonsuz ve tanrısal gerçekliğe yani Mesih’in Kendisine sahibiz.

“İsrail topluluğu günah sunusu olarak Harun’a iki teke, yakmalık sunu olarak bir koç verecek. Harun boğayı kendisi için günah sunusu olarak sunacak. Böylece kendisinin ve ailesinin günahlarını bağışlatacak. “(ayetler 5,6) Harun ve onun ev halkı kiliseyi “tek beden” olarak değil, ama kahinlere özgü bir ev halkı olarak temsil eder. Ama Efesliler ve Koloseliler mektuplarında geliştirilmiş olarak bulduğumuz kilise değil, Petrus’un ilk mektubunda yer alan şu çok iyi bilinen bölümde yer alan kilisedir: “O sizi diri taşlar olarak ruhsal bir tapınağın yapımında kullansın. Böylelikle İsa Mesih aracılığı ile Tanrının beğenisini kazanan ruhsal kurbanlar sunmak üzere kutsal bir kahinler topluluğu olursunuz.” (1.Petrus 2:5) Bu konuya aynı şekilde İbraniler mektubunda da değinilir: “Oysa Mesih O’nun evi üzerinde yetkili oğul olarak sadıktır. Eğer cesaretimizi ve övündüğümüz umudu gevşemeden sonuna kadar sürdürür isek, O’nun evi biziz.” (İbraniler 3:6) Eski Antlaşma’da kilisenin gizemi ile ilgili hiç bir açıklamanın mevcut olmadığını her zaman hatırlamamız gerekir. Örnekler ve gölgeler mevcuttur ama açıklama yer almaz. Yahudilerin ve diğer ulusların oluşturduğu “tek beden” ile ilgili o harika gizem, “yeni bir yaratık” ve göklerde bulunan yüceltilmiş bir Mesih ile birleşmiş olmak çok aşikar olarak bilindiği gibi, Mesih yukardaki yerini alıncaya dek açıklanamaz idi. Pavlus bu gizem ile ilgili olarak önceden bir kahya ve hizmetkar yapıldı; Pavlus bu konudan bize Efesliler mektubunda 3:1-12 ayetleri içinde bilgi verir; imanlı okuyucunun bu bölümü dua ederek dikkatli bir şekilde okumasını öneririm.

“Sonra iki tekeyi alıp Rabbin huzuruna, Buluşma Çadırının giriş bölümüne götürecek. İkisi üzerine kura çekecek. Biri Rab için, biri Azazel (günah keçisi olarak kıra salmak anlamına gelebilir) için. Harun kurada Rabbe düşen tekeyi getirip günah sunusu olarak sunacak. Onu çöle salıp Azazel’e gönderecek.” (Levililer 16: 7-10) Bu iki teke örneğinde, daha önce işaret edilmiş olan kefaretin iki görünümüne sahibiz. “Rabbin kurası” bir tekenin üzerine düştü ve halkın kurası diğer tekenin üzerine düştü. İlk durumda mesele kişilerin ya da bağışlanması gereken günahların meselesi değil idi, aynı şekilde Tanrının seçilmişlerine gösterdiği lütfu ile ilgili öğütler de değildi. Söylememe hiç gerek yok ama bu gibi şeyler sınırsız ana dahildir; ama Rabbin kurasına düşen teke konusu ile ilgili değildirler. Bu son durum geneldeki günah ile ilgili olarak Tanrının mükemmel bir şekilde yüceltildiği Mesih’in ölümünü sembolize eder. Bu büyük gerçek, dikkat çeken şu ifadede  –“Rabbin kurası” – tam olarak ortaya konur. Tanrı, Mesih’in ölümünde garip bir paya sahiptir. Bu, oldukça farklı bir paydır, hiç bir günahkarın hiç bir zaman kurtarılması gerekmese dahi kalıcılığı sonsuza kadar sürecek olan bir pay. Bunun gücünü görmek için Tanrıya bu dünyada nasıl saygısızlık edildiğini akılda tutmak gereklidir. Tanrının gerçeği küçümsenmiştir. Yetkisi aşağılanmıştır. Yüceliği hor görülmüştür, yasası ihlal edilmiştir. Talepleri göz ardı edilmiştir. Adına küfür edilmiştir ve karakteri karalanmıştır.

Ancak şimdi Mesih’in ölümü tüm bunlar için sağlayışta bulunmuştur. Tüm bu kötü davranışların yapıldığı yerde, özellikle o yerde bu sağlayış Tanrıyı mükemmel bir şekilde yüceltmiştir. Çarmıhta gerçekleşenler Tanrının gerçeğini, yüceliğini, kutsallığını ve karakterini mükemmel bir şekilde haklı çıkartmıştır. Tanrının tahtının tüm taleplerini tanrısal bir şekilde karşılamış ve günah için kefaret etmiştir. Günahın evrene soktuğu tüm kötülükler için tanrısal bir çözüm sağlamıştır. Kutlu Tanrı çarmıh sayesinde tüm bu kötülüklere karşı lütuf, merhamet ve tahammül ile hareket edebilir. Çarmıh bu dünyanın prensinin sonsuz yenilgisi ve mahvı için bir kefillik sağlar ve Tanrının ahlak yönetiminin bozulması mümkün olmayan temelini oluşturur. Tanrı, çarmıh sayesinde kendi egemenliği ile uyumlu olarak davranabilir. Karakterinin eşsiz yüceliklerini ve Doğasının hayran olunacak özelliklerini gösterebilir. Tanrı esnek olmayan bir adalet uygulaması ile insanlık ailesini şeytan ve onun melekleri ile birlikte ateş gölüne atmaya karar verebilir idi, ama bu durumda sevgisi, lütfu, merhameti, nezaketi, tahammülü, şefkati, sabrı ve mükemmel iyiliği nerede kalırdı?

Ayrıca farklı bir açıdan baktığımız takdirde kefaretin yokluğu durumunda bu değerli özellikler uygulanmış olsa idi, o zaman Tanrının adaleti, gerçeği, yüceliği, kutsallığı, doğruluğu ve yöneten talepleri, evet, tüm ahlak görkemi nerede kalırdı? “Merhamet ve gerçek “ nasıl buluşabilirler idi ve “doğruluk ve esenlik” birbirlerini nasıl öpebilirler idi? “Gerçek yeryüzünden nasıl fışkırabilirdi” ya da “doğruluk nasıl gökten aşağı bakabilirdi?” İmkansız! Rabbimiz İsa Mesih’in kefaretinden başka hiç bir şey Tanrıyı tam olarak yüceltemez idi, ama kefaret Tanrıyı yüceltmiştir. Çarmıh tanrısal karakterin tam yüceliğini yansıtan tek gerçektir; sanki düşmemiş bir yaratılışın en parlak görkeminin arasında ancak bu kadar yansıtma olabilir idi. Bu kefaret aracılığı ile Tanrı ümit ile beklenen ve geçmiş şeylerin düşünüldüğü bir şekilde bu dünyaya karşı yaklaşık altı bin yıldır tahammül göstermiştir. Bu kefaret sayesinde insan oğullarının en kötü, en küstah ve en küfürbaz olanları “yaşarlar, hareket ederler ve var olurlar”; ye, iç ve uyu. Küfürbaz sapkın ağzına attığı en büyük yiyecek parçasını, bilmiyor olsa dahi bu kefarete borçludur. Bir ateistin tarlalarını verimli kılan güneş ışınları ve yağmurlar Mesih’in kefareti sayesinde ona ulaşırlar. Evet, sapkının ve ateistin aldığı her soluk Tanrının esinine küfür etmek ya da O’nun varlığını inkar etmek için kullanılır olsa da bu soluğu Mesih’in kefaretine borçludurlar. Eğer bu değerli kefaret olmasa idi, onlar yeryüzünde küfür etmek yerine cehennemde yuvarlanıyor olurlar idi.

Okuyucum beni yanlış anlamasın, ben burada kişilerin bağışlanmasından ya da kurtarılmalarından söz etmiyorum. Bu tamamen farklı bir şeydir ve her Hristiyan’ın bildiği gibi İsa’nın adının ikrarı ve Tanrının onu ölümden dirilttiğine dair sahip olunan inanç ile bağlantılı olarak durur. (Romalılar 10) Bu konu yeterince açıktır ve tam olarak anlaşılır; ama hiç bir şekilde hali hazırda sahip olduğumuz kefaretin görünümü ile ilgisi yoktur ve Rabbin kurasına düşen teke aracılığı ile çok çarpıcı bir şekilde önceden ima edilir. Tanrının bir günahkarı bağışlaması ve kabul etmesi bir şeydir, O’nun bu kişiye tahammül etmesi ve onun üzerine geçici bereketler boca etmesi başka bir şeydir. Her ikisi de çarmıh sayesinde gerçekleşir, ama tamamen farklı bir görünüm ve uyarlama içindedirler.

Ancak bu farklılık hiç bir şekilde önemsiz değildir. Tam aksine! Aslında bu farklılık öylesine önemlidir ki, nerede gözden kaçırılır ise orada kefaretin tam öğretişi hakkında zihin karışıklığı ortaya çıkmak zorunda kalır. Hepsi bu kadar değildir. Tanrının yönetimindeki yolları geçmişte, şimdi ya da gelecekte net bir şekilde anlamak bu çok ilginç noktaya dahil olarak yer alır. Ve son olarak pek çok Hristiyan’ın dikkat çekecek kadar zorluk çektiği bir dizi metnin anlaşılması için gerekli olan anahtar bu noktada bulunur. Şimdi bu bölümlerin iki ya da üç tanesini örnek olarak ekleyeceğim.

“İşte dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu!” (Yuhanna 1:29) “O, günahlarımızı, yalnız bizim günahlarımızı değil, bütün dünyanın günahlarını da bağışlatan kurbandır.” (1.Yuhanna 2:2) 1 Bu bölümlerin her ikisinde de Rab İsa’ya en geniş kabulleri içinde “günah” ve “dünya” ile ilgili olarak Tanrıyı mükemmel şekilde yüceltmiş Olan olarak işaret edilir. Mesih burada “Rabbin kurasına düşen tekenin karşıt örneği” olarak görülür. Bu bize Mesih’in kefaretinin en değerli bakış açısını verir ve gözden kaçırılanı ya da net olarak anlaşılmayanı kavramamızı sağlar. Ne zaman, bu ve diğer ayet bölümleri ile bağlantılı olarak kişilerin ve günahların bağışlanması söz konusu olsa, zihnin başa çıkılamaz zorluklar ile karşılaşacağı kesindir. 

Bu nedenle aynı zamanda Tanrının lütfunun dünyaya en geniş şekilde takdim edildiği zaman tüm bu bölümler söz konusu olur. Bu bölümler bizim şu anda ilgilendiğimiz kefaret konusunun özel görünümü üzerinde inşa edilmişlerdir. “Dünyanın her yanına gidin. Müjde’yi tüm yaratılışa duyurun.” (Markos 16:15) “Çünkü Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlu’nu verdi. Öyle ki, O’na iman edenlerin hiç biri mahvolmasın, hepsi sonsuz yaşama kavuşsun.” (Yuhanna 3:16) “Her şeyden önce şunu öğütlerim: Tanrı yoluna tam bir bağlılık ve ağırbaşlılık içinde sakin ve huzurlu bir yaşam sürelim diye krallar ile bütün üst yöneticiler dahil bütün insanlar için dilekler, dualar, yakarışlar ve şükürler sunulsun. Böyle yapmak iyidir ve Kurtarıcımız Tanrıyı hoşnut eder. O bütün insanların kurtulup gerçeğin bilincine erişmesini ister. Çünkü tek Tanrı ve Tanrı ile insanlar arasında tek aracı vardır. O da insan olan ve kendisini herkes için fidye olarak sunmuş bulunan Mesih İsa’dır. Uygun zamanda verilen tanıklık budur.” (1.Timoteos 2:1-6) “Çünkü Tanrının bütün insanlara kurtuluş sağlayan lütfu ortaya çıkmıştır.” (Titus 2:11) “Ama meleklerden biraz aşağı kılınmış olan İsa’yı Tanrının lütfu ile herkes için ölümü tatsın diye çektiği ölüm acısı sonucunda yücelik ve onur tacı giydirilmiş olarak görüyoruz.” (İbraniler 2:9) “Bazılarının düşündüğü gibi Rab vaadini yerine getirmekte gecikmez, ama size karşı sabrediyor. Çünkü kimsenin mahvolmasını istemiyor.” (2.Petrus 3:9)

Yukarıdaki ve ona benzer bölümlerin sade ifadesinden sakınmak için herhangi bir arayışta bulunmaya ihtiyaç yoktur. Bölümler, bir yandan insanın sorumluluğuna en ufak bir imada bulunmaksızın tanrısal lütfun herkese karşı olduğuna dair net ve kesin bir tanıklık verirler, ya da öte yandan Tanrının sonsuz öğütlerine şahitlik ederler. Bu tür konular Kutsal Yazılar’da eşit şekilde net, tam ve kesin bir şekilde öğretilirler. İnsan sorumludur ve Tanrı egemendir. Kutsal Yazılar’a boyun eğen herke bu ifadeleri kabul eder. Ama aynı zamanda Tanrının lütfunun geniş görünümünün ve Mesih’in çarmıhının farkına varmak için en son sırada yer alırlar. Tanrının lütfu ve Mesih’in çarmıhı Tanrıyı yüceltir ve insanı hiçbir özür gösteremeyecek durumda bırakır. İnsanlar tanrısal etki olmaksızın Tanrının buyrukları ve insanın yetersizliği hakkında tartışma içindedirler. Onların görüşleri Tanrıyı tanımak istemediklerini kanıtlar. Çünkü eğer Tanrıyı isteseler idi, Tanrı onların bulabilecekleri kadar yakınlarında idi. Tanrının lütfu ve Mesih’in kefareti onların arzu edebilecekleri kadar büyük idi.  “Herhangi” – “Her” – “Her kim olur ise” – ve “Herkes” sözcükleri Tanrının kendi kelimeleridir. Ve bu lütuf hiç kimseden esirgenmemiştir, herkese verilmiştir. Eğer Tanrı bir kişiye kurtuluş mesajı gönderir ise, o zaman bu kişi için kurtuluşu amaçladığı kesindir ve Tanrının bu lütfunu reddetmekten daha kötü ve daha saygısız ne olabilir? Tanrının lütfunu reddetmek Tanrıyı yalancı yerine koymak ve sonra O’nun gizli buyruklarını bu davranışın bir nedeni olarak göstermek çok kötü bir inançsızlıktır. Bir kişi için şu sözleri hemen söylemek kesinlikle içten bir davranıştır: “Gerçek şu ki, ben Tanrı sözüne inanmıyorum ve O’nun lütfunu ya da kurtarışını istemiyorum.” Bu ifade anlaşılabilir bir ifadedir. Ama insanların Tanrıya duydukları nefreti ve O’nun gerçeğini tek yanlı olduğu için sahte bir örtü ile örtmek kötülüğün en yüksek seviyesidir. Şeytanın en şeytani hali elinde Kutsal Kitap ile göründüğü zamandır; amacı bizi bir gerçek hakkında yanılgıya düşürmektir.

Eğer Tanrının, insanlara duyurulmasını emretmiş olduğu Müjde’yi Tanrının gizli buyrukları ve öğütleri aracılığı ile insanlara duyurulmasını engellemek doğru olsa idi, o zaman Müjde’ye itaat etmedikleri için hangi doğruluk ilkesine dayanarak  “sonsuz mahvolma ile” cezalandırılacaklar idi?  (2.Selanikliler 1:6-10) Kaybolmuş kişilerin bulundukları tüm hüzünlü bölgeler arasında Tanrının öğütlerini suçlayan tek bir can var mıdır? Tek bir can dahi yoktur. Ah, hayır! Tanrı Mesih’in kefareti ile yalnızca inananların kurtulmasını sağlamak ile kalmamıştır, ama aynı zamanda lütfunu göstermiş olduğu Müjde’yi reddeden bu kişiler için hiç bir özür yoktur. Konu, bir kişi bunu yapamadığı için değildir, ama konu bu kişinin “sonsuz yıkım ile ceza göreceğine” inanmayışıdır. Bir kişinin en büyük hatası kendisini Tanrının buyruklarının arkasına rahat bir şekilde yerleştirmesi ve bilerek ve zihninde karar vererek Tanrının lütfunu reddetmesidir; bu ölümcül bir hatadır. Ve çok tehlikelidir, çünkü tek yanlı bir teolojinin öğretişleri ile desteklenir. Tanrının lütfu herkes için karşılıksızdır ve eğer bunun nasıl olduğunu sorar isek, yanıt şöyledir: “Yehova’nın kurası” doğru kurban üzerine düşmüştür, öyle ki, Tanrı, günah konusu ile ilgili olarak mükemmel bir şekilde ve en geniş halde yüceltilebilsin ve herkese karşı gösterdiği lütfu ile hareket etmek için özgür olsun ve “Müjdeyi tüm yaratılışa duyursun.” Bu lütuf ve bu duyuru sağlam bir temele sahip olmak zorundadırlar ve bu temeli oluşturan kefarettir ve insanın bunu reddetmesine rağmen Tanrı, lütuf uygulaması ve kurtuluş sunusu ile yüceltilir, çünkü hem lütuf hem de kurtuluş aynı temel üzerindedirler. Tanrı, sonsuzluğun sayısız çağları boyunca yüceltilir ve yüceltilecektir. (Şimdi yüreğim sıkılıyor, ne diyeyim? ‘Baba, beni bu saatten kurtar mı’ diyeyim ? Ama ben bu amaç için bu saate geldim. Baba, adını yücelt!’ Bunun üzerine gökten bir ses geldi: “Adımı yücelttim ve yine yücelteceğim.” Orada duran ve bunu işiten kalabalık, “Gök gürledi” dedi. Başkaları, “Bir melek O’nun ile konuştu” dedi. İsa, “Bu ses, benim için değil, sizin için idi” dedi. “Bu dünya şimdi yargılanıyor. Bu dünyanın egemeni şimdi dışarı atılacak. Ben yeryüzünden yukarı kaldırıldığım zaman, bütün insanları kendime çekeceğim.”) Yuhanna 12:27-32)

Böylece, şu ana kadar tek bir özel düşünce ile, yani, “Rabbin kurasına düşen teke” konusu ile meşgul olduk ve şimdi meraklı bir okuyucu bundan sonraki konunun bize Mesih’in ölümünün diğer büyük görünümünü ya da O’nun ölümünün halkının günahlarına uyarlanmasına örnek teşkil eden günah keçisi olacağını düşünebilir. Ama hayır: asıl olan, önümüzde bulunan bu değerli gerçeğin çizgisinin en dolu onayına sahibiz; aslında boğazlanmış tekenin kanı, Yehova’nın tahtının önüne boğanın kanı ile birlikte serpilir idi, öyle ki, o tahtın tüm taleplerinin kefaretin kanında yanıtlandığı ve Tanrının ahlak yönetimi ile ilgili tüm talepleri için tam sağlayışta bulunulduğu gösterilsin.

“Ve Harun kendisi için günah sunusu olarak boğayı getirecek. Böylece kendisinin ve ailesinin günahlarını bağışlatacak. Bu günah sunusunu kendisi için kesecek. Rabbin huzurunda bulunan sunağın üzerindeki korları buhurdana koyup iki avuç dolusu ince öğütülmüş güzel kokulu buhur ile perdenin arkasına geçecek. Orada Rabbin huzurunda buhuru korların üzerine koyacak, buhurun dumanı Levha Sandığının üzerindeki Bağışlanma Kapağını kaplayacak. Öyle ki Harun ölmesin.” (Levililer 16:11-13) Burada gerçekten çok canlı ve çarpıcı bir sunum ile karşılaşırız. Kefaret kanı perdenin iç kısmına, yani, en kutsal yere taşınır ve orada İsrail’in Tanrısının tahtının üzerine serpilir. Tanrısal Varlığın bulutu orada idi ve Harun’un yüceliğin huzurunda durabilmesi ve ölmemesi için “buhur bulutu” yükselir ve üzerine yedi kez kefaret kanının serpilmesi gereken Bağışlanma Kapağını örter. İnce öğütülmüş güzel kokulu buhur Mesih’in Kişiliğinin kokusunu  - O’nun en değerli kurbanının tatlı kokusunu – ifade eder.

“Harun sonra boğanın kanını alıp parmağı ile kapağın üzerine, doğuya doğru serpecek. Kapağın önünde yedi kez bunu yineleyecek. Bundan sonra, halk için günah sunusu olarak tekeyi kesecek. Kanını perdenin arkasına götürecek. Boğanın kanı ile yaptığı gibi tekenin kanını da Bağışlanma Kapağının üzerine ve önüne serpecek.” (Levililer 16:14,15) “Yedi” mükemmel olan rakamdır. Ve kanın Bağışlanma Kapağının önünde yedi kez serpilmesi ile şunu öğreniriz: Mesih’in kefareti her neye – eşyalara, yerlere ya da kişilere – uygulanır ise uygulansın, tanrısal huzurda mükemmel değere sahiptir. Kilisenin kurtuluşunu garanti eden kan – gerçek Harun’un “evi; İsrail “topluluğunun” kurtuluşunu garanti eden kan, tüm yaratılışın nihai restorasyonunu ve kutluluğunu güvenli kılan kan – Tanrının önünde takdim edilmiş olan o kan Mesih’in tüm mükemmelliği, hoş kokusu ve değerliliği ile uyumlu olarak serpildi ve kabul edildi. Tanrı o kanın gücü aracılığı ile lütfunun sonsuz tüm öğütlerini yerine getirebilir; Kiliseyi kurtarabilir ve onu, günahın ve şeytanın tüm gücüne rağmen yücelik ve saygınlığın en üst seviyelerine yükseltebilir. O kan aracılığı ile Tanrı İsrail’in dağılmış tüm oymaklarını restore edebilir – Yahuda ve Efrayim’i birleştirebilir. İbrahim, İshak ve Yakup’a vermiş olduğu tüm vaatleri yerine getirebilir. Diğer uluslardan çok sayıda milyonlarca kişiyi kurtarabilir ve bereketleyebilir. Yaratılışın hepsini kurtarabilir ve bereketleyebilir. Yüceliğinin ışınlarına evreni sonsuza kadar aydınlatmaları için izin verebilir; meleklere, insanlara ve kötü ruhlara Kendi sonsuz yüceliğini, karakterinin yüceliğini, doğasının yüceliğini, işlerinin yüceliğini ve yönetiminin yüceliğini gösterebilir. Tanrı tüm bunları yapabilir ve yapacaktır; ama yüceliğin sonsuza kadara tek aracısı çarmıhta dökülen kandır – o değerli ve eşsiz kan. Değerli Hristiyan okuyucu, o kan yüreğinize ve vicdanınıza Sınırsız Kutsallığın huzurunda esenlik konuşmuştur, sonsuz ve tanrısal esenlik! İmanlının vicdanının üzerine serpilen kan Tanrının tahtının önünde “yedi kez” serpilmiştir. Tanrıya ne kadar yaklaşır isek, İsa’nın kanına olan bağlılığımız o kadar önem ve değere sahip olacaktır. Eğer tunç sunağa bakar isek, orada kanı görürüz; eğer altın sunağa bakar isek, orada yine kanı görürüz. Eğer tapınağın perdesine bakar isek, orada da yine kanı göreceğiz: ama kanı en çok gördüğümüz yer Tanrının tahtının önünde O’nun tanrısal yüceliğinin hali hazırdaki huzurunda bulunan yer, yani perdenin iç bölümüdür.

O’nun Kanı göklerde,
Baba Tanrı’nın kulaklarına
Sonsuza dek konuşur.

“Böylece en kutsal yeri İsrail halkının kirliliklerinden, isyanlarından, bütün günahlarından arındıracak. Buluşma çadırı için de aynı şeyi yapacak, çünkü kirli insanların arasında bulunuyor.” (Levililer 16:16) Görüldüğü gibi her yerde aynı gerçek karşımıza çıkar. Kutsal yerin taleplerinin karşılanması gerekir. Yehova’nın avluları gibi aynı zamanda tahtının da kanın değerine tanıklık etmesi gerekir. İsrail’in kirliliğinin ortasında bulunan buluşma çadırı kefaretin tanrısal sağlayışları aracılığı ile arındırılması gerekir. Yehova, Kendi yüceliği için her konuda sağlayışta bulundu. Kahinler ve onların kahinlik hizmetleri, tapınma yeri ve tüm ilgili yerlerin kanın gücünün içinde durmaları gerekir. Eğer kanın gücü olmasa idi, Kutsal Olan’ın topluluğun içinde bir an kalabilmesi bile mümkün olamaz idi. Tanrının, hatalı bir halkın ortasında konut kurmasını ve hareket etmesini ve egemn olmasını sağlayan ancak bu kefaret kanıdır!

“Harun, kendisi, ailesi ve tüm İsrail topluluğunun günahlarını bağışlatmak için en kutsal yere girdiği zaman, dışarı çıkıncaya kadar kimse buluşma çadırında bulunmayacak.” (Levililer 16:17) Harun’un halkın günahları için olduğu gibi, kendi günahları için de kurban sunması gerekiyor idi. Buluşma çadırına ancak kanın gücü aracılığı ile girebilir idi. Burada, on yedinci ayette, Mesih’in kefaretinin hem kiliseye hem de İsrail topluluğuna uygulanışı ile ilgili bir örneğe sahibiz. Kilise şimdi En Kutsal Yer’e Mesih’in Kanı aracılığı ile girmektedir.  (İbraniler 10) İsrail’e gelince, peçe hala onların yüreklerini örtmektedir (2.Korintliler 3) Rabbe döndükleri takdirde bağışlanmaları ve yenilenmeleri için çarmıhta tam sağlayış tedarik edilmiş olmasına rağmen, İsrail hala uzak bir mesafede durur. Tüm bu dönem, uygun bir tabir ile kefaret gününü belirtir. Gerçek Harun kendi kanı ile bizim adımıza Tanrının önünde görünmek için göklerden içeri girmiştir ve zaman içerisinde İsrail topluluğunu tamamlamış olduğu işin yetkin sonuçlarına yönlendirmek üzere ortaya çıkacaktır. Bu süre içerisinde O’nun evi, yani O’nun ile birleşmiş olan tüm gerçek imanlılar Mesih’in kanı aracılığı ile en kutsal yere girmek için cesarete sahiptirler.

“Harun Rabbin huzurunda bulunan sunağa çıkıp sunağı arındıracak, boğanın ve tekenin kanını sunağın boynuzlarına çepeçevre sürecek. Kanı parmağı ile yedi kez sunağa serpecek. Böylece sunağı İsrail halkının kirliliğinden arındırıp kutsal kılacak.” (Levililer 16:18,19) Böylece kefaret kanı, perdenin iç kısmındaki Tanrının tahtından topluluğun buluşma çadırının avlusunda duran sunağa kadar her yere serpildi. “Böylelikle aslı göklerde olan örneklerin  bu kurbanlar ile ama gökteki asıllarının bunlardan daha iyi kurbanlar ile temiz kılınması gerek idi.  Çünkü Mesih asıl kutsal yerin örneği olup insan eli ile yapılan kutsal yere değil, ama şimdi bizim için Tanrının önünde görünmek üzere asıl göğe girdi. Baş kahin her yıl kendisinin olmayan kan ile en kutsal yere girer, oysa Mesih, kendisini tekrar tekrar sunmak üzere göğe girmedi. Öyle olsa idi, dünyanın kuruluşundan beri Mesih’in tekrar tekrar acı çekmesi gerekir idi. Oysa Mesih Kendisini bir kez kurban ederek günahı ortadan kaldırmak için çağların sonunda (yersel ve insani olan her şeyin sonunda) ortaya çıkmıştır. İnsanın bir kez ölmesi sonra da yargılanması kaçınılmaz olduğu gibi, Mesih de birçoklarının günahlarını yüklenmek için bir kez kurban edildi. İkinci kez, günah yüklenmek için değil, kurtuluş getirmek için kendisini bekleyenlere görünecektir.” (İbraniler 9:23-28)

En Kutsal Yer’e girmenin tek yolu vardır ve bu da kan ile serpilmiş olan yoldur. Başka bir yol aracılığı ile en kutsal yere girmeye çalışmak boş bir çabadır. İnsanlar bu yola girmek için iyi işlere, dua etmeye, bu yolu satın almaya, yasanın buyruklarına uymaya ya da yarı yasa buyruklarına itaat yarı da Mesih’e güvenmeye eğilimlidirler. Ama bunlardan hiç biri işe yaramaz. Tanrı yalnızca tek bir yoldan söz etmiştir ve bu yol Kurtarıcının bedeninin yırtılması aracılığı ile açılmıştır. Kurtulmuş olan milyonlarca kişi çağlar boyunca bu yoldan geçmiştir. Atalar, peygamberler, elçiler, şehitler ve kısaca Habil’den bu yana her çağda yaşamış olan kutsallar bu kutlu yoldan geçmişler ve kesin ve güvenli kabule kavuşmuşlardır. Çarmıhın tek kurbanı herkes için tanrısal bir şekilde yeterlidir. Tanrı bundan daha fazlasını istemez ve bundan daha azını da kabul edemez. Bu nedenle, Tanrının hoşnut olduğunu kendi sözü ile duyurmuş olduğu, evet, aynı zamanda sınırsız bir şekilde yüceltilmiş olduğu bu onura bir şey eklemeye çalışmak Tanrıya saygısızlık etmektir. Çarmıhtaki bu tek kurbanı kabul etmemek, insanın suçunu ve mahvoluşunu inkar etmek ve sonsuz Üçlü Birliğin adaletine ve görkemine saygısızlık etmektir.

“Harun, en kutsal yeri ve buluşma çadırını ve sunağı arındırdıktan sonra canlı tekeyi sunacak. İki elini tekenin başına koyacak. İsrail halkının tüm suçlarını, isyanlarını ve günahlarını açıklayarak bunları tekenin başına aktaracak. Sonra bu iş için atanan bir adam ile tekeyi çöle gönderecek. Teke İsrail halkının bütün suçlarını yüklenerek ıssız bir ülkeye taşıyacak. Adam tekeyi çöle salacak.” (Levililer 16: 20-22)

O zaman burada Mesih’in ölümüne eklenmiş olan diğer büyük düşünce karşımıza çıkar – yani, halkın tam ve nihai bağışlanması. Eğer Mesih’in ölümü Tanrının yüceliğinin temelini oluşturuyor ise, o zaman aynı anda O’na güvenen herkesin günahlarının mükemmel bağışlanmasının temelini de oluşturuyor demektir. Bu sonuncu ifade Tanrıya şükürler olsun ki, ikinci bir önem taşır; kefaretin daha aşağıdaki bir uygulamasıdır. Akılsız yüreklerimiz bunu göremese de, tüm günahlarımızı ortadan kaldıran çarmıhın görülmesi gerekir. Bu, bir hatadır. Tanrının yüceliği en önemli olan şeydir; kurtuluşumuz ikinci derecededir. Mesih’in yüreğinin en başta gelen ve en çok arzuladığı şey, Tanrının yüceliğinin korunması idi. Mesih başından sonuna kadar bu amaca, vazgeçmediği bir hedef ve sabit bir sadakat ile hizmet etti. “Canımı tekrar geri almak üzere veririm. Bunun için Baba beni sever.” (Yuhanna 10:17) “İnsanoğlu şimdi yüceltildi. Tanrı da O’nda yüceltildi. Tanrı O’nda yüceltildiğine göre, tanrı da O’nu Kendinde yüceltecek. Hem de hemen yüceltecektir.” (Yuhanna 13:31,32) “Ey kıyı halkları, işitin beni. Uzaktaki halklar, iyi dinleyin. Rab beni ana rahminde iken çağırdı. Annemin karnında iken adımı koydu. Ağzımı keskin kılıç yaptı. Elinin gölgesinde gizledi beni. Beni keskin bir ok yaptı. Kendi ok kılıfına sakladı. Bana, ‘Kulumsun ey İsrail, görkemimi senin aracılığın ile göstereceğim’ dedi.” (Yeşaya 49:1-3)

Böylece Tanrının yüceliği Rab İsa’nın yaşamında ve ölümünde en üstün amaç idi. O, Babasının adını yüceltmek için yaşadı ve öldü. Ne kilise, ne İsrail ve ne de diğer uluslar bu gerçeği görmezlikten gelebilirler mi? Hayır. Kurtuluşları ve bereketleri için sağlanan bu mükemmel yol Tanrının yüceliği içindir. Alıntısı yapılan şu bölümde gerçek İsrail olan Mesih’e verilen tanrısal karşılığa kulak verelim : “Yakup’un oymaklarını canlandırmak, sağ kalan İsraillileri geri getirmek için kulum olman yeterli değil. Seni uluslara ışık yapacağım. Öyle ki, kurtarışım yeryüzünün dört bucağına ulaşsın.” (Yeşaya 49:6)

Tanrının, günahlarımızı ortadan kaldırdığı zaman yüceltildiğini bilmek kutlu bir bilgi değil midir? “günahlarımız nerede?” diye sorabiliriz. Ortadan kaldırıldılar. Ne aracılığı ile? Tanrının sonsuza kadar yüceltilmiş olduğu çarmıhtaki Mesih’in o eylemi ile. Gerçek budur. Kefaret gününde o iki teke tek bir eylemin çift görünümünü verir. Birinde Tanrının yüceliğinin korunduğunu görürüz; diğerinde gördüğümüz ise günahların ortadan kaldırılmış olmasıdır. Her ikisi de eşit şekilde mükemmeldir. Mesih’in ölümü aracılığı ile bizler nasıl mükemmel bir şekilde bağışlandı isek, Tanrı da aynı şekilde mükemmel olarak Mesih’in ölümü aracılığı ile yüceltildi. Çarmıhta Tanrının yüceltilmemiş olduğu tek bir nokta mevcut mudur? Tek bir nokta bile mevcut değildir.  Aynı şekilde bizim mükemmel bir şekilde bağışlanmadığımız tek bir nokta bile mevcut değildir. Ben “biz” diyorum, çünkü gerçi her ne kadar İsrail topluluğu günah tekesinin güzel ve etkileyici düzeni içinde düşünülen öncelikli konu ise de, Rab İsa Mesih’e iman eden her can ile ilgili olarak tam bir şekilde değerini korur; çarmıhın kefareti aracılığı ile her imanlının Tanrının yüceltildiği yetkin şekilde bağışlandığı geçerlidir. Günah tekesi İsrail’in günahlarının kaç tanesini uzağa taşıdı? “Hepsini.” Ne kadar değerli bir sözcüktür bu! Arkada tek bir günah bile kalmamıştır. Günah tekesi tüm günahları nereye taşıdı? “Issız bir ülkeye” – günahların asla bulunamayacağı bir ülkeye – çünkü o ıssız ülkede onları görecek hiç kimse yok idi. Bundan daha mükemmel bir örnek olabilir miydi? Mesih’in tamamlamış olduğu kurbanın birinci ve ikinci görünümleri açısından daha canlı bir örneğine sahip olmamız mümkün müdür? İmkansız! Bu tür bir örneğe yoğun bir hayranlık duyabilir ve gözlerimiz ona diktikçe hayretimizi şöyle ifade edebiliriz, “Efendi’nin kalemi gerçekten de buraya dokunmuş!”

Değerli okuyucu, burada biraz duralım ve şu soruyu soralım: “Mesih’in kurbanının mükemmelliği nedeni ile uyumlu olarak tüm günahlarınızın bağışlandığını biliyor musunuz?” Eğer yalnızca O’nun adına iman etti iseniz, tüm günahlarınız bağışlanmıştır. Hepsi gitmiştir, sonsuza kadar yok olmuşlardır. Pek çok kaygılı canın, “Korkarım ki bunun farkında değilim “ sözlerini siz de söylemeyin. Müjde’nin hiç bir yerinde “farkına varmak” gibi bir sözcük yer almaz. Biz farkına varmak aracılığı ile kurtulmadık, ama Mesih aracılığı ile kurtulduk ve Mesih’e O’nun tüm doluluğu ve değerliliği ile sahip olmanın yolu iman etmektir – “iman etmektir!” Ve bunun sonucu ne olacaktır? “Tapınanlar bir kez günahlarından arındıktan sonra artık günahlılık duygusu kalmazdı.” Bu ifade üzerinde düşünün. “Günahlılık duygusu kalmaz idi.” Sonuç olarak bu gerçeğin gösterdiği şudur: Mesih’in kurbanı öylesine mükemmeldir ki, Tanrı bu kurban aracılığı ile yüceltildi. Şimdi artık sizin için aşikar olması gereken bilgi şudur: Sizin farkına varmanız, Mesih’in işini mükemmel hale getirmez; buna gerek yoktur. Böyle şey olmaz. Aynı şekilde yaratılış işinin de Adem Aden bahçesinde yaratılış işini fark edinceye kadar tamamlanmamış olduğunu söyleyebiliriz. Doğru. Adem farkına vardı, ama neyin farkına vardı? Mükemmel bir işin varlığının farkına vardı. Eğer daha önce asla gerçekleşmedi ise, o zaman şu anda sizin değerli canınız da bu mükemmel işin farkına varsın. Kutsal kılınanları tek bir sunu ile sonsuza dek yetkinliğe erdiren Mesih’e şimdi ve sonsuza kadar güvenin. Ve nasıl kutsal kılındılar? Farkına vararak mı? Asla ! O zaman nasıl? Mesih’in tamamladığı mükemmel işi aracılığı ile.

Elimden geldiği kadar bu harika bölümün öğretişini açıklamaya çalıştım; ama heyhat!- yine de yeterli olamadı; Tanrının bana bu konuda verdiği ışık sayesinde bu bölümü sona erdirmeden önce okuyucumun dikkatine sunmak istediğim yalnızca tek bir nokta kaldı. Bu nokta da şu alıntının içinde yer alır : “Ve aşağıdakiler sizin için sürekli bir yasa olacak. Yedinci ayın onuncu günü isteklerinizi denetleyeceksiniz. Gerek İsraillilerden gerekse aranızda yaşayan yabancılardan hiç kimse çalışmayacak. Çünkü o gün Kahin Harun sizi pak kılmak için günahlarınızı bağışlatacaktır. Rabbin huzurunda bütün günahlarınızdan arınacaksınız. O gün Şabat’tır, sizin için dinlenme günüdür. İsteklerinizi denetleyeceksiniz. Bu sürekli bir yasadır.” (Levililer 16: 29-31)

Bu söz Zekeriya peygamber tarafından da önceden bildirildiği gibi İsrail’in kurtulmuş sağ kalanlarında yavaş yavaş tam olarak yerine gelecektir: “Davut soyu ile Yeruşalim’de oturanların üzerine lütuf ve yakarış ruhunu dökeceğim. Bana yani, deştiklerine bakacaklar; biricik oğlu için yas tutan biri gibi yas tutacaklar, ilk oğlu için acı çeken biri gibi acı çekecekler. O gün Yeruşalim’de tutulan yas, Megiddo ovasında, Hadat-Rimmon’da tutulan yas gibi büyük olacak. O gün Davut soyunu ve Yeruşalim’de yaşayanları günahtan ve ruhsal kirlilikten arındırmak için bir pınar açılacak. O gün ışık olmayacak, ışık veren cisimler kararacak. Özel bir gün, yalnız Rabbin bildiği bir gün olacak. Gece de gündüz de olmayacak. Gece de aydınlık olacak. O gün Yeruşalim’in içinden diri sular akacak. Yaz kış suların yarısı Lut gölüne, öbür yarısı Akdeniz’e akacak. Ve RAB BÜTÜN DÜNYANIN KRALI OLACAK: O gün yalnız Rab yalnız O’nun adı kalacak. O gün atların çıngırakları üzerine “RABBE ADANMIŞTIR” diye yazılacak. O gün Her Şeye Egemen Rabbin Tapınağı’nda artık tüccar (Kenanlı) bulunmayacak.” (Zekeriya 12-14. Bölümler)

O gün ne kadar da muhteşem olacak! Yukarıdaki bu pırıl pırıl bölümün içinde bu konudan böylesine sık ve görkemli bir şekilde söz edilmesine hayret etmemek gerek. Yas tutan bakiye gerçek pişmanlık ruhu içinde pınarın çevresinde toplandığı ve kefaretin büyük gününün tam ve nihai sonuçlarından içeri girdiği zaman parlak ve kutlu bir “Şabat dinlenmesi” olacak. Hiç kuşkusuz, “canları acı çekecek”, çünkü pişmanlık dolu bakışları “deştikleri kişiye” iliştiğinde canları nasıl olur da acı çekmez? Ama, ah! Sahip olacakları Şabat günü ne kadar muhteşem bir gün olacak! Yeruşalim, yaşadığı uzun ve bezdirici yas gecesinden sonra kurtuluşun dolup taşan kasesine sahip olacak. Önceki mahrumiyetleri unutulacak ve çocukları uzun zaman önce kaybetmiş oldukları konutlarına kavuşacak, harplerini söğüt dallarından aşağı  indirecekler ve asmanın ve incir ağacının huzurlu gölgesi altında bir kez daha Siyon’un tatlı ezgilerini çalıp söyleyecekler.

Tanrıya övgüler olsun ki, o zaman yakındır. Batan her güneş bizi o muhteşem Şabat’a daha çok yaklaştırmaktadır. Söylenen söz, “Evet, tez geliyorum;” ve çevremizdeki her şey bize “o günlerin yakında olduğunu ve her görümün etkisinin yaklaşmakta olduğunu söylüyor gibidir. “Ayık ve uyanık olalım ve duada kalalım!” Kendimizi, dünya tarafından lekelenmekten koruyalım ve böylece, zihinlerimizin ruhunda, yüreklerimizin sevgisinde ve canlarımızın deneyiminde göksel Damadı karşılamak için hazır olalım! Hali hazırdaki yerimiz ordugahın dışındadır. Tanrıya şükürler olsun ki, böyledir! Dışında değil de içerde olmak, söz ile anlatılamayacak kadar büyük bir kayıp olur idi. Bizi perdenin iç tarafına geçiren aynı çarmıh bizi aynı zamanda ordugahın dışına atmıştır. Mesih de aynı şekilde dışarı atılmış idi ve biz O’nunla birlikte oradayız, ama O sonra gökyüzüne alınmıştır ve bizler O’nunla birlikte göklerdeyiz. Kutlu Efendimiz ve Rabbimizi reddetmiş olan her şeyin dışında olmak bir merhamet değil midir? Gerçekten de öyledir ve İsa hakkında ne kadar çok şey bilir isek, O’nun ile birlikte dışarda bulunduğumuz yer için o kadar müteşekkir oluruz.


1. Okuyucu yukardaki bölümde “günahları” sözlerinin çevirmenler tarafından yazıldığını ve esin aracılığı ile yazılmadıklarını gözlemleyecektir. Bölümün tanrısal kusursuzluğu bu esin aracılığı ile yazılmamış sözcüklerin kullanılması nedeni ile tamamen yitirilmiştir. Burada söz konusu edilen öğretiş kesinlikle budur – ayetin ilk cümlesinde Mesih, Halkının günahları için kefaret olarak yer alır, ama son cümlede söz konusu olan günahlar ya da kişiler değil, ama geneldeki günah ve dünyadır. Aslında ayetin tamamı Mesih’i iki tekenin karşıt örneği olarak takdim eder; O’nun halkının günahlarını taşımış Olan olarak ve aynı zamanda Tanrıyı geneldeki günah ile ilgili olarak mükemmel bir şekilde yüceltmiş Olan ve tüm yaratılışın nihai kurtuluşu ve bereketi için tüm dünyaya lütuf ile davranarak sağlayışta Bulunan olarak.

Levililer 17

Bu bölümde okuyucu iki özel düşünce ile karşılaşacaktır, yani – ilki, yaşam Yehova’ya aittir ve ikincisi kefaretin gücü kandadır. Rab bu iki düşünceye garip bir önem ekledi. Topluluğun her üyesinin bundan haberdar olmasını istedi.

“Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘Harun ile oğullarına ve bütün İsrail halkına de ki, ‘Rabbin buyruğu şudur: İsraillilerden kim ordugahın içinde ya da dışında bir sığır, bir kuzu ya da bir keçi kurban eder ve onu buluşma çadırının giriş bölümüne, Rabbin konutunun önüne, Rabbe sunmak üzere getirmez ise, kan dökmüş sayılacak ve halkın arasından atılacaktır.” (Levililer 17: 1-4) Bu son derece önemli bir konu idi ve aklımıza şöyle bir soru gelebilir: burada buyurulduğu şekilde bir kurban sunulmadığı takdirde ne olacak idi? Buyurulan şekilde kurban sunulmadığı takdirde Yehova’nın haklarından çalınmış olacak ve Tanrıya ait olan şeytana sunulmuş olacak idi. Bir kişi şöyle diyebilir, “Bir yerde sunduğum kurbanı başka bir yerde de sunamaz mıyım?” Yanıt şudur: “Yaşam Tanrıya aittir ve bu nedenle O’nun talebi O’nun belirlemiş olduğu yerde yerine getirilmelidir; kurban Rabbin konutunun önüne getirilecektir. Başka bir yerde kurban sunmak yüreğin Tanrıyı istemediğinin kanıtıdır.

Bu buyruğun ahlaki yönü basittir. Tanrının günahkar ile karşılaşmak için belirlediği tek bir yer vardır ve bu yer de çarmıhtır – tunç sunağın karşıt örneği. Çarmıhta ve yalnızca çarmıhta Tanrının yaşam hakkındaki talebinin tam olarak farkına varılır. Bu buluşma yerini reddetmek, kişinin kendi üzerine yargı getirmesidir – Tanrının adil taleplerini ayaklar altında çiğnemektir. Ve herkesin ceza olarak kaybetmiş olduğu yaşama hakkını biri için iddia etmektir. Bu konuyu anlamak önemlidir.

“Ve kahin sununun kanını buluşma çadırının giriş bölümünde Rabbin sunağı üzerine dökecek, yağını da Rabbi hoşnut eden bir koku olarak yakacak.” Kan ve yağ Tanrıya ait idi. Kutlu İsa bu gerçeğin tam anlamı ile farkında idi. O, yaşamını Tanrıya teslim etti ve onun tüm gizli düşmanları da aynı şekilde O’na adanmışlar idi. İsa gönüllü olarak sunağa yürüdü ve orada değerli yaşamını teslim etti ve O’nun eşsiz üstünlüğünün hoş kokusu Tanrının tahtının önüne yükseldi. Kutlu İsa! Yolumuzun her adımında senin tarafından hatırlanmak ne kadar hoştur.

Yukarda işaret edilen ikinci düşüncenin on birinci ayette ifade edildiği aşikardır: “Çünkü canlılara yaşam veren kandır. Ben onu size sunakta kendinizi günahtan bağışlatmanız için verdim. KAN YAŞAM KARŞILIĞI GÜNAH BAĞIŞLATIR.”  İki düşünce arasındaki bağlantı oldukça ilginçtir. İnsan yaşam ile ilgili hiç bir ünvana sahip olmayan biri olarak yerini aldığı zaman – Tanrının, kendisinin üzerindeki taleplerini tam olarak fark ettiği zaman, işte o zaman karşısına çıkan şu tanrısal kayıt ile ilgilenecektir: “Ben size yaşamı canınıza kefaret etmesi için verdim.” Evet; kefaret Tanrının insana armağanıdır ve burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta şudur: bu kefaret kanda ve “yalnızca” kandadır. “Can için kefaret eden kandır.” Kan ve başka bir şey değildir. Sözcük yeterince açıktır. Bu söz, kefareti tamamen kana atfeder. “Kan dökülmeksizin bağışlama olmaz.” (İbraniler 9:22) Perdeyi yukardan aşağıya doğru yırtan Mesih’in ölümü idi. En Kutsal Yer’e girme cesaretine sahip olmamızın nedeni, “İsa’nın kanıdır.” “O’nun kanı aracılığı ile kurtuluşa, günahların bağışlanmasına sahibiz.” (Efesliler 1:7; Koloseliler 1:14) “Çarmıhta dökülen kan aracılığı ile esenlik sağlandı.” “Siz uzakta olanlar şimdi çarmıhtaki kan aracılığı ile yakın kılındınız.” “O’nun Oğlu İsa Mesih’in kanı bizi her günahtan temizler.” (1.Yuhanna 1:7) “Onlar giysilerini Kuzu’nun kanında yıkadılar ve pak kılındılar.” (Vahiy 7.bölüm) “Suçlayıcıyı Kuzu’nun kanı sayesinde yendiler.” (Vahiy 12)

Okuyucumun dikkatini ciddi olarak kanın değerli ve yaşamsal öğretişine çekmek ya da çağırmak için büyük arzu duyuyorum. Okuyucumun kanın gerçek değerini görmesi gerektiği hakkında gayret gösteriyorum. Mesih’in kanı her şeyin temelidir. O’nun kanı, Tanrının Oğlunun adına iman eden bir Tanrı tanımaz günahkarı aklayan tanrı doğruluğunun temelidir. Ve aynı zamanda O’nun kanı gözleri kötüye bakamayacak kadar saf olan kutsal bir Tanrıya yaklaşan günahkarın güveninin temelidir. Tanrı günahkarı suçlamak konusunda adildir, ama Mesih’in ölümü aracılığı ile Tanrı adil olabilir ve aynı zamanda O’na iman edenin aklayıcısı da olur – adil bir Tanrı ve Kurtarıcı. Tanrının doğruluğu sürekli olarak O’nun iledir. Ve O’nun açıklamış olduğu karakteri ile uyumlu olarak hareket eder. Bu yüzden eğer çarmıh olmasa idi, O’nun karakterinin değişmezliği neden ile günahkarın ölümü ve yargılanması talep edilecek idi. Ama çarmıhta bu ölüm ve yargı günahkarın Kefili tarafından üstlenildi, öyle ki, aynı tanrısal süreklilik kutsal olan bir Tanrı’nın, imanı aracılığı ile Tanrısız bir günahkarı mükemmel bir şekilde aklayabilmesine imkan versin. “Her şey yalnızca İsa’nın kanı ile gerçekleşir.” Daha azı, daha çoğu ya da daha farklı olanı ile değil. “Can için kefaret eden kandır.” Bu kesindir. Bu tanrının aklama konusundaki sade planıdır. İnsanın planı çok daha sıkıntılı ve dolambaçlıdır. Ve yalnızca sıkıntılı ve dolambaçlı olmak ile kalmaz, ama doğruluğu benim sözde bulduğum oldukça farklı bir şeye atfeder. Eğer Yaratılış 3. Bölümden Vahiy kitabının sonuna dek bakar isem, Mesih’in kanının tek temeli olarak ortaya konmuş olduğunu görürüm. Bağışlanmayı, esenliği, yaşamı ve aklanmayı hepsini kan aracılığı ile ve yalnızca kan aracılığı ile alırız. Levililer kitabının tamamı ve özellikle şu anda üzerinde düşünmüş olduğumuz bölüm kan öğretişi hakkında bir yorumdur. Bu kadar aşikar olan bir gerçek hakkında Kutsal Yazıları arzulu bir şekilde öğrenmek isteyen her öğrenci bu gerçek konusundaki ısrarımızı garip bulabilir. Ama yaptığımız doğrudur, çünkü zihinler sözün sade tanıklığından kayıp uzaklaşma eğilimi gösterirler. Düşünceleri tanrısal tanıklıkların ışığında sakin bir şekilde araştırmaksızın başka düşüncelere kaymaya her zaman hazırızdır. Ve bu yüzden zihin karışıklığına, karanlığa ve hataya düşmemiz kolay olur.

Diliyorum ki hepimiz Mesih’in kanına hak ettiği yeri vermeyi öğrenelim. Bu kan Tanrının gözünde öylesine değerlidir ki, eğer bu kana bir şey eklenecek ya da karıştırılacak olsa idi, O’nun bu acıları çekmesi gerekmezdi. “Canlılara yaşam veren kandır. Ben onu size kendinizi günahtan bağışlatmanız için verdim. Kan yaşam karşılığı günah bağışlatır.”

Levililer 18-20

Bu kısım önümüze çok dikkat çekici bir şekilde Yehova’nın talep ettiği kişisel kutsallığı ve ahlak düzenini getirir; Yehova onlara çok lütufkar bir şekilde Kendisi ile ilişki sunmuştur ve aynı zamanda bu kısım bize insan doğasının muktedir olduğu alçaklıkların en aşağılayıcı örneklerini de gösterir.

“Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘İsrail halına de ki, ‘Tanrınız Rab Ben’im.’” Burada, bu bölümlerin takdim ettiği ahlak davranışının tam bir yapı temeline sahibiz. İsrail’in davranışlarının temelindeki özellik Yehova’nın, Tanrıları olduğu gerçeğinden kaynaklanmalı idi. Kendilerini böylesine yüce ve böylesine değerli bir konumun değerine uygun davranmaya çağrılmışlar idi. Tanrı, Kendi adını vermekten hoşnut kaldığı bir halkın nasıl davranması gerektiğine dair özel bir karakter ve davranış çizgisi belirlemek için yetki ve hak sahibi idi. Bu nedenle, “Ben Rabbim” ve “Tanrınız Rab Ben’im” ve “Ben Tanrınız Rab kutsalım” gibi ifadelere sık sık rastlanır. Yehova onların tanrısı idi ve O kutsaldı; bu yüzden onlar da aynı şekilde kutsal olarak yaşamaya çağrılmışlar idi. O’nun adı İsrail halkının karakterinde ve eyleminde çağrılırdı.

Bu ilke tüm çağlarda yaşayan Tanrı halkı için kutsallığın gerçek ilkesi idi. Tanrının, Kendisi hakkında yapmış olduğu açıklama aracılığı ile yönetilmeli ve karakterize edilmeli idiler. Halkın davranışının temeli kendilerinin ne oldukları üzerinde değil, Tanrının ne olduğu üzerinde temellenmeli idi. Bu durum, şu sözlerde belirtilmiş olan ifadeyi tamamen bir kenara bırakır, “sen hele şöyle bir kenarda dur, ben senden daha kutsalım.” Her duyarlı zihin tarafından haklı olarak reddedilen bir ilke. Bu durumda söz konusu olan bir insanın diğer bir insan ile kıyaslanması değildir; ama Tanrının Kendisine ait olan kişilerde aradığı davranış çizgisinin basit bir ifadesi. “Mısır’da bir süre yaşadınız. Onların törelerine göre yaşamayacaksınız. Benim kurallarımı yerine getirecek, ilkelerime göre yaşayacaksınız. Tanrınız Rab benim.” Hem Mısırlılar hem de Kenanlıların hepsi hatalı idiler. İsrail bunu nasıl bilecek idi? Onlara kim söyledi? Tüm hatalarına rağmen nasıl haklı çıktılar? Tüm bunlar ilginç araştırmalardır. Ve sorular nasıl ilginç ise yanıtlar da o kadar basittir. Tanrının İsrailinin her üyesinin yargısında kesin olarak belirlenecek olan doğru  ve yanlış soruların tüm ölçütü Yehova’nın Sözü idi. Bir İsraillinin yargısı hiç bir şekilde bir Mısırlının ya da bir Kenanlının yargısının aksi değildi. Söz konusu olan Tanrının “her şeyin” üstünde olan yargısı idi. Mısır kendine özgü uygulamalara ve düşüncelere sahip olabilir ve bu durum Kenan diyarı için de geçerlidir. “Benim kurallarımı yerine getirecek, ilkelerime göre yaşayacaksınız. Tanrınız Rab benim. Kurallarıma ve ilkelerime sarılın. Çünkü onları yerine getiren onlar sayesinde yaşayacaktır. Rab Ben’im.”

Bu gerçek ile ilgili olarak okuyucumun net, derin, tam ve pratik bir anlayışa sahip olması iyi olur. Tanrının sözü her sorunu çözmeli ve her vicdanı yönetmelidir. Tanrı sözünün ciddiyeti ve ağırlığı olan kararından hiç bir şekilde sapmamak gerekir. Tanrı konuştuğu zaman, her yüreğin boyun eğmesi gerekir. İnsanlar kendi düşüncelerini oluşturabilir ve onlara bağlanabilirler. Uygulamalarını uyarlayabilir ve savunabilirler. Ama Tanrının İsrailinin karakterindeki en ince özelliklerden biri “Rabbin ağzından çıkan her bir söze” derin saygı ve gerçek boyun eğiş talebinde bulunmasıdır. Bu değerli özelliğin sergilenişi belki de onları dogmatizm, kibir ve öz yeterlilik gibi suçlamalara maruz bırakır. Kibir, vahiy ifadelerine saygı duymaz; öz yeterlilik de kutsal ayetlerin tanrısal yetkisine boyun eğmez.

Kanaatlerimiz ve davranışlarımız için ortaya koyduğumuz yetkide ton ve tavır hakkında her zaman özenli olmaya ihtiyaç duyulacağı doğrudur. Bizim kendi düşüncelerimiz tarafından değil, ama tamamen Tanrının sözü tarafından yönetildiğimiz gerçeğinin mümkün olduğunca gösterilmesi gerekir. Yalnızca bizim tarafımızdan uyarlandığı için bir düşünceye önem vermek büyük tehlike arz eder. Kendimizi buna karşı özenli bir şekilde korumamız gerekir. “Benlik” içeri sızabilir ve herhangi başka bir konuda olduğu gibi düşüncelerimizin savunmasında da şekilsizliğini gösterebilir, ama hiç bir şekilde ve formda bizi yönetmesine buna izin vermemiz gerekir. Her konuda temel alınacak düşünce, “Rab böyle dedi” ifadesine uygun olan düşüncedir.

Ama o zaman tanrısal statülerin ve yargıların tam gücünü kabul etmek için herkesin hazır olacağını beklememiz gerekir. İnsanlar tanrısal doğanın saygınlığı ve enerjisi içinde yürüsünler ki, Tanrının sözüne sahip çıkılsın, Tanrının sözü takdir edilsin ve Tanrının sözüne saygı duyulsun. Tanrının sünnet edilmiş halkının davranışını kontrol etmesi gereken bu statü ve yargıların değerini takdir etmek ve bu değeri kavramak konusunda bir Mısırlı ya da bir Kenanlı tamamen güçsüz olacak idi. Ama bu hiç bir şekilde İsrail’in itaati konusunu etkilemedi. İsrail, Yehova ile belirli bir ilişkiye sahip kılındı ve bu ilişki kendine özgü ayrıcalıklara ve sorumluluklara sahip idi. “Ben sizin Tanrınız Rabbim.” Davranışlarının temelinin bu ifade olması gerekiyor idi. Onların Tanrısı olmuş ve onları Kendi halkı yapmış Olan’a layık bir şekilde hareket etmeleri gerekiyor idi. Ama bu, onların diğer insanlardan biraz daha iyi oldukları anlamına gelmiyor idi. Asla, hiç bir şekilde! Mısırlılar ya da Kenanlılar İsraillilerin bir başka ulusun alışkanlıklarını benimsemeyi reddetmek ile kendilerini daha üstün bir yere koymuş olduklarını düşünmüş olabilirler. Ama, hayır; onların davranışlarının garip çizgisi ve ahlak anlayışlarının tonu şu sözlerde ortaya konur, “Ben, sizin Tanrınız Rabbim.”

Yehova bu büyük ve önemli gerçek ile halkının önüne hareket ettirilemez bir davranış temeli ve yükseltilmiş bir ahlak ile sonsuz tahtın kendisi kadar dayanıklı bir ölçüt koydu. Tanrı, bir halk ile ilişkiye girdiği anda bu halkın ahlakının O’na layık bir karakter ve tona sahip olması gerekiyor idi. Artık kendi içlerinde ve diğerleri ile kıyaslandıkları zaman konu, onların ne oldukları değil idi, ama Tanrının kıyaslandığı her şey ile idi. Bu durum materyal bir farklılığa neden olur. Benliği eylemin ya da ahlak ölçütünün temeli yapmak yalnızca akılsızca bir küstahlık değil, ama aynı zamanda kişiyi eylemin alçalan bir yerine yerleştirmek olduğu kesindir. Eğer objem benlik olur ise, o zaman zorunlu olarak her gün daha aşağıya batmam gerekir.  Ama öte yandan, eğer Rabbi önüme koyar isem, Kutsal Ruhun gücü aracılığı ile giderek daha yükseğe çıkarım. Vahyin kutsal sayfalarındaki imana bakarak açıklanan o mükemmel model ile uyumlu olarak büyürüm. Hedefi ne kadar çok şaşırdığım duygusu altında hiç kuşkusuz yüz üstü yere kapanmam gerekir; ama sonra daha alçak bir standardın yerleştirilmesine asla razı olamam ve aynı zamanda çarmıhta benim yerime Geçen ve yücelikte benim Örneğim Olan’a benzeyene kadar hiç bir zaman tatmin olamam.

Önümüzdeki kısmın ana ilkesi – pratik bir bakış açısından Hristiyanlar için söz ile anlatılamaz bir öneme sahip olan bir ilke -  hakkında tüm bu söylediklerimizden sonra kendileri için en aşikar ifadeler ile konuşan statülerin detaylı gösterilişine girmeyi gereksiz buluyorum. Yalnızca şuna dikkatinizi çekeceğim: bu statüler kendi aralarında iki farklı başlık altında sıralanırlar; yani, ilki, insan yüreğinde mevcut olan utanç verici kötülükleri ortaya koyanlar ve ikinci olarak, İsrail’in Tanrısının özel iyiliğini ve özenli ilgisini sergileyenler.

Bu iki başlıktan ilki hakkında Tanrının Ruhunun varlığa sahip olmayan kötülüklere engel olma amacı ile yasaları asla ihlal etmeyeceğidir. İnsan, direnilmesi gereken bir akıntı yok ise, bir dam inşa etmez. Soyut fikirler ile değil, olumlu gerçeklikler ile ilgilenir. İnsan, aslında bu Levililer kitabının en sadık kısmında işaret edilen utanç verici suçların her birine nüfuz etmeye muktedirdir. Eğer insan böyle olmasa idi, o zaman ona neden böyle yapmamasının söylenmesi gerekli olurdu? Böyle bir kod, işaret edilen günahları işlemesi tamamen imkansız olan melekler için uygun olmaz idi, ama insan için uygundur, çünkü insanın doğasında bu günahların tohumu mevcuttur. Bu gerçek, insanı çok alçaltan bir gerçektir. İnsanın tamamen bir enkaz olduğuna ilişkin gerçeğin taze bir beyanıdır. Tanrısal varlığın ışığında bakıldığı zaman, başının tepesinden ayaklarının tabanına kadar ahlak sağduyusu ile ilgili tek bir nokta dahi mevcut değildir. Yehova’nın Levililer 18-20 bölümlerini yazmak için gerekli olduğunu düşündüğü varlığın kötü bir günahkar olması gerekir; ama bu varlık insandır – bu satırları yazan ve okuyan insan. Bu nedenle, şu ayeti anlamak ne kadar kolaydır: “Benlikte yaşayanlar Tanrıyı hoşnut edemezler.” (Romalılar 8) Tanrıya şükürler olsun ki, imanlı “benlikte değil, ama Ruh’tadır. Ve eski yaratık konumundan tamamen alınarak bu konumdan dışarı çıkartılmıştır ve yeni yaratık konumundadır; burada bu kısımda belirtilen ahlak kötülüklerinin var olması mümkün değildir. Evet, eski doğayı aldığı doğrudur; ama bu eski doğayı ölü “sayması” ve “her şeyin Tanrıdan” olduğu yeni yaratığın kalıcı gücü ile yürümesi kendisine ait mutlu bir ayrıcalıktır. Hristiyan özgürlüğü budur – kötülüğün izinin dahi bulunamayacağı o doğru yaratıkta aşağı ve yukarı yürüme özgürlüğü dahi; Tanrının ve insanın önünde kutsallık ve saflık içinde yürümek için özgürlük; üzerine tanrısal çehrenin her zaman canlı bir parlaklık ile döküldüğü kişisel kutsallığın o kibirli yürüyüşlerini ezip geçme özgürlüğü. Değerli okuyucu, Hristiyan özgürlüğü budur. Bu özgürlük günah işlemek için değil, ama gerçek bir kutsallık ve ahlak yüceliğinin göksel tatlılıklarını tatmak için özgürlüktür. Cennetin bu değerli lütfuna şimdiye kadar vermiş olduğumuz değerden daha fazlasını verebilmemizi diliyorum – Hristiyan özgürlüğü!

Ve şimdi, incelediğimiz kısımda bulunan statülerin ikinci sınıfı hakkında bir şeyler söyleyelim. Yani, tanrısal iyiliği ve ilgiyi çok dokunaklı bir şekilde dışarı vuranları. Aşağıdaki ayetleri okuyalım: “Ülkenizdeki ekinleri biçer iken, tarlanızı sınırlarına kadar biçmeyeceksiniz. Arta kalan başakları toplamayacaksınız. Onları yoksullara ve yabancılara bırakacaksınız. Tanrınız Rab benim.” (Levililer 19: 9,10) Bu buyruk Levililer yirmi üçüncü bölümde tekrar karşımıza çıkacaktır, ama bu buyruğu orada kendi farklı alanı içinde göreceğiz. Burada onun üzerinde ahlaki açıdan düşünüyoruz; İsrailin Tanrısının değerli lütfunun bir açıklaması olarak. O, “yoksulu ve yabancıyı” düşünür ve halkının da bu konuda Kendisi gibi düşünmesini ister. Altın ekinler biçilir iken ve bağ devşirilir iken üzümler toplandığı zaman, “yoksulların ve yabancıların” Yehova tarafından hatırlanmaları gerekiyor idi, çünkü Yehova İsrail’in Tanrısı idi. Ekin biçen ve üzüm toplayanın, soluk kesen bir açgözlülük ruhu tarafından yönetilmemesi gerekiyor idi; tarlalar sınırlarına kadar biçilmeyecek idi, arta kalan başaklar toplanmayacak idi, bağ devşirilir iken yere düşen üzümler toplanmayacak idi, onlar “yoksullara ve yabancılara” bırakılacak idi, öyle ki onlar da O’nun sınırsız iyiliği ile sevinsinler; O’nun yollarında bolluk akar ve O cömert eli ile güvenerek bekleyen tüm oğulları besler.

Rut kitabı bu cömert statüden tam olarak yararlanan birine ilişkin güzel bir örnek sunar. “Yemek zamanı gelince, Boaz Rut’a, ‘Buraya yaklaş, ekmek al, pekmeze batırıp ye’ dedi. Rut varıp orakçıların yanına oturdu. Boaz ona kavrulmuş başak verdi. Rut bir kısmını yedikten sonra doydu ve birazını da artırdı. Başak devşirmek için kalkınca Boaz adamlarına, ‘Demetler arsında da başak devşirsin, ona dokunmayın’ diye buyurdu. Hatta onun için demetlerden başak ayırıp yere bırakında devşirsin. Sakın onu azarlamayın.’” (Rut 2:14-16) Ne kadar dokunaklı ve ne kadar güzel bir lütuf! Gerçekten de yoksul ve bencil yüreklerimiz için bu tür ilkeler ve bu tür uygulamalar ile temasa geçirilmeleri yararlıdır. Hiç bir şey şu sözlerin üstün saflığının üzerine çıkamaz. “Hatta onun için demetlerden başak ayırıp yere bırakın.” Bu soylu İsraillinin arzusu aşikar idi. Saflığın gerçek özü işte budur. “Ekin biçenin” farkında olan ve onun için sağlayışta bulunan İsrailin Tanrısı, Rut ile hemen bağlantı kurar ve onu bağımlı kılar. Boaz yalnızca lütufkar buyruğa uygun davranıyor idi ve Rut da bu davranışın yararına sahip oluyor idi. Boaz’a tarlayı veren aynı lütuf, Rut’a da başakları veriyor idi. Her ikisi de lütfa borçlu idiler. Rut, Yehova’nın iyiliğinin mutlu bir alıcısı idi. Boaz ise, en lütufkar kurumunun onurlu sahibi idi. Ahlak düzeni tam olarak sevgi ile kurulmuş idi. Yaratık bereketlendi ve Tanrı yüceltildi. Böyle bir atmosferde soluk alınmasına izin verilmesi gibi bir iyiliğe kim sahip çıkmaz?

Şimdi gelin, bölümümüzün diğer statüsüne yönelelim: “Komşuna haksızlık etmeyecek, onu soymayacaksın. İşçinin alacağını sabaha bırakmayacaksın.” (Levililer 19:13) Burada ifade edilen ilgi ne kadar da özenlidir! Sonsuzlukta konut kurmuş bulunan Yüce ve Kudretli Olan yoksul bir işçinin yüreğinde yer alan düşünce ve duyguları bilebilir. İşçinin emeğinin ürünü hakkındaki beklentilerini bilir ve hesaba katar. Ücret doğal olarak istenilecektir. İşçinin yüreği ücreti düşünür; ailesinin yiyeceği onun alacağı ücrete bağlıdır. Ah, lütfen onlardan ücretlerini esirgemeyelim. İşçiyi evine sıkıntılı bir yürek ile göndermeyin. Çünkü onun sıkıntılı yüreği karısının ve ailesinin yüreğini de aynı şekilde sıkıntılı hale getirecektir. Ne olur ise olsun, çalıştığının karşılığını ona verin. O yüreğinde arzu ettiği ücretini hak etmiştir. İşçi bir kocadır ve bir babadır ve karısı ve çocukları gece aç yatmasınlar diye bütün gün sıcakta ağır bir şekilde çalışmıştır. Onu hayal kırıklığına uğratmayın. Ona hak ettiğini verin. Böylece, tanrının, işçinin yüreğindeki nabzın her atışından haberdardır ve onun beklentilerine sağlayışta bulunur. Değerli lütuf! Sevginin en şefkatli, düşünceli, dokunaklı ve koruyucu şekli! Bu tür statüler, insanı bir şefkat akıntısına sürükler. Bir insanın böyle bölümler okuduğu zaman yüreği erimez mi? Böyle bir yazıyı okuyan bir kişi kendisinin ve ailesinin açlığını nasıl gidereceğini bilmeyen yoksul bir işçiye düşüncesizce davranabilir mi?

Hiç bir şey zengin kişilerin çok sık sergiledikleri bu davranış kadar yürek acıtamaz. Bu zengin kişiler içten emeğinin adil karşılığını almak için gelmiş olan bu yoksul işçileri kapılarından kovduktan sonra küstahça kendi işlerine bakarlar. Ve o işçinin ailesine kendisinin ve ailesinin hayal kırıklığını söylemek için nasıl da sancılı bir yürek ile evine döndüğünü akıllarına bile getirmezler. Ah, bu ne kadar da korkunç bir tutumdur! Böyle bir tutum Tanrıyı ve O’nun lütfundan içmiş olan herkesi gücendirir. Eğer Tanrının böyle bir davranış hakkında ne düşündüğünü bilmek istiyor isek, o zaman yalnızca şu kutsal öfkenin ayette belirtilen ifadesine kulak verelim: “İşte, ekinlerinizi biçen işçilerin haksızca alıkoyduğunuz ücretleri size karşı haykırıyor. Orakçıların feryadı Her Şeye Egemen Rabbin kulağına erişti.” (Yakup 5:4) Şabat’ın Rabbi, üzgün ve hayal kırıklığına uğramış işçinin feryadını işitir. O’nun şefkatli sevgisi ahlak yönetiminin kurumları içinde kendisini anlatır ve hatta yüreğin bu kurumların lütfu tarafından eritilmesi de gerekmez; davranışın en azından doğruluk ile yönetilmesi gerekir. Tanrı zenginliğin etkisi ile sertleşmiş yürekler tarafından bir kenara atılan yoksulların feryadına karşılık verecektir. Payları günlerini zahmetli çalışma ve yoksulluk içinde geçirmek olan kişilerin feryadını Tanrı işitecektir. Yoksul kişiler Tanrının özel ilgisinin objesidirler. Tanrı, onlar için, ahlak yönetiminin statüleri içinde tekrar tekrar sağlayışta bulunur. Ve özellikle sergilediği yüceliği içinde yönetimi ile egemen olarak şu beyanda bulunur: “Çünkü yardım isteyen yoksulu, dayanağı olmayan düşkünü O kurtarır. Yoksula ve düşküne acır. Düşkünlerin canını kurtarır. Baskıdan ve zorbalıktan özgür kılar onları. Çünkü O’nun gözünde onların kanı değerlidir.” (Mezmur72:12-14)

Bu değerli ve derin bir pratiğe sahip gerçekleri tekrar gözden geçirerek onlardan yararlanalım. Acımasız bir dünyada yaşıyoruz. Ve yüreklerimizdeki bencillik miktarı çok büyük. Diğer insanların ihtiyaç içinde olmalarından yeterince etkilenmiyoruz. Kendi bolluğumuzun ortasında yaşar iken yoksulları unutmaya eğilimliyiz. Yaşadığımız kişisel konforu sağlayan kişilerin bu işçiler olduklarını ve derin bir yoksulluk içinde olduklarını sık sık unuturuz. Bu konular üzerinde düşünelim. Yoksulların yüzlerinin asılmasına neden olmayalım. Eğer eski dönemde yaşayan Yahudiler Musa’nın düzenindeki statüleri ve buyrukları  - yoksullara karşı şefkatli duygular beslemek ve zahmet ile çalışan bu kişilere şefkat ile ve lütufkar bir şekilde davranmayı – öğrendiler ise, o zaman yüreklerinde ve yaşamlarında Müjdenin ruhsal ahlakı bulunan imanlıların insan ihtiyacının her şekline ne kadar cömert bir yürek ile davranmaları gerekir.

Evet, acil bir sağduyu ve tedbir ihtiyacının olduğu yerde yani, içten endüstrinin değerli ve hoş kokulu ürünlerine bağımlılık duyulan bir konum kişiler için tasarlanmış olan onurlu bir konumdur. Bunun aksi, yarar sağlamak yerine, acı veren bir yaralamaya neden olur. Boaz örneği, bu konu için geçerlidir. Boaz Rut’un ekin biçmesine izin verdi, ama onun bundan yarar sağlaması için aynı zamanda konu ile ilgilendi de. Bu çok güvenli ve çok basit bir ilkedir. Tanrı insanın şu ya da bu işte çalışmasını planlamıştır. Ve biz kişiyi sabırlı endüstrinin sonuçları ile ilgili bağımlılık konumundan dışarı çıkardığımız ve sahte cömertlik sonuçlarına bağımlı kıldığımız zaman, Tanrıya karşı gelmiş oluruz. İlki, onur verici ve yücelticidir, ama ikincisi aşağılayıcı ve moral bozucudur. Soylu bir şekilde kazanılan ekmek kadar tatlı bir ekmek yoktur. Ama o zaman da ekmeğini kazananların yeterince almaları gerekir. Atlarını besleyen ve onlara ilgi gösteren birinin Pazartesi sabahından Cumartesi gecesine kadar elleri ile çalışarak ona hizmet veren birini daha çok beslemesi ve ona daha çok ilgi göstermesi gerekmez mi?

Ama bazı kişiler şöyle diyebilirler: “Bu konuda iki taraf mevcuttur.” Hiç kuşkusuz öyledir; biri yoksullara cömertlik kaynaklarını ve içten sempatiyi kurutmak için hesaplanan bir şekilde davranır. Yüreği sertleştirmek ve eli kapatmak için çok neden vardır. Ama kesin olan bir şey vardır, o da şudur: tek değerli bir objeye karşı şefkat kaynaklarını kapatmaktansa, yüz durumun doksan dokuzunda aldatılmak daha iyidir. Göksel Babamız güneşini hem kötülerin hem de iyilerin üzerinde doğdurur ve yağmurunu hem haklıların hem de haksızların üzerine gönderir. Bazı Mesih’e adanmış hizmetkarların yüreğini sevindiren güneş ışınları bazı tanrısız günahkarların yoluna düşer. Ve gerçek bir imanlının tarlasına yağan aynı yağmur aynı zamanda küfürbaz inançsızın tarlalarını da bereketler. Bizim davranış modelimiz de bu olmalıdır. “Bu nedenle, göksel Babanız yetkin olduğu gibi siz de yetkin olun.” (Matta 5:48) Yumuşak bir yürek ile ve açık bir el ile insan sefaletinin olası her şekline yardım sağlayabilmek için ve her gün böyle devam edebilmek için yapılacak tek şey Rabbi her zaman önümüze koymak ve O’nun lütfunun gücünde yürümektir. İnsan mahrumiyetlerinin sık sergilenen görünüşleri tarafından kontrol edilmeden insan ihtiyacına hizmet edebilmemiz ancak tanrısal sevgi ve şefkatin tükenmeyen çeşmesinden önce kendimizin içmesi ile mümkün olabilir. Bizlerin minik kaynakları her zaman fışkıran çeşme ile kesintisiz bağlantı halinde olmadıkça çok geçmeden kuruyup tükeneceklerdir.

Bundan sonra kendisini dikkatimize sunan statü çok dokunaklı bir şekilde İsrail Tanrısının özenli ilgisini ortaya koyar. “Sağıra lanet etmeyecek ve körün önüne engel koymayacaksın. Tanrından korkacaksın. Rab benim.” (ayet 14) Burada, kontrolsüz doğanın sağırlığın kişisel zayıflığına karşılık vermesi hemen hemen kesin olan ve rahatsızlığı yükselten bir engel mevcuttur. Bunu gayet iyi anlayabiliriz. Doğa, sağır insanın zayıflığına karşılık vermek için sözcükleri defalarca tekrarlaması gerekmesinden hoşlanmaz. Yehova bu konuyu düşündü ve bu konuda sağlayışta bulundu. Ve sağlayışı nedir? “Tanrından korkacaksın.” Sağır bir kişi tarafından denendiğiniz zaman, Rabbi hatırlayın ve sabrınıza hakim olmak için sizi güçlü kılacak O’ndan lütuf isteyin.

Bu statünün ikinci kısmı insan doğasındaki en alçakça kötülüğün miktarını açıklar. Kör bir kişinin yoluna engel koymak düşüncesi, akla gelebilecek en zalim şeydir. Ama insan yine de bunu yapmaya muktedirdir, aksi takdirde bu konuda uyarılmaz idi. Hiç kuşkusuz bu statü de diğer pek çok statü gibi ruhsal bir uygulama gerektirir. Ama hiç bir şekilde onun içinde ortaya konan sade ilke ile ilgisi olmaz. İnsan kendisi gibi bir yaratık olan bir körün yoluna engel koymaya muktedirdir. İnsan işte böyledir! Gerçekten de Rab Levililer kitabındaki statü ve yargıları yazar iken, insanın içinde ne olduğunu biliyor idi. Şimdi okuyucumu bölümümüzün geri kalan kısmı üzerinde tek başına düşünmesi için yalnız bırakacağım. Ve okuyucu her statünün çifte bir ders öğrettiğini görecektir – yani, insan doğasının kötü eğilimleri ile ilgili bir ders ve aynı zamanda Yehova’nın özenli ve yumuşak ilgisi hakkında bir diğer ders. 1


1. On altıncı ve on yedinci ayetler özel bir dikkat talep ederler. “Halkının arasında onu bunu çekiştirerek dolaşmayacaksın. Komşunun canına zarar vermeyeceksin. Rab benim.” Bu öğüt, her çağdaki Tanrı halkı için uygun öğüttür. Dedikoducu birinin hesaplanamaz kötülüğe neden olacağı kesindir. Her zaman bilinen şudur: bir dedikoducu üç kişiyi incitir: kendisini, kendisini dinleyeni ve dedikodusuna konu olan kişiyi. Dedikoducu kişi tüm bu incitmeleri doğrudan yapar ve sonra bu yaptığının dolaylı sonuçlarını kim hesaplayabilir? Kendimizi bu korkunç kötülükten özen ile koruyalım. Dudaklarımızın arasından bir dedikodu çıkmasına asla izin vermeyelim ve bir dedikoducunun sözlerine hiç bir zaman kulak asmayalım. Kuzey rüzgarı yağmuru nasıl alıp götürür ise, biz de aynı şekilde kendimizi asık bir yüz ile ısıran sözler söyleyen bir dilden öylece uzaklaştıralım.

On yedinci ayette dedikodu yapmak yerine nasıl davranmamız gerektiğini öğreniriz. “Kardeşine yüreğinde nefret beslemeyeceksin. Komşun günah işler ise onu uyaracaksın. Yoksa sen de günah işlemiş olursun.” Komşum hakkındaki sözü bir başka kişiye taşımak yerine, eğer yolunda gitmeyen bir durum var ise benden istenen, doğrudan kendimin komşuma gitmesi ve onu uyarmamdır. Tanrısal yöntem budur. Şeytanın yöntemi ise dedikodu yaptırmaktır.

Levililer 21-22

Bu bölümler, ayrıntıların önemli anları ile “Tanrıya ekmek sunmak” için kahinler olarak yaklaşma ayrıcalığına sahip olan ayrıcalıklı kişilere işaret eden tanrısal talepleri açıklarlar. Bu bölümde önceki bölümde olduğu gibi, sonuç olarak ilişkinin nedenine değil, sonucuna sahibiz. Bu noktanın akılda dikkat ile tutulması gerekir. Harun’un oğulları doğumlarından dolayı Tanrının kahinleri idiler. Hepsi de bir diğeri gibi bu ilişki konumunda idiler. Bu konum bir başarı meselesi, bir süreç olayı ya da birinin sahip olup bir diğerinin sahip olmadığı bir konum olayı değil idi. Harun’un tüm oğulları kahin idiler. Kahinlere özgü bir konumun içinde doğdular. Konumlarını anlama ve ondan zevk alma kapasiteleri ve bu konu ile ilgili ayrıcalıklarının tamamen farklı bir şey olduğu aşikar idi. Biri bir bebek olabilir ve diğeri olgunluk ve erkeklik çağına ulaşmış olabilir idi. Bebek olan, zorunlu olarak kahinlere özgü yiyecekten yiyemez idi. Bir bebek olduğu için “süt” içebilir ama kendisini “katı yiyecek” yemeye uyarlayamaz idi. Ama buna rağmen o da aynı Rabbin evinin avlularına kahin evinin gerçek bir üyesi olarak sağlam adım ile basabilen ve kurbanın kahine ayrılan kısımlarından beslenen bir kahin idi.

Bu farklılık Harun’un oğullarının durumunda kolayca anlaşılır. Ve bu yüzden çok basit bir şekilde örnek olarak hizmet edecektir; “Mesih, O’nun evi üzerinde yetkili oğul olarak sadıktır. Eğer cesaretimizi ve övündüğümüz umudu gevşemeden sonuna dek sürdürür isek, O’nun evi biziz.” (İbraniler 3:6) Tanrının her çocuğu bir kahindir. Ve Mesih’in kahin evinin bir üyesi olarak görülür; çok bilgisiz olabilir; ama bir kahin olarak konumu bilgisini değil, yaşamı temel alır. Deneyimi belki çok sığ olabilir, ama bir kahin olarak konumu deneyimine değil, yaşama bağlıdır. Kapasitesi çok sınırlı olabilir ama bir kahin olarak ilişkisi kapasitesinin genişliğine değil, yaşama dayanır. O, bir kahin konumuna ve ilişkisine sahip olarak dünyaya gelmiştir. Kendisi bu kahinlik konumu için çaba göstermemiştir. Bir kahin konumuna gelmesi onun kendi çabaları sayesinde olmamıştır. Doğumu aracılığı ile bir kahin olmuştur. Ekindeki tüm ruhsal işlevleri ile birlikte ruhsal kahinlik ruhsal doğuma bağlı gelişen bir konumdur. Bir konumun ayrıcalıklarından zevk alma ve bir konumun işlevlerini yerine getirmek için konumun kendisi ile ilgilenmek gerekmez. Her zaman farklı olarak muhafaza edilmelidirler. İlişki bir şeydir; ama kapasite ilişkiden oldukça farklı bir şeydir.

Ayrıca, Harun’un ailesine baktığımız zaman, onun ve oğullarının arasındaki ilişkiyi hiç kimsenin bozamayacağını görürüz. İlişki ile bağlantılı olan ayrıcalıkların tam keyfi ile müdahil olacak pek çok şey mevcuttur. Harun’un bir oğlu “ölü aracılığı ile” kendisini kirletebilir idi. Aynı zamanda kutsal olmayan bir birlik oluşturarak da kendini murdar kılabilir idi; bedeninde bir kusura sahip olabilir idi; örneğin “kör ya da sakat” olabilir idi; “bir cüce” olabilir idi. Tüm bunlardan herhangi bir tanesi çok maddesel olarak ayrıcalıklarından aldığı keyfe müdahale edebilir ve ilişkisi ile ilgili işlevlerini etkileyebilir idi; bu konu hakkında şunları okuruz: “Kahin Harun’un soyundan bu kusurlara sahip hiç kimse Rab için yakılan sunuyu sunmak üzere sunağa yaklaşamaz. Böyle bir adam Tanrısına sunulan kutsal ve en kutsal yiyecekleri yiyebilir. Ancak perdeye ve sunağa yaklaşmayacaktır. Çünkü kusurludur. Tapınağımı kirletmesin. Onları kutsal kılan Rab Ben’im.” (Levililer 21: 21-23) Ama bunlardan hiç biri insan doğasının bina edilmiş ilkeleri üzerinde temeli olan bir ilişkinin gerçeğine dokunması hiçbir şekilde mümkün değil idi. Harun’un oğlu bir cüce bile olsa, yine de Harun’un oğlu idi. Evet, doğru, bir cüce olarak bile o cüce Harun’un oğlu idi. Ve kahinliğe özgü pek çok değerli ayrıcalığa ve onurlu saygınlığa sahip idi. Ama tüm bunların nedeni Harun’un bir oğlu olması idi. Belki paylaşımda aynı ölçüye sahip olmanın ayrıcalığının tadını çıkaramıyor ya da insanlığın belirlenmiş bir statüsüne sahip biri olarak kahinlik hizmetinin aynı yüce işlevlerini ifa edemiyor idi, ama yine de kahin evinin bir üyesi idi ve “Tanrısının ekmeğini yemesi için” izni vardı. Gelişimi kusurlu olsa da ilişkisi içten idi.

Tüm bunların ruhsal uygulaması pratik olduğu kadar basittir de. Tanrının çocuklarından biri olmak bir şeydir; kahinlere özgü paylaşımdan ve tapınmadan zevk almak başka bir şeydir. Kahinlere özgü paylaşım ve tapınmadan zevk almak ne yazık ki, pek çok başka şey ile karıştırılabilir. Koşullar ve birliklerin üzerimizde kirleten etki yapmalarına izin verilir. Tüm Hristiyanların yürüyüşün aynı yüceliğinden, paydaşlığın aynı yakınlığından ve Mesih ile olan beraberliğin aynı şekilde hissedilmesinden zevk aldıklarını düşünemeyiz. Ne yazık ki, aynı şekilde zevk alamazlar. Çoğumuz ruhsal kusurlarımız nedeni ile yas tutmak zorunda kalırız. Yürüyüşte topallık, görüşte kusur ve büyümede duraklamalar tecrübe ederiz. Ya da kendimizi kötülük ile temas tarafından kirletilmiş ve kutsal olmayan birlikler tarafından zayıflatılmış ve engellenmiş olarak gösteririz. Özet yapacak olur isek, Harun’un oğulları doğum sayesinde kahinler olmalarına rağmen yine de törensel kirlilik ve fiziksel kusurlar nedeni ile ayrıcalıkların çoğundan yoksun kalsalar da, ruhsal doğum aracılığı ile Tanrının kahinleri yapılmış bizler de ahlak kirliliği ve ruhsal kusurlar nedeni ile aynı şekilde konumumuzun yüce ve kutsal ayrıcalıklarının çoğundan yoksunuzdur. Kusurlu ruhsal gelişim neden ile saygınlıklarımızın çoğundan mahrum kalırız. Tek görüşlü olmama, ruhsal canlılık eksikliği ve tüm yürek ile adanmışlık gibi eksiklerimiz vardır. Tanrının karşılıksız lütfu aracılığı ile Mesih’in mükemmel kurbanımız olması temelinde kurtulduk. “Hepimiz Mesih’e iman aracılığı ile Tanrının çocuklarıyız.” Ama sonra yine kurtuluş bir şeydir; paydaşlık ise başka bir şeydir. Evlatlık bir şeydir; itaat ise başka bir şeydir.

Bu gibi şeyler özenli bir şekilde birbirlerinden ayırt edilmelidirler. Önümüzdeki bölüm bu ayrımı çok güçlü bir şekilde ve net olarak gösteren örneklere yer verir. Eğer Harun’un oğullarından birinin ayağı ya da eli sakat olsa idi, evlat olmaktan mahrum mu olacak idi? Kesinlikle hayır. Sakatlığı nedeni ile kahinlik konumundan mahrum mu kılınacak idi? Hiç bir şekilde. Bu konudaki ifade çok kesin olarak beyan edilmiştir: “O, Tanrısının hem kutsal hem de en kutsal ekmeğinden yiyecektir.” O zaman bu kişi fiziksel hataları yüzünden herhangi bir kayba uğradı mı? Yalnızca kahinlere özgü hizmet ve tapınmanın daha yüce yollarına ayak basması yasaklanmış idi. “Yalnızca perdeden içeri giremeyecek ve sunağa yaklaşmayacak idi. Bunlar ciddi anlamda mahrumiyetler idi ve bir kişinin bu fiziksel kusurların çoğuna sahip olmasına engel olamayacağı gerçeğine itiraz edilmesine rağmen, bu konunun değişmesine neden olmaz idi. Yehova Kendi sunağında kusurlu bir kahine ya da sunağın üzerinde kusurlu bir kurbana sahip olamaz idi. Hem kahinin hem de kurbanın mükemmel olmaları gerekiyor idi. “Kahin Harun’un soyundan bu kusurlara sahip hiç kimse Rab için yakılan sunuyu sunmak üzere sunağa yaklaşmayacak, çünkü kusurludur. Tanrısına yiyecek sunusu sunmak üzere sunağa yaklaşamaz.” (Levililer 21:21) “Kusurlu olanı sunmayacaksınız, çünkü kabul edilmeyecektir.” (Levililer 22:20)

Şimdi bizler kutlu Rabbimiz İsa Mesih’in Kişiliğinde hem mükemmel kahine hem de mükemmel kurbana sahibiz. “O, Kendisini lekesiz olarak Tanrıya sundu,” Yüce Baş Kahinimiz olarak bizim için sonsuza kadar aracılık etmek üzere yaşadığı göklere girdi. İbranilere yazılan mektup içeriği bu iki nokta üzerinde titiz bir şekilde durur. Musa’nın sisteminin kurban ve kahinliği ve Mesih’in Kurban ve Kahinliği ile ilgili çok canlı karşıt örneklere yer verir. Mesih’te hem Kurban hem de Kahin olarak tanrısal mükemmelliğe sahibiz. Tanrının talep edebileceği ve insanın ihtiyaç duyabileceği her şeye sahibiz. Mesih’in değerli kanı tüm günahlarımızı ortadan kaldırmıştır ve O’nun her şeyden üstün aracılığı bizi her zaman O’nun kanının bizi getirdiği yerin tüm mükemmelliği içinde muhafaza eder. “O’nda her şeyimiz tamdır, hiç bir eksiğimiz yoktur” (Koloseliler 2) ve yine de, kendi içimizde çok zayıf ve değişkeniz; pek çok başarısızlık ve zaaf ile doluyuz. Dışsal yolumuzda hata yapmak ve sendelemek için öylesine çok eğilim gösteririz ki, eğer “O sonsuza kadar bize aracılık etmek için yaşamamış” olsa idi, bir an bile ayakta durmamız mümkün olamaz idi. Bu kısmın daha önceki bölümleri üzerinde bu konular üzerinde durulmuştur. Hristiyanlığın büyük temel gerçeklerinin doğru anlayışı hakkında ve Hristiyan yaşamındaki deneyimin herhangi bir ölçütü ile ilgili kavrayışa sahip olmayanlar şu gerçeğin nasıl mümkün olduğunu anlayacak güçte değildirler: “Her şeye rağmen, burada, aşağıda, zayıflıklar ve yeryüzünün çatışmaları ve çarpışmalarının orta yerinde hayranlık duydukları tanrısal Yüce Kahin’in güçlü ve mükemmel avukatlığına ihtiyaç duyarlar. İmanlı kişi,” yıkanmış, kutsal kılınmış ve aklanmıştır” (1. Korintliler 6); “Sevgilide kabul edilmiştir” (Efesliler 1:6) Kişi olarak asla yargı görmeyecektir. (“krisin” ya da “katakrisin” sözcüklerinin yer aldığı Yuhanna 5:24 ayetine bakınız) Ölüm ve yargı artık imanlının arkasında kalmıştır, çünkü Mesih hem imanlı yerine hem imanlı adına ölümden de yargıdan da geçmiş olan Mesih ile birleşmiştir. Tüm bunlar Tanrı ailesinin en zayıf, en güçsüz ve en deneyimsiz üyesi için geçerli olan tanrısal gerçeklerdir. Ama yine de, imanlı varlığında iyileşemeyecek, hiç bir disiplinin düzeltemeyeceği ve hiç bir ilacın iyileştiremeyeceği kadar kötü bir doğa taşıdığı için bir günah ve ölüm bedeninin kiracısı olarak tüm çevresi her taraftan düşmanca etkiler ile kuşatılmıştır. Sürekli olarak dünyanın, benliğin ve şeytanın birleşmiş güçleri ile başa çıkmaya çağrılır; eğer göğsünde ve omuzlarında Halkının adlarını taşıyan yüce Baş Kahininin her şeyden üstün Aracılığı tarafından tutuluyor olmasa idi, konumunu asla koruyamaz idi.

Farkında olduğum bir nokta var, o da şudur: bazı kişiler Mesih’in kahinliğine ihtiyaç duyarak Mesih’te mükemmel konuma sahip olmaları gibi bir düşünce ile uzlaşma konusunda büyük zorluk çekerler. Tartıştıkları düşünce şudur: “Eğer O mükemmel ise, o zaman neden bir kahine ihtiyacı var? İki konu birbirlerine rakip oldukları için sözde farklı bir şekilde öğretilirler ve her doğru eğitime sahip imanlının deneyiminde farklı şekilde anlaşılırlar. Bu iki nokta arasındaki mükemmel uyumu netlik ve titizlik ile anlamak çok büyük bir öneme sahiptir. İmanlı Mesih’te mükemmeldir, ama kendi içinde zayıf ve çaresiz bir yaratıktır ve düşmeye her zaman hazır bir durumdadır. Bu yüzden onun tüm ilişkilerini yönetebilecek söz ile anlatılamaz bir kutluluğa sahip olan ve göklerde Tanrının tahtının sağında oturan, imanlıyı doğruluğunun sağ eli ile sürekli tutan, onu asla bırakmayacak olan ve onu sonsuza kadar kurtarmaya muktedir olan, “dün, bu gün ve sonsuza kadar aynı olan” ve imanlıyı çepeçevre kuşatan zorluk ve tehlikeler arasından onu taşıyarak zaferli bir şekilde bu sıkıntılardan çıkartan ve son olarak “onu sevinç içinde Yüceliğinin huzurunda lekesiz olarak tutan” Mesih’tir; imanlının yaşamının yönetimi Mesih’in elinde ve kontrolündedır. Tüm ihtiyaçlarımız için lekesiz bir Kurban’ın kanında ve tanrısal Baş Kahinin aracılığı ile böylesine harika bir sağlayışta bulunmuş olan lütfa sonsuza kadar övgüler olsun!

Sevgili imanlı okuyucu, bu şekilde yürümeye özen gösterelim; “kendimizi bu dünyanın lekelemsinden muhafaza edelim”, kutsal olmayan tüm birliklerden ayrı duralım, öyle ki, başı Mesih olan kahin evinin üyeleri olarak konumumuzun en yüce işlevlerinin en büyük ayrıcalıklarından ve görevlerinden zevk alabilelim. “İsa’nın kanı sayesinde kutsal yere girmeye cesaretimiz vardır” – “Tanrının evinden sorumlu büyük bir kahinimiz bulunmaktadır.” (İbraniler 10) Hiç bir şey hiç bir zaman bu ayrıcalıklarımızı bizden çalamaz. Ama o zaman, paydaşlığımız lekelenebilir – tapınmamıza engeller çıkabilir- kutsal işlevlerimiz yerine getirilmeden durabilirler. Harun’un oğullarının uyarılmış olduğu bu törensel konular önümüzde bulunan bölümde Hristiyan idaresi içinde karşıt örneklere sahiptirler. Onlar kutsal olmayan temaslar konusunda uyarılmışlar mıydı? Biz de uyarıldık. Törensel kirlilik ile ilgili tüm konularda uyarılmışlar mıydı? Biz de öyle. Kutsal olmayan birlikler konusunda ikaz edilmişler miydi? Biz de ikaz edildik. Böylece görüyoruz ki, “benliğin ve ruhun tüm kirliliği” ile ilgili olarak bizim de uyarılmamız gerekir. (1. Korintliler 7) Bedensel leke ve kusurlu doğal büyüme tarafından kahinlere özgü en kibirli ayrıcalıklarının çoğundan mahrum bırakılmışlar mıydı? Bizler de aynı şekilde ahlaki leke ve kusurlu doğal büyüme tarafından mahrum bırakıldık.

Biri çıkıp da bunlar gibi ilkelerin pratik önemini sorgulamaya cüret edecek midir? Aşikar olan şudur: ruhsal doğumumuz nedeni ile üyeler olarak oluşturulduğumuz bu kahin evine eklenen bereketlere ne kadar çok değer verir isek, bunlara duyacağımız keyfimizi çalmak için herhangi bir şekilde harekete geçebilecek her şeye karşı kendimizi daha dikkatli bir şekilde koruyabilir miyiz? Hiç kuşkusuz evet, koruyabiliriz. Ve bu bölüm ile ilgili çalışmamızı çok üstün bir pratiklik ile sona erdirmemizi sağlayan da budur. Bunun gücünü, Kutsal ruh Tanrının uygulaması aracılığı ile hissetmemizi diliyorum. O zaman kahinlik konumumuzun tadını çıkartacağız. “Bedenlerimizi diri, kutsal, Tanrıyı hoşnut eden birer kurban olarak sunabileceğiz.” (Romalılar 12:1) “Bu nedenle, Tanrıya İsa aracılığı ile sürekli övgü kurbanları, yani O’nun adını açıkça anan dudakların meyvesini sunalım.” (İbraniler 13:15) “O, bizi diri taşlar olarak ruhsal bir tapınağın yapımında kullansın. Böylelikle İsa Mesih’in aracılığı ile Tanrının beğenisini kazanan ruhsal kurbanlar sunmak üzere kutsal bir kahinler topluluğu oluruz.” (1.Petrus 2:5) Derecesi az da olsa, kurtarılmış bir yaratılıştan, zeki ve ateşli “hallelulja”ların Tanrının ve Kuzu’nun tahtının önüne sonsuz çağlar boyunca yükseleceği o parlak zaman katılmak için muktedir olacağız.

Levililer 23

Şimdi önümüzde açık bulunan esin ile yazılmış olan bölümlerin en derin ve en kapsamlı olanlarından bir tanesidir. Ve bizden dua edilerek yapılacak bir inceleme talep eder. İsrail’in yılının bölünmüş olduğu yedi büyük bayramın ya da periyodik kutlama töreninin kaydını içerir. Başka bir deyişle, İsrail’in en olaylı tarihinin tüm dönemi sırasında bize Tanrının İsrail’e olan davranışının mükemmel bir görünümünü sunar.

Bayramlara Birbirlerinden ayrı olarak tek tek bakacak olur isek, Şabat günü, Fısıh ve Mayasız Ekmek bayramı, İlk Ürünler, Hasat Bayramı, Anma günü (Boru Çalma bayramı), Günahların Bağışlanma günü ve son olarak Çardak bayramını görürüz. Hepsi bir arada sekiz bayram ederler. Ancak Şabat günü bayramının diğerleri arasında oldukça eşsiz ve bağımsız bir yer tuttuğunun aşikar olduğu ortadadır. Bu bayram önce takdim edilir ve uygun özellikleri ve ilgili koşulları tam olarak ortaya konur. Ve sonra şunları okuruz: “Belirli zamanlarda kutsal toplantılar olarak ilan edeceğiniz Rabbin bayramları bunlardır.” (ayet 4) Öyle ki tam olarak detaylı bir şekilde konuşmak gerekir ise, konu ile ilgili okuyucunun gözlemleyeceği gibi, İsrail’in “ilk” büyük bayramı, Fısıh ve Mayasız ekmek bayramıdır ve “yedinci” bayramları Çardak bayramıdır. Bir anlamda, onları kendilerine özgü giysilerinden yoksun bırakınca, ortaya tam kurtuluşa sahip olduğumuz çıkar ve hepsinin sonunda bin yıllık dönemin yüceliğine sahip oluruz. Fısıh kuzusu Mesih’in ölümünü sembolize eder; (1.Korintliler 5:7) ve Çardak bayramı “Tanrının eski çağlardan beri kutsal peygamberlerinin ağzından bildirdiği gibi, her şeyin yeniden düzenleneceği zamana dek İsa’nın gökte kalması gerektiğini” sembolize eder. (Elçilerin İşleri 3:21)

Yahudi yılının ilk ve son bayramları işte bunlardır. Kefaret temeldir ve yücelik, en üstteki taştır. Bu iki nokta arasında Mesih’in dirilişine (10-14. Ayetler), Kilisenin toplanmasına (15-21. ayetler), İsrail’in uzun süre önce kaybettiği yüceliğe ait duygusunun uyanışı (24-25. ayetler), Mesihleri konusunda duydukları pişmanlık ve O’nu yürekten kabul etmeleri (27-32. Ayetler). Ve bu karakteristik sunumun içinde tek bir özelliğin dahi eksik kalmaması için şu sağlayışın da yer aldığını görürüz: “Ülkenizdeki ekinleri biçerken tarlalarınızı sınırlarına kadar biçmeyin. Arta kalan başakları toplamayın. Onları yoksullara ve yabancılara bırakacaksınız. Tanrınız Rab benim.” (ayet 22) Tüm bunlar resmi tanrısal bir mükemmelliğe ulaştırır ve Kutsal Yazıları seven herkesin yüreğinde olabilecek en büyük hayranlığı yaratır. Bundan daha yetkin ne olabilir idi? Kuzunun kanı ve kutsallık bunun üzerine bina edildi – Kutsal Ruhun inişi, Kiliseyi oluşturmak için Pentikost günündeki gücü sağlaması – sağ kalan bakiyenin uyanışı – tövbe etmeleri ve restore edilmeleri – “yoksulun ve yabancının” bereketlenmesi – yüceliğin sergilenmesi ve krallığın esenliği ve kutluluğu. Bu gerçekten harika bölümün içeriği işte bunlardan oluşur. Şimdi bunları ayrıntılı olarak inceleyeceğiz. Kutsal ruh Tanrı Öğretmenimiz olsun!

“Ve Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘İsrail halkına de ki, ‘kutsal toplantılar olarak ilan edeceğiniz bayramlarım, Rabbin bayramları şunlardır: ‘Altı gün çalışacaksınız, ama yedinci gün olan Şabat günü dinlenme ve kutsal toplantı günüdür. Hiç bir iş yapmayacaksınız. Yaşadığınız her yerde Şabat’ı Rabbe ayıracaksınız.” Burada Şabat gününe ayrılan yer, en ilginç görünümüne sahiptir. Rab, halkına olan tüm lütufkar davranışlarının bir örneğini sunmak üzeredir ve bunu yapar iken Tanrı halkı için ayrılan o dinlenmenin önemli ifadesi olarak Şabat gününü ortaya koyar. Şabat günü İsrail tarafından yerine getirilmesi gereken çok ciddi bir gündür. Ama aynı zamanda bu bölümde ima edilen tüm o yüce ve büyük işin yerine getirildiği zaman verilen örnektir aynı zamanda. Şabat günü, şimdi, iman eden herkesin ruhta girebileceği Tanrının dinlenme günüdür. (İbraniler 4) Şimdi çalışıyoruz. Çok geçmeden dinleneceğiz. Bir anlamda, imanlı huzur diyarına girer. Bir başka anlamda ise, Mesih’te huzur diyarına kavuşmuştur. Yücelikteki huzur diyarına girmek için çalışır. Mesih’in kendisi için sağlamış olduğu tam zihinsel uyumu bulmuştur. Ve gözü tüm çöl zahmetleri ve çatışmaları sona erdiği zaman gireceği o sonsuza kadar süren Şabat gününe dikilmiştir. Bir günah ve sefalet ortamında dinlenemez, huzur duyamaz. “Hizmetkarın biçimine bürünen Tanrı Oğlu Mesih’te dinlenir.” Ve bu dinlenme sırasında Tanrı ile birlikte O’nun bir işçisi olarak çalışmaya çağrılır ve şu konuda güvencesi tamdır: tüm zahmeti sona erdiği zaman, çaba, gayret ve üzüntünün asla giremeyeceği sönmez ışık ve bitmez kutluluğun o evlerinde sonsuz bir sevinç içinde yaşayacaktır. Kutsal ve bereketli plan! Bu planın iman görüşü içinde giderek daha parlak hale gelmesini diliyorum. Sonunda bu eşsiz değerdeki huzuru elde edeceğimizden emin olarak her zamankinden gayretli ve sadık bir şekilde çalışabilelim. Evet, bunların sonsuz Şabat’ın turfandaki zevkleri oldukları gerçektir. Ama bu turfanda zevkler bizde yalnızca kutlu gerçeklik için – Şabat’ın asla sona ermeyecek olması – o sonsuzca sürecek “kutsal toplantı”- daha büyük bir özleme neden olurlar.

Daha önce de belirttiğimiz gibi Şabat bu bölümde, eşsiz ve bağımsız bir yer işgal eder. Bu dördüncü ayette yer alan ifadede Rabbin “Rabbin bayramları bunlardır” sözlerinde aşikar olarak görünür; Şabat bayramı sanki onu izleyen diğer yedi bayramdan oldukça farklı gibi görünse de aslında bu bayramların cana verdikleri bereketli huzurun örneğidir.

“Belirli zamanlarda kutsal toplantılar olarak ilan edeceğiniz Rabbin bayramları şunlardır: birinci ayın on dördüncü günü akşamüstü Rabbin Fısıh bayramı başlar.” (ayetler 4,5) O zaman burada yedi periyodik önemli bayramın ilkini görürüz – sunulan bu fısıh kuzusunun kanı o korkunç gecede İsrail’in ilk doğanları öldürüldüğü zaman, İsrailin Tanrısının ölüm meleğinin kılıcına engel olmasını sağladı. Bu örnek Mesih’in ölümünün Tanrı tarafından kabul edilmesi ile ilgili örnektir. Ve bu yüzden bu bölümdeki yeri tanrısal öneme sahip bir uygunluk taşır. Mesih’in ölümü her şeyin temelini oluşturur. Mesih’in ölümünün temeli olmaksızın huzur diyarı, kutsallık ve paydaşlık hakkında hiç bir şey bilemeyiz. Bu noktayı göz önünde tutmak çok çarpıcı, çok önemli ve çok hoş bir tutumdur; Tanrının huzur diyarından söz edildiği zaman, takdim edilecek bir sonraki konu fısıh kuzusunun kanıdır. Bu konuda söylenecek olan şudur: “huzur diyarı oradadır, ama sizin ünvanınız buradadır.” Hiç kuşkusuz, çalışmak kapasitemizi geliştirecektir, ama huzur diyarından keyif almamızı sağlayan kandır.

“Ve on beşinci gün Rabbin Mayasız Ekmek bayramıdır: Yedi gün mayasız ekmek yiyeceksiniz. İlk gün kutsal toplantı düzenleyecek, gündelik işlerinizi yapmayacaksınız. Yedi gün Rab için sunulan sunu yakacaksınız. Yedinci gün kutsal toplantı düzenleyecek, gündelik işlerinizi yapmayacaksınız.” (ayetler 6-8) İnsanlar burada Yehova’nın çevresinde bir araya gelirler; bu, tamamlanmış kurtuluşu temel alan pratik kutsallık içinde bir toplanmadır; halk toplandığı zaman sununun hoş kokusu İsrailin sunağından İsrailin Tanrısının tahtına göğe yükselir. Bu, bize, Tanrının kurtardığı kişilerin yaşamında aradığı o kutsallık ile ilgili güzel bir görüş sağlar. Bu kutsallığın temeli kurbana dayanır ve Mesih’in kişiliğinin kabul edilen hoş kokusu ile hemen bağlantı kurarak göğe yükselir. “Bunun için aşağılık iş yapmayacaksınız. Ama ateş aracılığı ile bir sunu sunacaksınız.” Nasıl da büyük bir zıtlık! İnsan elinin yaptığı aşağılık iş ve Mesih’in kurbanının hoş kokusu! Tanrı halkının pratik kutsallığı aşağılık bir iş değildir. Mesih ile ilgili diri bir açıklamadır, Kutsal Ruhun gücü aracılığı ile işler. “Yaşamak benim için Mesih’tir.” Gerçek düşünce budur. Mesih, yaşamımızdır ve bu yaşamın her görünümü tanrısal yargı içinde Mesih’in tüm kokusu ile yayılır. Bu konu insan yargısı açısından önemsiz bir konu olabilir. Ama yaşamımızın Mesih olması Tanrının gözünde söz ile anlatılamayacak kadar değerlidir. Bu yaşam tanrıya yükseltilmiştir ve asla unutulmaz. “Mesih aracılığı ile sağlanan doğruluk ürünleri” imanlının yaşamında üretilir ve ne dünyanın ne de cehennemin gücü bu ürünlerin hoş kokusunun Tanrının tahtının önüne yükselmesine engel olamaz.

Burada üzerinde derin düşünülmesi gereken bir konu vardır: “aşağılık iş” ve Mesih’in yaşamının dışa akışı arasındaki karşıtlık! Örnek çok canlıdır. Tüm topluluk içinde el ile yapılan işler tam olarak kesildi, ama yakmalık sununun hoş kokusu Tanrıya yükseldi. Bunlar, Mayasız Ekmek bayramının iki büyük özelliği idi. İnsanın işi sona erdi ve kurbanın kokusu yükseldi ve bu, imanlının pratik kutsallık yaşamının örneği idi. Burada hem bir yandan yasacı kişiye hem de öte yandan filozofa verilen yanıt ne kadar da zaferli bir yanıttır! Yasa yanlısı kişiyi susturan sözler şunlardır: “aşağılık iş yapılmayacak!” ve filozofun karşılaşacağı yanıt ise şudur: “Ateş aracılığı ile bir sunu sunacaksın!” İnsan elinin en değerli işleri “aşağılıktır”, ama “doğruluk ürünlerinin” en küçük bir salkımı bile Tanrıya verilen yücelik ve övgüdür. İmanlı yaşamının tüm dönemi boyunca hiç bir şekilde aşağılayıcı iş olmaması gerekir; yasacılığın nefret eden ve aşağılayan unsuruna ilişkin hiç bir şey mevcut olmamalıdır. Yalnızca Kutsal Ruhun gücü aracılığı ile dışarı getirilen ve gösterilen Mesih’in yaşamının sürekli sunumu olması gerekir. İsrailin ikinci büyük kutlamasının “yedi günü” boyunca “hiç maya” olmaması gerekiyor idi, ama bunun yerine “ateş aracılığı ile sunulan sununun” hoş kokusunun Rabbe sunulması lazım idi. Bu en çarpıcı ve en eğitici örneğin pratik öğretişine tamamen girebilmemizi diliyorum!

“Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘İsrail halkına de ki, ‘size vereceğim ülkeye girip ürününü biçtiğiniz zaman ilk yetişen ürününüzden bir demet kahine götüreceksiniz. Kabul edilmeniz için kahin demeti, Rabbin huzurunda sallayacak. Demet, Şabat’tan sonraki gün sallanacak. Demetin sallandığı gün yakmalık sunu olarak Rabbe bir yaşında, kusursuz bir erkek kuzu sunacaksınız. Kuzu ile birlikte tahıl sunusu olarak yağ ile yoğrulmuş bir ofa ince unun onda ikisi sunulacak. Rab için yakılan sunu ve O’nu hoşnut eden koku olacak bu. Yakmalık sunu ile birlikte dökmelik sunu olarak bir hin şarabın dörtte birini sunacaksınız. Tanrınıza bu sunuyu getireceğiniz güne kadar ekmek, kavrulmuş buğday ve taze başak yemeyeceksiniz. Yaşadığınız her yerde kuşaklar boyunca sürekli bir yasa olacak bu.” (ayetler 9-14)

“Oysa Mesih, ölmüş olanların ilk örneği olarak ölümden dirilmiştir.” (1.Korintliler 15:20) İlk ürünlerin demetinin sunumu ile ilgili hoş düzen Mesih’in dirilişinin örneğidir; Mesih Şabat gününün sonunda, haftanın ilk günü yükselmeye başladığı zaman, mezardan zaferle yükseldi, çünkü kurtuluşun görkemli işini tamamlamış idi. O, ölüler arasından dirilmiş idi ve burada O’nun halkının da dirilişinin ciddi bir örneği idi. “Mesih ölüler arasından dirilmiş olan ilk ürün oldu; daha sonra Mesih’in gelişinde O’na ait olanlar dirilecek.” Mesih geldiği zaman, O’nun halkı ölüler arasından dirilecek. (“ek nekron”), yani, İsa’da uyumakta olanlar. “İlk diriliş budur. Ölülerin geri kalanı bin yıl tamamlanmadan dirilmedi.” (Vahiy 20:5) Kutlu Rabbimiz, yüceltilmesinin hemen ardından “ölüler arasından dirileceğinden” söz ettiği zaman, öğrenciler kendi aralarında bunun ne anlama gelebileceğini konuştular. (Bakınız Markos 9) Her tutucu Yahudi “ölüler arasından dirilişe” (anastasis nekron) inanır idi. Ama bir “ölüler arasından diriliş”  (anastasis ek nekron) fikri, öğrencilerin anlayamayacakları bir konu idi ve hiç kuşkusuz o zamandan beri pek çok öğrenci, böylesine derin bir gizem karşısında kendilerini dikkat çekecek kadar büyük bir güçlük içinde hissettiler.

Ama yine de her şeye rağmen eğer okuyucum 1.Korintliler 15. Bölümü 1.Selanikliler 4:13-18 bölümleri ile karşılaştıracak olur ise, bu en ilgi çekici ve en pratik gerçek hakkında çok değerli bilgi edinecektir. Bu bölümler ile bağlantılı olarak aynı zamanda Romalılar 8:11 ayetine de bakabilir. “Ama Mesih İsa’yı ölümden dirilten Tanrının Ruhu içinizde yaşıyor ise, Mesih’i ölümden dirilten (ek nekron) Tanrı içinizde yaşayan Ruhu ile ölümlü bedenlerinize de yaşam verecektir.” Tüm bu bölümlerdeki içerikten görülebileceği gibi, Kilisenin dirilişini de Mesih’in dirilişi gibi tam olarak aynı ilkeye bağlıdır. Her ikisi de hem Baş hem de beden “ölüler arasından” dirilmiş olarak gösterilir. İlk demet ve onu izleyen diğer tüm demetler ahlaki açıdan birbirlerine bağlıdırlar.

Konuyu, Kutsal Yazıların ışığında özen ile inceleyen herkes için imanlının dirilişi ve imansızın dirilişi arasında çok maddesel bir farklılık mevcuttur. Her ikisi de dirilecektir. Ama Vahiy 20:5 ayeti her ikisinin arasında bin yıllık bir süre olacağını kanıtlar, öyle ki, her ikisi arasında prensip ve zaman için farklılık olsun. Bazı kişiler, bu konu ile ilgili olarak Yuhanna 5:28 arasındaki şu gerçek arasında bir zorluk yaşarlar. Rabbimiz bu ayette, “mezarda olan herkesin O’nun sesini işiteceği saatten” söz eder. Şöyle bir soru akla gelebilir: “Her iki dirilişin de bir saat içinde gerçekleşeceğinden söz edildiği zaman, aralarında bin yıl gibi bir zaman farkı olabilir mi?” Bu sorunun yanıtı çok basittir. 28. Ayette ölü canların dirilişinin bir “saat” içinde gerçekleştirileceği yazılıdır ve bu iş on sekiz bin yıldan beri sürüp gitmektedir. Şimdi, eğer yaklaşım iki bin yıllık bir dönem, “saat” sözcüğü aracılığı ile temsil edilebiliyor ise, aynı şekilde sunulan bir bin yıllık dönem için hangi itiraz ileri sürülebilir? Kesinlikle hiç bir düşünce ileri sürülemez, özellikle bu konu “ölülerin geri kalanı bin yıl tamamlanıncaya dek dirilmediler” ifadesinde belirtilmiştir.

Ama bunun da ötesinde “bir ilk dirilişten” söz edildiğini duyduğumuz zaman, hepsinin bir arada dirilmesinin gerekmediği aşikar değil midir? Eğer yalnızca bir diriliş söz konuş ise, o zaman neden bir “ilk” sözcüğü kullanılsın? “İlk dirilişin” can ile ilgili olduğu söylenebilir, ama böyle bir ifadenin gerçekliğini kanıtlayan ayet nerededir? Ciddi gerçek şudur: “Baş melek bağırdığı ve Tanrının borazanı çalındığı” zaman, İsa’da uyuyan kurtulmuş olanlar O’nu yücelik içinde karşılamak üzere dirileceklerdir. Kayin’in gününden bu güne dek olan her kim olurlar ise olsunlar kötü ölüler bin yıllık bereket dönemi sırasında mezarlarında kalacaklardır ve bu parlak ve görkemli dönemin sonunda ortaya çıkacak ve “büyük beyaz tahtın” önünde “herkes kendi işlerine göre yargılanmak ve yargı tahtından geçtikten sonra ateş gölüne atılmak üzere duracaklardır. Dehşet veren bir düşünce!

Ah, değerli okuyucu, sizin değerli canınız ile ilgili durum nedir? İman gözleri ile sizi bu dehşet verici saatten kurtarmak üzere dökülen fısıh Kuzusunun kanını gördünüz mü? Uygun zaman geldiğinde sizin bir araya toplanacağınız gibi, ilk ürünlerin biçilmiş ve göksel tahıl ambarında toplanmış olan değerli demetini gördünüz mü? Bunlar ciddi, çok derin ciddi meselelerdir. Özensiz bir şekilde davranıp bu konuları bir tarafa atmayın. Şimdi İsa Mesih’in kanı altında olduğunuzu anlayın. Ve şunu hatırlayın: siz Rabbin önünde sallanan gerçek demedi görünceye kadar kurtuluş tarlalarındaki demetler gibi devşirilemezsiniz. “Tanrınıza bu sunuyu getireceğiniz güne kadar ekmek, kavrulmuş buğday ve taze başak yemeyeceksiniz. Yaşadığınız her yerde kuşaklar boyunca sürekli bir yasa olacak bu.” İlk ürünlerin demeti sunulmadıkça, demet, bir yakmalık sunu ve tahıl sunusu ile hasada dokunulamaz.

“Ve Şabat’tan sonraki gün sallamalık demeti götürdüğünüz günden başlayarak yedi gün sayın. Yedinci Şabat’tan sonraki güne kadar elli gün sayın. O gün Rabbe yeni tahıl sunusu sunacaksınız. Yaşadığınız yerden Rabbe sallamalık sunu olarak iki ekmek getirin. Ekmekler ilk ürünlerden, onda iki efa ince undan yapılacak. Maya ile pişirilip Rabbe öyle sunulacak.” (ayetler 15-17)  Bu, Pentikost bayramıdır – Kutsal Ruh tarafından toplanan ve Mesih’in tüm değerliliği ile bağlantılı olarak O’nun önünde sunulan Tanrı halkı için verilen bir örnektir. Fısıh’ta Mesih’in ölümü söz konusudur; ilk ürünler demetinde Mesih’in dirilişine sahibiz ve Pentikost bayramında Kiliseyi oluşturmak için Kutsal Ruhun gökten inişi söz konusudur. Tüm bunlar tanrısal bir mükemmelliğe sahiptir. Mesih’in ölümünün ve dirilişinin gerçekleşmesi gerek idi, öyle ki kilise oluşturulabilsin. Demet sunuldu ve sonra ekmekler pişirildi.

Ve şu ifadeye dikkat edin: “Ekmekler “maya” ile pişirilecek.” Neden böyle olması gerekiyor idi? Çünkü insanlardaki şu özelliğe işaret etmek amaçlanıyor idi: insanlar Kutsal Ruh ile dolu olmalarına ve O’nun armağan ve lütufları ile donanmış olmalarına rağmen, yine de içlerinde konut kurmuş olan “kötü” var idi. Pentikost günündeki topluluk, Mesih’in değerli kanının büyüklüğünde duruyor idi ve Kutsal Ruhun armağanları ile taçlandırılmış idi, ama orada aynı zamanda maya da vardı. Kutsal Ruhun gücü Tanrı halkında kötünün konut kurmuş olduğu gerçeği ile başa çıkamaz idi. Bu “kötü” belki bastırılabilir ve göz ile görünmemesi sağlanabilir idi, ama yine de “kötü” orada idi. Çünkü Kutsal Ruh Tanrı topluluğun içinde mevcut idi, ama aynı zamanda O’na yalan söyleyen benlik de orada idi. Benlik ya da et ve kan, et ve kandır ve değiştirilemez. Kutsal Ruh Pentikost gününde benliği iyileştirmek, geliştirmek ya da onun iyileşmesi mümkün olmayan kötülüğünü yok etmek için gökten aşağı inmedi, amacı imanlıları tek bir bedene vaftiz etmek ve onları göklerdeki diri Baş’ları ile birleştirmek idi.

Esenlik sunusu bölümünde mayaya bu bağlamda izin verildiği gerçeği hakkında daha önce de imada bulunulmuş idi. Maya, tapınan kişinin içindeki kötünün tanrısal olarak fark edilişini sembolize ediyor idi. Bu nedenle, “sallamalık sunu olarak iki ekmek” “maya ile “ pişirilmeli idiler, çünkü karşıt örnekteki “kötüyü” ima edecekler idi.

Ama Tanrıya şükürler olsun ki, tanrısal olarak fark edilen kötü için tanrısal bir sağlayışta bulunuldu. Bu gerçek, yüreğe büyük bir dinlenme ve huzur sağlar. Tanrının hakkımızdaki her tür kötülüğü bilmesine rağmen, güvende olduğumuza dair bir huzura sahibiz. Ve bunun da ötesinde Tanrı, Kendisinin bu bilgisi ile uyumlu olarak sağlayışta bulundu ve bizim bilgimiz ile ilgili olarak sağlayışta bulunmadı. “Ekmek ile birlikte yakmalık sunu olarak Rabbe bir yaşında kusursuz yedi kuzu, bir boğa ve iki koç sunacaksınız. Tahıl sunusu ve dökmelik sunu ile sunulan bu sunu, yakılan sunu ve Rabbi hoşnut eden kokudur.” (ayet 18) O zaman burada mayalı ekmekler ile bağlantılı olarak kusursuz bir kuzunun sunulması en büyük ve en önemli gerçeğin, yani Tanrının her zaman gözünün önünde olanın Mesih’in mükemmelliği olduğudur.  Bizim günahkarlığımız Tanrının gözünün önünde değildir. Özellikle şu sözler üzerinde duralım, “Ekmek ile birlikte kusursuz yedi kuzu sunacaksınız.” Her ne kadar bir örnek ile giydirilmiş olsa da değerli gerçek! Okuyucunun bu gerçeği anlama gücüne sahip olmasını, bu gerçeğe sahip çıkıp kendine mal etmesini, vicdanında bu gerçek ile huzur bulmasını ve yüreğini bu gerçek ile beslemesini ve tazelemesini diliyorum; canında bu gerçek ile zevk duysun, bu gerçekten keyif alsın! Ben değil, ama Mesih!

Yine de her şeye rağmen, Mesih’in kusursuz bir kuzu olduğu gerçeğinin, günah ile lekelenmiş bir vicdandan suç yükünü yuvarlayıp çıkartmak için yeterli olmadığına dair itirazlar ortaya çıkabilir – suçlu bir günahkar için hoş kokulu bir sununun tek başına yetmeyeceği doğrudur. Bu itiraz ısrarlı olabilir, ama bizim örneğimiz bu itirazı eritebilir ve onu tamamen yok eder. “Maya” söz konusu olduğu zaman yakmalık bir sununun yeterli olamayacağı oldukça doğrudur. Ve bu nedenle şunu okuruz: “Günah sunusu olarak bir teke, esenlik kurbanı olarak bir yaşında iki kuzu sunacaksınız. (ayet 19) Günah sunusu ekmeklerdeki mayaya verilen yanıt idi – “esenlik” bina edildi, öyle ki, paydaşlıktan zevk alınsın ve Rabbe sunulan yakmalık sununun “hoş kokusu” ile hemen bağlantı kurarak yukarı çıkan her şeyden keyif duyulsun.

Böylece Pentikost gününde kilise, Kutsal Ruhun gücü aracılığı ile Mesih’in tüm değeri ve üstünlüğü içinde takdim edildi. Kilisenin içinde eski yaratığın mayası olsa bile, bu maya sayılmaz, çünkü tanrısal Günah Sunusu bu mayaya mükemmel bir karşılık vermiştir. Kutsal Ruhun gücü, mayadan uzaklaşmadı, ama Kuzunun kanı maya için kefaret etti. Bu, çok ilginç ve çok önemli bir farklılıktır. Kutsal Ruhun imanlının iç varlığındaki işi imanlının içinde konut kurmuş olan kötüyü uzaklaştırmaz; onu kötüyü araştırıp bulması, yargılaması ve boyun eğdirtmesi için muktedir kılar. Ama hiç bir ruhsal güç miktarı kötünün oradaki varlığı ile ilgili gerçeği yok edemez. Ancak, buna rağmen Tanrıya şükürler olsun ki, vicdan mükemmel bir huzura sahiptir, çünkü Günah Sunumuzun kanı, tüm sorunu sonsuza kadar çözmüştür ve bundan dolayı Tanrının gözü altındaki kötü varlığımız yerine sonsuza kadar göz önünden kaldırılıp atılmıştır ve bizler Mesih’in kabul edilebilirliğinde kabul edildik; Mesih Kendisini Tanrıya hoş kokulu bir kurban olarak sundu, öyle ki, O’nu her konuda mükemmel bir şekilde yüceltebilsin ve O’nun halkının sonsuza kadar yiyeceği olabilsin.

Pentikost hakkında söyleyeceklerimiz bu kadar – şimdi ahlaki görünümü içinde önceden işaret edilmiş olan o güzel düzendeki “yoksul ve yabancı” konusuna dönelim. Buradaki incelememiz farklı bir bakış açısından olacak: “Ülkenizdeki ekinleri biçer iken, tarlalarınızı sınırlarına kadar biçmeyin. Arta kalan başakları toplamayın. Onları yoksullara ve yabancılara bırakacaksınız. Tanrınız Rab benim.” (ayet 22) Burada yabancıların İsrail tarlalarında başak toplamaları için sağlayışta bulunulmuştur. Öteki uluslara ait kişiler Tanrının dolup taşan iyiliğine katılmak için getirilmelidir. İsrail’in deposu ve üzüm cenderesi tam olarak donandığı zaman, öteki uluslardan olanların toplamaları için değerli demetler ve zengin başaklar olacaktır.

Ama yine de her şeye rağmen, kilisenin göklerde Mesih ile birlikte sahip olduğu ruhsal bereketlerin İsrail tarlalarında bir yabancının başak toplamasının örneği ile ortaya konduğunu zannetmememiz gerekir. Bu bereketler öteki uluslardan kişilere olduğu gibi İbrahim’in tohumu için de aynı oranda yenidirler. Onlar Kenan diyarının bereketleri değil, göklerin yücelikleridirler. Kilise yalnızca Mesih aracılığı ile bereketlenmez, ama Mesih ile birlikte ve Mesih’te bereketlenir. Mesih’in gelini, bir yabancı olarak İsrail tarlalarının köşelerinde demetler ve başaklar ve İsrail’in bağlarından dallar toplaması için gönderilmeyecektir. Hayır; Mesih’in gelini daha yüce bereketleri, daha zengin sevinçleri ve daha soylu saygınlıkları İsrail’in şimdiye kadar tatmış olduğundan daha iyi tadar. Mesih’in gelininin yeryüzünde bir yabancı olarak başak toplaması gerekmez, aksine, ait olduğu göksel evinin zenginliğinin ve mutluluğunun tadını çıkartır. Tanrının üstün bilgelik ve lütfu ile Mesih’in gelini için “hazırladığı” “daha iyi şeyler” budur. İsrail’in hasadı biçildikten sonra başak toplamasına izin verilmesi “yabancı” için lütufkar bir ayrıcalık olacaktır, ama kilisenin payı kıyaslanamayacak kadar yüksektir; o İsrail’in Kralı’nın gelinidir, O’nun sevinçlerini, saygınlıklarını ve yüceliklerini paylaşandır; kilisenin payı O’na benzemek ve sonsuza kadar O’nun ile olmaktır. Yücelerdeki Babanın evindeki sonsuz odalar ve İsrail’in yeryüzündeki tarlalarının sınırlarına kadar biçilmemeleri gibi ayrıcalıkların kilisenin payı olmaları gerekir. Bu gerçeği her zaman aklımızda tutalım ve böylesine kutsal ve yüce bir hedefin değerini küçük seviyelerde olsa bile yaşayabilelim.

“Ve Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘İsrail halkına de ki, ‘yedinci ayın birinci günü dinlenme günüdür, boru çalarak anma ve kutsal toplantı günü olacaktır. O gün gündelik işlerinizi yapmayacak, Rab için yakılan sunu sunacaksınız.” (ayetler 23-25) Burada “Rab Musa’ya şöyle dedi’ sözleri ile yeni bir konu ortaya atılır; izin verirseniz, tüm bölümün konularını sınıflandırır iken, ilginç bir yardım alacağım. Böylece Şabat, Fısıh ve Mayasız Ekmek bayramı ilk iletişim olarak verilirler. Sallanan demet ve sallanan ekmekler ve sınırlarına kadar biçilmeyen tarla köşeleri ikinci sırada sunulurlar; bunlardan sonra dikkat çekmeyen uzun bir ara vardır ve ondan sonra yedinci ayın ilk gününde boruların canları harekete geçiren bayramı gelir. Bu düzen bizi, şimdi, çok çabuk yaklaşmakta olan düzene doğru yönlendirir; o dönemde İsrail’in sağ kalan bakiyesi, uzun süre önce kaybettikleri yüceliği hatırlara getirmeye çağıran bir anı olarak “boru çalacak” ve canlarını Rabbi aramak üzere harekete geçireceklerdir.

Boru çalma bayramı bir başka önemli olay ile yani, “kefaret günü” ile çok yakın bir bağlantıya sahiptir. “Ve yine yedinci ayın onuncu günü günahların bağışlanma günüdür. Kutsal bir toplantı düzenleyeceksiniz. İsteklerinizi denetleyecek ve Rab için yakılan bir sunu sunacaksınız. O gün hiç iş yapmayacaksınız, çünkü Tanrınız Rabbin huzurunda günahlarınızı bağışlatacağınız bağışlanma günüdür. O gün isteklerini denetlemeyen herkes halkın arasından atılacaktır. O gün herhangi bir iş yapanı halkın arasından yok edeceğim. Hiç iş yapmayacaksınız. Yaşadığınız her yerde kuşaklar boyunca sürekli yasa olacak bu. O gün sizin için Şabat, dinlenme günü olacak. İsteklerinizi denetleyeceksiniz. Ayın dokuzuncu günü akşamdan ertesi akşama kadar Şabat’ı kutlayacaksınız.” (ayetler 27-32) Böylece, borular çalındıktan sonra sekiz günlük bir ara ortaya çıkar ve sonra tüm bu konular ile yani, canın çektiği sıkıntı, günah için kefaret ve çalışmayarak dinlenme ile bağlantısı olan, kefaret günü karşımıza çıkar. Tüm bunların hepsi uygun yerlerini yavaş yavaş sağ kalan Yahudi bakiyesinin deneyimi içinde bulacaklardır. “Ürün biçme zamanı geçti, yaz sona erdi ve biz ise kurtulmadık.” (Yeremya 8:20) Tanrının Ruhu vicdanlarına ve yüreklerine dokunmaya başladığı zaman, sağ kalan bakiyenin dokunaklı yası böyle olacaktır. “Davut soyu ile Yeruşalim’de oturanların üzerine lütuf ve yakarış ruhunu dökeceğim. Bana, yani deştiklerine bakacaklar; biricik oğlu için yas tutan biri gibi yas tutacak ve ilk oğlu için acı çeken biri gibi acı  çekecekler. O gün Yeruşalim’de tutulan yas, Megiddo ovasında ve Hadat-Rimmon’da tutulan yas gibi büyük olacak. Ülkede her boy kendi içinde yas tutacak.” (Zekeriya 12:10-14)

Sağ kalan bakiyenin vicdanı geçmişte işlediği günahları, Kutsal Ruhun kudretli işi sayesinde, yasayı ihlal etmelerini, peygamberleri taşladıklarını, Oğul’u deştiklerini ve Kutsal Ruha direndiklerini hatırladıkları zaman yasları çok büyük, sıkıntıları çok yoğun ve pişmanlıkları çok içten olacak. Tüm bunlar aydınlatılmış ve deneyim geçirmiş bir vicdanın tabletleri üzerine sıralanacak ve canda büyük sıkıntı üretecekler.

Ama kanın kefareti tüm bunlara karşı duracak ve gücünü gösterecek. “O gün Davut soyunu ve Yeruşalim’de yaşayanları günahtan ve ruhsal kirlilikten arındırmak için bir pınar açılacak.” (Zekeriya 13:1) Onlara suçları hissettirilecek ve büyük sıkıntı çekecekler. Ve aynı zamanda kanın yetkinliğini anlamaları için yönlendirilecekler ve mükemmel huzura kavuşacaklar – canları için bir Şabat dinlenmesi.

Şimdi, İsrail’in deneyiminde bu tür sonuçlara o son günde ulaşıldığı zaman, aramamız gereken şey nedir? Kesinlikle, YÜCELİK! “Körlük” uzaklaştırıldığı ve peçe alındığı zaman ve sağ kalan bakiyenin yüreği Yehova’ya döndüğü zaman, işte o zaman, “Doğruluk Güneşi’nin” parlak ışınları gerçekten pişman olmuş, sıkıntı çekmiş ve zavallı bir halkın üzerine şifa veren, yenileyen ve kurtaran bir güç ile düşecekler. Bu konu üzerinde tam bir çalışma yapmak tek başına bir kitap yazılmasını talep eder. Sağ kalan Yahudi bakiyesinin uygulamaları, denemeleri, çatışmaları, denenmeleri, çektikleri zorluklar ve nihai bereketleri Mezmurlar ve Peygamberler gibi kitaplarda ayrıntılı olarak tam bir şekilde yer alırlar. Böyle bir bedenin varlığının, ancak Mezmurlar ve Peygamberler kitapları zekice ve doyum alarak çalışabildikleri zaman net bir şekilde görülmesi gerekir. Bu vahiy ile yazılmış olan bölümlerden daha fazlasını öğrenebiliriz demek istemiyorum, çünkü “tüm Kutsal Yazılar yararlıdır.” Ama Tanrı Sözünün her kısmından doğru bir şekilde yararlanmanın en emin yolu, onun önceliğe sahip olan uygulamasını anlamaktır. O zaman eğer ayetleri Kiliseye ya da ait oldukları göksel bedene, kesin konuşacak olur isek, sağ kalan Yahudi bakiyesine ya da yersel bedene uygular isek, her ikisi ile ilgili olarak ciddi bir hataya düşmüş oluruz. Aslında, pek çok durumda olan şudur: sağ kalan bakiye gibi bir bedenin varlığı tamamıyla önemsenmez ve kilisenin gerçek konumu ve umudu tam anlamı ile gözden silinir. Bunlar, okuyucumun ciddi olarak sakınması gereken ölümcül hatalardır. Okuyucu bir an bile yalnızca merak sonucu bir dikkat ile meşgul olmamalıdır. Okuyucu için bu hatadan daha büyük bir hata olamaz. Ne? Bizim yeryüzüne mi gökyüzüne mi ait olduğumuzu bilmek bize hiç bir pratik yarar sağlamaz. Gökteki yerlerde dinlenip dinlenmeyeceğimiz ya da burada aşağıda vahye ait yargılardan geçip geçmeyeceğimizi bilmek bizim için gerçek bir an değildir. Böyle mantığa sığmayan bir şeyi kim kabul edebilir? Gerçek şudur: sağ kalan yersel bakiyenin ve göksel kilisenin farklı yazgılarını açıklayan şeyin, gerçeğin herhangi bir çizgisine pratik olarak odaklanmayı zorlaştıracağıdır. Burada bu konu hakkında artık daha fazla yazmayacağım, ama okuyucu bu konuyu sükunet ile ve dua ederek incelemeyi yararlı bulacaktır. Bu bölüme Çadır Bayramına – Yahudi yılının son kutlaması – bir göz atarak son vereceğim.

“Ve Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘İsrail halkına de ki, ‘yedinci ayın on beşinci günü Çardak Bayramı başlar. Bu bayramı Rabbin onuruna yedi gün kutlayacaksınız. İlk gün kutsal bir toplantı düzenleyecek, gündelik işlerinizi yapmayacaksınız. Yedi gün Rab için yakılan sunu sunacaksınız. Sekizinci gün, kutsal bir toplantı düzenlemeli, Rab için yakılan sunu sunmalısınız. Bu bayramın son toplantısıdır. Gündelik işlerinizi yapmayacaksınız. Kutsal toplantılar olarak ilan edeceğiniz Rabbin bayramları bunlardır. Bayramlarda Rab için yakılan sunuyu, tahıl sunusunu, kurbanı, dökmelik sunuları günün gereğine uygun biçimde sunacaksınız. Bunlar, Rabbin kutlamanızı istediği Şabat günlerinin Rabbe sunduğunuz armağanların, bütün dilek adaklarının ve gönülden verilen sunuların dışındadır. Yedinci ayın on beşinci günü, topraklarınızın ürünlerini devşirdiğiniz zaman Rab için yedi gün bayram yapacaksınız. Birinci ve sekizinci gün dinlenme günleri olacak. İlk gün meyve ağaçlarının güzel meyvelerini, hurma dallarını, sık yapraklı ağaç dallarını ve vadi kavaklarını toplayıp Tanrınız Rabbin önünde yedi gün şenlik yapacaksınız. Bunu her yıl yedi gün Rabbin bayramı olarak kutlayacaksınız. Kuşaklar boyunca sürekli bir yasa olacak bu. Bayramı yedinci ay kutlayacaksınız. Yedi gün çardaklarda kalacaksınız. Bütün yerli İsrailliler çardaklarda yaşayacak. Öyle ki, gelecek kuşaklar İsrail halkını Mısır’dan çıkardığım zaman çardaklarda barındırdığımı bilsinler. Tanrınız Rab benim.” (ayetler 33-43)

Bu bayram bize, İsrail’in son gündeki yücelik zamanına işaret eder ve bu yüzden bayramların tüm dizisi için çok güzel ve uygun bir kapanış oluşturur. Ekin devşirildi, her şey yapıldı, depolar bol bol dolduruldu ve Yehova halkının bayram için duyduğu sevinci ifade etmesini ister. Ama, heyhat! Halk bu en harika düzen ile ilgili tanrısal düzeni kabul edemeyecek kadar küçük bir yüreğe sahip gibi görünmektedir. Yabancılar ve göçmenler oldukları gerçeğini unutmuşlardır ve bu yüzden bu bayramı uzun zamandır ihmal etmişlerdir. Yeşu’nun günlerinden Nehemya’nın günlerine kadar çardak bayramı asla bir kez bile kutlanmamıştır. Bu bayram, Babil’deki sürgünden dönen azınlık bakiyenin Süleyman’ın parlak döneminde bile yapmamış olduğunu yapması için ayrılmıştır. ”Sürgünden dönen herkes, yaptığı çardakta oturdu. İsrailliler Nun oğlu Yeşu’nun döneminden beri böyle bir kutlama yapmamışlar idi. Herkes büyük sevinç içinde idi.” (Nehemya 8:17) Kendilerini Kenan diyarındaki söğüt ağaçlarının gölgeleri altında bulmak için harplerini Babil’deki söğüt ağaçlarına asmış olan bu kişilerin duydukları sevinç ne kadar tazeleyici bir sevinç olmuştur! Çardak bayramı, İsrail’in restore edilmiş oymakları için, Yehova’nın İbrahim’e ve onun tohumuna sonsuza kadar vermeyi vaat etmiş olduğu ülkede Yehova’nın sadık elinin bu bin yıllık dönem içinde neler yapacağını gördükleri zamanın bir gölgesi idi. Göksel ve yersel olanın buluştuğu o mutlu an, belirtildiği gibi, çardak bayramlarının “ilk” ve “sekizinci” günlerinde gerçekleşir. “gökler yeri işitecek ve yer buğdayı, şarabı ve zeytinyağını işitecek ve onlar da Yezreel’i işitecekler.”

Zekeriya kitabının son bölümünde son günün yüceliğine ait olan çardak bayramı kutlamasının gerçeği hakkında çok farklı bir şekilde kanıt sunan güzel bir kısım vardır. “Yeruşalim’e saldıran uluslardan sağ kalanların hepsi Her Şeye Egemen Rab olan Kral’a tapınmak ve Çardak Bayramını kutlamak için yıldan yıla Yeruşalim’e gidecekler.” (Zekeriya 14:16) Ne kadar büyük bir olay! Sahte bir şekilde ruhsallaştırma olarak çağrılan yorumun boş bir sistemi aracılığı ile bu olaydaki sahnenin karakteristik güzelliğini çalmayı kim ister? Hiç kuşkusuz, Yeruşalim Yeruşalim demektir; uluslar sözcüğü uluslar anlamına gelir ve çardak bayramı çardak bayramı demektir. Bunda anlaşılmayacak herhangi bir şey var mıdır? Elbette insanın dar görüşünün ötesindeki her şeyi reddeden insan mantığı vardır! Çardak bayramı Kenan diyarında kutlanacak ve kurtarılmış uluslar bu bayramın görkemli ve kutsal toplantılarına katılmak için bir araya gelecekler. O zaman Yeruşalim’in savaşı tamamlanmış olacak, savaşın gürültüsü son bulacak. Kılıç ve kalkan huzur dolu ziraat araçlarına dönüşecekler. İsrail, bağların ve incir ağaçlarının tazeleyici gölgesi altında dinlenecek ve tüm yeryüzü “Esenlik Prensi’nin” yönetimi altında sevinecek. Vahyin hatasız sayfalarında sunulan konu işte budur. Örnekler bu gerçeğin gölgesidirler; peygamberler bunu önceden bildirirler; iman buna inanır ve umut bunun beklentisi içindedir.


NOT:— Bölümümüzün sonunda şunu okuruz: “Böylece Musa, İsrail halkına Rabbin bayramlarını bildirdi.” Bayramların gerçek karakterleri ve orijinal ünvanları bu idi. Ama Yuhanna Müjdesinde bu kutlamalardan “Yahudilerin bayramları” olarak söz edilir. Artık Yehova’nın bayramları olmaktan çıkmışlardı. Yehova konunun dışına çıkarılmış idi. O’nu istemediler ve bu yüzden Yuhanna yedinci bölümde İsa’ya “Yahudilerin çardak bayramı hakkında soru sorulduğu zaman, İsa bu soruyu şöyle yanıtladı: “Benim zamanım henüz gelmedi.” Ve O yukarı çıktığı zaman bunu mahremiyet içinde yaptı; amacı her şeyin dışındaki yerini almak ve susamış olan her canı Kendisine çağırıp O’ndan içmesini arzu etti. Burada çok ciddi bir ders söz konusudur. Tanrısal kurumlar insanın ellerinde çok çabuk kirlenirler; ama, ah! Kuraklığı hisseden susamış canın ve boş dindar formalite ile bağlantılı kuraklığın gerçek olduğunu bilmek ne kadar derin bir berekettir. Canın yapması gereken tek şey yalnızca İsa’ya kaçmak ve O’nun tükenmez kaynaklarından karşılıksız olarak içmek ve bu şekilde diğer kişilere de bir bereket kanalı olmaktır.

Levililer 23

Şimdi önümüzde açık bulunan esin ile yazılmış olan bölümlerin en derin ve en kapsamlı olanlarından bir tanesidir. Ve bizden dua edilerek yapılacak bir inceleme talep eder. İsrail’in yılının bölünmüş olduğu yedi büyük bayramın ya da periyodik kutlama töreninin kaydını içerir. Başka bir deyişle, İsrail’in en olaylı tarihinin tüm dönemi sırasında bize Tanrının İsrail’e olan davranışının mükemmel bir görünümünü sunar.

Bayramlara Birbirlerinden ayrı olarak tek tek bakacak olur isek, Şabat günü, Fısıh ve Mayasız Ekmek bayramı, İlk Ürünler, Hasat Bayramı, Anma günü (Boru Çalma bayramı), Günahların Bağışlanma günü ve son olarak Çardak bayramını görürüz. Hepsi bir arada sekiz bayram ederler. Ancak Şabat günü bayramının diğerleri arasında oldukça eşsiz ve bağımsız bir yer tuttuğunun aşikar olduğu ortadadır. Bu bayram önce takdim edilir ve uygun özellikleri ve ilgili koşulları tam olarak ortaya konur. Ve sonra şunları okuruz: “Belirli zamanlarda kutsal toplantılar olarak ilan edeceğiniz Rabbin bayramları bunlardır.” (ayet 4) Öyle ki tam olarak detaylı bir şekilde konuşmak gerekir ise, konu ile ilgili okuyucunun gözlemleyeceği gibi, İsrail’in “ilk” büyük bayramı, Fısıh ve Mayasız ekmek bayramıdır ve “yedinci” bayramları Çardak bayramıdır. Bir anlamda, onları kendilerine özgü giysilerinden yoksun bırakınca, ortaya tam kurtuluşa sahip olduğumuz çıkar ve hepsinin sonunda bin yıllık dönemin yüceliğine sahip oluruz. Fısıh kuzusu Mesih’in ölümünü sembolize eder; (1.Korintliler 5:7) ve Çardak bayramı “Tanrının eski çağlardan beri kutsal peygamberlerinin ağzından bildirdiği gibi, her şeyin yeniden düzenleneceği zamana dek İsa’nın gökte kalması gerektiğini” sembolize eder. (Elçilerin İşleri 3:21)

Yahudi yılının ilk ve son bayramları işte bunlardır. Kefaret temeldir ve yücelik, en üstteki taştır. Bu iki nokta arasında Mesih’in dirilişine (10-14. Ayetler), Kilisenin toplanmasına (15-21. ayetler), İsrail’in uzun süre önce kaybettiği yüceliğe ait duygusunun uyanışı (24-25. ayetler), Mesihleri konusunda duydukları pişmanlık ve O’nu yürekten kabul etmeleri (27-32. Ayetler). Ve bu karakteristik sunumun içinde tek bir özelliğin dahi eksik kalmaması için şu sağlayışın da yer aldığını görürüz: “Ülkenizdeki ekinleri biçerken tarlalarınızı sınırlarına kadar biçmeyin. Arta kalan başakları toplamayın. Onları yoksullara ve yabancılara bırakacaksınız. Tanrınız Rab benim.” (ayet 22) Tüm bunlar resmi tanrısal bir mükemmelliğe ulaştırır ve Kutsal Yazıları seven herkesin yüreğinde olabilecek en büyük hayranlığı yaratır. Bundan daha yetkin ne olabilir idi? Kuzunun kanı ve kutsallık bunun üzerine bina edildi – Kutsal Ruhun inişi, Kiliseyi oluşturmak için Pentikost günündeki gücü sağlaması – sağ kalan bakiyenin uyanışı – tövbe etmeleri ve restore edilmeleri – “yoksulun ve yabancının” bereketlenmesi – yüceliğin sergilenmesi ve krallığın esenliği ve kutluluğu. Bu gerçekten harika bölümün içeriği işte bunlardan oluşur. Şimdi bunları ayrıntılı olarak inceleyeceğiz. Kutsal ruh Tanrı Öğretmenimiz olsun!

“Ve Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘İsrail halkına de ki, ‘kutsal toplantılar olarak ilan edeceğiniz bayramlarım, Rabbin bayramları şunlardır: ‘Altı gün çalışacaksınız, ama yedinci gün olan Şabat günü dinlenme ve kutsal toplantı günüdür. Hiç bir iş yapmayacaksınız. Yaşadığınız her yerde Şabat’ı Rabbe ayıracaksınız.” Burada Şabat gününe ayrılan yer, en ilginç görünümüne sahiptir. Rab, halkına olan tüm lütufkar davranışlarının bir örneğini sunmak üzeredir ve bunu yapar iken Tanrı halkı için ayrılan o dinlenmenin önemli ifadesi olarak Şabat gününü ortaya koyar. Şabat günü İsrail tarafından yerine getirilmesi gereken çok ciddi bir gündür. Ama aynı zamanda bu bölümde ima edilen tüm o yüce ve büyük işin yerine getirildiği zaman verilen örnektir aynı zamanda. Şabat günü, şimdi, iman eden herkesin ruhta girebileceği Tanrının dinlenme günüdür. (İbraniler 4) Şimdi çalışıyoruz. Çok geçmeden dinleneceğiz. Bir anlamda, imanlı huzur diyarına girer. Bir başka anlamda ise, Mesih’te huzur diyarına kavuşmuştur. Yücelikteki huzur diyarına girmek için çalışır. Mesih’in kendisi için sağlamış olduğu tam zihinsel uyumu bulmuştur. Ve gözü tüm çöl zahmetleri ve çatışmaları sona erdiği zaman gireceği o sonsuza kadar süren Şabat gününe dikilmiştir. Bir günah ve sefalet ortamında dinlenemez, huzur duyamaz. “Hizmetkarın biçimine bürünen Tanrı Oğlu Mesih’te dinlenir.” Ve bu dinlenme sırasında Tanrı ile birlikte O’nun bir işçisi olarak çalışmaya çağrılır ve şu konuda güvencesi tamdır: tüm zahmeti sona erdiği zaman, çaba, gayret ve üzüntünün asla giremeyeceği sönmez ışık ve bitmez kutluluğun o evlerinde sonsuz bir sevinç içinde yaşayacaktır. Kutsal ve bereketli plan! Bu planın iman görüşü içinde giderek daha parlak hale gelmesini diliyorum. Sonunda bu eşsiz değerdeki huzuru elde edeceğimizden emin olarak her zamankinden gayretli ve sadık bir şekilde çalışabilelim. Evet, bunların sonsuz Şabat’ın turfandaki zevkleri oldukları gerçektir. Ama bu turfanda zevkler bizde yalnızca kutlu gerçeklik için – Şabat’ın asla sona ermeyecek olması – o sonsuzca sürecek “kutsal toplantı”- daha büyük bir özleme neden olurlar.

Daha önce de belirttiğimiz gibi Şabat bu bölümde, eşsiz ve bağımsız bir yer işgal eder. Bu dördüncü ayette yer alan ifadede Rabbin “Rabbin bayramları bunlardır” sözlerinde aşikar olarak görünür; Şabat bayramı sanki onu izleyen diğer yedi bayramdan oldukça farklı gibi görünse de aslında bu bayramların cana verdikleri bereketli huzurun örneğidir.

“Belirli zamanlarda kutsal toplantılar olarak ilan edeceğiniz Rabbin bayramları şunlardır: birinci ayın on dördüncü günü akşamüstü Rabbin Fısıh bayramı başlar.” (ayetler 4,5) O zaman burada yedi periyodik önemli bayramın ilkini görürüz – sunulan bu fısıh kuzusunun kanı o korkunç gecede İsrail’in ilk doğanları öldürüldüğü zaman, İsrailin Tanrısının ölüm meleğinin kılıcına engel olmasını sağladı. Bu örnek Mesih’in ölümünün Tanrı tarafından kabul edilmesi ile ilgili örnektir. Ve bu yüzden bu bölümdeki yeri tanrısal öneme sahip bir uygunluk taşır. Mesih’in ölümü her şeyin temelini oluşturur. Mesih’in ölümünün temeli olmaksızın huzur diyarı, kutsallık ve paydaşlık hakkında hiç bir şey bilemeyiz. Bu noktayı göz önünde tutmak çok çarpıcı, çok önemli ve çok hoş bir tutumdur; Tanrının huzur diyarından söz edildiği zaman, takdim edilecek bir sonraki konu fısıh kuzusunun kanıdır. Bu konuda söylenecek olan şudur: “huzur diyarı oradadır, ama sizin ünvanınız buradadır.” Hiç kuşkusuz, çalışmak kapasitemizi geliştirecektir, ama huzur diyarından keyif almamızı sağlayan kandır.

“Ve on beşinci gün Rabbin Mayasız Ekmek bayramıdır: Yedi gün mayasız ekmek yiyeceksiniz. İlk gün kutsal toplantı düzenleyecek, gündelik işlerinizi yapmayacaksınız. Yedi gün Rab için sunulan sunu yakacaksınız. Yedinci gün kutsal toplantı düzenleyecek, gündelik işlerinizi yapmayacaksınız.” (ayetler 6-8) İnsanlar burada Yehova’nın çevresinde bir araya gelirler; bu, tamamlanmış kurtuluşu temel alan pratik kutsallık içinde bir toplanmadır; halk toplandığı zaman sununun hoş kokusu İsrailin sunağından İsrailin Tanrısının tahtına göğe yükselir. Bu, bize, Tanrının kurtardığı kişilerin yaşamında aradığı o kutsallık ile ilgili güzel bir görüş sağlar. Bu kutsallığın temeli kurbana dayanır ve Mesih’in kişiliğinin kabul edilen hoş kokusu ile hemen bağlantı kurarak göğe yükselir. “Bunun için aşağılık iş yapmayacaksınız. Ama ateş aracılığı ile bir sunu sunacaksınız.” Nasıl da büyük bir zıtlık! İnsan elinin yaptığı aşağılık iş ve Mesih’in kurbanının hoş kokusu! Tanrı halkının pratik kutsallığı aşağılık bir iş değildir. Mesih ile ilgili diri bir açıklamadır, Kutsal Ruhun gücü aracılığı ile işler. “Yaşamak benim için Mesih’tir.” Gerçek düşünce budur. Mesih, yaşamımızdır ve bu yaşamın her görünümü tanrısal yargı içinde Mesih’in tüm kokusu ile yayılır. Bu konu insan yargısı açısından önemsiz bir konu olabilir. Ama yaşamımızın Mesih olması Tanrının gözünde söz ile anlatılamayacak kadar değerlidir. Bu yaşam tanrıya yükseltilmiştir ve asla unutulmaz. “Mesih aracılığı ile sağlanan doğruluk ürünleri” imanlının yaşamında üretilir ve ne dünyanın ne de cehennemin gücü bu ürünlerin hoş kokusunun Tanrının tahtının önüne yükselmesine engel olamaz.

Burada üzerinde derin düşünülmesi gereken bir konu vardır: “aşağılık iş” ve Mesih’in yaşamının dışa akışı arasındaki karşıtlık! Örnek çok canlıdır. Tüm topluluk içinde el ile yapılan işler tam olarak kesildi, ama yakmalık sununun hoş kokusu Tanrıya yükseldi. Bunlar, Mayasız Ekmek bayramının iki büyük özelliği idi. İnsanın işi sona erdi ve kurbanın kokusu yükseldi ve bu, imanlının pratik kutsallık yaşamının örneği idi. Burada hem bir yandan yasacı kişiye hem de öte yandan filozofa verilen yanıt ne kadar da zaferli bir yanıttır! Yasa yanlısı kişiyi susturan sözler şunlardır: “aşağılık iş yapılmayacak!” ve filozofun karşılaşacağı yanıt ise şudur: “Ateş aracılığı ile bir sunu sunacaksın!” İnsan elinin en değerli işleri “aşağılıktır”, ama “doğruluk ürünlerinin” en küçük bir salkımı bile Tanrıya verilen yücelik ve övgüdür. İmanlı yaşamının tüm dönemi boyunca hiç bir şekilde aşağılayıcı iş olmaması gerekir; yasacılığın nefret eden ve aşağılayan unsuruna ilişkin hiç bir şey mevcut olmamalıdır. Yalnızca Kutsal Ruhun gücü aracılığı ile dışarı getirilen ve gösterilen Mesih’in yaşamının sürekli sunumu olması gerekir. İsrailin ikinci büyük kutlamasının “yedi günü” boyunca “hiç maya” olmaması gerekiyor idi, ama bunun yerine “ateş aracılığı ile sunulan sununun” hoş kokusunun Rabbe sunulması lazım idi. Bu en çarpıcı ve en eğitici örneğin pratik öğretişine tamamen girebilmemizi diliyorum!

“Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘İsrail halkına de ki, ‘size vereceğim ülkeye girip ürününü biçtiğiniz zaman ilk yetişen ürününüzden bir demet kahine götüreceksiniz. Kabul edilmeniz için kahin demeti, Rabbin huzurunda sallayacak. Demet, Şabat’tan sonraki gün sallanacak. Demetin sallandığı gün yakmalık sunu olarak Rabbe bir yaşında, kusursuz bir erkek kuzu sunacaksınız. Kuzu ile birlikte tahıl sunusu olarak yağ ile yoğrulmuş bir ofa ince unun onda ikisi sunulacak. Rab için yakılan sunu ve O’nu hoşnut eden koku olacak bu. Yakmalık sunu ile birlikte dökmelik sunu olarak bir hin şarabın dörtte birini sunacaksınız. Tanrınıza bu sunuyu getireceğiniz güne kadar ekmek, kavrulmuş buğday ve taze başak yemeyeceksiniz. Yaşadığınız her yerde kuşaklar boyunca sürekli bir yasa olacak bu.” (ayetler 9-14) “Oysa Mesih, ölmüş olanların ilk örneği olarak ölümden dirilmiştir.” (1.Korintliler 15:20) İlk ürünlerin demetinin sunumu ile ilgili hoş düzen Mesih’in dirilişinin örneğidir; Mesih Şabat gününün sonunda, haftanın ilk günü yükselmeye başladığı zaman, mezardan zaferle yükseldi, çünkü kurtuluşun görkemli işini tamamlamış idi. O, ölüler arasından dirilmiş idi ve burada O’nun halkının da dirilişinin ciddi bir örneği idi. “Mesih ölüler arasından dirilmiş olan ilk ürün oldu; daha sonra Mesih’in gelişinde O’na ait olanlar dirilecek.” Mesih geldiği zaman, O’nun halkı ölüler arasından dirilecek. (“ek nekron”), yani, İsa’da uyumakta olanlar. “İlk diriliş budur. Ölülerin geri kalanı bin yıl tamamlanmadan dirilmedi.” (Vahiy 20:5) Kutlu Rabbimiz, yüceltilmesinin hemen ardından “ölüler arasından dirileceğinden” söz ettiği zaman, öğrenciler kendi aralarında bunun ne anlama gelebileceğini konuştular. (Bakınız Markos 9) Her tutucu Yahudi “ölüler arasından dirilişe” (anastasis nekron) inanır idi. Ama bir “ölüler arasından diriliş”  (anastasis ek nekron) fikri, öğrencilerin anlayamayacakları bir konu idi ve hiç kuşkusuz o zamandan beri pek çok öğrenci, böylesine derin bir gizem karşısında kendilerini dikkat çekecek kadar büyük bir güçlük içinde hissettiler.

Ama yine de her şeye rağmen eğer okuyucum 1.Korintliler 15. Bölümü 1.Selanikliler 4:13-18 bölümleri ile karşılaştıracak olur ise, bu en ilgi çekici ve en pratik gerçek hakkında çok değerli bilgi edinecektir. Bu bölümler ile bağlantılı olarak aynı zamanda Romalılar 8:11 ayetine de bakabilir. “Ama Mesih İsa’yı ölümden dirilten Tanrının Ruhu içinizde yaşıyor ise, Mesih’i ölümden dirilten (ek nekron) Tanrı içinizde yaşayan Ruhu ile ölümlü bedenlerinize de yaşam verecektir.” Tüm bu bölümlerdeki içerikten görülebileceği gibi, Kilisenin dirilişini de Mesih’in dirilişi gibi tam olarak aynı ilkeye bağlıdır. Her ikisi de hem Baş hem de beden “ölüler arasından” dirilmiş olarak gösterilir. İlk demet ve onu izleyen diğer tüm demetler ahlaki açıdan birbirlerine bağlıdırlar.

Konuyu, Kutsal Yazıların ışığında özen ile inceleyen herkes için imanlının dirilişi ve imansızın dirilişi arasında çok maddesel bir farklılık mevcuttur. Her ikisi de dirilecektir. Ama Vahiy 20:5 ayeti her ikisinin arasında bin yıllık bir süre olacağını kanıtlar, öyle ki, her ikisi arasında prensip ve zaman için farklılık olsun. Bazı kişiler, bu konu ile ilgili olarak Yuhanna 5:28 arasındaki şu gerçek arasında bir zorluk yaşarlar. Rabbimiz bu ayette, “mezarda olan herkesin O’nun sesini işiteceği saatten” söz eder. Şöyle bir soru akla gelebilir: “Her iki dirilişin de bir saat içinde gerçekleşeceğinden söz edildiği zaman, aralarında bin yıl gibi bir zaman farkı olabilir mi?” Bu sorunun yanıtı çok basittir. 28. Ayette ölü canların dirilişinin bir “saat” içinde gerçekleştirileceği yazılıdır ve bu iş on sekiz bin yıldan beri sürüp gitmektedir. Şimdi, eğer yaklaşım iki bin yıllık bir dönem, “saat” sözcüğü aracılığı ile temsil edilebiliyor ise, aynı şekilde sunulan bir bin yıllık dönem için hangi itiraz ileri sürülebilir? Kesinlikle hiç bir düşünce ileri sürülemez, özellikle bu konu “ölülerin geri kalanı bin yıl tamamlanıncaya dek dirilmediler” ifadesinde belirtilmiştir.

Ama bunun da ötesinde “bir ilk dirilişten” söz edildiğini duyduğumuz zaman, hepsinin bir arada dirilmesinin gerekmediği aşikar değil midir? Eğer yalnızca bir diriliş söz konuş ise, o zaman neden bir “ilk” sözcüğü kullanılsın? “İlk dirilişin” can ile ilgili olduğu söylenebilir, ama böyle bir ifadenin gerçekliğini kanıtlayan ayet nerededir? Ciddi gerçek şudur: “Baş melek bağırdığı ve Tanrının borazanı çalındığı” zaman, İsa’da uyuyan kurtulmuş olanlar O’nu yücelik içinde karşılamak üzere dirileceklerdir. Kayin’in gününden bu güne dek olan her kim olurlar ise olsunlar kötü ölüler bin yıllık bereket dönemi sırasında mezarlarında kalacaklardır ve bu parlak ve görkemli dönemin sonunda ortaya çıkacak ve “büyük beyaz tahtın” önünde “herkes kendi işlerine göre yargılanmak ve yargı tahtından geçtikten sonra ateş gölüne atılmak üzere duracaklardır. Dehşet veren bir düşünce!

Ah, değerli okuyucu, sizin değerli canınız ile ilgili durum nedir? İman gözleri ile sizi bu dehşet verici saatten kurtarmak üzere dökülen fısıh Kuzusunun kanını gördünüz mü? Uygun zaman geldiğinde sizin bir araya toplanacağınız gibi, ilk ürünlerin biçilmiş ve göksel tahıl ambarında toplanmış olan değerli demetini gördünüz mü? Bunlar ciddi, çok derin ciddi meselelerdir. Özensiz bir şekilde davranıp bu konuları bir tarafa atmayın. Şimdi İsa Mesih’in kanı altında olduğunuzu anlayın. Ve şunu hatırlayın: siz Rabbin önünde sallanan gerçek demedi görünceye kadar kurtuluş tarlalarındaki demetler gibi devşirilemezsiniz. “Tanrınıza bu sunuyu getireceğiniz güne kadar ekmek, kavrulmuş buğday ve taze başak yemeyeceksiniz. Yaşadığınız her yerde kuşaklar boyunca sürekli bir yasa olacak bu.” İlk ürünlerin demeti sunulmadıkça, demet, bir yakmalık sunu ve tahıl sunusu ile hasada dokunulamaz.

“Ve Şabat’tan sonraki gün sallamalık demeti götürdüğünüz günden başlayarak yedi gün sayın. Yedinci Şabat’tan sonraki güne kadar elli gün sayın. O gün Rabbe yeni tahıl sunusu sunacaksınız. Yaşadığınız yerden Rabbe sallamalık sunu olarak iki ekmek getirin. Ekmekler ilk ürünlerden, onda iki efa ince undan yapılacak. Maya ile pişirilip Rabbe öyle sunulacak.” (ayetler 15-17)  Bu, Pentikost bayramıdır – Kutsal Ruh tarafından toplanan ve Mesih’in tüm değerliliği ile bağlantılı olarak O’nun önünde sunulan Tanrı halkı için verilen bir örnektir. Fısıh’ta Mesih’in ölümü söz konusudur; ilk ürünler demetinde Mesih’in dirilişine sahibiz ve Pentikost bayramında Kiliseyi oluşturmak için Kutsal Ruhun gökten inişi söz konusudur. Tüm bunlar tanrısal bir mükemmelliğe sahiptir. Mesih’in ölümünün ve dirilişinin gerçekleşmesi gerek idi, öyle ki kilise oluşturulabilsin. Demet sunuldu ve sonra ekmekler pişirildi.

Ve şu ifadeye dikkat edin: “Ekmekler “maya” ile pişirilecek.” Neden böyle olması gerekiyor idi? Çünkü insanlardaki şu özelliğe işaret etmek amaçlanıyor idi: insanlar Kutsal Ruh ile dolu olmalarına ve O’nun armağan ve lütufları ile donanmış olmalarına rağmen, yine de içlerinde konut kurmuş olan “kötü” var idi. Pentikost günündeki topluluk, Mesih’in değerli kanının büyüklüğünde duruyor idi ve Kutsal Ruhun armağanları ile taçlandırılmış idi, ama orada aynı zamanda maya da vardı. Kutsal Ruhun gücü Tanrı halkında kötünün konut kurmuş olduğu gerçeği ile başa çıkamaz idi. Bu “kötü” belki bastırılabilir ve göz ile görünmemesi sağlanabilir idi, ama yine de “kötü” orada idi. Çünkü Kutsal Ruh Tanrı topluluğun içinde mevcut idi, ama aynı zamanda O’na yalan söyleyen benlik de orada idi. Benlik ya da et ve kan, et ve kandır ve değiştirilemez. Kutsal Ruh Pentikost gününde benliği iyileştirmek, geliştirmek ya da onun iyileşmesi mümkün olmayan kötülüğünü yok etmek için gökten aşağı inmedi, amacı imanlıları tek bir bedene vaftiz etmek ve onları göklerdeki diri Baş’ları ile birleştirmek idi.

Esenlik sunusu bölümünde mayaya bu bağlamda izin verildiği gerçeği hakkında daha önce de imada bulunulmuş idi. Maya, tapınan kişinin içindeki kötünün tanrısal olarak fark edilişini sembolize ediyor idi. Bu nedenle, “sallamalık sunu olarak iki ekmek” “maya ile “ pişirilmeli idiler, çünkü karşıt örnekteki “kötüyü” ima edecekler idi.

Ama Tanrıya şükürler olsun ki, tanrısal olarak fark edilen kötü için tanrısal bir sağlayışta bulunuldu. Bu gerçek, yüreğe büyük bir dinlenme ve huzur sağlar. Tanrının hakkımızdaki her tür kötülüğü bilmesine rağmen, güvende olduğumuza dair bir huzura sahibiz. Ve bunun da ötesinde Tanrı, Kendisinin bu bilgisi ile uyumlu olarak sağlayışta bulundu ve bizim bilgimiz ile ilgili olarak sağlayışta bulunmadı. “Ekmek ile birlikte yakmalık sunu olarak Rabbe bir yaşında kusursuz yedi kuzu, bir boğa ve iki koç sunacaksınız. Tahıl sunusu ve dökmelik sunu ile sunulan bu sunu, yakılan sunu ve Rabbi hoşnut eden kokudur.” (ayet 18) O zaman burada mayalı ekmekler ile bağlantılı olarak kusursuz bir kuzunun sunulması en büyük ve en önemli gerçeğin, yani Tanrının her zaman gözünün önünde olanın Mesih’in mükemmelliği olduğudur.  Bizim günahkarlığımız Tanrının gözünün önünde değildir. Özellikle şu sözler üzerinde duralım, “Ekmek ile birlikte kusursuz yedi kuzu sunacaksınız.” Her ne kadar bir örnek ile giydirilmiş olsa da değerli gerçek! Okuyucunun bu gerçeği anlama gücüne sahip olmasını, bu gerçeğe sahip çıkıp kendine mal etmesini, vicdanında bu gerçek ile huzur bulmasını ve yüreğini bu gerçek ile beslemesini ve tazelemesini diliyorum; canında bu gerçek ile zevk duysun, bu gerçekten keyif alsın! Ben değil, ama Mesih!

Yine de her şeye rağmen, Mesih’in kusursuz bir kuzu olduğu gerçeğinin, günah ile lekelenmiş bir vicdandan suç yükünü yuvarlayıp çıkartmak için yeterli olmadığına dair itirazlar ortaya çıkabilir – suçlu bir günahkar için hoş kokulu bir sununun tek başına yetmeyeceği doğrudur. Bu itiraz ısrarlı olabilir, ama bizim örneğimiz bu itirazı eritebilir ve onu tamamen yok eder. “Maya” söz konusu olduğu zaman yakmalık bir sununun yeterli olamayacağı oldukça doğrudur. Ve bu nedenle şunu okuruz: “Günah sunusu olarak bir teke, esenlik kurbanı olarak bir yaşında iki kuzu sunacaksınız. (ayet 19) Günah sunusu ekmeklerdeki mayaya verilen yanıt idi – “esenlik” bina edildi, öyle ki, paydaşlıktan zevk alınsın ve Rabbe sunulan yakmalık sununun “hoş kokusu” ile hemen bağlantı kurarak yukarı çıkan her şeyden keyif duyulsun.

Böylece Pentikost gününde kilise, Kutsal Ruhun gücü aracılığı ile Mesih’in tüm değeri ve üstünlüğü içinde takdim edildi. Kilisenin içinde eski yaratığın mayası olsa bile, bu maya sayılmaz, çünkü tanrısal Günah Sunusu bu mayaya mükemmel bir karşılık vermiştir. Kutsal Ruhun gücü, mayadan uzaklaşmadı, ama Kuzunun kanı maya için kefaret etti. Bu, çok ilginç ve çok önemli bir farklılıktır. Kutsal Ruhun imanlının iç varlığındaki işi imanlının içinde konut kurmuş olan kötüyü uzaklaştırmaz; onu kötüyü araştırıp bulması, yargılaması ve boyun eğdirtmesi için muktedir kılar. Ama hiç bir ruhsal güç miktarı kötünün oradaki varlığı ile ilgili gerçeği yok edemez. Ancak, buna rağmen Tanrıya şükürler olsun ki, vicdan mükemmel bir huzura sahiptir, çünkü Günah Sunumuzun kanı, tüm sorunu sonsuza kadar çözmüştür ve bundan dolayı Tanrının gözü altındaki kötü varlığımız yerine sonsuza kadar göz önünden kaldırılıp atılmıştır ve bizler Mesih’in kabul edilebilirliğinde kabul edildik; Mesih Kendisini Tanrıya hoş kokulu bir kurban olarak sundu, öyle ki, O’nu her konuda mükemmel bir şekilde yüceltebilsin ve O’nun halkının sonsuza kadar yiyeceği olabilsin.

Pentikost hakkında söyleyeceklerimiz bu kadar – şimdi ahlaki görünümü içinde önceden işaret edilmiş olan o güzel düzendeki “yoksul ve yabancı” konusuna dönelim. Buradaki incelememiz farklı bir bakış açısından olacak: “Ülkenizdeki ekinleri biçer iken, tarlalarınızı sınırlarına kadar biçmeyin. Arta kalan başakları toplamayın. Onları yoksullara ve yabancılara bırakacaksınız. Tanrınız Rab benim.” (ayet 22) Burada yabancıların İsrail tarlalarında başak toplamaları için sağlayışta bulunulmuştur. Öteki uluslara ait kişiler Tanrının dolup taşan iyiliğine katılmak için getirilmelidir. İsrail’in deposu ve üzüm cenderesi tam olarak donandığı zaman, öteki uluslardan olanların toplamaları için değerli demetler ve zengin başaklar olacaktır.

Ama yine de her şeye rağmen, kilisenin göklerde Mesih ile birlikte sahip olduğu ruhsal bereketlerin İsrail tarlalarında bir yabancının başak toplamasının örneği ile ortaya konduğunu zannetmememiz gerekir. Bu bereketler öteki uluslardan kişilere olduğu gibi İbrahim’in tohumu için de aynı oranda yenidirler. Onlar Kenan diyarının bereketleri değil, göklerin yücelikleridirler. Kilise yalnızca Mesih aracılığı ile bereketlenmez, ama Mesih ile birlikte ve Mesih’te bereketlenir. Mesih’in gelini, bir yabancı olarak İsrail tarlalarının köşelerinde demetler ve başaklar ve İsrail’in bağlarından dallar toplaması için gönderilmeyecektir. Hayır; Mesih’in gelini daha yüce bereketleri, daha zengin sevinçleri ve daha soylu saygınlıkları İsrail’in şimdiye kadar tatmış olduğundan daha iyi tadar. Mesih’in gelininin yeryüzünde bir yabancı olarak başak toplaması gerekmez, aksine, ait olduğu göksel evinin zenginliğinin ve mutluluğunun tadını çıkartır. Tanrının üstün bilgelik ve lütfu ile Mesih’in gelini için “hazırladığı” “daha iyi şeyler” budur. İsrail’in hasadı biçildikten sonra başak toplamasına izin verilmesi “yabancı” için lütufkar bir ayrıcalık olacaktır, ama kilisenin payı kıyaslanamayacak kadar yüksektir; o İsrail’in Kralı’nın gelinidir, O’nun sevinçlerini, saygınlıklarını ve yüceliklerini paylaşandır; kilisenin payı O’na benzemek ve sonsuza kadar O’nun ile olmaktır. Yücelerdeki Babanın evindeki sonsuz odalar ve İsrail’in yeryüzündeki tarlalarının sınırlarına kadar biçilmemeleri gibi ayrıcalıkların kilisenin payı olmaları gerekir. Bu gerçeği her zaman aklımızda tutalım ve böylesine kutsal ve yüce bir hedefin değerini küçük seviyelerde olsa bile yaşayabilelim.

“Ve Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘İsrail halkına de ki, ‘yedinci ayın birinci günü dinlenme günüdür, boru çalarak anma ve kutsal toplantı günü olacaktır. O gün gündelik işlerinizi yapmayacak, Rab için yakılan sunu sunacaksınız.” (ayetler 23-25) Burada “Rab Musa’ya şöyle dedi’ sözleri ile yeni bir konu ortaya atılır; izin verirseniz, tüm bölümün konularını sınıflandırır iken, ilginç bir yardım alacağım. Böylece Şabat, Fısıh ve Mayasız Ekmek bayramı ilk iletişim olarak verilirler. Sallanan demet ve sallanan ekmekler ve sınırlarına kadar biçilmeyen tarla köşeleri ikinci sırada sunulurlar; bunlardan sonra dikkat çekmeyen uzun bir ara vardır ve ondan sonra yedinci ayın ilk gününde boruların canları harekete geçiren bayramı gelir. Bu düzen bizi, şimdi, çok çabuk yaklaşmakta olan düzene doğru yönlendirir; o dönemde İsrail’in sağ kalan bakiyesi, uzun süre önce kaybettikleri yüceliği hatırlara getirmeye çağıran bir anı olarak “boru çalacak” ve canlarını Rabbi aramak üzere harekete geçireceklerdir.

Boru çalma bayramı bir başka önemli olay ile yani, “kefaret günü” ile çok yakın bir bağlantıya sahiptir. “Ve yine yedinci ayın onuncu günü günahların bağışlanma günüdür. Kutsal bir toplantı düzenleyeceksiniz. İsteklerinizi denetleyecek ve Rab için yakılan bir sunu sunacaksınız. O gün hiç iş yapmayacaksınız, çünkü Tanrınız Rabbin huzurunda günahlarınızı bağışlatacağınız bağışlanma günüdür. O gün isteklerini denetlemeyen herkes halkın arasından atılacaktır. O gün herhangi bir iş yapanı halkın arasından yok edeceğim. Hiç iş yapmayacaksınız. Yaşadığınız her yerde kuşaklar boyunca sürekli yasa olacak bu. O gün sizin için Şabat, dinlenme günü olacak. İsteklerinizi denetleyeceksiniz. Ayın dokuzuncu günü akşamdan ertesi akşama kadar Şabat’ı kutlayacaksınız.” (ayetler 27-32) Böylece, borular çalındıktan sonra sekiz günlük bir ara ortaya çıkar ve sonra tüm bu konular ile yani, canın çektiği sıkıntı, günah için kefaret ve çalışmayarak dinlenme ile bağlantısı olan, kefaret günü karşımıza çıkar. Tüm bunların hepsi uygun yerlerini yavaş yavaş sağ kalan Yahudi bakiyesinin deneyimi içinde bulacaklardır. “Ürün biçme zamanı geçti, yaz sona erdi ve biz ise kurtulmadık.” (Yeremya 8:20) Tanrının Ruhu vicdanlarına ve yüreklerine dokunmaya başladığı zaman, sağ kalan bakiyenin dokunaklı yası böyle olacaktır. “Davut soyu ile Yeruşalim’de oturanların üzerine lütuf ve yakarış ruhunu dökeceğim. Bana, yani deştiklerine bakacaklar; biricik oğlu için yas tutan biri gibi yas tutacak ve ilk oğlu için acı çeken biri gibi acı  çekecekler. O gün Yeruşalim’de tutulan yas, Megiddo ovasında ve Hadat-Rimmon’da tutulan yas gibi büyük olacak. Ülkede her boy kendi içinde yas tutacak.” (Zekeriya 12:10-14)

Sağ kalan bakiyenin vicdanı geçmişte işlediği günahları, Kutsal Ruhun kudretli işi sayesinde, yasayı ihlal etmelerini, peygamberleri taşladıklarını, Oğul’u deştiklerini ve Kutsal Ruha direndiklerini hatırladıkları zaman yasları çok büyük, sıkıntıları çok yoğun ve pişmanlıkları çok içten olacak. Tüm bunlar aydınlatılmış ve deneyim geçirmiş bir vicdanın tabletleri üzerine sıralanacak ve canda büyük sıkıntı üretecekler.

Ama kanın kefareti tüm bunlara karşı duracak ve gücünü gösterecek. “O gün Davut soyunu ve Yeruşalim’de yaşayanları günahtan ve ruhsal kirlilikten arındırmak için bir pınar açılacak.” (Zekeriya 13:1) Onlara suçları hissettirilecek ve büyük sıkıntı çekecekler. Ve aynı zamanda kanın yetkinliğini anlamaları için yönlendirilecekler ve mükemmel huzura kavuşacaklar – canları için bir Şabat dinlenmesi.

Şimdi, İsrail’in deneyiminde bu tür sonuçlara o son günde ulaşıldığı zaman, aramamız gereken şey nedir? Kesinlikle, YÜCELİK! “Körlük” uzaklaştırıldığı ve peçe alındığı zaman ve sağ kalan bakiyenin yüreği Yehova’ya döndüğü zaman, işte o zaman, “Doğruluk Güneşi’nin” parlak ışınları gerçekten pişman olmuş, sıkıntı çekmiş ve zavallı bir halkın üzerine şifa veren, yenileyen ve kurtaran bir güç ile düşecekler. Bu konu üzerinde tam bir çalışma yapmak tek başına bir kitap yazılmasını talep eder. Sağ kalan Yahudi bakiyesinin uygulamaları, denemeleri, çatışmaları, denenmeleri, çektikleri zorluklar ve nihai bereketleri Mezmurlar ve Peygamberler gibi kitaplarda ayrıntılı olarak tam bir şekilde yer alırlar. Böyle bir bedenin varlığının, ancak Mezmurlar ve Peygamberler kitapları zekice ve doyum alarak çalışabildikleri zaman net bir şekilde görülmesi gerekir. Bu vahiy ile yazılmış olan bölümlerden daha fazlasını öğrenebiliriz demek istemiyorum, çünkü “tüm Kutsal Yazılar yararlıdır.” Ama Tanrı Sözünün her kısmından doğru bir şekilde yararlanmanın en emin yolu, onun önceliğe sahip olan uygulamasını anlamaktır. O zaman eğer ayetleri Kiliseye ya da ait oldukları göksel bedene, kesin konuşacak olur isek, sağ kalan Yahudi bakiyesine ya da yersel bedene uygular isek, her ikisi ile ilgili olarak ciddi bir hataya düşmüş oluruz. Aslında, pek çok durumda olan şudur: sağ kalan bakiye gibi bir bedenin varlığı tamamıyla önemsenmez ve kilisenin gerçek konumu ve umudu tam anlamı ile gözden silinir. Bunlar, okuyucumun ciddi olarak sakınması gereken ölümcül hatalardır. Okuyucu bir an bile yalnızca merak sonucu bir dikkat ile meşgul olmamalıdır. Okuyucu için bu hatadan daha büyük bir hata olamaz. Ne? Bizim yeryüzüne mi gökyüzüne mi ait olduğumuzu bilmek bize hiç bir pratik yarar sağlamaz. Gökteki yerlerde dinlenip dinlenmeyeceğimiz ya da burada aşağıda vahye ait yargılardan geçip geçmeyeceğimizi bilmek bizim için gerçek bir an değildir. Böyle mantığa sığmayan bir şeyi kim kabul edebilir? Gerçek şudur: sağ kalan yersel bakiyenin ve göksel kilisenin farklı yazgılarını açıklayan şeyin, gerçeğin herhangi bir çizgisine pratik olarak odaklanmayı zorlaştıracağıdır. Burada bu konu hakkında artık daha fazla yazmayacağım, ama okuyucu bu konuyu sükunet ile ve dua ederek incelemeyi yararlı bulacaktır. Bu bölüme Çadır Bayramına – Yahudi yılının son kutlaması – bir göz atarak son vereceğim.

“Ve Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘İsrail halkına de ki, ‘yedinci ayın on beşinci günü Çardak Bayramı başlar. Bu bayramı Rabbin onuruna yedi gün kutlayacaksınız. İlk gün kutsal bir toplantı düzenleyecek, gündelik işlerinizi yapmayacaksınız. Yedi gün Rab için yakılan sunu sunacaksınız. Sekizinci gün, kutsal bir toplantı düzenlemeli, Rab için yakılan sunu sunmalısınız. Bu bayramın son toplantısıdır. Gündelik işlerinizi yapmayacaksınız. Kutsal toplantılar olarak ilan edeceğiniz Rabbin bayramları bunlardır. Bayramlarda Rab için yakılan sunuyu, tahıl sunusunu, kurbanı, dökmelik sunuları günün gereğine uygun biçimde sunacaksınız. Bunlar, Rabbin kutlamanızı istediği Şabat günlerinin Rabbe sunduğunuz armağanların, bütün dilek adaklarının ve gönülden verilen sunuların dışındadır. Yedinci ayın on beşinci günü, topraklarınızın ürünlerini devşirdiğiniz zaman Rab için yedi gün bayram yapacaksınız. Birinci ve sekizinci gün dinlenme günleri olacak. İlk gün meyve ağaçlarının güzel meyvelerini, hurma dallarını, sık yapraklı ağaç dallarını ve vadi kavaklarını toplayıp Tanrınız Rabbin önünde yedi gün şenlik yapacaksınız. Bunu her yıl yedi gün Rabbin bayramı olarak kutlayacaksınız. Kuşaklar boyunca sürekli bir yasa olacak bu. Bayramı yedinci ay kutlayacaksınız. Yedi gün çardaklarda kalacaksınız. Bütün yerli İsrailliler çardaklarda yaşayacak. Öyle ki, gelecek kuşaklar İsrail halkını Mısır’dan çıkardığım zaman çardaklarda barındırdığımı bilsinler. Tanrınız Rab benim.” (ayetler 33-43)

Bu bayram bize, İsrail’in son gündeki yücelik zamanına işaret eder ve bu yüzden bayramların tüm dizisi için çok güzel ve uygun bir kapanış oluşturur. Ekin devşirildi, her şey yapıldı, depolar bol bol dolduruldu ve Yehova halkının bayram için duyduğu sevinci ifade etmesini ister. Ama, heyhat! Halk bu en harika düzen ile ilgili tanrısal düzeni kabul edemeyecek kadar küçük bir yüreğe sahip gibi görünmektedir. Yabancılar ve göçmenler oldukları gerçeğini unutmuşlardır ve bu yüzden bu bayramı uzun zamandır ihmal etmişlerdir. Yeşu’nun günlerinden Nehemya’nın günlerine kadar çardak bayramı asla bir kez bile kutlanmamıştır. Bu bayram, Babil’deki sürgünden dönen azınlık bakiyenin Süleyman’ın parlak döneminde bile yapmamış olduğunu yapması için ayrılmıştır. ”Sürgünden dönen herkes, yaptığı çardakta oturdu. İsrailliler Nun oğlu Yeşu’nun döneminden beri böyle bir kutlama yapmamışlar idi. Herkes büyük sevinç içinde idi.” (Nehemya 8:17) Kendilerini Kenan diyarındaki söğüt ağaçlarının gölgeleri altında bulmak için harplerini Babil’deki söğüt ağaçlarına asmış olan bu kişilerin duydukları sevinç ne kadar tazeleyici bir sevinç olmuştur! Çardak bayramı, İsrail’in restore edilmiş oymakları için, Yehova’nın İbrahim’e ve onun tohumuna sonsuza kadar vermeyi vaat etmiş olduğu ülkede Yehova’nın sadık elinin bu bin yıllık dönem içinde neler yapacağını gördükleri zamanın bir gölgesi idi. Göksel ve yersel olanın buluştuğu o mutlu an, belirtildiği gibi, çardak bayramlarının “ilk” ve “sekizinci” günlerinde gerçekleşir. “gökler yeri işitecek ve yer buğdayı, şarabı ve zeytinyağını işitecek ve onlar da Yezreel’i işitecekler.”

Zekeriya kitabının son bölümünde son günün yüceliğine ait olan çardak bayramı kutlamasının gerçeği hakkında çok farklı bir şekilde kanıt sunan güzel bir kısım vardır. “Yeruşalim’e saldıran uluslardan sağ kalanların hepsi Her Şeye Egemen Rab olan Kral’a tapınmak ve Çardak Bayramını kutlamak için yıldan yıla Yeruşalim’e gidecekler.” (Zekeriya 14:16) Ne kadar büyük bir olay! Sahte bir şekilde ruhsallaştırma olarak çağrılan yorumun boş bir sistemi aracılığı ile bu olaydaki sahnenin karakteristik güzelliğini çalmayı kim ister? Hiç kuşkusuz, Yeruşalim Yeruşalim demektir; uluslar sözcüğü uluslar anlamına gelir ve çardak bayramı çardak bayramı demektir. Bunda anlaşılmayacak herhangi bir şey var mıdır? Elbette insanın dar görüşünün ötesindeki her şeyi reddeden insan mantığı vardır! Çardak bayramı Kenan diyarında kutlanacak ve kurtarılmış uluslar bu bayramın görkemli ve kutsal toplantılarına katılmak için bir araya gelecekler. O zaman Yeruşalim’in savaşı tamamlanmış olacak, savaşın gürültüsü son bulacak. Kılıç ve kalkan huzur dolu ziraat araçlarına dönüşecekler. İsrail, bağların ve incir ağaçlarının tazeleyici gölgesi altında dinlenecek ve tüm yeryüzü “Esenlik Prensi’nin” yönetimi altında sevinecek. Vahyin hatasız sayfalarında sunulan konu işte budur. Örnekler bu gerçeğin gölgesidirler; peygamberler bunu önceden bildirirler; iman buna inanır ve umut bunun beklentisi içindedir.

NOT:— Bölümümüzün sonunda şunu okuruz: “Böylece Musa, İsrail halkına Rabbin bayramlarını bildirdi.” Bayramların gerçek karakterleri ve orijinal ünvanları bu idi. Ama Yuhanna Müjdesinde bu kutlamalardan “Yahudilerin bayramları” olarak söz edilir. Artık Yehova’nın bayramları olmaktan çıkmışlardı. Yehova konunun dışına çıkarılmış idi. O’nu istemediler ve bu yüzden Yuhanna yedinci bölümde İsa’ya “Yahudilerin çardak bayramı hakkında soru sorulduğu zaman, İsa bu soruyu şöyle yanıtladı: “Benim zamanım henüz gelmedi.” Ve O yukarı çıktığı zaman bunu mahremiyet içinde yaptı; amacı her şeyin dışındaki yerini almak ve susamış olan her canı Kendisine çağırıp O’ndan içmesini arzu etti. Burada çok ciddi bir ders söz konusudur. Tanrısal kurumlar insanın ellerinde çok çabuk kirlenirler; ama, ah! Kuraklığı hisseden susamış canın ve boş dindar formalite ile bağlantılı kuraklığın gerçek olduğunu bilmek ne kadar derin bir berekettir. Canın yapması gereken tek şey yalnızca İsa’ya kaçmak ve O’nun tükenmez kaynaklarından karşılıksız olarak içmek ve bu şekilde diğer kişilere de bir bereket kanalı olmaktır.

Levililer 24

Bu kısa bölümde ruhsal zihne ilginç gelecek olan pek çok şey vardır. 23. Bölümde Tanrının, Fısıh Kuzusunun sunulmasından bin yıllık Krallığın huzur ve yüceliğine kadar İsrail’e olan davranışlarının tarihini görmüştük. Şimdi üzerinde inceleme yaptığımız bölümde iki büyük düşünceye sahibiz – yani, ilki on iki oymağın Tanrının önünde Kutsal Ruhun gücü ve Mesih’in kahinliğinin yetkinliği aracılığı ile elde edilen hatasız kaydı ve anısı ve ikinci olarak benliğe uyan İsrail’in sapkınlığı ve bunun üzerine infaz edilen yargı. İkincisini anlamamıza yardımcı olacak olan ilkinin net olarak kavranmasıdır.

“Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘İsrail halkına buyruk ver, kandilin sürekli yanıp ışık vermesi için saf sıkma zeytinyağı getirsinler. Harun kandilleri benim huzurumda, buluşma çadırında, levha sandığının önündeki perdenin dışında akşamdan sabaha kadar sürekli yanar biçimde tutacak. Kuşaklar boyunca sürekli bir kural olacak bu. Rabbin huzurunda saf altın kandillikteki kandiller sürekli yanacaktır.” (Levililer 24:1-4) “Saf zeytinyağı”, saf altın kandillik aracılığı ile sergilenen Mesih’in işini temel alan Kutsal Ruhun lütfunu temsil eder. Başka bir deyiş ile, Kutsal Ruhun lütfu ve ışığı Mesih’in ölümü üzerine bina edilir ve Mesih’in kahinliği aracılığı ile muhafaza edilir. Karanlık ülkenin üzerinde iken ve halkın hepsi uykuya dalmış iken, altın lamba gecenin sıkıcı saatleri sırasında ışığını kutsal yerde parlatır. Tüm bunlar bize, halkın dışsal durumu ne olur ise olsun Tanrının sadık olduğuna dair canlı bir örnek sunar. Halkın üzerine karanlık ve uyuşukluk gelebilirdi, ama kandillerin sürekli yanmaları gerekiyor idi. Başkahin, gecenin bezdirici saatleri sırasında yanan ışığın tanıklığının sürmesinden sorumlu idi. “Harun kandilleri buluşma çadırında akşamdan sabaha kadar sürekli yanar biçimde tutacak idi.” Bu ışığın muhafaza edilmesinden İsrail sorumlu değil idi. Tanrı bu ışığa bakma ve sürekli olarak yanmasını sağlama görevini Biri’ne vermiş idi.

Ama daha sonra şunu okuruz: “Ve ince undan on iki pide pişireceksin. Her biri efanın onda ikisi ağırlığında olacak. Bunları Rabbin huzurunda ikişer sıra halinde altışar altışar saf altın masanın üzerine dizeceksin. İki sıra ekmeğin yanına anma payı olarak saf günnük koyacaksın. Bu Rab için yakılan sunu olacak ve ekmeğin yerini alacak. Bu ekmek İsrail halkı adına sonsuza kadar sürecek bir antlaşma olarak her Şabat günü aksatılmadan Rabbin huzurunda dizilecek ve Harun ile oğullarına ait olacak. Onu kutsal bir yerde yiyecekler, çünkü çok kutsaldır. Rab için yakılan sunulardan onların sürekli bir payı olacak.” (ayetler 5-9) Bu ekmeklerin içinde maya olacağından söz edilmez. Eminim ki bunlar “İsrail’in on iki oymağı” ile bağlantısı olan Mesih’i temsil etmektedirler. Ekmekler Rabbin huzurunda saf altın masanın üzerine dizilecekler idi ve yedi gün boyunca Harun ve oğullarının yiyeceği olduktan sonra dışsal görünümleri nasıl olur ise olsun İsrail’in Yehova’nın gözündeki bir diğer çarpıcı örneğini oluştururlar. On iki oymak her zaman Tanrının huzurundadır. Onların anıları asla yok olmazlar. Kutsal yerde tanrısal bir düzen içinde dizilirler, Mesih’in hoş kokusu ile örtülürler ve ülkenin ahlak gecesinin en karanlık saati boyunca saf altından masanın üzerinde parlayan altın kandilliğin sönmeyen ışığı ile yansırlar.

Şimdi, kutsal yerin gizemli mobilyasını böyle bir örnekten sonra yorumlama cesaretinde bulunduğumuz zaman, sunak üzerindeki sağduyulu yargıyı ya da tanrısal gerçeği feda etmediğimizi görmek iyidir. Bize, İbraniler 9. Bölümde şu öğretilir: tüm bu şeyler “aslı göklerde olan” örnekler idiler. Ve yine İbraniler 10:1 ayetinde “gelecek olan iyi şeylerin aslı değil, gölgesi” olduklarını okuruz. Bu yüzden biz, “göklerdeki asıl” şeylerin “örneklere” yanıt olduklarına inanmak ile doğru yaparız; gölgeye karşılık olan bir asıl öz mevcuttur. Kısaca söyleyecek olur isek biz, göklerde “yedi kandilin”, “saf altından masanın” ve “on iki ekmeğin” aslı bulunduğuna inanıyoruz. Bu insani bir hayal değildir, ama imanın tüm çağlar boyunca beslenmiş olduğu tanrısal gerçektir. Karmel dağının tepesinde İlyas’ın “on iki taş” ile kurduğu sunağın anlamı ne idi? İlyas böyle yaparak, “on iki ekmeğin” model ya da gölge olduğu gerçeğine olan imanını ifade etmekten başka bir şey yapmıyor idi. İlyas, ulusun bozulmaz birliğine inandı. Ulusun dışsal durumu ne olur ise olsun Tanrının İbrahim, İshak ve Yakup’a verdiği vaadi yerine getireceğine inandı. İnsan, on iki oymağın sergilenen birliğini boş yere arayabilir, ama iman her zaman kutsal yerin içine bakabilir ve orada saf günnük ile örtülü, saf altından masanın üzerinde tanrısal düzene uygun olarak dizilmiş on iki ekmeği görebilir ve hatta hepsi gece yarısının hüzünlü gölgeleri ile kaplı olmasına rağmen, iman yine de yedi altın kandilin ışığı aracılığı ile önceden gölgesi verilen aynı büyük gerçeği ayırt edebilir – yani İsrail’in on iki oymağının ayrılmaz birliğini.

O zaman böyle idi ve şimdi de böyledir. Gece karanlık ve hüzünlüdür. İnsan gözü, bu aşağılık dünya sisteminde İsrail’in oymaklarının birliğini görebileceği tek bir ışına bile sahip değildir. Oymaklar uluslar arasında dağıtılmışlardır ve insanın gözünden kaybolmuşlardır. Ama anıları Rabbin huzurundadır. İman bu görüşe sahiptir, çünkü “Tanrının tüm vaatlerinin Mesih’te ‘evet’ ve ‘amin’ olduğunu” bilir. Kutsal Ruhun mükemmel ışığı aracılığı ile kutsal yerde bulunan on iki oymağı sadık olarak hatırlayabilir. Şimdi imanın şu soylu ifadelerine kulak verin: “Şimdi ise Tanrının atalarımıza olan vaadine umut bağladığım için burada bulunmakta ve yargılanmaktayım. Bu, on iki oymağımızın gece gündüz canla başla kulluk ederek (nukta kai emeran) erişmeyi umdukları vaattir. (Elçilerin İşleri 26:6,7) Şimdi bu durumda eğer Kral Agrippa Pavlus’a, “On iki oymak nerede?” diye sormuş olsa idi, Pavlus onları Kral’a gösterebilecek miydi? Hayır, gösteremeyecek idi. Ama neden? Onlar görülmeyecekleri için mi? Hayır, Kral Agrippa onları görecek göze sahip olmadığı için onları göremeyecek idi. On iki oymak Agrippa’nın görüş alanının çok ötesinde bulunuyorlar idi. Tanrının huzurundaki saf altın masanın üzerine dizilen on iki ekmeği ayırt edebilmek için iman gözüne ve Tanrının Ruhunun lütufkar ışığına ihtiyaç vardı. Onlar orada idiler ve Pavlus onları orada gördü; Pavlus tanıklık ettiği o anda kişileri sözlerine ikna edemeyeceği bir karanlığın varlığına rağmen, iman, göz ile görülen tarafından yönetilmez. İman, Tanrının sonsuz Sözünün kayası üzerinde durur ve bu kutsal yüksekliğin tam bir sükuneti ve kesinliği içinde yalan söylemesi imkansız Olan’ın değişmez sözü ile beslenir. İmansızlık, ahmakça bir şekilde gözlerini dikip bakabilir ve “On iki oymak nerede?” ya da “Onlar nasıl bulunabilir ve restore edilebilirler?” diye sorabilir. Buna bir yanıt vermek imkansızdır. Ama imansızlık yanıtın görülebileceği yüksek noktanın üzerine yükselemez; bu imkansızdır. İman ise her Şabat günü saf altın masanın üzerine konan o on iki ekmeğin varlığından emindir, aynı Tanrının emin olduğu gibi. Ama bu konuda kuşku duyanlar ya da söze sadık olmayanlar nasıl ikna edilebilirler? Onları kim ikna edebilir? Her konuda mantık ya da duygular tarafından yönetilenlere ve umutsuzluğa rağmen umut etmeye devam etmenin ne demek olduğunu bilmeyenlere böyle bir gerçek nasıl garanti edilebilir? İman, mantık ve duyguların hiç bir şey bulamadığı bir yerdeki olayın orta yerinde tanrısal güvenceler ve sonsuzu gerçeklikler bulur. Ah! Daha büyük bir iman olsa! Daha yoğun bir gayret ile Rabbin ağzından çıkan her sözü kavrayabilelim ve bir küçük çocuğun sadeliği ve güveni ile o sözden beslenelim.

Şimdi bölümümüzde yer alan ikinci düşünceye yöneliyoruz, yani İsrail’in benliğe sapması ve bu nedenle tanrısal yargıya uğraması.

“İsrailliler arasında annesi İsrailli babası Mısırlı bir adam vardı. Ordugahta onun ile bir İsrailli arasında kavga çıktı. İsrailli kadının oğlu Rabbe sövdü, lanet etti. Onu Musaya getirdiler. Annesi Dan oymağından Divri’nin kızı Şelomit idi. Adamı göz altına alıp Rabbin kararını beklediler. Rab Musa’ya şöyle dedi, ‘Onu ordugahın dışına çıkart. Ettiği laneti duyan herkes elini onun başına koysun ve bütün topluluk onu taşlasın. İsrail halkına de ki, ‘Kim Tanrısına lanet eder ise günahının cezasını çekecektir. Rabbe söven kesinlikle öldürülecektir. Bütün topluluk onu taşlayacak. İster yerli ister yabancı olsun, Rabbe söven herkes öldürülecektir. Adam öldüren kesinlikle öldürülecektir. Başkasının hayvanını öldüren yerine bir hayvan vererek aldığı canın karşılığını can ile ödeyecektir. Khalk Rabbe lanet eden adamıim komşusunu yaralar ise kendisine de aynı şey yapılacaktır. Kırığa karşılık kırık, göze göz, dişe diş olmak üzere, ona ne yaptı ise kendisine de aynı şey yapılacaktır. Hayvan öldüren yerine bir hayvan verecek, adam öldüren öldürülecektir. Yerli yabancı herkes için tek bir yasanız olacak. Tanrınız Rab benim. Musa bunları İsrail halkına bildirdikten sonra halk Rabbe lanet eden adamı ordugahın dışına çıkardı ve öldürdü. Böylece İsrail halkı Rabbin Musaya verdiği buyruğu yerine getirmiş oldu.” (Levililer 24: 10-23)

Bu öyküyü anlatan kalemin sahibi onu esin aracılığı ile yazdı ve kendisi aracılığı ile atana garip yer çarpıcı ve ilginçtir. Bunun ne olduğu konusunda kuşkum yok, ama bölümün ilk ayetinde takdim edilen resmin bize karşıt yanı göstermek için tasarlandığından eminim. Benliğe uyan İsrail korkunç bir şekilde düştü ve Yehova’ya karşı günah işledi. Öteki uluslar arasında Rabbin adına küfür edilmiş idi. Bu nedenle, ulusun üzerine gazap geldi. Üzerlerine gücendirilmiş bir Tanrının yargıları düştü. Ama koyu ve ağır yargı bulutunun dürülüp kaldırılacağı o gün geliyor ve o zaman kırılmaz birlikleri içindeki on iki oymak Yehova’nın sadakatinin ve sevgisinin şaşırtıcı bir anıtı olarak tüm ulusların önünde ayakta duracaktır. “İsrail halkı o gün, ‘Ya Rab sana şükrederiz’ diyecek. Bize öfkelenmiş idin, ama öfken dindi, bizi avuttun. Tanrı kurtuluşumuzdur: O’na güvenecek ve yılmayacağız. Çünkü Rab gücümüz ve ezgimizdir. O kurtardı bizi.  Kurtuluş pınarlarından sevinç ile su alacaksınız. O gün diyeceksiniz ki, ‘Rabbe şükredin, O’nun adı ile çağırın. Halklara duyurun yaptıklarını ve adının yüce olduğunu duyurun! Rabbe ezgiler söyleyin, çünkü görkemli işler yaptı. Bütün dünya bilsin bunu. Ey Siyon halkı sesini yükselt, sevinç ile haykır! Çünkü aranızda bulunan İsrail’in Kutsalı büyüktür!” (Yeşaya 12. Bölüm) “Kardeşler, bilgiçliğe kapılmamanız için şu sırdan habersiz kalmanızı istemem. İsraillilerden bir bölümünün yüreği öteki uluslardan kurtulacakların sayısı tamamlanıncaya dek duyarsız kalacaktır. Sonunda tüm İsrail kurtulacaktır. Yazılmış olduğu gibi: ‘Kurtarıcı Siyon’dan gelecek, Yakup’un soyunda tanrısızlığı uzaklaştıracak. ‘Onların günahlarını kaldıracağım zaman, kendileri ile yapacağım antlaşma budur.’ İsrailliler Müjde’yi reddederek sizin uğrunuza Tanrıya düşman oldular, ama Tanrının seçimine göre ataları sayesinde sevilmektedirler. Çünkü Tanrının armağanları ve çağrısı geri alınamaz. Bir zamanlar Tanrının sözünü dinlemeyen sizler şimdi İsraillilerin söz dinlemezliğinin sonucu merhamete kavuştunuz. Bunun gibi, İsrailliler de sizin kavuştuğunuz merhamet ile merhamete erişmek için şimdi söz dinlemez oldular. Çünkü Tanrı merhametini herkese göstermek için herkesi söz dinlemezliğin tutsağı kıldı. Tanrının zenginliği ne büyük, bilgeliği ve bilgisi ne derindir. O’nun yargıları ne denli akıl ermez, yolları ne denli anlaşılmazdır! ‘Rabbin düşüncesini kim bilebildi? Ya da kim O’nun öğütçüsü olabildi?’ ‘Kim Tanrıya bir şey verdi ki karşılığını O’ndan isteyebilsin? Her şeyin kaynağı O’dur ve her şey O’nun aracılığı ile ve O’nun için var oldu. O’na sonsuza dek yücelik olsun. Amin! (Romalılar 11: 25-36)

İsrail’in günah nedeni ile tanrısal yargı acısı çektiğini kanıtlamak için pek çok bölüm içeriği kullanılabilir, ama yine de “Tanrının armağanları  ve çağrısı geri alınamaz” – lanet eden kişi ordugahın dışında taşlansa bile, on iki ekmek yine de hiç bozulmadan kutsal yerde durmaktadırlar. “Peygamberlerin sesleri” ve elçilerin sesleri “tüm İsrail’in kurtulacağına dair görkemli gerçeği beyan etmekte ve yansıtmaktadırlar. Evet, tüm İsrail kurtulacaktır, ama günah işlemedikleri için değil, ama “Tanrının armağanları ve çağrıları geri alınmadığı” için! İmanlılar, atalarına verilen vaatler konusunda uyanık olsunlar! Eğer bu vaatler ört bas edilir ya da yanlış uygulanır ise, o zaman Kutsal Yazıların tanrısal saygınlığı ve doğruluğu ile ilgili ahlak duygusu zorunlu olarak zayıflayacaktır. Eğer bir kısım vaatler ört bas edilir ise, o zaman diğerleri de ört bas edilebilirler.

Eğer bir bölüm belirsiz bir şekilde yorumlanır ise, o zaman diğeri de belirsiz şekilde yorumlanacaktır; bu yüzden de Rabbin söylemiş olduğu her şey ile ilgili olan durumumuzun temelini oluşturan o bereketli kesinlikten mahrum kalacağımız bir durumun ortaya çıkacağı kesindir.

Pages