November 2013

19 Nisan

“Tanrının Oğlunun adına iman eden sizlere sonsuz yaşama
sahip olduğunuzu bilesiniz diye bunları yazdım.”
(1.Yuhanna 5:13)

Bazılarımız bu ayet için Tanrıya sonsuza kadar müteşekkir olacağız, çünkü bu ayet bize kurtuluş güvencesinin ilk sırada yer aldığını ve bize duygularımız aracılığı ile değil, öncelikle Tanrının Sözü aracılığı ile geldiğini öğretti. Kutsal Kitap diğer nedenler ile birlikte bu nedenle de yazıldı, öyle ki, Tanrının Oğlunun adına iman edenler sonsuz yaşama sahip olduklarını bilsinler.

Güvence, duygular aracılığı ile gelmediği için müteşekkir olabiliriz, çünkü duygular her geçen gün ile birlikte iniş ve çıkışlar gösterirler. Tanrı, canın şu sözleri söylemesini istemez, ‘Teşekkürler Tanrım, çok iyi hissediyorum/aksine, gözlerini bir başka yöne İsa’ya ve O’nun Sözüne çevirir. Biri bir kez Martin Luther’e “Günahlarının bağışlandığını hissediyor musun?” diye sorduğunda, Martin Luther ona şu yanıtı verdi: “Hayır, ama nasıl göklerde bir Tanrının olduğundan emin isem, aynı şekilde günahlarımın bağışlandığından da eminim. Çünkü duygular gelirler ve duygular gelirler/ ve duygular aldatıcıdır/benim teminatım Tanrının Sözüdür/inanılacak tek gerçek Tanrının sözüdür.” C.I.Scofield bize şu gerçeği hatırlatır: “Aklanma Tanrının düşüncesinde meydana gelir, imanlının sinir sisteminde değil.”  H.A.Ironside her zaman şöyle derdi: “Ben, kendimi mutlu hissettiğim için kurtulduğumu bilmiyorum. Ama kendimi mutlu hissediyorum, çünkü kurtulduğumu biliyorum.” Ve Ironside Tanrının yazılı Sözü aracılığı ile kurtulduğunu biliyordu.

Ruh’un kendisi bizim ruhumuz ile birlikte Tanrının çocukları olduğumuza tanıklık eder (Romalılar 8:16), Kutsal Ruhun bize öncelikle Kutsal Yazılar aracılığı ile tanıklık ettiğini hatırlamamız gerekir. Örneğin, Yuhanna 6:47 ayetinde şunu okuruz: “Bana iman edenin sonsuz yaşamı vardır.” Sonsuz kurtuluşumuz için Mesih’e güvenmiş olduğumuzu biliriz. Bizim cennet konusundaki tek umudumuz O’dur. Bu nedenle, Tanrının Ruhu bize bu ayet aracılığı ile Tanrının çocukları olduğumuz konusunda tanıklık eder.

Elbette bu konuda teminat aracı olan başka konular da vardır. Kurtulduğumuzu biliriz, çünkü kardeşlerimizi severiz; çünkü günahtan nefret ederiz ve doğru davranırız; çünkü Tanrının Sözünü severiz ve çünkü içimizden dua etmek gelir. Ama kurtuluş güvencemizin ilk ve temel aracı en kesin ve tek güvenilebilir teminat olan Tanrının Sözüdür. George Cutting akıllardan silinmeyen eseri, Safety, Certainty and Enjoyment (güvence, Kesinlik ve Tadını Çıkarma) adlı kitabında yazdıklarında çok haklıdır: “Bizi güvenli kılan kandır; bizi emin kılan Söz’dür.”

LEVİLİLER

Kitabı Hakkında
NOTLAR

Yazan

C. H. Mackintosh

Kutsal Yazıların tümü Tanrı esinlemesidir
2 Timoteosa 3:16


Önsöz

Rab İsa Mesih’in Kişiliğinde ve işinde hem bir günahkar hem de tapınan biri olarak insanın her gerekliliğini karşılayan sınırsız bir doluluk mevcuttur. O’nun Kişiliğinin sınırsız saygınlığı yaptığı işe sonsuz bir değer verir. Yaratılış kitabında vaat edilen tohumun içinde “insanın mahvolmasına karşı hazırladığı çözümü” görmüştük – Kurtuluş Gemisi ve düşmüş ve günahkar insana açıklanan tanrısal lütfun zenginlikleri. Tomurcuk burada yer alır, şimdi gökleri ve yeryüzünü sevinç ve mutluluk ile dolduran tam tomurcuklanmış yücelikler ve onların kokuları.

Berdan Nehri, Tarsus, Türkiye
Berdan Nehri, Tarsus, Türkiye

Mısırdan Çıkış kitabında, “Tanrının insanın sorusuna verdiği yanıtı” görmüş idik. İnsan orada yalnızca Edon’un dışında değil idi, ama aynı zamanda zalim ve güçlü bir insanın ellerine de düşmüş idi. İnsan dünyanın kölesidir. Firavunun köleliğinden ve Mısırın ateşli fırınından nasıl kurtarılması gerekir? Nasıl kurtarılabilir, nasıl aklanabilir ve vaat edilen ülkeye getirilebilir? Bu tür soruların yanıtını yalnızca Tanrı verebilir idi ve Tanrı yanıtını boğazlanmış Kuzu’nun kanı aracılığı ile verdi. Bu kanın kurtaran gücünde her mesele çözüme ulaştı; kan göğün en yüksek taleplerini karşılar ve insanın en derin ihtiyaçlarını yerine getirir. Şaşırtıcı yeterliliği sayesinde Tanrı yüceltilir, insan kurtarılır, aklanır ve Tanrının kutsal konutuna getirilir; bu arada düşman tamamen yenilir ve gücü yok edilir.

Ve şimdi, Levililer kitabı üzerinde düşünür iken, “İnsanın ihtiyacı için Tanrının sağlayışı” olarak adlandırabileceğimiz açıklamalar göreceğiz; ya da bir Kurban, bir Kahin ve bir Tapınma Yeri. Tüm bunlar, bu kitabın çok açık bir şekilde kanıtladığı gibi, Tanrıya yaklaşma konusunda elzem gerekliliklerdir. Ama bunlar ile bağlantılı olan her şey Tanrı tarafından atandı ve O’nun yasası tarafından bina edildi. Hiç bir şey insanın ürettiği hayal gücüne ya da onun sağduyusunun düzenlemesine bırakılmadı. “Böylece Harun ile oğulları Rabbin Musa aracılığı ile verdiği tüm buyrukları yerine getirdiler.” (Levililer 8:36; 9:6,7.) Rabbin sözü olmaksızın ne kahin ne de halk doğru yönde tek bir adım bile atamazlar idi. Bu durum halen böyledir. Bu karanlık dünyada Kutsal Yazılardan dökülenin dışında tek bir ışık ışını bile mevcut değildir. “Sözün adımlarım için çıra, yolum için ışıktır.” (Mezmur 119:105) Tanrının çocukları her konuda Tanrının sözü ile yönlendirildikleri zaman, O’nun sözünü onurlandırmış olurlar ve bu gerçek bir mutluluktur. O zamanlar Yahudiler kadar şimdi bizim de kabul edilebilir tapınma için tanrısal yöne ve tanrısal rehberliğe ihtiyacımız vardır. “Ama içtenlikle tapınanların Babaya ruhta ve gerçekte tapınacakları saat geliyor. İşte o saat şimdidir. Baba da kendisine böyle tapınanları arıyor. Tanrı ruhtur. O’na tapınanlar da ruhta ve gerçekte tapınmalıdırlar.” (Yuhanna 4:23,24) Çocukların tapınmasında duygusal içtenlik ya da atanmadan daha fazlası talep edilir. Tapınma ruhta ve Tanrının gerçeğine uygun olarak yapılmalıdır. Ama adına övgüler olsun ki, biz her şeye kutsanmış Rab İsa Mesihimiz’in Kişiliğinde ve işinde sahibiz. O bizim hem kurbanımız hem de kahinimizdir ve en kutsal yere girmek için sahip olduğumuz hakkımızdır. Ah! O’nun yaralı böğrüne yaslanıp durmak ve kalıcı bir duygu ile tüm tapınmamızın temeli, malzemesi ve hoş kokusu olan O’na yakın durmak ne büyük mutluluktur.

Şimdi daha önce söz edilmiş olan üç nokta üzerinde kısaca duralım.

I. İlk planda gözlemlememiz gereken, kurbanın tapınmanın temeli olduğudur. Tanrı için kabul edilebilir tapınmanın O’nun tarafından kabul edilebilir bir kurbanın temeli üzerinde olması gerekir. Kendi içinde suçlu ve murdar olan insanın suçunu uzaklaştırmak, onu murdarlıktan temizlemek ve Tanrının kutsal huzuruna uygun hale getirmek için bir kurbana ihtiyacı vardır. “Kan dökülmeksizin bağışlama olmaz.” Ve bağışlanma olmadan, bağışlanma bilgisine sahip olmadan mutlu bir tapınma olamaz; gerçekten yürekten, hayranlık ile övgü ve teşekkür sunulamaz. “Bir tapınma yeri” olarak adlandırılan bir yere gitmek ve Tanrıya tapınmak birbirlerinden çok farklı şeylerdir. Tanrı kutsaldır ve insanın O’na Tanrının yolu ile ve O’na uygun şekilde yaklaşması gerekir. Musa, Nadav ve Avihu’nun ciddi günahı konusunda şöyle dedi: “Rab şöyle diyor,’Bana yaklaşanlarda kutsal kılınacağım ve halkın önünde yüceltileceğim.” İnsanların O’na nasıl yaklaşacakları konusundaki talimatları yalnızca Rab verebilir idi. Levililer kitabının temel konusu budur. İlk yedi ve on altıncı bölümlerdeki “NOTLAR” okuyucuya kurban düzeni ve Yahudi tapınmasının karakteri hakkında tam ve ilginç bir düzeni aktarmaktadırlar.

İsrailoğullarının Tanrıya tapınan halk olarak oluşması sunulan ve kabul edilen kurbanın temeli üzerinde gerçekleşir. Şimdi, Tanrının tapınan halkını oluşturan İsa imanlıları da aynı, yani, sunulan ve kabul edilen kurban temeli üzerinde tapınırlar. (Şu ayetleri özen ile okuyunuz. Levililer 16; İbraniler 9,10) İsa imanlıları İsraillilerin yerini almışlardır, ama eski düzenden çok daha farklı ve büyük bir düzen içindedirler; kurbana, kahine ya da tapınma yerine bakalım. Aralarındaki karşıtlık büyüktür ve Kutsal Yazılarda, özellikle İbranilere mektupta güçlü bir şekilde vurgulanmıştır. Yahudilerin sundukları kurbanlar hiç bir zaman kurban sunan kişinin vicdanını tatmin edemediler ve Yahudi kahin kurban sunan kişiyi asla “tam temiz” ilan edemedi. Elçinin bize söylediği gibi, yasa altında sunulan armağanlar ve kurbanlar, onları sunan kişinin vicdanını asla yetkinleştiremedi. Her zaman kurbanın yansıması olan vicdan kurbanın mükemmel olmadığını gördüğü için mükemmel olamadı. “Çünkü boğaların ve keçilerin kanının günahları ortadan kaldırması imkansızdır.” Bu yüzden Yahudi tapınması, yetersiz kurbanlar ile bağlantılı idi; ağır yük yükleyen bir tören idi ve vicdanı temizlemek yerine kurbanı sunan kişide bir esaret ve korku ruhuna neden oluyor idi.

Ama şimdi, bir kez sunulan Mesih’in kurbanına bakalım. O “günahı Kendini kurban ederek ortadan kaldırdı.” Her şey tamamlandı. “Günahlarımızı üstlendikten sonra yücelerdeki Babanın tahtının sağındaki yerine oturdu. Tapınan kişi, bu kurbanın temeline güvenerek Tanrının önüne geldiği zaman, yapacağı tek şey, “kendisini karanlıktan, kendi şaşılacak ışığına çağıran” Tanrıya övgüler yükseltmekten başka yapacağı hiç bir şey yoktur. Mesih’in kendisinin bile artık aklanmamız ve kabul edilmemiz için yapacağı başka bir şey yoktur. “Çünkü O tek bir sunu ile kutsal kılınanları sonsuza kadar kutsal kıldı.” Kurban sunan Yahudi yalnızca törensel açıdan temizlenir idi ve bu yalnızca o an için geçerli idi. Ama Mesih’in kurbanı aracılığı ile bir imanlı, gerçekten temizdir ve sonsuza kadar temizdir. Ah, “SONSUZA KADAR” sözü ne kadar da tatlı bir söz! Tanrının önünde tapınanlar olarak mükemmel kılınan tüm imanlılar bu ortak ayrıcalığa sahiptirler. Çünkü “İsa Mesih bedenini ilk ve son kez olarak sunmuştur.” Kutsal Yazıların bu çok derin öneme sahip konusunda pek çok ayet mevcuttur. “Çünkü tapınanlar bir kez günahlarından arındıktan sonra artık günahlılık duygusu kalmaz idi.” “O’nun oğlu İsa Mesih’in kanı bizi her günahtan temizlemiştir.” “Ve onların suçlarını ve günahlarını artık anmayacağım.” (1.Yuhanna 1:7; İbraniler 9) Mesih’in bizim için yaptığı iş aracılığı ile tüm günahlarımız ortadan kaldırıldı. Ve şimdi, Tanrının sözüne iman aracılığı ile, tüm günahlarımızın bağışlandığını ve unutulduğunu biliyoruz. Bu yüzden Tanrıya yaklaşabiliriz ve O’nun kutsal huzurunda durabiliriz. Yüce Baş Kahinimiz bizi akladı. (Yuhanna 13) Buna inandığımız zaman, günahlılık duygusu ortadan kaldırılır ve artık “GÜNAH BİLİNCİNE SAHİP OLMAYIZ.”

Berdan Nehri, Tarsus, Türkiye'de balıkçılık
Berdan Nehri, Tarsus, Türkiye'de balıkçılık

Bu çok derin ve değerli gerçek, günahlılık bilincinin artık var olmadığı anlamına gelmez. Kesinlikle hayır! Ya da bir hata sonucu kötü bir vicdana sahip olamayacağımız – ya da Tanrının ve insanın önünde vicdanımızda huzursuzluk olması gerekmediği anlamına da gelmez. Hayır, konu bu değildir. Konu, çok basit olarak şudur: Mesih tek, mükemmel ve tamamlanmış bir kurban olarak tüm günahlarımızı dalarlından ve kökleri ile birlikte sonsuza kadar söküp atmıştır. Ve bunu bilme ve buna inanma konusunda yönlendirildiğimiz zaman, vicdanımızda günah nasıl mevcut olabilir? Mesih onların hepsini ortadan kaldırmıştır. İlk ve son kez sunulan ve kabul edilen kurbanımızın değerli kanı bizi günahın her leke ve kirinden temizlemiştir. Konut kurmuş olan günahın ve günlük yaşamımızda yer alan pek çok günahlar ve hatalar ve bunların hepsinin tanrıya acı veren itirafı olabilir. Ama yine de Mesih’in günahlarız için öldüğüne onların hepsini ortadan kaldırdığına ve bunların tek bir tanesinin bile bizi suçlamasının mümkün olmadığına dair kesin güvence mevcuttur. Bu güvence, var olan gerçeklerin en harikasıdır, aynı zamanda tapınan birinin en çok ihtiyaç duyduğu gerçektir. Tamamen mükemmel olan Tanrının huzurunda eğer O’nun istediği gibi temiz olmasak nasıl durabilir idik? Sınırsız Kutsallığın gözü önünde yeterince temiz olmamız gerekir. Ama Tanrıya şükürler olsun ki, İsa’ya inanan ve O’nun tamamladığı kurbana güvenen herkes bağışlanmış ve aklanmıştır. Sonsuz yaşama, Tanrı doğruluğuna ve esenliğe sahiptir. Suçlu günahkarın ilk merhamet çağrısına kurbanın kanı aracılığı ile cevap verilir. Bu kan, onun ihtiyaçlarının en derin yerlerine nüfuz eder, onu göklerin en yüce yerlerine yükseltir ve orada Tanrının tahtının tam önünde uygun şekilde ve mutlu tapınan biri olarak kalmasını sağlar. “Nitekim Mesih de bizleri Tanrıya ulaştırmak amacı ile doğru kişi olarak doğru olmayanlar için günah sunusu olarak ilk ve son kez öldü”. “Tekeler ile boğaların kanı ve serpilen düve külü murdar olanları kutsal kılıyor, bedensel açıdan temizliyor. Öyle ise sonsuz Ruh aracılığı ile kendini lekesiz olarak Tanrıya sunmuş olan Mesih’in kanının vicdanımızı ölü işlerden temizleyeceği ne kadar daha kesindir.” (1.Petrus 3:18; İbraniler 9: 13,14)

II. İkinci olarak Tanrı lütfunun zengin sağlayışlarında, Rabbimiz İsa Mesih’e Baş Kahinimiz olarak bizim adımıza Tanrının önünde durması lütfuna sahibiz. “söylediklerimizin özü şudur: Göklerde, Yüce olanın tahtının sağında oturan kutsal yerde, insanın değil, Rabbin kurduğu asıl tapınma çadırında görev yapan böyle bir baş kahinimiz vardır.” O kurbanlık görevini sonsuza kadar yerine getirdiği için oturdu. Harun her zaman ayakta duran bir konum içinde anlatılır. Harun’un işi hiç bir zaman bitmedi. “Her kahin her gün ayakta durup görevini yapar ve günahları asla ortadan kaldıramayan aynı kurbanları tekrar tekrar sunar. Oysa Mesih, günahlar için sonsuza dek geçerli tek bir kurban sunduktan sonra Tanrının tahtının sağında oturdu.” Rabbin yasasının verilmesinin hemen ardından kurban konusunda kahinlik sistemi kuruldu. (8 ve 9. Bölümlerdeki NOTLAR’a bakınız.) Kutsallar, Mesih’te her ikisine de sahiptir. Mesih bizim hem kurbanımız hem de kahinimizdir. Çarmıhta bizim için yalnızca bir kez göründü. O’nun çarmıhta neyi başardığını ve şimdi göklerde ne yaptığını bilmek, yüreklerimizde O’nun gelişine dair umudu besleyecek ve O’nun yüceliği içinde görünmesini özlememiz için bizi yönlendirecektir.

Yeni Antlaşma’da iki kahinlik düzeninden söz edildiğini okuruz – yani, göklerdeki Yüce Baş Kahin Mesih ve yeryüzündeki tüm imanlıların ortak kahinliği. “O sizi diri taşlar olarak ruhsal bir tapınağın yapımında kullansın. Böylelikle İsa Mesih aracılığı ile Tanrının  beğenisini kazanan ruhsal kurbanlar sunmak üzere kutsal bir kahinler topluluğu olursunuz.” (1.Petrus 2:5) “Yücelik ve güç sonsuzlara dek, bizi seven kanı ile bizi günahlarımızdan özgür kılmış ve bizi bir krallık haline getirip Babası Tanrının hizmetinde kahinler yapmış olan Mesih’in olsun.” (Vahiy 1:5,6) Bu bölümler, tüm imanlıların Tanrının önünde kahinler olarak ortak bir konuma sahip olduklarını aşikar bir şekilde kanıtlarlar. Yeni Antlaşma’da, diğer Hıristiyanlardan ayrı olarak farklı bir sınıf ya da kahin hizmet düzeni olduğuna dair hiçbir bilgi yer almaz. Mesih, Tanrı evi üzerindeki Yüce Baş Kahindir ve O’nun tüm halkı da O’nunla olan bağlantıları sayesinde kahindirler ve bir kez tamamen arınmış olan tapınanlar olarak en kutsal yere girme ayrıcalığına sahiptirler. Elçiler bile alçakgönüllü Tanrı çocukları olarak onlardan farklı ya da üstün olarak asla kahinlerin yerini almamışlardır. Onlar pek çok kişiden daha fazla şekilde ayrıcalıklarını bilebilirler ve onlardan daha çok keyif alabilirler. Söz’ün hizmeti hakkındaki armağanları ve çağrıları farklı ve özeldir, ama tapınan kişiler olarak tüm diğer kişiler gibi aynı yerde durdular ve onlar ile birlikte tüm halkının Yüce Baş Kahini olan İsa Mesih aracılığı ile Tanrıya tapındılar.

Kutsanmış Rabbimizin kahinlik hizmetinde özel ilgi konusunda pek çok düşünce mevcuttur; biz yalnızca aşağıdaki iki tanesine dikkat çekeceğiz:—

  1. Mesih, Yüce Baş Kahinimiz olarak bizi göklerdeki tapınakta temsil etmektedir. Ve- ah! Ne yüce bir Temsilci! Adı her adın üstünde olan Tanrının biricik Oğlu ve yüceltilmiş İnsan!” Çünkü Mesih asıl kutsal yerin örneği olup, insan eli ile yapılan kutsal yere değil, ama şimdi bizim için Tanrının önünde görünmek üzere asıl göğe girdi.” (İbraniler 9:24) Ah! Ne yüce bir saygınlık! Bizi Tanrıya ne kadar da çok yaklaştırdı! Ah! Yüreklerimizin bu gerçeği daha fazla takdir etmesini diliyorum. Harun, Rabbin önünde yücelik ve güzellik giysileri içinde göründüğü zaman, İsrailoğullarını temsil etti. Harun’un giysisinin güzel göğüslüğünün üzerinde değerli taşlar ile İsrailoğullarının adları yazılı idi. Mesih’in yüreğindeki gerçek ve sonsuza kadar kalıcı olan kutsanmış yerimize ilişkin harika bir örnek! Mesih, Harun’un yaptığı gibi en kutsal yerde yılda yalnızca bir kez görünmez; O bizim için Tanrının önünde sürekli olarak görünür. Her imanlının adı Tanrının gözü önünde biricik Oğlu Mesih’in yüceliği ve güzelliği içinde sürekli olarak görünür. Biz, Mesih’in doğruluğunda dururuz; O’nun yaşamına sahibiz, O’nun esenliğinin tadını çıkartırız, O’nun sevinci ile dolar ve O’nun yüceliğinin parlaklığını yansıtırız. Kendimize ait bir hakkımız, ünvanımız ya da ayrıcalığımız olmasa da O’nda her şeye sahibiz. Mesih orada bizim için ve biz olarak vardır. Adına sonsuzlara kadar övgüler olsun!

“Onların Baş Kahini göklerde durur ve

Adlarını göğsünün üzerinde taşır.”

O’nun göklerdeki sürekli aracılığı sayesinde yeryüzündeki kutsallar çöl yolculuklarında korunur ve desteklenirler ve aynı zamanda ve aynı zamanda O’nun tanrısal üstünlüklerinin hoş kokusu içinde perdenin iç tarafında tapınırlar. Ve bu konulardaki bilgisizlikleri ya da bu konulardan keyif almamaları bu konuların kutsanmış, görkemli ve sonsuz gerçekliklerini ne değiştirir ne de etkiler. “Onlar için sonsuza kadar aracılık etmek için yaşamaktadır.” (İbraniler 7:25)

  1. Mesih, yüce Baş Kahinimiz olarak Tanrıya, tapınan halkının armağanlarını ve kurbanlarını sunar. Tapınan kişi yasa altında kahine sunusunu getirirdi ve sunu kahin aracılığı ile O’nun Kendi sunağında Tanrıya sunulur idi. Her şey Rabbin sözüne uygun olarak kahin tarafından düzenlenir idi. Şimdi tüm bunlar göklerdeki Baş Kahin aracılığı ile tapınan kişi için mükemmel bir şekilde yerine getirilir! Dualarımız, övgülerimiz ve şükranlarımızın hepsi tanrının tahtının önüne ulaşmadan önce O’nun ellerinin arasından geçer. Bu ne kadar harika bir merhamettir; hele bizim zihin karışıklığı içinde ve karmaşık bir şekilde yaptığımız hizmetleri düşündüğümüz zaman. Ama kutsanmış rab bunların arasında nasıl bir bölme ve ayırım yapacağını bilir. Et ve kandan olanın reddedilmesi gerekir ve tahta, saman ve anız olarak yakılmalıdır. Ama Kutsal Ruh’tan olan değerlidir ve korunur ve Tanrıya O’nun Kendi kurbanının değerli ve hoş kokusu içinde sunulur. “Bu nedenle, İsa aracılığı ile Tanrıya sürekli övgü kurbanları, yani O’nun adını açıkça anan dudakların meyvesini sunalım.” (İbraniler 13:15) Filipelilerin Pavlus’a gösterdikleri iyilik, Tanrıyı hoşnut eden, hoş kokulu bir buhur, kabul edilebilir bir kurban idi. Bu nedenle, şu öğüdün önemini belirtelim: “Söylediğiniz ve yaptığınız her şeyi Rab İsa’nın adı ile, O’nun aracılığı ile Baba Tanrıya şükrederek yapın.” (Koloseliler 3:17)

III. Üçüncü olarak, gözlemlediğimiz şudur: İmanlının tek tapınma yeri perdenin iç kısmındadır. Ve hamdolsun ki, Öncü’müz bizim için oraya girmiştir. İmanlı, ordugahın dışında ancak bir tanık olarak yer alır; perdenin iç kısmında ise tapınan olarak yer alabilir. Her iki konumda da Mesih’in imanlı ile birlikte olduğu kesindir. “Öyle ise biz de O’nun uğradığı aşağılanmaya katlanarak ordugahtan dışarı çıkıp yanına gidelim.” “Bu nedenle, ey kardeşler, İsa’nın kanı sayesinde perdede yani kendi bedeninde bize açtığı yeni ve diri yoldan kutsal yere girmeye cesaretimiz vardır.” (İbraniler 13: 13; 10: 19) Mesih’in kendisi ile birlikte bu iki konumu, Kutsal Ruh’un öğretişi aracılığı ile bilmek söz ile anlatılamaz bir berekettir. Kilisenin yeryüzünde tapınma için tanrısal olarak ayrılmış bir yeri yoktur. Göklerde olan Mesih’in kurbanı ve kahinlik hizmeti sayesinde yerimiz göklerdedir. İmanlıların Rab İsa’nın adı ile toplandıkları binanın özelliği ne olur ise olsun, onların tek ve gerçek tapınma yeri, göksel tapınaktır. Tanrının sözüne iman aracılığı ile ve Kutsal Ruh’un gücü aracılığı ile imanlılar Tanrıya, “insanın değil Rabbin kurduğu gerçek tapınakta” tapınırlar.

İsrail dünyasal bir tapınağa sahip idi ve buna göre tapınmalarının özelliği de dünyasal idi, “ilk tapınak henüz durduğu için en kutsal yere giden yol henüz görünmemiş idi.” Ama artık bu yol İsa Mesih’in kanı sayesinde açılmıştır. Kuzu’nun üzerine inen darbe, aynı zamanda tapınağın perdesini de yukarıdan aşağıya doğru yırtmış idi. En kutsal yere giden yol o zaman açıldı ve Mesih, kanı ile yıkadığı herkes ile birlikte hemen Tanrının huzuruna perde olmadan girdi. Artık halk için dış avluda bir tapınma ve yasa altındaki kahin için tapınakta tapınma yok idi. Halkının yüce Baş Kahininin varlığı ve müdahalesi aracılığı ile tüm imanlılar eşit derecede yakındırlar- eşit derecede özgürdürler ve hepsi eşit şekilde kabul edilmiştir. Bizi tüm günahtan temizleyen aynı değerli kan Tanrıya çocukları ve tapınan kahinleri olarak yaklaştırır. Ve eğer biz göksel yerlerdeki bu kanın harika etkinliğini ve gücünü gerçekten bilirsek, tüm özgürlük ve evlatlığın saygınlığı içinde yuvada olacağız ve orada mutlu olacağız ve bir kez arındırılmış tapınanlar olarak en kutsal yere yakın olacak ve orada duracağız.

Ah! Yüreklerimiz Tanrının tüm ihtiyaçlarımız için sağladığı lütfunun zenginliklerinin tatlı anısında, bilgisinde ve gücünde korunsun. Ah! Bağışlanma Kapağının üzerine serpilmiş kanı, tapınak hizmetini ve tapınmamızın kutsal, göksel ve sonsuz yerini her zaman hatırlayalım!

Sevgili okuyucumuz, şimdi bu değerli Levililer kitabını dua ederek ve gayretli bir inceleme ile yorumlamaya başlayacağız. Mesih’in Kişiliği ve işinin üzerine dökülen ışık – Tanrı ile olan beraberliğimizin temeli ve karakteri bu sonsuz gerçekliklerin tadını çıkartarak yaşamayı arzu eden yürek için çok bereketlidir. Okuyucu, metni açıklayan NOTLAR’ı çok yararlı bulacak ve törenlerin çoğuna ilginç ve uygulamalı bir bakış açısı sağlayacak olan örnekler okuyacaktır. Genellikle bu törenler bize ilginç ve eğitici gelmedikleri için onları atlamaya eğilim gösteririz. Bu konu ile ilgili örnek olarak 11. Bölüme bakınız.

Ve şimdi Rab lütfu aracılığı ile bu küçük kitaba sahip çıksın, kullansın ve kendi adının yüceliği için ve pek çok değerli eşsiz canın rahatı ve bereketi için kutsasın.

Andrew Milller, Londra, Mayıs, 1860

İkinci Baskı İçin Önsöz

Tarsus, Türkiye'de Apostle Paul Kuyusu
Tarsus, Türkiye'de Apostle Paul Kuyusu

Bu kitabın çok sayıdaki ilk baskısının çabucak satılması, Levililer kitabının incelenmesine duyulan yoğun ilginin bir kanıtıdır. Ve ben bunun için Rabbi yüceltiyorum. Tanrı halkı dahil olmak üzere pek çok kişi, kendilerini ilgilendirmeyeceğini ya da kendileri için önemli olmadığını düşünür gibidirler. Bu kitabın kendileri ile hiç ilgisi olmayan bir tören ve seremoni ayrıntısı olarak görürler. Kendileri için bir yarar sağlayacağını düşünmezler. Ancak bunun bir hata olduğunu artık binlerce kişi keşfetmektedir. Yıllar boyu pek çok kişi Levililer kitabına sıkıcı ve kuru Yahudi düzenlerinin bir kataloğundan biraz daha fazlası olarak görürler. Ama şimdi bu kitabın yeterince teşekkür edemeyecekleri kadar tükenmez bir ruhsal zenginlik kaynağı olduğunun farkına varmaktadırlar. Bu kitabın sayfalarını Yeni Antlaşma ayetlerinin ışığı altına getirmişlerdir ve önlerinde açıklanan harikalara bakakalmışlardır. Onlar adına içtenlikle arzuluyorum ki, bu değerli hazinenin çok daha fazlasını keşfedebilsinler.

Okuyacağınız sayfaları özenle yeniden gözden geçirdim ve diyebilirim ki, üzerlerinde fazla değişiklik yapmadım. Belki yanlış anlaşılabilecek bir iki yerdeki bazı ifadelere biraz dokundum. Aynı zamanda kısa bir iki not da ekledim. Bu noktalar dışında İkinci Baskı ilk baskının yeniden basılmasıdır ve birincisinde olduğu gibi şimdi yine tüm nimetlerin kaynağı olan Tanrının özenine teslim edilmiştir. Dilerim ki Tanrı bu kitabı mühür onayı ile tekrar mühürlesin ve onu taçlandırmaktan lütufkar bir şekilde hoşnut kalsın. O’nun onayı ve mührü her kitabı yararlı kılmak için gereklidir ve gerçekten de diyebiliriz ki, O’nun onayına ve mührüne sahip olmayan bir kitap hiç bir şey değildir.

Rab, daha bol bir bereket ihsan et ve tüm övgü Senin adına olsun.

C. H. Mackintosh
47 Mountjoy Street
Dublin, İrlanda
Ağustos 1861

Levililer 1

İzmir'de Devlet Agorası
İzmir'de Devlet Agorası

Önümüzdeki bölümün ayrıntılarına girdiğimiz zaman, üzerinde önemle durmamız gereken iki konu ile karşılaşırız; ilki Yehova’nın konumu ve ikincisi, sunuların sunulduğu düzen.

“Ve Rab Musa’yı çağırdı ve buluşma çadırından onunla konuştu.” Yehova bu kitabın içinde bulunan paylaşımları bu konumdan yaptı. Rab Sina dağından da konuşmuş idi; oradaki konuşmasının karakterinde üzerinde ateş bulunan bir dağdan verilen bir yasa vardı. Ama burada Rab “buluşma çadırından” konuşur. Bu, tamamen farklı bir konum idi. Bir önceki kitabın sonunda bu çadırın kurulduğunu gördük. “Musa, konut ile sunağı avluyla çevirdi. Avlunun girişine perdeyi asarak işi tamamladı. O zaman bulut buluşma çadırını kapladı ve Rabbin görkemi konutu doldurdu. Musa buluşma çadırına giremedi, çünkü bulut her yeri kaplamış, Rabbin görkemi konutu doldurmuş idi. İsrailliler ancak bulut konutun üzerinden kalkınca göçerlerdi. Bulut durdukça yerlerinden ayrılmaz, kalkacağı günü beklerlerdi. Böylece bütün yolculuklarında konutun üzerinde gündüzün Rabbin bulutu, gece de ateş İsraillilere yol gösterdi.” (Mısırdan Çıkış 40: 33-38)

Şimdi, lütufta Tanrının konut kurduğu yer, buluşma çadırı idi. Orada yerleşebilir idi, çünkü her tarafı halkı ile olan ilişkisinin temeli tarafından çevrili idi. Sina dağında açıklanan karakterinin tam görünümü ile onların arasına gelmiş olsa idi, bu inatçı halkı bir an içinde yakıp tüketebilir idi. Ama perdenin iç tarafında kaldı – Mesih’in bedeninin örneği, (İbraniler 10:20) – ve kefaret kanının serpildiği bağışlanma kapağının üzerindeki yerini aldı ve İsrail’in inatçılığını görmedi ve Doğasının taleplerini tatmin etti. Baş kahin tarafından buluşma çadırına getirilen kan tüm günahtan temizleyen o değerli kanın örneği idi. Ve et ve kandaki İsrail bununla ilgili hiç bir şey görmedi, yine de buna rağmen Tanrı onların aralarında kaldı – “hayvanların kanı bedensel açıdan temizliyor idi.” (İbraniler 9:13)

Kitapta yer alan paylaşımlar ile ilgili uygun bir anlayış elde etmek için Yehova’nın bu kitaptaki konumu ile ilgili söyleyeceklerimiz bu kadar. Burada en saf lütuf ile birleşmiş olan bükülmez bir kutsallık buluruz. Tanrı, nereden konuşur ise konuşsun kutsaldır. Sina dağında kutsal idi ve bağışlanma kapağı üzerinde kutsal idi; ama bir önceki durumda kutsallığı “yakıp tüketen bir ateş” ile bağlantılı idi. Bir sonraki durumda sabırlı lütuf ile bağlantılı idi. Mükemmel kutsallığın şimdi mükemmel lütuf ile bağlantısı İsa Mesih’teki kurtuluşu karakterize eder. Bu kurtuluş, çeşitli şekillerde Levililer kitabında gölgeli örnekler ile tasvir edilir. Tanrının kutsal olması gerekir; pişman olmamış günahkarların sonsuz mahkumiyetinde bile olsa. Ama günahkarların kurtuluşundaki kutsallığının tam gösterilişi cennetin en yüksek ve en hoş övgü notasını ortaya çıkartır. “En yücelerde Tanrıya yücelik olsun, yeryüzünde O’nun hoşnut kaldığı insanlara esenlik olsun!” (Luka 2:14) Bu övgü şarkıları “ateşli yasa” ile bağlantılı olarak söylenemezlerdi. Hiç kuşkusuz, “En yücelerde Tanrıya yücelik olsun” denebilir idi, ama “yeryüzünde O’nun hoşnut kaldığı insanlara esenlik olsun!” denemez idi. Ama Oğul bir İnsan olarak yeryüzündeki yerini aldığı zaman, Cennetin zihni, O’ndan aldığı tüm zevki ifade edebilir idi; O’nun Kişiliği ve işi en mükemmel şekilde tanrısal görkemi insan bereketi ile birleştirebilir idi.

Ve şimdi Levililer kitabının ilk bölümlerinde sunuların düzeni ile ilgili bir söz söyleyelim. Rab yakmalık sunu ile başlar ve günah sunusu ile bitirir. Yani diyebiliriz ki, bizim başladığımız yerde O bırakır. Bu düzen kesin olarak belirlenmiştir ve çok eğiticidir. İlk önce, ikna oku cana girdiği zaman, işlenen günahlar ile ilgili vicdanda derin araştırmalar var olur. Bellek, kişinin geçmiş yaşamındaki sayfası üzerine ışık tutar ve bu sayfanın Tanrıya ve insana karşı sayısız suçlar ile lekelenmiş olduğunu görür. Canın tarihinin bu noktasında bu suçların nereden kaynaklandıklarına dair kökün sorunu ile fazla meşgul olunmaz. Gerçek şudur ki, bu suçlar işlenmiştir. Ve bu yüzden Tanrı tüm suçların aracılığı ile bağışlanacağı bir kurban sağlamıştır. Bu konu bize günah sunusu ile takdim edilir.

Ama kişi tanrısal yaşamda ilerledikçe, bu işlediği günahların bir kökün dalları olduğunu, bir kaynaktan çıktıklarını ve ayrıca doğası içindeki günahın bu kaynak – bu kök olduğunun bilincine varır. Bu durum kişiyi daha da derin bir deneyime götürür; bu deneyim yalnızca çarmıhtaki işin daha derin bir kavrayışı ile karşılanabilir. Tek bir sözcük ile anlatacak olur isek, çarmıhın şöyle anlaşılması gerekir; Tanrının kendisi, “bedendeki günahı mahkum etmiştir,” (Romalılar 8:3) Okuyucum, “bedendeki günahlar” demediğimi fark etmiştir; söylemek istediğim, günahların ortaya çıktığı kök, yani, “bedendeki günahtır.” Bu gerçeğin önemi çok büyüktür. Mesih, Kutsal Yazılara göre, yalnızca “günahlarımız için” ölmemiş, ama aynı zamanda, “uğrumuza ‘günah’ yapılmıştır.” (2.Korintliler 5:21) Günah sunusunun öğretişi budur.

Şimdi yürek ve vicdan Mesih’in tamamladığı işin bilgisi aracılığı ile rahatladıkları zaman, esenlik ve sevincimizin temeli olarak Tanrının huzurunda O’ndan beslenebiliriz. Suçlarımızın bağışlandığını ve günahımızın yargılandığını görmedikçe, esenlik ya da sevinç diye bir şeyin bilinmesi mümkün değildir. Suç sunusu ve günah sunusu esenlik sunusu olarak bilinmelidir; sevinç sunusu ya da şükran sunusu o zaman takdir edilebilir. Bu yüzden, esenlik sunusunun içinde bulunduğu düzen, Mesih ile ilgili ruhsal anlayışımızın düzeni ile örtüşür.

Aynı mükemmel düzen tahıl sunusu ile ilgili olarak da görülür. Can Mesih ile ruhsal paydaşlığın tatlılığını tatmaya yönlendirildiği zaman – O’ndan beslenmek, esenlik ve şükran duyguları içinde tanrısal huzurda bulunmak, O’nun Kişiliğinin harika gizemlerini daha fazla bilmek için duyulan içten arzudan kaynaklanır. Ve bu arzu en bereketli şekilde, Mesih’in mükemmel insanlığını temsil eden tahıl sunusunda kendisini gösterir.

Sonra yakmalık sunuda, gidilmesi imkansız olan bir noktanın ötesine geçeriz; bu, çarmıhtaki iştir; Tanrının gözü önünde olur ve Mesih’in yüreğinin adanmışlığının ifadesidir. Bölümde ilerledikçe tüm bu konular detaylı bir şekilde önümüze geleceklerdir; burada yalnızca sunuların düzenine bakmaktayız; sunular gerçekten harikadır, Tanrıdan dışarı bize doğru ya da bizim içimizden Tanrıya doğru, ne yöne gidersek gidelim her durumda çarmıh ile başlar ve çarmıh ile bitiririz. Eğer yakmalık sunu ile başlar isek, çarmıhta Tanrının isteğini yerine getiren Mesih’i görürüz; günahlarımızı üstlenir, kefaret eden kurbanlığının mükemmelliğine uygun olarak onları ortadan kaldırır. Her birinde ve hepsinde O’nun tanrısal ve hayranlık uyandıran Kişiliğinin üstünlüğünü, güzelliğini ve mükemmelliğini görürüz. Tüm bunlar kesinlikle, detaylı olarak birazdan gözden geçirileceklerdir. Ve bu Levililer kitabını kaleme alan Kutsal Ruh Tanrı bu kitabın içeriğini diri bir güç ile yüreklerimize açıklasın, öyle ki, sona yaklaştığımız zaman, O’nun adını bereketlemek için bol nedene sahip olalım; Kutsanmış Rabbimiz ve Kurtarıcımız İsa Mesih’in kişiliğinin ve işinin pek çok heyecan verici ve canı harekete geçirici görünümleri için şimdiden sonsuza kadar O’na yücelik olsun. Amin.


Kitabımızın başlangıcında yer alan yakmalık sunuda “kendisini lekesiz olarak Tanrıya sunan” Mesih’in bir örneğini görüyoruz. Kutsal Ruh’un atadığı konumun nedeni budur. Eğer Rab İsa kefaret ile ilgili görkemli işi başarmak için geldi ise, bunu yapmasındaki en önemli ve en yüce neden, tanrının yüceltilmesi idi. “İşte, ey Tanrım, senin isteğini yapmak için geldim.” Bu sözler, O’nun yaşamının her sahnesindeki ve her koşulundaki tek hedefi idi. Ve çarmıhta tamamladığı iş nihai hedefi idi. Tanrının isteği ne olur ise olsun, O bu isteği yerine getirmek için geldi. Tanrıya övgüler olsun ki, biz bu tamamlanan işteki payımızın ne olduğunu biliyoruz, çünkü bu iş aracılığı ile biz “Tanrının bu isteği uyarınca, İsa Mesih’in bedeninin ilk ve son kez sunulması ile kutsal kılındık.” (İbraniler 10:10) Yine de Mesih’in işinin öncelikli görünümü Tanrı için idi. Bu yeryüzünde Tanrının isteğini yerine getirmek O’nun için büyük bir keyif idi. Daha önce bunu hiç kimse yapmamış idi. Bazı kişiler lütuf aracılığı ile “Rabbin gözünde doğru olanı yapmışlar idi, ama şimdiye kadar hiç kimse asla en başından sonuna kadar mükemmel, değişmez, hiç tereddüt etmeden ve tam teslimiyet ile Tanrının isteğini yapmamış idi. Ama, Rab İsa’nın yaptığı tamamen bu idi. O, “ölüme, çarmıh üzerinde ölüme bile boyun eğip kendini alçalttı.” (Filipeliler 2:8) “O, yüzünü kararlılık ile Yeruşalim’e doğru çevirdi.” Ve Getsemani bahçesinden Golgota’daki çarmıha doğru yürür iken, yüreğindeki yoğun adanmışlık şu sözler ile kendisini ifade etti: “Babamın bana verdiği kaseden içmeyeyim mi?”

Şimdi gördüğümüz bu Tanrıya adanmışlıkta yüceliğinden soyunmuştur ve gerçekten hoş bir kokunun mevcudiyetinin nedeni budur. Yeryüzündeki mükemmel bir İnsan’ın ölüme bile boyun eğerek Tanrının isteğini yerine getirmesi, şaşırtıcı bir durumun göstergesi idi. Tanrının gözü önünde çarmıhta kendisini gösteren bu adanmış yüreğin engin derinliklerini kim anlayabilir idi? Elbette Tanrıdan başkası anlayamaz idi. Çünkü her konuda olduğu gibi bu konuda da “Oğul’u Babadan başkası bilmez.” Ve hiç kimse Baba Tanrı O’nu açıklamadığı sürece O’nu bilemez. İnsan zihni, bir ölçüde “güneşin altındaki” bilginin herhangi bir konusunu kavrayabilir. İnsan bilimi insan zihni tarafından bilinebilir. Ama Baba Tanrı Sözü aracılığı ile ve Kutsal Ruh tarafından O’nu açıklamadıkça hiç kimse Oğul’u bilemez. Kutsal Ruh Oğul’u açıklamaktan zevk alır – İsa ile ilgili değerleri alır ve onları bize gösterir. Bu değerlere, tüm güzellikleri ve dolulukları içinde Söz’de sahibiz. Kutsal Ruh elçilere “her şeyi hatırlatır ve onları “tüm gerçeğe” yönlendirir; bunlar ancak Kutsal Ruh’un açıklaması ile mümkün olabilirler. “tüm gerçeğin” ötesinde hiç bir şey mevcut olamaz ve bu yüzden yeni bir açıklama için tüm istek ve yeni gerçeğin gelişimi insan açısından Tanrının “tüm gerçek” dediği şeye eklenen bir çabadır. Hiç kuşkusuz Kutsal Ruh, sözde bulunan gerçeği yeni ve doğaüstü bir güç ile açıklayabilir ve uygulayabilir. Ama bunun bizim tanrısal açıklamanın dışında yaptığımız yolculuktan çok farklı bir şey olduğu aşikardır. Çünkü amaç, vicdana buyuracak olan ilkeleri, düşünceleri ya da öğretişleri bulmaktır. Bu sonuncusu, ancak Tanrıya karşı saygısızlık cüretinin ışığında düşünülebilir.

Müjde öyküsünde Mesih bize Karakterinin, Kişiliğinin ve İşinin çeşitli alanlarında sunulur. Müjdenin bu değerli belgelerinde Tanrı halkı tüm çağlarda sevgi ve güvencenin göksel açıklamalarından içerek sevinmişlerdir. Şimdi ve sonsuzlukta her şeyimizin sahibi O’dur. Ancak kıyaslanacak olur ise çok az kişi, Levililer kitabındaki tören ve seremonilere ilgi duymuştur. Örneğin, Levililer kitabındaki sunular, Yahudi geleneklerinin kayıtları olarak düşünülmüştür; anlayışımıza ruhsal ışık tutacakları üzerinde durulmamıştır. Ama yine de itiraf edilmesi gerekir ki, Levililer kitabının kayıtları, Yeşaya kitabının kayıtları gibi bizim öğrenmemiz için yazılmışlardır. Evet, tüm Kutsal Yazıları olduğu gibi bu kitabı da alçakgönüllü bir ruh ile incelememiz gerektiği doğrudur; bu kayıtları bizim için lütufkar bir şekilde kaleme alan O’nun öğretişine saygı ile bağlanmamız gerekir; tanrısal açıklamanın tüm bünyesinin genel yapısına, içeriğine ve analojisine dikkat etmek önemlidir. Hayal gücünün etkinliği, fazla sonuç vermeyebilir, ama eğer lütuf aracılığı ile Levililer kitabının örneklerinin incelenmesine geçecek olur isek, onlarda en zengin ve en değerli bir maden cevherinin damarına rastlayacağız.

Şimdi daha önce belirttiğimiz gibi, Kendisini lekesiz olarak Tanrıya sunan Mesih’in yakmalık sunusunu inceleme konusunda ilerleyeceğiz.

“Eğer O’nun sunusu sürüden alınan yakmalık bir sunu olacak ise, o zaman lekesiz bir erkek sunu sunsun.” Hıristiyanlığın temeli açısından Mesih’in elzem yüceliği ve saygınlığı. O, yaptığı her şeye bu saygınlığı ve desteklediği her göreve bu saygınlık ve yüceliği ekler. “Her şeyin üstünde Tanrı olan ve sonsuza kadar kutsanmış Olan” O’na hiç bir görevin ek yücelik vermesi mümkün değildir – Bedende görünen Tanrı” – görkemli İmmanuel” – Tanrı bizimle” – sonsuz Söz – Yaratıcı ve evrenin Sürdüren. Hangi görev böyle Biri’nin saygınlığına ekleme yapabilir? Aslına bakılacak olur ise, O’nun tüm görevlerinin İnsanlığı ile bağlantılı olduğunu biliyoruz. Ve zamanın başlangıcından önce Babası ile sahip olduğu bu yücelikten soyunarak insan bedenine büründü. Bu şekilde alçalmasının nedeni, herkesin O’na düşman olduğu bir ortamda Tanrıyı mükemmel olarak yüceltmek idi. Tanrı için kutsal ve tükenmez bir gayrete sahip idi ve O’nun sonsuz planlarını yerine getirmek için yetkindi.

İlk yılın kusursuz, erkek sunusu Tanrının isteğinin mükemmel bir şekilde yerine getirilmesi için Kendisini sunan Rab İsa Mesih’in bir örneği idi. Bu sununun zayıf ya da kusursuz olmaması gerekiyor idi. Talep edilen sunu, “yılın ilk erkeği” idi. Diğer sunuları incelemeye başladığımız zaman göreceğiz ki, bazı durumlarda “dişi” bir hayvana izin verilir idi; ancak bu yalnızca tapınan kişinin kusurluluğunun bir ifadesi idi ve sunuda asla bir kusur bulunmaması gerekiyor idi. Ama burada söz konusu olan, en yüksek derecedeki bir sunu idi, çünkü Kendisini Tanrıya sunan Mesih idi. Yakmalık sunu örneğindeki Mesih özellikle Tanrının gözü ve yüreği içindi; bu noktanın iyi kavranması gerekir. Yalnızca Tanrı Mesih’in işini ve Kişiliğini tam olarak değerlendirebilir idi. Mesih’in mükemmel adanmışlığının ifadesi olan çarmıhı yalnızca Tanrı tam olarak takdir edebilir idi. Yakmalık sunu tarafından örnek olarak temsil edilen çarmıhta yalnızca tanrısal zihnin kavrayabileceği bir unsur mevcut idi. Çarmıhın derinlikleri öylesine geniş idi ki, ne bir ölümlünün ne de bir meleğin bunu anlaması mümkün değil idi. Öyle bir ses vardı ki, bu ses yalnızca Tanrının kulağı için amaçlanmış idi ve doğrudan O’nun kulağına gitti.  Golgota çarmıhı ve Tanrının tahtı arasında yaratılmış zekanın çok ötesinde bulunan iletişimler mevcuttur.

“Rabbin sunuyu kabul etmesi için İsrail halkı onu buluşma çadırının giriş bölümünde gönüllü olarak sunmalı.” Burada “gönüllü” sözcüğünün kullanımı, yakmalık sunulardaki önemli düşünceyi büyük bir netlik ile sunmalı. Bu düşünce bizi yeterince iyi kavranmayan bir görünüm içindeki çarmıh üzerinde düşünmeye yönlendirir. Çarmıhı genellikle yalnızca sonsuz Adalet ve kusursuz kurban arasındaki büyük günah sorununun ele alınıp çözüldüğü bir yer olarak görmeye eğilim gösteririz. Çarmıh, suçumuz için kefaret edilen yer ve Şeytanın görkemli bir şekilde yenilgiye uğratıldığı yerdir. Kurtaran sevgiye sonsuz ve evrensel övgüler olsun! Çarmıh, tüm bunların hepsi idi. Ama yine de bundan daha fazlası idi. Mesih’in Babaya olan sevgisinin yalnızca Babanın işitip anlayabileceği bir dilde söylenmiş olan yer idi. Bunu, daha sonraki yakmalık sunu örneğinde görürüz ve bu yüzden “gönüllü” sözcüğü ortaya çıkar. Eğer konu yalnızca günah ve Tanrının gazabının günaha tahammül etmesi olsa idi, o zaman böyle bir ifade ahlaki bir düzende yer almış olmaz idi. Kutsanmış Rab İsa, kesinlikle “günah yapılmak” için istekli olamaz idi – Tanrının yüzüne bakmamak ve O’nun gazabına dayanmak için istekli olmamak. Ve yalnızca bu gerçeğe baktığımız zaman en net şekilde öğrendiğimiz şudur: yakmalık sunu çarmıhtaki Mesih’in ön örneği değildir; çarmıhtaki Mesih’in Tanrının isteğini yerine getirerek günahı taşımasıdır. Mesih’in söylediği sözlerden aşikardır ki, O, çarmıhın bu iki görünümünü de sergilemiştir. O, çarmıha, günahı üstlendiği yer olarak baktığı zaman ve Kendisini bekleyen dehşetleri düşündüğü zaman, “Baba, eğer senin isteğin ise bu kaseyi benden al” demiştir. (Luka 23:42) Günahı üstlenen bir kişi olma işine dahil olmaktan çekilmek istedi. Saf ve kutsal zihni günah ile temas etme düşüncesini kabul etmek istemedi. Ve aynı zamanda sevecen yüreği bir an için bile Tanrının yüzünün ışığını kaybetme fikrini kabul edemedi.

Ama çarmıhın bir başka görünümü daha vardı. Çarmıh, Mesih’in gözünde Babasına duyduğu derin sevginin sırlarının hepsini tam olarak ifade edebileceği bir yer idi. Çarmıh, “Kendi gönüllü isteğini” Babasının O’na verdiği kaseyi içerek ve hatta bu kaseyi son damlasına kadar içerek gösterdiği yer idi. Mesih’in tüm yaşamının Babasının tahtına kadar yükselen hoş kokulu bir buhur olduğu gerçektir – O her zaman Babayı hoşnut eden şeyler yaptı – her zaman Tanrının isteğini yerine getirdi; yaşamının her eylemi insan düşüncesinin çok ötesinde bir değer taşımakta idi. Ama ölümünde yalnızca bizim lanetimizi üzerine almakla kalmadı, aynı zamanda Babasının yüreğine kıyaslanması mümkün olmayan bir koku sundu.

Bu gerçek çarmıhı ruhsal zihin için garip çekicilikler ile donatır. Kutsanmış Rabbimizin çektiği acılara mevcut olan en mükemmel karakterin özelliklerini ekler. Suçlu günahkar hiç kuşkusuz, yüreğin ve vicdanın en derin özlemlerine çarmıhta tanrısal bir yanıt bulur. Gerçek imanlı çarmıhta yüreğindeki her sevgiyi tutsak kılan özlemini doyurur ve tüm ahlaki varlığı değişir. Melekler çarmıha için sonu olmayan bir hayranlık duyarlar. Tüm bunlar gerçektir; ama çarmıhta kutsalların ya da meleklerin en derin algılarının ötesine geçen bir değer mevcuttur; yani, Oğul’un sunduğu derin adanmış yürek ve Babanın bu yüreği takdir etmesi. Çarmıhın en yüce görünümü budur ve yakmalık sunu ile bu görünüm çarpıcı bir ön örnek teşkil eder.

Ve burada, eğer Mesih’in tüm yaşamının günah taşıyıcısı olduğunu kabul edecek olur isek, yakmalık sununun farklı güzelliğinin tamamen feda edilmesi gerektiğini belirtmek isterim. O zaman, yaşamını teslim etmek için sahip olduğu konumun gerekliliği aracılığı ile  “gönüllü” sözcüğünde hiç bir güç, değer ya da anlam olmaz idi. Eğer Mesih yaşamında bir günah taşıyıcısı idi ise o zaman ölümünün gerekli bir eylem değil, bir gereklilik olduğu kesindir. Lekelenmesi imkansız olan güzelliğin sunularda mevcut olduğunu iddia etmek doğru olur ve günah taşıyan bir Yaşam’ın teorisi aracılığı ile sununun saygın fedakarlığı da ortadadır. Bu durum, özellikle yakmalık sunuda söz konusudur; konu günah taşımak ya da Tanrı’nın gazabına katlanmak değil, tamamen çarmıhtaki ölümde sergilenen gönüllü bir adanmışlık ile ilgilidir. Yakmalık sunuda Tanrının isteğini Tanrının Ruhu aracılığı ile yerine getiren Oğul Tanrının bir örneğini fark ederiz. Oğul Tanrı, bunu kendi “gönüllü isteği” ile yaptı. “Canımı tekrar geri almak üzere veririm. Bunun için Baba beni sever.” (Yuhanna 10:17) Burada Mesih’in ölümü ile ilgili yakmalık sununun görünümüne sahibiz. Öte yandan O’ndan günah sunusu olarak söz eden peygamber şöyle der: “yeryüzündeki yaşamına son verildi”. (Elçilerin İşleri 8:33; Yeşaya 53:8 ayetinin bir başka versiyonu)Devam edecek olur isek Mesih’in şu sözlerini okuruz: “canımı kimse benden alamaz. Ben onu kendiliğimden veririm.” O, bu sözleri söylediği zaman bir günah taşıyıcısı mı idi? Dikkat edin, “hiç kimse” diyor; ne melek, ne şeytan, ne insan ne de başka herhangi bir şey. Yaşamını vermesi, onu tekrar geri almak için yaptığı gönüllü bir eylem idi. “Ey Tanrım, senin isteğini yapmaktan zevk alırım.” Tanrısal yakmalık sununun söylediği sözler bunlar idi; lekesiz olarak kendisini Tanrıya sunmak ile söz ile anlatılamaz bir sevinç duydu.

Şimdi kurtuluş işinde, Mesih’in yüreğindeki öncelikli konu, hiç kuşkusuz Tanrının isteği idi; yani imanlının esenliğinin sağlanması idi. Tanrı isteğinin yerine getirilmesi, Tanrının öğütlerinin temellenmesi ve Tanrı yüceliğinin gösterilmesi, her şeyi Tanrıya göre yapan o adanmış yüreğin en dolu, en geniş ve en derin yerini tutar. Rab İsa hiç bir zaman bir eylem ya da koşulun kendisini nasıl etkileyeceğini bilmekten geri kalmadı. “O kendisini alçalttı” – “kendi ünvanını önemsemedi” – her şeye teslim oldu. Ve bu yüzden, kariyerinin sonuna yaklaştığı zaman, yaptığı her şeye geri dönüp bakarak gözlerini göğe kaldırıp şu sözleri söyleyebildi: “Yapmam için bana verdiğin işi tamamlamak ile seni yeryüzünde yücelttim.” (Yuhanna 17:4) Mesih’in Kişiliği için çok derin bir sevgi ile dolu olmayan bir yüreğin Mesih’in yaptığı işi kavraması imkansızdır. Çarmıhta yaptığı işte bize olan sevgisi nedeni ile O’nun için öncelikli olan Tanrı idi diye biliriz. Bir de bunun tam aksini değerlendirelim; O’nun bize olan sevgisi ve O’ndaki kurtuluşumuz, ancak Tanrının bina edilmiş yüceliği üzerinde temellendirilebilir idi. Bu yücelik, her şeyin sağlam temelini biçimlendirmelidir. “Varlığım ve yeryüzünü dolduran yüceliğim adına ant içerim.” (Çölde Sayım 14:21) Ama biz Tanrının sonsuz yüceliğinin ve yaratığın sonsuz bereketlenişinin tanrısal öğütler açısından birbirleri ile ayrılmaları imkansız bir şekilde bağlantılı olduklarını biliriz; öyle ki, eğer önceki garanti ise, sonrakinin de aynı şekilde garanti olması gerekir.

“Ve kişi elini yakmalık sununun başına koyacak ve böylelikle sununun kendisine kefaret ettiğini kabul ettiğini gösterecektir.” Üzerine el koyma eylemi, kişinin kendisini sunu ile özdeşleştirdiğinin tam bir ifadesidir. Bu önemli eylem aracılığı ile sunuyu sunan ve sunu bir olurlar ve bu birlik yakmalık sunu ile ilgili olarak sunuyu sunan kişiye sunusunun tamamen kabul edildiğini garantiler. Bu konunun Mesih’e ve imanlıya uygulanması Yeni Antlaşma’daki çok değerli bir gerçeğin doğasını ve büyük gelişimini ortaya koyar; yani imanlının Mesih ile birlikte sonsuza kadar özdeşleşmesi ve kabul edilmesi. “Mesih bu dünyada nasıl ise, biz de öyleyiz.” “Biz, gerçek Olan’dayız.” (1.Yuhanna 4:17; 1.Yuhanna 5:20) Hiçbir şey, hiç bir ölçüde bu gerçekten üstün olamaz. Mesih’te olmayan kişi, günahlarının içindedir. Bunun bir orta noktası yoktur. YA Mesih’te ya da Mesih’in dışında olmanız gerekir. Kısmen Mesih’te olmak gibi bir şey söz konusu olamaz. Eğer sizin ve Mesih’in arasında tek bir saç teli kadar mesafe var ise, o zaman gazap ve mahkumiyet konumundasınız demektir. Ama öte yandan, eğer Mesih’te iseniz, o zaman Tanrının önünde O”O nasıl ise siz de öylesinizdir.” Ve böylece sınırsız kutsallığın huzurunda durabilirsiniz. Tanrı sözündeki basit öğretiş işte budur. “O’nda doluluğa eriştiniz” – “sevgilide kabul edildiniz” – “O’nun bedeninin, et ve kanının ve kemiklerinin üyelerisiniz.” “Rab ile birleşmiş olan O’nunla tek ruhtur.” (1.Korintliler 6:17; Efesliler 1:6; Efesliler 5:30; Koloseliler 2:10) Şimdi, Baş’ın kısmen, beden üyelerinin de kısmen kabul edilmesi gibi bir durumun söz konusu olması mümkün değildir. Hayır, Baş ve üyeleri birdirler. Tanrı onları bir sayar ve bu yüzden birdirler. Bu gerçek, en büyük güvenin ve en engin alçakgönüllülüğünün temelidir. “Yargı gününde cesaretimizin olmasını” tam olarak garantiler. Kendisi ile birleşmiş olduğumuz Kişi suçlanamayacağı için biz de suçlanamayız. Mesih ile olan birliğimiz hem bizim hiçliğimizi hem de birliğimizin temelinin Mesih’in ölümü ve dirilişi olduğunu ortaya koyar.

İşte bundan dolayı Baş ve üyeler Tanrının önünde sınırsız iyilik ve kabul konumları konusunda eşit olarak görülürler; tüm üyelerin tek bir kabulde, tek bir kurtuluşta, tek bir yaşamda ve tek bir doğrulukta durdukları kusursuz olarak aşikardır. Aklanmanın dereceleri yoktur. Mesih’teki bir bebek elli yıllık deneyimi olan bir kutsal ile aynı aklanmaya sahiptir. Biri Mesih’tedir, diğeri de aynı şekilde Mesih’tedir. Ve nasıl yaşamın tek temeli var ise, aklanmanın da aynı şekilde tek temeli vardır. İki tür yaşam olmadığı gibi, iki tür aklanma da yoktur. Hiç kuşkusuz, Hiç kuşkusuz, bu aklanmadan çeşitli derecelerde alınan bir keyif mevcuttur. Aklanmanın doluluğu ve genişliği değişik derecelerde bilinebilir; aklanmanın gücü yürek ve yaşam üzerinde farklı derecelerde görülebilir ve bu dereceler sık sık aklanmanın kendisi ile zihin karıştırabilirler. Tanrısal olan aklanma insan duyguları ve deneyimleri tarafından tamamen etkilenmeyecek bir şekilde sonsuz, kesin ve değişmezdir.

Ama, aynı zamanda aklanmada gelişme gibi bir şey söz konusu olamaz; İmanlı, bu gün, dün olduğundan daha fazla aklanmış değildir; ya da yarın bu gün olduğundan daha fazla aklanmayacaktır. Evet, “İsa Mesih’te olan bir can” tahtın önünde olduğu gibi tamamen aklanmıştır. Böyle bir can Mesih’te “tam”dır. Ve Mesih gibidir. Mesih’in kendi yetkisi ile “tamamen temizdir.” (Yuhanna 13:10) Yüceliğin bu tarafında iken, daha fazla ne olabilir idi? Eğer Kutsal Ruh’ta yürüyor ise, bu görkemli gerçeği hissetme konusunda duygusal olarak gelişme gösterip zevk alabilir, ama müjdeye inandığı anda Kutsal Ruh’un gücü aracılığı ile kesin bir mahkumiyet konumundan kesin bir doğruluk ve kabul konumuna geçmiştir. Tüm bunların hepsinin temeli, Mesih’in işinin tanrısal mükemmelliğidir; aynı yakmalık sunu konusunda olduğu gibi, tapınan kişinin kabul edilmesi sunduğu kurbanın kabul edilmesine bağlı idi. Mesele, kişinin kim olduğu değil, sunduğu kurbanın ne olduğu idi. “Kurban sunan kişiye kefaret etmesi için sunu, kurbanı sunan kişinin adına kabul edilecektir.”

“Eğer yakmalık sunu sığır ise, kusursuz ve erkek olmalı. Rabbin sunuyu kabul etmesi için onu Buluşma Çadırının giriş bölümünde sunmalı. Elini yakmalık sununun başına koymalı ve Harun’un oğulları olan kahinler boğanın kanını getirip Buluşma Çadırının giriş bölümündeki sunağın her yanına dökecekler.” Yakmalık sunu öğretişini inceler iken en önemli nokta şudur: zihinde tutulması gerekli olan, günahkarın ihtiyacının karşılanması değil, Tanrı önünde sonsuza kadar kabul görenin Tanrıya sunulmasıdır. Bu nedenle yakmalık sunu, günahkarın vicdanı için değil, Tanrının yüreği içindir. Ayrıca, yakmalık sunudaki çarmıh günaha duyulan büyük nefretin sergilenmesi için değil, Mesih’in Babaya olan sarsılmaz ve sarsılamaz adanmışlığının gösterilmesi içindir. Çarmıh, günahı üstlenen Mesih’in üstüne Tanrının döktüğü gazabının sahnesi de değildir; Tanrının, gönüllü ve en hoş kokulu kurban olan Mesih’e duyduğu saf hoşnutluğudur. Son olarak, yakmalık sunuda görüldüğü gibi, “kefaret”, yalnızca insanın vicdanının talepleri ile uygun bir ölçü teşkil etmez; esas olan, Mesih’in Tanrının isteğini ve O’nun öğütlerini yerine getirmek için yüreğinde duyduğu yoğun arzudur – bu öyle bir arzudur ki, lekesiz ve eşsiz yaşamını “gönüllü” ve “hoş kokulu bir sunu” olarak teslim etmeyi göze almıştır.

O’nun bu arzusunu yerine getirmesine, yeryüzündeki ve cehennemdeki hiç bir güç, hiç bir insan ya da hiç bir kötü ruh veya şeytan engel olamaz ya da O’nu caydıramaz. Petrus, bilgisizce O’nu sahte yumuşak sözler ile çarmıhın utancı ve aşağılaması ile karşı karşıya kalmaması için ikna etmeye çalıştı. “Tanrı korusun ya Rab, senin başına asla böyle bir şey gelmeyecek!”  - ve Petrus bu azarlamasına nasıl bir karşılık aldı? “Çekil önümden şeytan! Bana engel oluyorsun. Düşüncelerin Tanrıya değil, insana özgüdür.” (Matta 16:22-23) aynı zamanda başka bir yerde İsa Mesih öğrencilerine şu sözleri söyler: “Artık sizinle uzun uzun konuşmayacağım. Çünkü bu dünyanın egemeni geliyor. Onun benim üzerimde hiç bir yetkisi yoktur. Ama dünyanın Babayı sevdiğimi ve Babanın bana buyurduğu her şeyi yerine getirdiğimi anlamasını istiyorum. Haydi kalkın, buradan gidelim.” (Yuhanna 14:30-31) Bu ve bunun gibi pek çok sayıdaki diğer ayetler Mesih’in işinin yakmalık sunu olduğuna dair aşikar ayetlerdir; burada öncelikli düşünce, O’nun “Kendisini lekesiz olarak Tanrıya sunmasıdır.”

Yakmalık sunu ile ilgili özel düşünceler ile ilgili olarak ifade edilmiş olan her şey ile ilgili olarak kast edilen Harun’un oğullarının konumu ve onların atanmış oldukları işlevlerdir. Harun’un oğulları “kanı dökerler” – “sunaktaki ateşi yakarlar” – “ateşin üzerine odun dizerler” – “kurbanın parçalarını, başını ve yağlarını, sunağın üzerinde bulunan ateşin üzerindeki odunların üzerine koyarlar.” Bunlar çok önemli eylemlerdir ve Harun’un oğullarının adından söz edilmeyen günah sunusunun aksine, yakmalık sunuya ait farklı bir özellik oluştururlar. “Harun’un oğulları” kiliseyi, “tek bir beden” olarak değil, kahinlere özgü bir ev olarak temsil ederler. Bu, anlaşılması kolay bir konudur. Eğer Harun Mesih’in bir örneği idi ise, o zaman Harun’un evi, İbraniler 3. Bölümde okuduğumuz gibi, Mesih’in evinin bir örneği idi. “Oysa Mesih, O’nun evi üzerinde yetkili oğul olarak sadıktır. Eğer cesaretimizi ve övündüğümüz umudu gevşemeden sonuna dek sürdürür isek, O’nun evi biziz.” Ve yine başka bir ayet: “İşte ben ve Tanrının bana verdiği çocuklar!” Şimdi, Kutsal Ruh tarafından yönlendirildiği ve öğretildiği gibi, Levililer kitabının başındaki bu örnekte temsil edilen Mesih’in bu görünümüne bakmak ve zevk almak, kilisenin ayrıcalığıdır. “Paydaşlığımız Baba ile birliktedir”; Baba bizi Kendisi ile birlikte Mesih hakkındaki düşüncelerine lütufkar bir şekilde katılmaya çağırır. Evet, bu düşüncelerin yüksekliğine asla ulaşamayız, ama içimizde konut kurmuş olan Kutsal Ruh aracılığı ile onlar ile paydaşlığa sahip olabiliriz. Burada önemli olan asıl konu, günah taşıyan olan Mesih aracılığı ile vicdanı sakinleştirmek değil, Mesih’in kendisini çarmıhta mükemmel bir şekilde temsil etmesi ile Tanrı ile olan paydaşlığıdır.

“Harun’un oğulları olan kahinler, kanı getirecekler ve kanı Buluşma Çadırının giriş kapısındaki sunağın çevresine serpecekler.” Burada, kilise ile ilgili bir örnek görürüz, tamamlanmış bir kurbanın anısını ortaya koyar ve onu Tanrıya bireysel yaklaşımın yerinde sunarlar. Ama hatırlamamız gereken şudur: kan, yakmalık sununun kanıdır, günah sunusunun kanı değil. Kutsal Ruhun gücü ile Mesih’in Tanrıya olan yerine getirilmiş adanmışlığının etkileyici düşüncesi kilise ile ilgilidir ve günah taşıyıcısının kanının değerine giren ikna edilmiş bir günahkar değildir. Kilisenin günahkarlardan ve ikna edilmiş günahkarlardan oluştuğunu söylemeye pek gerek görmüyorum. Ama Harun’un oğulları, ikna edilmiş günahkarları değil, tapınan kutsalları temsil ederler. Pek çok kişi bu konuda hata yapmaktadır. Biri, bir tapınanın yerini aldığı için – Tanrının lütfu aracılığı ile davet edilerek ve Mesih’in kanı aracılığı ile aklanarak – kendisinin çaresiz ve değersiz bir günahkar olduğunu reddederek, büyük bir hata yaparlar. İmanlı, kendi başına hiç bir şey değildir. Ama Mesih’te arıtılmış bir tapınandır. Kutsal tapınakta suçlu bir günahkar olarak durmaz; “yücelik ve güzellik ve doğruluk giysileri içinde” tapınan bir kahin olarak durur. Tanrının huzurunda suçum ile meşgul olmak, kendimle ilgili olarak alçakgönüllü olmak değil, kurban konusunda imansızlık etmektir.

Ancak yine de buna rağmen, okuyucum tarafından iyice anlaşılması gereken şudur: günah üstlenme düşüncesi – günah suçlaması – Tanrının gazabı, yakmalık sunuda ortaya çıkmaz. Evet, şu yazılmış olanları okuduğumuz bir gerçektir; “sunu, kişinin günahlarının bağışlanması, kişiye kefaret etmesi için kabul edilecektir.” Ama sonra, bu “kefaret”, insan suçunun derinliği ve büyüklüğü ile uyumlu değildir, ama Mesih’in Kendisini Tanrıya teslim etmesi ile ilgili mükemmellik ile ve Tanrının Mesih’ten aldığı zevkin yoğunluğu ile uyumludur. Bu durum bize kefaret düşüncesi ile ilgili olarak çok düşük bir fikir verir. Eğer en Mesih’i günah sunusu olarak düşünür isem, kefareti, günah ile ilgili olarak tanrısal adaletin talepleri ile uyumlu hale getirilmiş olduğunu anlarım. Ama kefareti yakmalık sunuda gördüğüm zaman, Mesih’in Tanrının isteğini yerine getirmek için duyduğu isteklilik ve gücün ölçüsü ile uyumlu olduğunu anlarım ve aynı zamanda kefaret Tanrının Mesih’te ve O’nun işinden memnun olma halinin ölçüsü ile de uyumludur. Mesih’in Tanrıya olan bu adanmışlığının ürünü olan bu kefaret nasıl da mükemmel bir kefarettir. Bunun ötesine geçebilecek başka herhangi daha üstün bir şey olabilir mi? Kesinlikle olamaz. Kefaretin yakmalık sunu görünümü, kahinlerin ev halkının Rabbin evinin avlularında sonsuza kadar meşgul olabilecekleri hakkındadır.

“Ve sonra kişi yakmalık sunuyu yüzüp parçalara ayırmalı.” “Yüzme” işleminin törensel eylemi, garip bir şekilde etkileyici idi. Bu yüzme eylemi, sununun derisinin yüzülmesi ile ilgili idi, öyle ki hayvanın içinde var olan her şey tamamen görünür hale getirilebilsin. Sununun sadece dış kısmının “kusursuz” olması yeterli değil idi. İçinde “gizli olan kısımların” da dışarı çıkartılması gerekiyordu, öyle ki, sunulan hayvanın her organı tam olarak görülür hale gelsin. Bu durum yalnızca yakmalık sunu için özellikle belirtilmiş idi. Bu konu bir özelliği vurgulamaktadır ve Mesih’in Babaya olan adanmışlığının derinliğini ortaya koyma amaçlıdır. O’nun yaptığı hiç bir iş yüzeysel değil idi. Mesih’in iç yaşamının sırları ne kadar çok ortaya çıkartılır ise, Babasının isteğine olan saf adanmışlığı  ve O’nun yüceliği için duyduğu arzu, daha çok belirgin hale gelecek ve yakmalık sunu örneğindeki eylemin kaynakları anlaşılacak idi. O, hiç kuşkusuz tam bir yakmalık sunu idi.

“Ve sunuyu parçalara ayırmalı.” Bu eylem, “ince öğütülmüş güzel kokulu buhur” hakkında öğretilen (Levililer 16) gerçeğe benzer bir gerçeği sunmaktadır. Kutsal Ruh Mesih’in kurbanının tatlı ve hoş kokusu üzerinde durmaktan zevk alır, yalnızca bir bütün olarak değil, ama aynı zamanda, bu sununun anlık tüm detayları üzerinde durmaktan da hoşlanır. Yakmalık sunuya bir bütün olarak bakın ve onu kusursuz olarak görün. Onun tüm parçalarına bakın ve hepsinin aynı olduğunu göreceksiniz. Mesih de böyle idi ve bu önemli örnekte böyle olarak sembolize edildi.

“Kahin Harun’un oğulları sunakta ateş yakıp üzerine odun dizecekler. Ve Harun’un oğulları hayvanın başını, iç yağını ve parçalarını sunakta yanan odunların üzerine yerleştirecekler.” Bu eylem, kahin ailesi için bir yücelik konumu idi. Yakmalık sunu bütünü ile Tanrıya sunulur idi. Yakmalık sununun tamamı sunak üzerinde yakılır idi; 1  Kişinin bu eyleme katılması söz konusu değil idi, ama kahin Harun’un oğulları, kendileri de aynı şekilde kahin olarak, hoş kokunun bir rayihası olan buhurun O’na kabul edilebilir bir kurbanın alevini muhafaza etmek için Tanrının sunağının çevresinde ayakta durdukları görülür. Bu durum yüksek bir konumu belirtir idi – yüce birlik – kahinlik hizmetinin yüce bir düzeni – Mesih’in ölümü ile Tanrının isteğinin mükemmel bir şekilde yerine getirildiğine bir referans olarak kilisenin Tanrı ile sahip olduğu paydaşlık ile ilgili çarpıcı bir örnek.

İkna edilmiş günahkarlar olarak bizler Rabbimiz İsa Mesih’in çarmıhına gözlerimizi dikeriz ve böylelikle tüm ihtiyaçlarımızı karşılayan çarmıha bakmış oluruz. Çarmıha bu açıdan bakıldığı zaman, vicdana mükemmel esenlik sağlanmış olur. Ama sonra kahinler olarak, arınmış tapınanlar olarak, kahinlik ailesinin üyeleri olarak, çarmıhı, ona başka bir ışık tutarak görebiliriz; Mesih, Babasının isteğine çarmıh üzerindeki bir ölüme dahi boyun eğerek kutsal bir amacı yerine getirdi. İkna edilmiş günahkarlar olarak bizler tunç sunakta ayakta durur ve kefaret kanı aracılığı ile esenlik buluruz. Ama kahinler olarak, bu yakmalık sununun bütünlüğüne bakmak ve ona hayran olmak için ayakta dururuz – Kusursuz Olan’ın Tanrıya Kendisini mükemmel bir şekilde teslim etmesi ve sunması.

Çarmıha yalnızca, bir günahkar olarak insanın ihtiyacını karşılayan bir şekilde bakacak olsa idik, çarmıhın gizemi hakkında çok kusurlu bir anlayışa sahip olmamız gerekir idi. Bu gizemde, yalnızca tanrının zihninin kavrayabileceği derinlikler mevcut idi. Bu yüzden şu noktayı anlamak önemlidir: Kutsal Ruh bizi çarmıh ile ilgili bilgiler ile donattığı zaman, bize öncelikle Tanrının çarmıha bakış açısını gösteren bir görünüm sağlayacaktır. Yalnızca bu nokta bile bize çarmıhın öğretişindeki insanın asla ulaşamayacağı derinlikler ve yükseklikler mevcut olduğunu öğretmek için yeterli olur idi. Kişi, “bu tek zevk kaynağına” yaklaşabilir ve ondan sonsuza kadar içebilir – ruhunun en derin özlemlerini tatmin edebilir – yenilenmiş doğasının tüm güçleri ile bunu ortaya çıkartabilir, ama yine de, çarmıhta yalnızca Tanrının bilebileceği ve takdir edebileceği bir şey mevcuttur. Bu yüzden yakmalık sunu ilk sırada yer alır. Mesih’in, yalnızca Tanrı tarafından görülen ve takdir edilen ölümüne ilişkin örnektir. Ve kesinlikle şunu söyleyebiliriz ki, biz, bu tür bir örnek olmadan yapamazdık, çünkü bu örnek bize yalnızca Mesih’in ölümünün en yüksek olasılığa sahip görünümünü vermek ile kalmaz ama aynı zamanda bize Tanrının bu ölüme duyduğu garip ilgi ile ilgili en değerli düşünceyi sağlar. Tanrının Mesih’in ölümü ile ilgili Kendisi için özel olan gerçeği ruhsal zihnin eğitilmesi için değerlendiren bir ifade kapsar.

Ama Mesih’in ölümü ile ilgili gizemli geçeğin şaşırtıcı derinliklerini hiç bir insan ya da hiç bir melek anlamasa da bizler en azından tüm düşüncelerin ötesine geçerek Tanrının yüreğinde mevcut olan bu bazı değerli özellikleri anlayabiliriz. O, çarmıhta, yüceliğinin en verimli hasadını biçer. Tanrının en fazla yüceltileceği şekil ancak Mesih’in ölümü aracılığı ile mümkündür. Mesih’in gönüllü olarak kendisini ölüme teslim etmesi ile tanrısal yücelik en parlak ışığı ile belirir. Tüm tanrısal ölümlerin sağlam temeli de bu ölümde yer alır. İnsanı en çok rahatlatan gerçek budur. Yaratılış asla böyle bir temeli tedarik edemez idi. Ayrıca, çarmıh, tanrısal sevginin aracılığı ile akabileceği adil bir kanal da tedarik eder. Ve son olarak, şeytan çarmıh aracılığı ile sonsuza kadar yenilgiye uğratılmıştır ve “tüm silahları elinden alınarak yenilgisi gözler önüne serilmiştir.” Tüm bunlar çarmıh aracılığı ile üretilen görkemli ürünlerdir. Ve biz bu ürünleri düşündüğümüz zaman, çarmıhın Tanrının kendisi için neden özel bir örnek olması gerektiğini ve aynı zamanda bu örneğin öncelikli yerinin nedenini anlayabiliriz- çarmıhın listenin en üst sırasında yer alması gerekir. Yine tekrar ediyorum, eğer bu örneğin kaydı esirgenmiş olsa idi, esin sayfasında çok üzücü bir boşluk yer almış olur idi.

“Hayvanın başını, iç yağını, parçalarını sunakta yanan odunların üzerine yerleştirecekler. Kişi hayvanın işkembesini, bağırsaklarını ve ayaklarını yıkayacak. Kahin de hepsini yakmalı sunu, yakılan sunu ve Rabbi hoşnut eden koku olarak sunağın üzerinde yakacaktır.” Bu çeviri, Mesih’in içsel ve dışsal olarak saflığına örnek olan tipik kurban eylemini ifade eder. Mesih’in içsel motifleri ve dışsal davranışları arasında olabilecek en mükemmel bağlantı mevcut idi. Sonuncusu, ilkinin içeriği idi.  Hepsi tek bir noktaya yani Tanrının yüceliğine işaret ediyor idi. O’nun bedeninin üyeleri, adanmış yüreği aracılığı ile mükemmel bir şekilde itaat etti ve Tanrının isteğini yerine getirdi. O’nun yüreği yalnızca Tanrı için ve O’nun insanların kurtuluşunu sağlayan yüreği için atıyor idi. İşte bu yüzden kahin “hepsini sunakta yakabilir idi.” Hepsi saf idi ve yalnızca Tanrının sunağı için yiyecek olarak tasarlanmış idi. Kurbanlardan bazılarını kahin, bazılarını da kurbanı sunan alır idi. Ama yakmalık sunu sunağın üzerinde, “tamamen” yakılır idi. Yakmalık sunu özel olarak yalnız Tanrı için idi. Kahinler odunları ve ateşi düzenleyebilir ve ateşin yükseldiğini görebilirler idi ve bunları yapmak çok yüce ve kutsal bir ayrıcalık idi. Ama kahinler kurbandan yemezlerdi.  Mesih’in ölümünün yakmalık sunusunda Mesih’in tek objesi Tanrı idi. Bu konuyu kavrayışımıza çok özen göstermemiz gerekir. Kusursuz erkek sununun buluşma çadırının giriş bölümünde gönüllü olarak sunulduğu andan ateşte yanarak kül haline dönüşmesine kadar Mesih’in Sonsuz Ruh aracılığı ile kendisini Tanrıya sunduğunu görebiliriz.

Tüm bunlar yakmalık sununun can için söz ile anlatılamaz bir değere sahip olduğunu gösterir. Yakmalık sunu bize Mesih’in yaptığı işin en yüceltilmiş görünümünü sağlar. Tanrı, Mesih’in tamamladığı işten kendisine özgü bir sevinç duyar. Bu sevinci yaratılmış olan hiç bir zihin anlayamaz. Bu sevince gösterilen dikkatin asla sona ermemesi gerekir. Bu sevinç yakmalık sunuda açıklanır ve biraz sonra değinecek olduğumuz “yakmalık sunu yasası” aracılığı ile onaylanır.

“Ve Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘Harun ile oğullarına buyruk ver: ‘yakmalık sunu yasası şudur: yakmalık sunu bütün gece sabaha kadar sunaktaki ateşin üzerinde kalacak. Sunağın üzerindeki ateş sönmeyecek. Kahin keten giysisini, donunu giyecek. Sunağın üzerindeki yakmalık sunudan kalan külü toplayıp sunağın yanına koyacak. Giysilerini değiştirdikten sonra külü ordugahın dışında temiz bir yere götürecek. Sunağın üzerindeki ateş sürekli yanacak, hiç sönmeyecek. Kahin her sabah ateşe odun atacak, yakmalık sununun parçalarını odunların üzerine dizecek, onun üzerine de esenlik sunularının yağını yakacak. Sunağın üzerindeki ateş sürekli yanacak, hiç sönmeyecek.” (Levililer 6:8-13) Sunağın üzerindeki ateş yakmalık sunuyu ve esenlik sunularının yağlarını tüketti. Bu durum, Mesih’te ve beslenmek için uygun bir malzeme olan O’nun mükemmel kurbanında bulunan tanrısal kutsallığın bir ifadesi idi. Bu ateş hiç bir zaman sönmeyecek idi. Bu durum tanrısal kutsallık eylemini ortaya koyan sürekli bir olgu olmalı idi. Karanlık ve sessiz gece nöbetleri sırasında ateş, Tanrının sunağı üzerinde yanardı.

“Ve kahin keten giysilerini giyecek idi,” & Kahin burada sembol olarak Mesih’in yerini alır. Mesih’in kişisel doğruluğu beyaz keten giysiler aracılığı ile ortaya konur. Tanrının isteğini yerine getirmek için kendisini çarmıhtaki ölüme teslim etmiş Olan, tamamladığı işinin anılarını beraberinde taşıyarak kendi sonsuz doğruluğu içinde göklerde en kutsal yere girmiştir. Küller kurbanın tamamlandığını ve tanrı tarafından kabul edildiğini beyan ederler. Sunağın yanına konan bu küller ateşin kurbanı tükettiğini belirtirler idi – yani bu kurban yalnızca tamamlanmış değil, aynı zamanda kabul de edilmiş bir kurban idi. Yakmalık sununun külleri, kurbanın kabul edildiğini ilan ederler idi. Günah sunusunun külleri ise günahın yargılanmış olduğunu beyan ederler idi.

Tanrısal bereket ile birlikte üzerinde durduğumuz noktalardan pek çoğu biz sunular konusunda ilerler iken, önümüze artan bir netlik, bütünlük, değer ve güç ile gelirler. Her sunu, diğerleri ile karşıt olarak görülmek üzere tüm sunular ile birlikte bize Mesih ile ilgili tam bir görünüm sağlarlar. Sanki o tek ve gerçek mükemmel Kurban figürün çeşitli şekillerde yansıtmak üzere hepsi belirli bir şekilde düzenlenmiş olan aynalar gibidirler. Tek bir örneğin O’nu tam olarak temsil etmesi mümkün değildir. O’nun ölümde ve yaşamda yansıtılmasına ihtiyaç duyarız – bir İnsan ve bir Kurban olarak – Tanrının açısından ve bizim açımızdan ve bu şekilde Levililerdeki sunularda O’nu görebiliriz. Tanrı lütfetmiş ve ihtiyacımızı karşılamıştır ve bize O’nun bu sağlayışına girebilmemiz ve sağlayışından zevk alabilmemiz için bize genişletilmiş bir kapasite sağlayabilir.


1. Bu noktada okuyucuyu bilgilendirmemiz gereken bir gerçeği açıklamamızda yarar var; İbranice’de, yakmalık sunuda kullanılan “yakmak” olarak çevrilen sözcük, günah sunusunda kullanılan sözcükten tamamen farklıdır. Konunun garip ilginçliği nedeni ile her sözcüğün ortaya çıktığı birkaç bölüme işaret etmek isterim. Yakmalık sunu için kullanılan sözcük, “buhur” ya da “buhur yakmak” anlamına gelir ve aşağıda belirtilen bölümlerin birinde ya da diğerlerinde çeşitli yansımalar ile ortaya çıkar. Levililer 6:15; “ve Rabbi hoşnut eden koku olarak sunakta yakacak… Yasanın Tekrarı 33:10; “Sunağında tümüyle yakmalık sunular sunacaklar. Mısırdan Çıkış 30:1; “üzerinde buhur yakmak için akasya ağacından bir sunak yap.” Mezmurlar 46:15; “koçların kokusu.” Yeremya 44:21; “Yahuda kentlerinde yaktığınız buhuru Rab unuttu mu?” Ezgilerin Ezgisi 3:15; “Mür ve günnük kokulu.” Bu konu ile ilgili bölümler çoğaltılabilir, ama yukarıdaki örnekler yakmalık sunuda ortaya çıkan sözcüğün kullanımını göstermek için yeterli olacaklardır.

“Yakmak” olarak tercüme edilen İbranice sözlük, günah sunusu ile bağlantılı olarak genelde yakma eylemini ifade eder ve şu bölümlerde görülür. Yaratılış 40:3; “kerpiçten tuğlalar yapalım ve onları tamamen yakalım.” Levililer 10:16; “Musa günah sunusu olarak sunulacak tekeyi soruşturdu ve onun yakılmış olduğunu öğrendi.” 2.Tarihler 16:14; “Asa’nın onuruna çok büyük bir ateş yaktılar.”

Böylece, günah sunusu yalnızca farklı bir yerde yakılmıyor idi, ama onun yakılmasını ifade etmek için Kutsal Ruh tarafından farklı bir sözcük uyarlanmış idi. Şimdi, bir an için kullanımı önemli olmayan sözcüklerin yalnızca bir değiş tokuştan ibaret olduğunu düşünemeyiz. Ben, Kutsal Ruhun bilgeliğinin iki sununun herhangi bir noktada farklı olmaları gibi iki sözcüğün kullanımını sergiler iken, bilgece davrandığına inanıyorum. Ruhsal anlayışa sahip okuyucu yukarıda belirtilen ilginç ayrıma uygun değeri ekleyecektir.

Levililer 2

Şimdi de çok farklı bir tarzda “insan İsa Mesih”i sunan tahıl sunusunu inceleyeceğiz. Yakmalık sunu Mesih’in ölümünün örneği olarak sunuluyor ise, tahıl sunusu ile de O’nun yaşamına örnek verilmektedir. Ne bir örnekte ne de diğerinde günah üstlenme konusundan söz edilmemiştir. Yakmalık sunuda günah üstlenmeyi 1 değil, kefareti görürüz  -  günah suçlaması yoktur – günahtan dolayı gazaba uğrama yoktur. Bunu nereden bilebiliriz? Çünkü sununun tamamı sunakta yakılırdı. Eğer günah üstlenme söz konusu olsa idi, o zaman sununun ordugahın dışında yakılması gerekir idi. (Levililer 4:11,22 ile İbraniler 13:11 ayetlerini karşılaştırınız.)

Ama tahıl sunusunda kan dökülmesinden dahi söz edilmez. Bu sunuda bulduğumuz örnekte yalnızca Mesih’in burada aşağıda, yeryüzünde yaşarken, yürürken ve hizmet ederken ne kadar mükemmel olduğunu görürüz. Bu gerçek tek başına bu sunu ile ilgili yakından ve dua ile düşünecek bir ruhsal zihni kendisine çekmek için yeterlidir. Kutsanmış Rabbimizin saf ve mükemmel kutsallığı her gerçek Hristiyan’ın dikkatini çekmesi gereken bir konudur. Bu kutsal gizem ile ilgili olarak düşüncelerde gevşemeler olmamasına dikkat etmek gerekir. Bazen duyulan ya da okunan ifadeler beden almanın temel öğretişinin sözün onu sunduğu şekilde olmadığını kanıtlamak için yeterli değildirler. Bu tür ifadeler büyük olasılık ile O’nun ilişkilerinin gerçek doğası ve O’nun çektiği acıların gerçek karakteri hakkındaki yanlış anlamalardan ortaya çıkarlar, ama ortaya çıkmalarının nedeni ne olur ise olsun, verilecek hükmün kutsal ayetlerin ışığında olması ve reddedilmesi gerekir. Bu ifadeleri kullanan kişilerin çoğu hiç kuşkusuz yalnızca dehşet ve öfke ile şu konuda irkileceklerdir; içeriklerinde mevcut olan gerçek öğretiş tam ve doğru karakterleri ile önlerine konduğu zaman, kişinin, temel gerçeği göremediği için ifadesinin yetersizliği nedeni ile özür dilemesi gerekir.

Ancak yine de her Hristiyan’ın değerlendirmesinde ağırlık taşıması gereken bir düşünce olmalıdır ve bu düşünce, Mesih’in insanlığı ile ilgili öğretişin asıl doğasını teşkil eder. Hristiyanlığın öncelikli temellerindendir ve bu nedenle, şeytan başlangıçtan beri insanları bu konuda sapmaya yönlendirmek için hayret ile uğraşmıştır. İman ikrarında bulunan kiliselerde tarz haline gelmiş olan önde giden hataların hemen hemen hepsi şeytanın Mesih’in kişiliği ile ilgili gerçeği örtme amacını ifşa ederler. Ve hatta en gayretli, en tanrısayar kişiler bu hatalar ile savaşmaya kalkıştıkları zaman, pek çok konuda aksi yönde hataların içine düşmüşlerdir. Bu nedenle Kutsal Ruhun bu derin ve çok kutsal gizemi açıklar iken, gerçeğin sözlerini kullanacaktır. Ben de gerçekten şuna inanırım: her durumda kutsal ayetlerin yetkisine ve canın içindeki tanrısal yaşamın enerjisine boyun eğmek, hata yapma konusundaki her karışıklığa etkin bir şekilde engel olacağını kanıtlayacaktır. Bir canı, Mesih’in öğretişine saygısızlık eden hatalardan korumak için yüksek bir teolojik bilgiye gerek yoktur. Eğer canda yalnızca Mesih’in sözü zengin bir şekilde konut kuruyor ise ve Mesih’in Ruhunun enerjisi hüküm sürüyor ise, o zaman şeytanın karanlık ve iğrenç önerilerine yer olmayacaktır. Eğer yürek Kutsal Yazıların ifşa ettiği Mesih’ten keyif alıyor ise, o zaman şeytanın sunacağı sahte Mesihlerden uzak duracağı kesindir. Eğer bizler Tanrının gerçekliği ile besleniyor isek, şeytanın sahtekarlığını hiç tereddüt etmeden reddetmeliyiz. Her şekilde ve karakterde şeytanın sunduğu hata karmaşalarından kaçınmanın en iyi yolunun bu olduğu muhtemeldir. “Koyunları O’nun sesini işitirler ve O’nu izlerler: çünkü O’nun sesini tanırlar. Bir yabancının peşinden gitmezler, ondan kaçarlar. Çünkü yabancıların sesini tanımazlar.” (Yuhanna 10:4,5) Bir yabancıdan kaçmak için o yabancının sesini tanımak hiç bir zaman gerekli değildir; talep ettiğimiz tek şey iyi Çoban’ın sesini tanımaktır. İyi Çoban’ın sesini tanımamız bizi her yabancı sesin kurduğu tuzağın etkisinden koruyacaktır. Bu arada, ben yine de, okuyucumu yabancı seslere karşı uyarmamın gerekli olduğunu hissediyorum. Mesih’in insanlığı ile ilgili tanrısal gerçek ile ilgili bu tür sesler konusunda tartışmaya girmeyi gerekli görmüyorum, ama asıl istediğim, okuyucuyu, lütuf aracılığı ile konu hakkındaki ayetlerin öğretişini açıklayarak onu yabancı seslere karşı silahlandırmak düşüncesidir.

Rab İsa Mesih’in mükemmel insanlığı ile daha canlı paydaşlık elde etmek yerine başarısızlık sergilediğimiz bir kaç şey vardır. Bu yüzden boşluk, kısırlık, huzursuzluk ve amaçsız dolaşma gibi konularda çok acı çekeriz. Göklerdeki Krallığın sağında gerçek bir İnsan’ın mevcut olduğuna iman ettiğimiz zaman daha mutlu oluruz; O’nun bize duyduğu sempati mükemmeldir, sevgisi kavranamayacak kadar büyüktür, gücü sınırsız, bilgeliği sonsuzdur, kaynakları tükenmez, zenginlikleri araştırılamazdır; kulağı aldığımız her soluğu işitir, her ihtiyacımızı karşılamak için eli açıktır, yüreği bizim için söz ile anlatılamaz bir sevgi ve şefkat ile doludur. Tüm bunlar hangi kanal aracılığı ile akar ise aksın, bizi yaratık akıntılarından bağımsız kılar, canımızı yükseltir ve mutlu oluruz. Canımızın dileyeceği her şeye İsa Mesih’te sahibizdir. Canımız içten sempatiye mi özlem duymaktadır? Bu sempatiyi bulabileceğimiz tek Kişi, Beytanya’da yas tutan kız kardeşler ile birlikte gözyaşı Döken’dir. Can, içten şefkatin keyfini mi arzu etmektedir? Bu şefkati bulacağı tek yer, sevgisini, döktüğü kan  damlalarında kanıtlayan yürektir. Can, gerçek gücün korunmasını mı ister? Canın o zaman yalnızca dünyayı Yaratan’a bakması gerekir. Can, kendisine rehberlik edecek hatasız bilgeliğe ihtiyaç duyduğunu mu hissetmektedir? O zaman Kendisi Bilgelik olandan yardım beklesin. Tanrı, İsa Mesih’i bizim için bilgelik yapmıştır. Tek bir sözcük ile özetleyecek olur isek, Mesih’te her şeye sahibiz. Tanrısal zihin ve tanrısal sevgi insan İsa Mesih’te mükemmel bir objeye sahiptir. Ve şu kesindir ki, eğer İsa Mesih’in Kişiliği Tanrıyı eksiksiz bir şekilde tatmin edebiliyor ise, o zaman bizi de tatmin etmesi gerekir ve bizi tatmin eden ile Kutsal Ruhun lütfu aracılığı ile Tanrı ile paydaşlık içinde yürürüz.

Rab İsa Mesih bu yeryüzüne gelen tek mükemmel insan idi. O her şekilde bütünüyle mükemmel idi; düşüncelerinde mükemmel idi, sözlerinde mükemmel idi ve eylemlerinde mükemmel idi. O’nda her ahlak özelliği tanrısal idi ve bu nedenle oran mükemmel idi. Hiçbir özellik ağır basmıyor idi. O’nda insanı huşu içinde bırakan bir görkem var idi ve O’nun varlığındaki yumuşak huyluluk her şeyi kolay hale getiriyor idi. O, yazıcıları ve Ferisileri azarladı, ama zavallı Samiriyeli ve bir günahkar olan kadın, hiç beklemedikleri halde, O’nun dayanılmaz çekiciliğine kapıldılar. Hiç bir özellik, bir diğerinin yerine geçmedi, çünkü tüm özellikler içten ve orantılı idi. Bu durum O’nun mükemmel yaşamının her sahnesinde izlenebilir; O, “onlara siz yiyecek verin;”diyebilirdi ve yine doydukları zaman da “arta kalanları toplayın, hiç bir şey ziyan olmasın” diyebildi. Hem yardım severlik hem de ekonomi yapma, her ikisi de mükemmel idi ve biri diğeri ile asla birbirine karışmaz. Her biri kendi alanı içinde parlar. O, doymamış açları geri gönderemez idi ve yine aynı zamanda Tanrının yarattığı nimetlerin tek bir parçasının bile ziyan olmasına katlanamazdı. O, insan ailesinin ihtiyacını dolu ve özgür bir el ile karşılar ve bunu yaptığı zaman, her parçayı özen ile saklar. İnsan ihtiyacının her şekline tamamen açık olan bu aynı el israfa karşı tamamen kapalı idi. Mükemmel, göksel İnsan’ın karakterinde cimrilik olmadığı gibi müsriflik de yok idi.

Burada alacağımız bir ders bulunmakta! Bizler yardım severliği ne kadar da sık müsriflik ile karıştırırız ve öte yandan ekonomimiz sefil bir ruhun görünümü aracılığı ile ne kadar da sık lekelenir! Bazı zamanlarda ise cimri yüreklerimiz, önümüzde kendisini sunan ihtiyacın tam büyüklüğüne kendilerini açmayı reddederler de. Ama diğer zamanlarda ihtiyaç sahibi bizim gibi insan bir yaratığı tatmin edebilecek aklına eseni yapan bir aşırı bolluk ile israf eden bir harcama tutumu içine girdiğimizde olur. Ah, okuyucum! Önümüze konuş olan “İnsan İsa Mesih’in” yaşamındaki tanrısal örneği özenli bir şekilde inceleyelim. Tüm yollarında mükemmel olan ve “her şeyde ilk sırayı alması gereken” O’nunla meşgul olmak “içsel varlığı”  ne kadar da tazeleyici ve güçlendiricidir.

O’na Getsemani bahçesinde iken bakalım. Orada, Kendisinden başka hiç kimsenin gösteremeyeceği bir alçakgönüllülüğün engin derinlikleri içinde diz çöker. Ama yine de buna rağmen, O’na ihanet etmek için gelen kalabalığın önünde kalabalığın geriye çekilip yere düşmesine neden olan bir öz hakimiyet ve yücelik sergiler. Tanrının önündeki davranışı yerde secde etmektir; yargıçlarının ve O’nu suçlayanların önünde bükülmez bir öz saygınlık ile davranır. Her şeyi mükemmeldir. Kendini boş kılması ve öz hakimiyeti, yere kapanıp secde etmesi ve öz saygısı, hepsi tanrısaldır.

Bu nedenle, O’nun tanrısal ve insani ilişkilerinin mükemmel bileşimi üzerinde düşündüğümüz zaman, aynı mükemmellik ile karşılaşırız. O, şu sözleri söyleyebildi: “Beni niçin arayıp durdunuz? Babamın evinde bulunmam gerektiğini bilmiyor muydunuz?” Ve aynı zamanda Nasıra’ya gidebildi ve orada anne ve baba otoritesine mükemmel itaatin örneğini de sergileyebildi. (Bakınız Luka 2:49-51) Annesine şu sözleri söyleyebildi, “Kadın, benden ne istiyorsun?” Ama yine de, çarmıhın söz ile tarif edilemez acılarını yaşadığı zamanda annesini şefkat ile sevdiği öğrencinin himayesine teslim etti. İlk örnekte, Kendisini Tanrının isteğini yerine getirmek için gerekli bir ruh ile Babasına adadı; bir sonraki örnekte mükemmel bir insan yüreğinin yumuşak duygularını ifade etti. Hem Tanrıya adanması hem de şefkati, her ikisi de mükemmel idi. Birinin diğerine karışmasına izin verilmedi; her ikisi de uygun yer ve zamanlarda görkemli bir ışık ile parladı.

Şimdi ise, bu mükemmel insanın örneği, tahıl sunusunun temelini oluşturan “ince un” ile gözlerimizin önüne serilmektedir. İnce un işlenmemiş kaba bir tahıl değildir; uygun ya da eşit olmayan hiç bir şey yoktu. Dışarıdan ne kadar baskı gelirse gelsin, her zaman adil bir düzey söz konusu idi. O, herhangi bir koşul ya da koşullar dizisi tarafından asla rahatsız edilemedi. O’nun hiç bir zaman geri adım atması ya da bir sözcüğü hatırlaması gerekmedi. “İnce un” aracılığı ile çok çarpıcı bir şekilde örneği verilen o mükemmel denge ile hareket etti her zaman.

Tüm bu olup bitenlerde, en onurlu ve en adanmış hizmetkarları ile belirli bir karşıtlık içinde durduğunu söylemeye gerek yok. Örneğin, Musa için “yeryüzünde var olan en alçakgönüllü insan” denilmesine rağmen, Musa’nın ağzından gereksiz sözler çıkmıştır. Petrus’a baktığımız zaman ise, zaman zaman gereğinden fazlasına kaçan bir gayret ve enerji görürüz ve aynı zamanda tanıklık etmekten kaçan bir korkaklık olduğunu da biliriz; eylem zamanı geldiği zaman, ortaya çıkması gereken adanmışlık mevcut değil idi. Mesih’in çok yakın çevresindeki havayı soluyan Yuhanna zaman zaman sert ve hoşgörüsüz bir tavır sergilemiştir. Hizmetkarların en adanmışı olan Pavlus’ta dikkat çeken bir eşitsiz davranışın var olduğunu görürüz. Baş kahin işe konuşur iken, hatırlaması gereken sözleri sadece mırıldandı. Korintliler’e önce pişman olduğu sonra pişman olmaktan vazgeçtiği bir mektup gönderdi. Bu kişilerin hepsinde bir kusur bulunur, ancak yalnızca O, “tek en dürüst ve en sevimli” Olan’dır.

Tahıl sunusunu incelerken üzerinde duracağımız düşüncelere netlik ve açıklık verecek olan öncelikle, hangi malzemeden oluştuğudur; ikinci olarak ise, sunulduğu çeşitli biçimler önem taşır ve üçüncü olarak, üzerinde durulması gereken bu sunuya kimlerin paydaş olduklarıdır.

I. Kullanılan malzemelere gelince, “ince un” sununun temeli olarak görülebilir ve onda Mesih’in her mükemmelliğe sahip olan insanlığı ile ilgili bir örnek buluruz. Bu sunuda uygun olan her gerekli erdem ve duygusal eylem mevcut idi. Kutsal Ruh Mesih’in eşsiz üstünlüğünü ortaya koymak için O’nun kişiliğinin yüceliğini açıklamaktan zevk alır. O’nu tüm diğerleri ile karşılaştırarak üstünlüğünü gözlerimizin önüne serer. Hatta O’nu Adem’in en iyi ve en yüce konumu ile bile karşılaştırır; bu konuda şunları okuruz: “İlk insan yerden, yani topraktandır. İkinci insan göktendir.” (1.Korintliler 15:47) İlk insan Adem düşmüş hali ile bile topraktan idi, ama ikinci İnsan, “gökten olan” Rab idi.

Tahıl sunusundaki “zeytinyağı” Kutsal Ruhun bir örneğidir. Ama zeytinyağı nasıl iki şekilde uygulanabiliyor ise, aynı şekilde Kutsal Ruh da ikili bir görünüm ile, Oğul’un beden alması ile bağlantılı olarak sunulur. İnce un zeytinyağı ile karıştırılır idi ve üzerine zeytinyağı dökülür idi. Örnek bu şekilde idi ve karşıt örnekte kutsanmış Rab İsa Mesih’e önce gebe kalındığını ve sonra Kutsal ruh tarafından “meshedildiğini” görürüz. (Matta 1:18,23 ile Levililer 3:16 ayetlerini karşılaştırınız). Bu, tanrısaldır! Burada çok belirli olan kesinlik, canda hayranlık uyandırır. Örneğin malzemelerini oluşturan tek ve aynı Ruh’tur ve bize karşıt örnekte yer alan gerçekleri gösterir. Bizim için böylesine mükemmel bir titizlik ile ayrıntılar  veren Levililer Kitabında yer alan örnekler ve gölgeler aynı zamanda müjde öykülerindeki görkemli özneyi de vermişlerdir. Eski ve Yeni Antlaşma sayfaları arasında soluk alan Ruh aynıdır ve birinin diğeri ile ne kadar kesin bir uyum içinde olduğunu görmemizi sağlar.

Bakirenin rahminde Kutsal Ruh tarafından oluşturulan Mesih’in insanlığı ile ilgili kavram, yenilenmiş zihnin dikkatini çeken en derin gizemleri açıklar. Bu konu tam ayrıntılı olarak Luka’nın müjdesinde yer alır ve bütünü ile karakteristik bir özellik sergiler; Müjdenin tamamında Kutsal Ruh kendi tanrısal tavrı ile “İnsan İsa Mesih’i” açıklar. Matta müjdesinde, “İbrahim’in Oğlu – Davut’un Oğlu” - ifadelerine yer verilir. Markos’un müjdesinde Tanrı Hizmetkarı ifadesi ile görülür. Yuhanna müjdesinde ise – Tanrı Oğlu - Sonsuz Söz – Yaşam – ve aracılığı ile her şeyin yaratıldığı Işık ifadelerini görürüz. Ama Kutsal Ruhun Luka’daki ana konusu, “İnsanoğlu” dur.

Melek Cebrail, Meryem’e beden alma ile bağlantılı olan büyük işin saygınlığını bildirmişti, Meryem ise, bir kuşku ruhu ile değil, ama samimi bir bilgisizlik ile şu soruyu sormuş idi: “Bu nasıl olur? Ben erkeğe varmadım ki!” Meryem bu Yüce Kişi’nin doğumunun olağan kuşak ilkelerinden farklı olmasına şaşırmıştı, ama Rabbin kulu olduğunu bildirdi ve kendisine söylendiği gibi olmasına razı oldu. Meleğin, bakirenin sorusuna verdiği yanıt söz ile anlatılamayacak kadar ilginçtir ve tam olarak kavranamayabilir. “Melek ona şöyle yanıt verdi: ‘Kutsal Ruh senin üzerine gelecek, yüceler Yücesinin gücü sana gölge salacak. Bunun için doğacak olana kutsal, Tanrı Oğlu denecek.” (Luka 1:35)

Bu harika bölümden öğrendiğimiz şudur: sonsuz Oğul’un büründüğü insan bedeni “Yüceler Yücesinin” gücü ile biçimlendirilmiştir. “Benim için bir beden hazırladın.” (Mezmur 40:6 ile İbraniler 10:5 ayetlerini karşılaştırınız.) Bu beden, gerçek bir insan bedeni idi – gerçek “et ve kan”. Burada gnostisizmin ve mistisizmin geçersiz ve değersiz teorilerini destekleyen olası bir temel mevcut değildir – ne gnostisizmin soğuk soyutlamaları ne de mistisizmin gizemli ilkeleri. Her şey derin, sağlam ve tanrısal gerçekliktir. Yüreklerimizin ihtiyaç duyduğu şey, Tanrının bize vermiş olduğudur. İlk vaat, “kadının soyunun yılanın başını ezeceğini” vaat etmiştir ve bu vaadin yerine getirilmesi için gerçek bir insana ihtiyaç vardı; doğası saf ve bozulamaz olan bir insan. Elçi melek, “rahminde gebe kalacaksın ve bir oğul doğuracaksın” 2 Ve sonra bu kavram ile ilgili referansta herhangi bir hataya yer verilmesin diye Sonsuz Oğul’un “paydaş olduğu” “et ve kanın” kesinlikle gerçek olduğunu ve tek bir hataya bile sahip olmasının imkansız olduğunu kanıtlamak için başka sözler de ekler. Rab İsa’nın insanlığı tamamıyla “kutsaldı”. Ve hem tamamıyla lekesiz idi hem de bir ölümlülük tohumuna asla yer vermiyor idi. Ölümlülüğü ancak günah ile bağlantılı olarak düşünebiliriz ve Mesih’in insanlığının ne kişisel ne de nispeten günah ile hiç bir ilişkisi yok idi. Çarmıhta “bizim yerimize günah yapıldığı” zaman, günahı bedeninde yüklendi. Ama tahıl sunusu, günah üstlenen Mesih ile ilgili bir örnek değildir. Tahıl sunusu O’nun burada yeryüzündeki mükemmel yaşamını sembolize eder; bu yaşamında elbette acı çekti, ama acı çekmesinin nedeni günah işleyen biri olması değil idi. Bu noktanın net olarak anlaşılması gerekir; Ne yakmalık sunuda ne de tahıl sunusunda Mesih’i günah üstlenen biri olarak görmeyiz. Tahıl sunusunda Mesih’i “yaşarken”, yakmalık sunuda ise “ölürken” görürüz. Ama her ikisinde de günah nedeni ile Tanrının gazabına katlandığına ya da günah suçlaması yüklendiğine dair bir anlam yer almaz. Özetleyecek olur isek, Mesih’i çarmıhın dışında bir yerde, günahkarların yerine geçen olarak sunmak O’nun yaşamının tanrısal güzelliğini ve üstünlüğünü çalmak ve çarmıhı hiçe saymaktır. Ayrıca, böyle bir düşünce Levililer’deki örnekleri umutsuz bir karmaşa içine sürüklemek olacaktır.

Bu noktada okuyucuma ciddi anlamda tavsiye edeceğim şey şudur: Rab İsa Mesih’in canlı gerçeği hakkındaki referans ile ilgili olarak asla yeterince gayretli olamaz. Eğer bu konu hakkında tek bir hata olsa idi, hiç bir konuda güvence mevcut olamaz idi. Temeli bu gerçeğe dayanmayan konuda Tanrı varlığının kutsaması mevcut olamaz. Mesih’in kişiliği, Kutsal ruhun tüm işleyişlerinde sürdürdüğü tanrısal temeldir. Şimdi O’nun hakkındaki gerçeği kaydıralım, göreceğimiz şu olacaktır: siz şamandırasından kırılmış, dümeni ya da pusulası olmayan ve sürüklenen bir kaba benzer. Ve Arianizm, İmansızlık ya da Ateizm kayalarının üzerinde kırılıp parçalanma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Mesih’in Sonsuz Oğulluğunu sorgulayın – Tanrılığını sorgulayın – lekesiz insanlığını sorgulayın ve işte o zaman böyle yapmakla ölümcül bir hatanın yıkıcı gelgitine meydan verecek olan bir barajın kapısını açmış olacaksınız. Hiç kimse bir an için bile bunun yalnızca eğitimli teologlar tarafından tartışılabilecek bir konu olduğunu düşünmesin – merak uyandıran bir konu – belirsiz bir gizem – üzerinde yasal olarak farklı düşünebileceğimiz bir konu? Hayır; Bu, Kutsal Ruhun gücünde saklı olan, canlı ve temel bir gerçektir ve hepsi sayesinde elde edilir – evet, eğer itiraf edilmesi gerekir ise, sonuçları ne olur ise olsun tüm koşullar altında durum budur.

Kutsal Ruh aracılığı ile yüreklerimize almak istediğimiz şey, yalnızca Babanın Oğul hakkındaki açıklamasıdır ve sonra canlarımız düşmanın şekli ne olur ise olsun her türlü tuzağından etkin bir biçimde korunacaktır. Düşman özellikle Arianizm ya da Sosinianizm tuzağını yorumun en uygun ve en çekici siteminin çimeni ve yaprakları ile örtebilir; ama adanmış bir yürek doğrudan sahip olduğu her şeyi borçlu olduğu Kutsanmış Olan’a karşı bu sistemin girişimlerini ve O’nu nereye oturtmak istediğini keşfeder. İnsani teoriler olmaksızın elbette yapabiliriz; ama Mesih olmadan asla yapamayız – Tanrının Mesih’i – Tanrı sevgisinin Mesih’i – Tanrının öğütlerinin Mesih’i – Tanrı sözünün Mesih’i.

Rab İsa Mesih, Tanrının sonsuz Oğlu, görkemli Üçlü Birlik’te ayrı bir Kişilik, bedende görünen Tanrı, her şeye egemen Tanrı, sonsuza kadar kutsanmış, doğuştan saf ve tanrısal bir beden ve herhangi bir kusur olasılığı asla yok – günah ve ölümlülüğün her tohumundan ya da ilkesinden kesinlikle özgür. Mesih’in insanlığı işte böyle idi; O, her an sahip olduğu Kişiliği nedeni ile gelmiş olduğu ve ait olduğu gökyüzüne geri dönebilir idi. Burada sözünü ettiğim kurtaran sevginin sonsuz öğütleri ya da İsa’nın yüreğindeki değişmez sevgi değil – O’nun Tanrıya olan sevgisi – O’nun Tanrının seçtiklerine olan sevgisi ya da Tanrının İbrahim’in soyu ve tüm yaratılış ile yapmış olduğu sonsuz antlaşmanın yerine gelmesi için ihtiyaç duyulan iş. Mesih’in kendi ağzı ile söylediği sözler bize “Mesih acı çekeceğini ve üçüncü gün ölümden dirileceğini” öğretirler. (Luka 24:46) Kurtuluşun büyük gizeminin tam görünümünü ve mükemmel bir şekilde yerine getirilişini sağlamak için O’nun acı çekmesi gerekiyor idi. O’nun amacı, “pek çok oğlu yüceliğe eriştirmek” idi. “Tek başına” kalmayacak idi ve bu yüzden buğday tanesi olarak “toprağa düşmesi ve ölmesi gerekiyor idi.” O’nun Kişiliğindeki gerçeğe ne kadar yakın olur isek, O’nun yaptığı işteki lütfu o kadar iyi kavrayabiliriz.

Elçi, Mesih’in “çektiği acılar aracılığı ile yetkinliğe eriştiğini” söylediği zaman şunu anlayabiliriz: elçi, O’nu kendi soyut kişilik ve doğası ile düşünür, tanrısal mükemmelliğe sahip yetkin ve sonsuz Oğul olarak düşünmez. Aynı zamanda O Kendisi hakkında, “bu gün ve yarın cinleri kovup hastaları iyileştireceğim ve üçüncü gün hedefime ulaşacağım.” (Luka 13:32) O, burada, dirilişin gücü ile yetkinleşmiş varlığına, kurtuluşun tüm işini tamamlayan konumuna işaret eder. O’nun kişisel olarak ilgilendiği konu, Getsemani bahçesinden ayrılır iken söylediği sözlerinde belirlenir: “Yoksa Babamdan yardım isteyemez miyim sanıyorsun? İstesem hemen şu an bana on iki tümenden fazla melek gönderir. Ama böyle olması gerektiğini bildiren Kutsal Yazılar o zaman nasıl yerine gelir?”(Matta 26:53,54)

Canın bu konuyu iyi anlaması yararlıdır – Mesih’i Kişiliğinin elzem saygınlığı ve doğasının tanrısal saflığı içinde sunan bu ayetler içinde var olan uyumun tanrısal doğasına ait bir duyu olarak sahip olmak faydalıdır ve O’nun, halkı ile olan ilişkisini ve kurtuluşun yüce işini yerine getiren Kişi olarak sunmak uygundur. Zaman zaman bu iki konunun aynı bölümde, örneğin İbraniler 5:8,9 ayetlerinde olduğu gibi bir araya getirildiklerini görürüz: “Oğul olduğu halde, çektiği acılar ile söz dinlemeyi öğrendi. Yetkin kılınınca, sözünü dinleyen herkes için sonsuz kurtuluş kaynağı oldu.” Ancak yine de aklımızda tutmamız gereken bir nokta vardır: Mesih’in gönüllü olarak girdiği bu ilişkiler – kaybolmuş bir dünyaya Tanrı sevgisinin ifadesi olarak ya da tanrısal öğütlerin hizmetkarı olarak – tüm bunların hiç biri O’nun kişiliğinin elzem saflığı, üstünlüğü ve yüceliği ile bir araya gelemez idi. “Kutsal Ruh bakirenin üzerine geldi” ve “Yüceler Yücesinin gücü ona gölge saldı.” Ve “bu nedenle, doğacak olana kutsal Tanrı Oğlu dendi.” Mesih’in saf ve mükemmel insanlığının derin sırrının en harika açıklaması – “ince unun zeytinyağı ile karıştırılmasının” büyük karşıt örneği.

Ve burada, gözlemde bulunmama izin verirseniz, Rab İsa Mesih’te görülen insanlık ve bizde görülen insanlık arasında hiç bir şekilde bir birlik olamayacağını söyleyeceğim. Çünkü saf olan saf olmayan ile asla karışamaz. Çürümeyecek olan çürüyecek olan ile asla birleşemez. Ruhsal ve dünyasal olan – göksel ve yersel olan – asla bir araya gelemez. Bu yüzden, beden alma bazı kişilerin öğretmeye çalıştıkları gibi, Mesih’in bizim düşmüş doğamızı kendisi ile birleştirdiği doğru değildir. Eğer bunu yapabilmiş olsa idi, o zaman çarmıhtaki ölüme gerek kalmayacak idi. Bu durumda “vaftiz gerçekleşene kadar” sıkıntı içinde hissetmesine gerek kalmaz idi. “Buğday tanesinin toprağa düşüp ölmesine” gerek kalmaz idi. Bu düşünce, çok büyük bir an ile ilgilidir. Ruhsal zihnin bu konu üzerinde düşünmesine izin verin. Mesih’in günahkar insanlığı Kendisi ile birleştirmesi imkansız idi. Matta’nın müjdesinin ilk bölümünde meleğin Yusuf’a ne dediğine kulak verin: “Davut oğlu Yusuf, Meryem’i kendine eş olarak almaktan korkma. Çünkü onun rahminde oluşan Kutsal Ruh’tandır.” (Matta 1:20b) Böylece hem Yusuf’un doğal duygularının hem de Meryem’in dindar bilgisizliğinin, Mesih’in insanlığı ile ilgili kutsal gizeminin daha geniş bir açıklama fırsatına neden olduğunu anlayın. Ve aynı zamanda insanlığın düşmanın tüm küfürlü saldırılarına karşı insanlığın korunuşunu görün!

O zaman imanlılar Mesih’e nasıl bağlanırlar? Bu birleşme beden almada mı yoksa dirilişte midir? Kesinlikle dirilişte. Bu yanıtın kanıtı nerededir? “Buğday tanesi toprağa düşüp ölmedikçe yalnız kalır.” (Yuhanna 12:24) Ölümün bu tarafında, Mesih ve O’nun halkı arasında bir birleşme olamaz idi. İmanlılar Mesih ile yeni bir yaşamın gücü içinde birleşirler. Önceden günahları içinde ölü idiler ve O mükemmel lütfu nedeni ile aşağı indi ve Kendisi saf ve günahsız olmasına rağmen, “günah yapıldı” – “günah karşısında öldü” – günahı ortadan kaldırdı – günah üzerinde zafer kazandı ve günah ile ilgili her şeye üstün geldi ve dirilişte yeni bir soyun Başı oldu. Adem, kendisi ile birlikte düşen eski yaratılışın başı idi. Mesih, ölümü aracılığı ile kendisini halkının içinde bulunduğu koşulların tüm ağırlığı altına koydu ve onlara karşı olan her şeye mükemmel bir şekilde üstün geldi, her konuda zafer kazandı ve halkını Kendisi ile birlikte Kendisinin görkemli Başı ve Merkezi olduğu yeni yaratılışa taşıdı. Bundan dolayı, “Rab ile birleşen kişi O’nunla tek ruh olur” ifadesini okuruz. (1.Korintliler 6:17) “Ama merhameti bol olan Tanrı bizi çok sevdiği için, suçlarımızdan ötürü ölü olduğumuz halde, bizi Mesih ile birlikte yaşama kavuşturdu. O’nun lütfu ile kurtuldunuz. Tanrı bizi Mesih İsa’da Mesih ile birlikte diriltip göksel yerlerde oturttu.” (Efesliler 2:4-6) “Çünkü bizler O’nun bedeninin üyeleriyiz.” (Efesliler 5:30) “Sizler suçlarınız ve benliğinizin sünnetsizliği yüzünden ölü iken Tanrı sizi Mesih ile birlikte yaşama kavuşturdu. Bütün suçlarımızı O bağışladı.” Koloseliler 2:13)

Bu konu ile ilgili bölümler çoğaltılabilirler, ama yukarıda verilen örnekler Mesih’in, halkının Kendisi ile birleşebilmesi, beden almasının değil, ölmesinin sonucu olarak gerçekleştiğini kanıtlamak açısından yeterlidir. Bu konu okuyucunun gözüne önemsizmiş gibi mi görünüyor? Bu konuyu Kutsal Yazıların ışığında inceleyelim. Tüm sonuçların ağırlığı ayetlerin sorumluluğu üzerinde olsun. Mesih’in Kişiliği, ölümü, eski yaratılışı ve bizim bulunduğumuz konumu yeni yaratılışta merhameti aracılığı ile Kendi üzerine aldı. Eğer okuyucu konuya bu şekilde bakar ise, eminim artık bu konuyu basit bir konu olarak görmekten vazgeçecektir. Okuyucu en azından tek bir şeyden emin olarak rahatlayabilir, o da şudur; bu sayfaların yazarı eğer Kutsal Yazılar aracılığı ile bu konudan emin olmasa idi, bu konuda tek bir satır bile yazmazdı. Tanrısal açıklamanın tamamı öylesine iç içedir ki, Kutsal Ruhun eli aracılığı ile öylesine uyarlanmıştır ki, tüm parçalar kendi aralarında öyle uyumludurlar ki, eğer bir tek gerçek bozulur ise, açıklamanın tamamı yara alır. Bu gözlemin her imanlının zihninin üretmesi için yeterli olması gerekir. Kutsal bir tedbir alınmadığı sürece bazı kaba dokunuşlar doğaüstü yapının güzelliğini bozarlar. Her taşın tanrısal olarak atanmış olduğu yerde bırakılması gerekir. Ve hiç kuşkusuz Mesih’in Kişiliği hakkındaki gerçek açıklamanın köşe taşıdır.

“İnce un ile karıştırılan zeytinyağı” aracılığı ile örneği verilen gerçeği açıklamak için çaba gösterdikten sonra “üzerine zeytinyağı dökülecek” ifadesindeki başka bir ilginç düşünceye dikkat çekebiliriz. Bu düşüncede Rab İsa Mesih’in Kutsal Ruh tarafından mesh edilişine dair bir örnek buluruz. Rab İsa’nın bedeni Kutsal Ruh tarafından yalnızca gizemli bir şekilde biçimlendirilmekle kalmamış, aynı zamanda o saf ve kutsal kap aynı güç aracılığı ile hizmet için de mesh edilmiştir. “Bütün halk vaftiz olduktan sonra İsa da vaftiz oldu. Dua ederken gök açıldı ve Kutsal Ruh bedensel görünümde, güvercin gibi O’nun üzerine indi. Gökten, ‘Sen benim sevgili Oğlumsun, senden hoşnudum” diyen bir ses duyuldu.” (Luka 3:21,22)

Rab İsa’nın Kutsal Ruh tarafından, halk hizmetine başlamadan önce mesh edilmesi, Tanrının gerçek ve etkin bir hizmetkarı olmayı arzu eden herkes için yoğun ve pratik bir öneme sahiptir. İnsanlığının Kutsal Ruh tarafından oluşturulmasına rağmen, “beden alan Tanrı” olarak Kendi Kişiliğindedir; Kendi içinde Tanrının tüm doluluğunu barındırmasına rağmen, yine de yeryüzüne Tanrının isteğini- her ne isteği olur ise- yerine getirmek için insan olarak geldiği gerçeği iyice gözlemlenmelidir. Tanrının isteği, müjdenin yayılması, havralarda öğretiş vermek, hastaları iyileştirmek, cüzamlılara şifa vermek, cinleri kovmak, açları doyurmak ya da ölüleri diriltmek olabilir; O, tüm bunların hepsini Kutsal Ruh aracılığı ile yaptı. Tanrı Oğlunun bu dünyada görünmek istediği o kutsal ve göksel kap Kutsal Ruh tarafından oluşturuldu, dolduruldu, mesh edildi ve yönlendirildi.

Bizler için ne kadar büyük ve kutsal bir ders! En çok ihtiyaç duyduğumuz ve yararı büyük olan bir ders! O bizi göndermeden gitmeye ne kadar eğilimliyizdir ve yine, yalnızca benliğin enerjisi ile hareket etmeye ne kadar eğilim gösteririz! Tanrısal huzurda asla ölçülmemiş ve yargılanmamış bir doğanın huzursuz ve kutsal olmayan eylemini nasıl da hizmete benzetiriz! Gerçekten de tanrısal tahıl sunumuzu daha yakından incelememiz gerekir. “Zeytinyağı ile karıştırılan ince un” ifadesinin anlamını daha iyi anlamak için Mesih’in Kendisi üzerinde daha derin düşünmeye ihtiyacımız var. Mesih, kişiliğinde tanrısal güce sahip olmasına rağmen işinin tamamını yerine getirdi, mucizelerini gerçekleştirdi ve sonunda sonsuz Ruh aracılığı ile Kendisini Tanrıya lekesiz olarak sundu. O, “Ben, cinleri Tanrının Ruhu aracılığı ile kovuyorum” diyebildi.

Kutsal Ruhun gücü aracılığı ile yerine getirilmeyen işlerin hiç bir değeri yoktur. Bir insan yazı yazabilir, ama eğer kalemi Kutsal Ruh tarafından yönlendirilmiyor ve kullanılmıyor ise, yazdığı satırlar kalıcı bir sonuç üretemeyeceklerdir. Bir insan konuşabilir; ama eğer dudakları Kutsal Ruh tarafından mesh edilmedi ise, söyledikleri kalıcı bir köke sahip olmayacaklardır. Bu ciddi bir düşüncedir ve eğer uygun bir şekilde tartıldığı takdirde bizi daha ayık ve uyanık olmaya yönlendirecek ve Kutsal Ruh’a daha gayretli bir bağlılık oluşmasını sağlayacaktır. İhtiyacımız olan şey kendimizi boşaltmamızdır, öyle ki Kutsal Ruh’a bizim aracılığımız ile hareket etmesi için yer kalabilsin. Kendisi ile dolu olan bir insanın Kutsal Ruh’un kabı olabilmesi mümkün değildir. Böyle birinin önce kendisini boşaltması gerekir ve ancak ondan sonra Kutsal Ruh onu kullanabilir. Rab İsa’nın işi ve kişiliği üzerinde düşündüğümüz zaman, her olay ve koşulda O’nun nasıl Kutsal Ruh’un doğrudan gücü aracılığı ile hareket ettiğini görürüz. Burada yeryüzündeki yerini insan olarak alıp insanlara yalnızca Tanrının Sözü aracılığı ile yaşamaları gerekmediğini ama aynı zamanda Kutsal Ruh’un yani tanrının Ruhu aracılığı ile de hareket etmeleri gerektiğini gösterdi. İnsan olarak isteği mükemmel idi, ama buna rağmen O’nun sözleri, düşünceleri ve eylemlerinin hepsi mükemmel idi, ama O yine de Sözün doğrudan yetkisinin ve Kutsal Ruh’un doğrudan gücü olmadan hareket etmedi. Ah! Her konuda olduğu gibi bu konuda da O’nun adımlarını daha yakından ve daha sadık bir şekilde izleyebilse idik. O zaman hizmetimiz gerçekten de daha etkin, tanıklığımız da daha verimli olur idi, yaptığımız her şeyin tamamı Tanrının yüceliği için olur idi.

Tahıl sunusundaki dikkatimizi talep eden diğer malzeme, “günnük”tür. Daha önce belirtilmiş olduğu gibi, “ince un” sununun temelini oluşturmaktadır. “Zeytinyağı” ve “günnük” önde giden iki ek malzemedir. Ve bu iki son malzeme arasındaki bağlantı en eğitici olandır. “Zeytinyağı”, Mesih’in hizmetinin gücüne örnektir; “günnük” bu nedenle özneye örnek teşkil eder. Zeytinyağı ise bize O’nun her şeyi Kutsal Ruh aracılığı ile yaptığını öğretir. Günnük ise O’nun her şeyi Tanrının yüceliği için yaptığını öğretir. Günnük, Mesih’in yaşamının öncelikli olarak tanrıya ait olduğunu sembolize eder. Bu durum ikinci ayette aşikar bir şekilde ifade edilir: “Sunuyu Harun soyundan gelen kahinlere götürmeli. Kahin avuç dolusu ince un, zeytinyağı ve bütün günnüğü alıp sunağın üzerinde anma payı olarak yakacak. Bu yakılan sunu ve Rabbi hoşnut eden kokudur.” Böylece gerçek tahıl sunusunda İnsan İsa Mesih’i görüyoruz. O’nun kutsanmış yaşamı yalnızca Tanrı için adanmıştı. O’nun her düşüncesi, her sözü ve her eylemi hemen o anda Tanrıya yükselen hoş bir koku oluşturuyor idi. Ve örnekte olduğu gibi, hoş koku sunak üzerinde yakılan günnükten kaynaklanıyor idi. Bu edenle, karşıt örnekte kutsanmış yaşamının tüm olaylarında ve koşullarında o ne kadar çok “çaba gösterirse”, O’nun insanlığında Tanrının tahtına hoş bir koku olarak yükselebilecek hiç bir şey mevcut değil idi. Eğer yakmalık sunuda Mesih’in “kendisini lekesiz olarak Tanrıya sunduğunu görüyor isek; tahıl sunusunda O’nun insan doğasının tüm üstün ve mükemmel eylemlerinde kendisini Tanrıya sunduğunu görüyoruz. Yeryüzünde mükemmel, kendini boşaltmış ve itaatkar bir insanın, sözün yetkisi aracılığı ile ve Kutsal Ruh’un gücü aracılığı ile davranarak yalnızca tanrısal bir kabul görebilecek olan hoş kokuya sahip olduğunu anlıyoruz. “Tüm günnüğün” sunak üzerinde tüketildiği gerçeği bunu en basit şekilde sabit kılmaktadır.

Şimdi bizim için geriye yalnızca tahıl sunusunun ayrılmaz bir malzemesi olan “tuz” kalır. “Bütün tahıl sunularını tuzlayacaksınız. Tanrının sizinle yaptığı antlaşmayı simgeleyen tuzu tahıl sunularından hiç eksik etmeyeceksiniz. Bütün sunulara tuz katacaksınız.” “Antlaşmanın tuzu” ifadesi o antlaşmanın kalıcı karakterini ortaya koyar. Tanrı her tahıl sunusunda böyle olmasını buyurmuştur ve bunu asla hiç bir şey değiştiremez – ve hiçbir etki bu buyruğu bozamaz. Ruhsal ve pratik bir açıdan bakılacak olur ise, bu tür bir malzemenin değerini abartmak mümkün değildir. “Konuşmalarınız her zaman lütufkar ve tuz ile tatlandırılmış olsun.” Mükemmel İnsan’ın tüm konuşmaları bu ilkenin gücünü sergiledi. O’nun sözleri yalnızca lütuf sözleri değil idi, ama aynı zamanda tadı acı olan sözler idi; bu sözleri lekeleyen ya da bozan bir etkiden korumak için tanrısal bir uyarlama mevcut idi. O asla “günnük” ile güzel koku yaymayan ya da tuz ile tatlandırılmamış sözler söylemedi. Hoş koku yayan sözler özellikle Tanrı tarafından kabul görürdü ve tuz ile tatlandırılmış sözler ise insan için yararlı olurlardı.

Bazen ne yazık ki, insanın çürümüş yüreği ve bozulmuş tadı tanrısal tuz konmuş tahıl sunusunun acılığını hoş göremedi. Örneğin, Nasıra havrasındaki olaya tanık olalım (Luka 4:16-29) İnsanlar O’na tanıklık edebildiler ve ağzından çıkan lütufkar sözlere hayret ettiler. Ama O bu sözlerini, onları ulusal kibirlerinin bozucu etkisinden korumak için çok gerekli olan tuz ile tatlandırdığı zaman, O’nu uçurumdan aşağı atmak için kentin kurulduğu tepenin yamacına götürdüler.

Aynı zamanda Luka 14. Bölümde de O’nun “lütufkar” sözleri “büyük kalabalıkların” O’nun ardına düşmesine yol açtığı zaman, O hemen kutsal sadakatten ve O’nu izlemenin kesin sonuçlarından söz ederek sözlerine “tuz” kattı. “Gelin, çünkü şimdi her şey hazır.” Burada söz konusu olan, “lütuf” idi. Ama sonra, “sahip olduğu her şeyi ve herkesi terk etmeyen benim öğrencim olamaz” sözleri ile “tuz” kullandı. Lütuf çekicidir, ama “tuz iyidir.” Karşılıklı lütufkar konuşmalar rağbet görebilir, ama tuzlanmış karşılıklı konuşmalar asla rağbet görmeyecektir. Tanrı lütfunun saf müjdesi belirli zamanlarda ve belirli koşullar altında kalabalıklar tarafından bir süre için izlenebilir. Ama sadık bir uygulamanın tuzu ortaya konduğu zaman, sözün gücü altına getirilmemiş olan her çitin yıkılmasına neden olacaktır.

Böylece tahıl sunusunu oluşturan malzemeleri gözden geçirdikten sonra, şimdi ondan uzak tutulan malzemeleri inceleyeceğiz.

Bu malzemelerden ilki, “maya” idi. “Rabbe sunacağınız tahıl sunularının hiç birinin içine maya katılmamalı.” Bu malzeme, esin yolu ile yazılmış olan tüm kitapta, tek bir istisna dışında kötülük sembolü olarak kullanılır. Daha ileriki bölümlerde karşılaşacağımız Levililer kitabının 23. Bölümünde Pentikost gününde sunulan iki somun için mayanın kullanılmasına izin verildiğini görürüz. Ama maya, tahıl sunusunun kesinlikle dışında bırakılmıştır. “İnsan İsa Mesih’i” sembolize eden tahıl sunusunda ekşi olan ve kabaracak olan, yani kötülüğü ifade eden hiç bir şey olmamalı idi. O’nda, doğanın ekşiliğini, şişkinliğini ve gururunu ima eden hiç bir şey var olamaz idi. Her şey saf, sağlam ve içten idi. O’nun sözleri zaman zaman canlıları kesebilirdi, ama asla ekşi değil idi. O’nun tarzı asla gerekenin üzerine yükselmedi. O’nun davranışı her zaman Tanrının huzurunda her zaman yürüyen birinin derin gerçekliğini gösterdi.

İsa’nın adını taşıyan kişilerde ne yazık ki çok iyi bildiğimiz bir şey vardır; maya zaman zaman nasıl da varlığını ve etkilerini gösterir. İnsan meyvesinin lekelenmemiş tek bir yaprağı bile mevcut değildir, ama mayasız olan mükemmel tek bir tahıl sunusu vardır ve Tanrıya şükürler olsun ki, bu tahıl sunusu bizimdir. Tanrı ile paydaşlıkta, tanrısal huzurun kutsal yerinde bu tahıl sunusundan besleniriz. Kesinlikle ve elzem olarak mayasız Olan’ın yaşamını ve hizmetini düşünmek için yenilenmiş bir zihnin Mesih’in insanlığının mayasız mükemmelliği üzerinde düşünmesinden daha eğitici ve canlandırıcı gerçek bir uygulama olamaz. O’nun düşünce, sevgi, arzu ve hayalinin kaynağında bir zerre maya dahi mevcut değil idi. O, günahsız, lekesiz ve mükemmel İnsan idi. Ve bizler Kutsal Ruh’un gücü aracılığı ile tüm bunları ne kadar daha iyi kavrama gücünü elde edersek, lütuf deneyimimiz o kadar daha derin olacaktır; lütuf, bu Mükemmel Olan’ı çarmıha gerildiği zaman, Kendisini halkının tüm günahlarının tam sonuçları altına yerleştirmesi için yönlendirmiş idi. Ama yine de her şeye rağmen bu düşünce, tamamen kutsanmış Rabbimizin günah sunusu görünümüne aittir. Tahıl sunusunda söz konusu olan günah değildir. Tahıl sunusu günah üstlenen birinin örneği değildir; Kutsal Ruh tarafından oluşturulmuş ve mesh edilmiş gerçek, mükemmel ve lekesiz bir İnsan’ın örneğidir; mayasız bir doğaya sahiptir ve burada yeryüzünde mayasız bir yaşam sürmüştür; Kişisel üstünlüğünün hoş kokusunu Tanrıya sunmuştur ve insanlar arasında “tuz ile tatlandırılmış lütuf” aracılığı ile yalnızca Kendisine özgü bir karakter ortaya koyar.

Ama tahıl sunusuna aynı maya gibi konmaması gereken bir başka malzeme daha vardı ve bu malzeme “bal” idi. “Rabbe sunacağınız tahıl sunularının hiç birine maya katılmamalı. Çünkü Rab için yakılan sunu içinde hiç bir zaman maya ya da bal yakılmamalı.” (ayet 11) Şimdi şu noktaya değinelim; maya nasıl kötülüğün bir ifadesi ise, doğal olarak balı da tatlı ve çekici olanın önemli bir sembolü olarak düşünebiliriz. Tanrı bu her iki malzemeyi de yasaklamış idi – her ikisi de özenli bir şekilde tahıl sunusundan uzak tutulmalı idi – her ikisi de sunak için uygun değiller idi. İnsanlar, Saul gibi, “kötü ve reddedilmesi gereken” ve “iyi ve kabul edilen” arasında ayırım yapmak için çaba gösterebilirler; ama Tanrının yargısı hassas Agag’ı, Amalek’in en kötü oğulları ile aynı safa dahil eder. Hiç kuşkusuz insanda değerli olduğu kabul edilmesi gereken bazı iyi ahlak özellikleri mevcuttur. “Bal bulduğun zaman yeterli miktarda ye.” Ama hatırla ki balın ne tahıl sunusunda ne de karşıt örneğinde yeri yoktur. Tahıl sunusunda Kutsal Ruh’un doluluğu mevcut idi. Günnüğün hoş kokusu mevcut idi; antlaşma tuzunun koruyucu değeri mevcut idi. Tüm bunlar “ince una” eşlik eden malzemeler idi; gerçek “tahıl sunusu” olan Kişi’de, bal yoktu.

Burada yürek için ne kadar büyük bir ders verilmektedir! Evet, ne kadar bütün bir talimatın anlamına değinilir! Kutsanmış Rab İsa doğaya ve onun ilişkilerine uygun yeri vermeyi ne kadar da iyi biliyor idi. O, ne kadar balın yeterli olacağından haberdar idi. Annesine, “Babamın işini yapmam gerektiğini bilmiyor musun?” diyebildi. Ve buna rağmen yine de sevdiği öğrenciye şu sözleri söyleyebildi: “İşte, annen!” Başka bir deyiş ile, doğanın taleplerine Mesih’in mükemmel insanlığının tüm enerjilerinin Tanrıya sunumu ile karışması konusunda asla izin verilmedi. Meryem ve diğerleri Kutsanmış Olan ile sahip oldukları insani ilişkilerin kendilerine yalnızca doğal alanlar üzerinde bazı garip iddia ya da etki verebileceğini düşünmüş olabilirler. “Daha sonra İsa’nın annesi ile kardeşleri (“bedene göre”) geldi. Dışarıda durdular, haber gönderip O’nu çağırdılar. İsa’nın çevresinde oturan kalabalıkların bazıları, ‘Bak, annen ile kardeşlerin dışarıda, seni istiyorlar’ dediler.” Gerçek Tahıl Sunusunun onlara verdiği karşılık ne oldu? O, doğal olanın çağrısına karşılık vermek için yaptığı işten hemen vazgeçti mi? Kesinlikle hayır, vazgeçmedi. Eğer vazgeçmiş olsa idi, “balı” tahıl sunusuna karıştırmış olacak idi, ki böyle bir şey imkansız idi. Bu olayda olduğu gibi, her durumda “bal” sadık bir şekilde dışarıda bırakıldı, kabul edilmedi. Tanrının taleplerine uyuldu ve Kutsal Ruhun gücü, günnüğün hoş kokusu ve tuzun değerleri kutsanmış bir şekilde gösterildi. “İsa, çevresinde oturanlara bakıp şöyle dedi: “İşte annem, işte kardeşlerim! Tanrının isteğini kim yerine getirir ise, kardeşim, kız kardeşim ve annem odur.” (Markos 3: 31-35) 3

Mesih’in hizmetkarı için güç olan bazı şeyler vardır; Efendi’nin taleplerine karıştırarak acı çekmemesi için doğal ilişkilerin taleplerini ruhsal bir titizlik ile uyarlaması gerekir. Bildiğimiz gibi kutsanmış Rabbimizin durumunda uyarlama tanrısal idi. Bizim durumumuzda tanrısal olarak fark edilen görevlerin genellikle Mesih’e hizmet olarak düşündüğümüz şeyler için açıkça ihmal edildiği görülür. Tanrının öğretişi sürekli olarak müjdenin göz ile görünen işi için ihmal edilir. Şimdi bu durumda hatırlamamızın yararlı olduğu şu nokta vardır; gerçek adanmışlık her zaman tüm tanrısal taleplerin tamamen garanti edildiği bir noktadan başlar. Eğer her gün saat dörtten saat ona kadar hizmet etmemi talep eden bir durumda isem, bu saatler süresince dışarı gidip ziyaretlerde bulunmam ve vaaz vermem için bir hakka sahip değilimdir. Eğer bir hizmet yapıyor isem, bu hizmetin saygınlığını tanrısal bir şekilde sürdürmeye bağımlıyımdır. Eğer evdeki hizmetim düzensiz ya da bir keşmekeş içinde iken, bir ileri bir geri koşmaya ve bu şekilde Tanrının kutsal öğretişine büzük zarar getirmeye hakkım yoktur. Bir kişi, “Ben kendimi müjdeyi vaaz etmeye çağrılmış hissediyorum ve koşullarımın ve işimin buna bir engel teşkil ettiğini düşünüyorum” diyebilir. Pekala, eğer siz müjdeyi duyurma işi için tanrısal olarak çağrıldıysanız ve bu hizmet için uygun iseniz ve iki şeyi bir araya getirip birleştiremiyor iseniz, o zaman konumunuzdan istifa edin ya da tanrısal bir şekilde işinizi kapatın ve Rab İsa’nın adı ile devam edin. Ama net olan şudur ki, bir konuma bağlı kaldığım ya da bir işe devam ettiğim sürece, müjde için verdiğim hizmetin öyle bir noktadan başlaması gerekir ki, böyle bir işin ya da konumun tanrısal taleplerine tam olarak karşılık verilsin. Adanma, böyle olur. Bunun dışındakiler her ne kadar iyi niyetli olsalar da karmaşadırlar. Tanrıya şükürler olsun ki, önümüzde Tanrının sözünde yeni yaratık ile ilgili Rab İsa Mesih’in yaşamı ve rehberliği gibi mükemmel bir örneğe sahibiz. Öyle ki, çağrılmış olduğumuz çeşitli ilişkilerde Tanrının ilahi takdirinde ya da Tanrının ahlak yönetiminde bu tür ilişkiler ile belirlediği talepler konusunda herhangi bir hata yapmak zorunda kalmayalım.

II. Konumuz ile ilgili ikinci nokta, tahıl sunusunun nasıl hazırlandığı hakkındadır. Okumuş olduğumuz gibi, bu ateş aracılığı ile gerçekleşir. Tahıl sunusu, “fırında”, “sacda” ve “tavada pişirilebilir. Pişirme süreci, acı çekme düşüncesini akla getirir. Ancak, tahıl sunusunun hoş kokusundan söz edilir – bu ifade günah sunusu ya da suç sunusu için asla kullanılmaz. Bu nedenle, aşikardır ki, günah için acı çekme düşüncesi mevcut değildir – günah nedeni ile Tanrının gazabının acısına ilişkin düşünceye yer verilmez – günahkarın yerine geçen olarak sınırsız Adalet’in elinde acı çekme düşüncesi söz konusu değildir. “Hoş koku” ve günah için acı çekme gibi iki düşünce Levililere özgü ekonomiye göre tamamen birbirlerine karşıttırlar. Eğer tahıl sunusuna günah için acı çekme düşüncesini katacak olsa idik, o zaman bu davranışımız tahıl sunusunun sembolüne bütünüyle zarar verirdi.

Daha önce belirtmiş olduğumuz gibi, Rab İsa’nın yaşamını gözden geçirir iken, tahıl sunusu ile ilgili özel bir özne önceden bildirilir; acı çekmenin üç ayrı türünün farkına varabiliriz; yani, doğruluk için acı çekmek, sempati gücü aracılığı ile acı çekmek ve güvenle beklerken acı çekmek.

O, Tanrının doğru Hizmetkarı olarak, O’na her şeyin tamamen karşıt olduğu bir olayın ortasında acı çekti. Bu iki tür acı arasında ayırım yapmak çok büyük bir önem taşır. Onları birbirlerinden ayırt edememek, kişiyi ciddi hataya yol açmak zorunda bırakır. İnsanların arasında kalarak Tanrı adına doğru bir Kişi olarak acı çekmek, tamamen farklı bir durumdur.  Rab İsa “yaşamı” süresince doğruluk için acı çekti. Ölümünde, günah için acı çekti. O’nun yaşamı sırasında insan ve şeytan ellerinden geleni yaptılar. Ve hatta çarmıhta tüm güçlerini ortaya koydular. Ama yapabildikleri her şey yapıldığı zaman, ölümcül düşmanlıkları ile yolculuk ettikleri zaman, insani ve şeytani düşmanlığın en üst sınırına ulaştıkları zaman, orada günahı Üstlenen’in yolculuk etmesi gereken tarifsiz bir hüzün ve dehşet alanının da ötesine geçmiş oldular. İsa yaşamı süresince her zaman Tanrının yüzünün parlak ışığında yürüdü, ama lanetlenmiş olan o ağaçta günahın koyu gölgesi araya girdi ve o ışığın önünü kapattı ve o g,İzemli feryadın yükselmesine neden oldu: “Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?” Bu, sonsuzluğun tarihi olaylarında kesinlikle tek başına duran bir an idi. Mesih’in yaşamının burada yeryüzündeki süresi sırasında zaman zaman gökyüzü O’ndaki tanrısal mükemmelliğin ifadesini ortaya koymak için açılmış idi. Ama Tanrı O’nu çarmıhta terk etti, çünkü O, o anda canını bir günah sunusu yapıyor idi. Eğer Mesih tüm yaşamı boyunca günahı yüklenmiş olsa idi, o zaman çarmıh ve diğer bir süreç arasındaki fark ne idi? Tüm yaşamı süresince Tanrı tarafından neden terk edilmemiş idi? Çarmıhtaki Mesih ile, görünümünün değiştiği kutsal dağdaki Mesih arasında ne fark var idi? O, dağda iken Tanrı tarafından terk edilmiş miydi? Orada günah üstlenen Biri mi idi? Bu sorular, günah üstlenen bir yaşam düşüncesini ileri süren kişiler tarafından yanıtlanması gereken çok kolay sorulardır.

Aşikar gerçek şudur: Mesih’in insanlığında ya da O’nun doğasında O’nu günah ya da gazap ya da ölüm ile bağlaması mümkün olan hiç bir şey mevcut değil idi. O, çarmıhta “günah” yapıldı ve orada Tanrının gazabına katlandı ve orada günah için tamamen yeterli bir kefaret olarak yaşamını teslim etti. Ancak tüm bunların hiç biri tahıl sunusunda yer almaz. Bir pişirme sürecinin olduğu doğrudur – ateşin eylemi. Ama bu, tanrının gazabı anlamına gelmez. Tahıl sunusu bir günah sunusu değil, bir “hoş koku” sunusu idi. Böylelikle, bu noktanın önemi kesin bir şekilde belirtilmiş olur. Ve ayrıca bunun zekice yorumu her zaman kutsal bir kıskançlık, Mesih’in lekesiz insanlığının değerli gerçeği ve O’nun birliklerinin gerçek doğası şeklinde yapılmalıdır. Doğumunun gerekliliği aracılığı ile O’nu günah üstlenen bir yapmak ya da O’nu bu şekilde yasanın laneti ve Tanrının gazabı altına yerleştirmek, Tanrının “beden alma” hakkındaki tüm gerçeğine karşı çıkmak demek olur. Gerçek, melek tarafından ilan edildi ve esin alan elçi aracılığı ile defalarca tekrar edildi. Ayrıca bu durum Mesih’in yaşamının tüm karakterini ve objesini mahveder ve onun farklı yüceliğinin çarmıhından çalar. Günahın ne olduğuna dair anlamı aşağı çeker ve kefaretin ne demek olduğunu küçümsemiş olur. Tek bir kelime ile söyleyecek olur isek, açıklamanın temelinin köşe taşını uzaklaştırır ve çevremizdeki her şeyi umutsuz bir enkaz ve karmaşa haline getirir.

Ama yine de Rab İsa sempatinin gücü aracılığı ile acı çekti ve bu acının özelliği bize O’nun şefkatli ve yumuşak yüreğinin derin sırlarını açıklar. İnsan üzüntüsü ve insan sefaleti her zaman bu sevginin kucağında taşınmıştır. Mükemmel bir insan yüreğinin onun tanrısal duyuları ile uyumlu olarak duygudan uzak kalabilmesi ve günahın insan ailesinin üzerine yüklediği sefaletlerden kaçınabilmesi mümkün değildir. Hem neden hem de etkiden kişisel olarak özgür olunmasına rağmen – cennete ait olunmasına ve yeryüzünde mükemmel bir göksel yaşam sürmesine rağmen, O yine de yoğun bir sempatinin gücü aracılığı ile insan üzüntüsünün en büyük derinliklerine indi; evet, O üzüntüyü hissetti, üzüntünün doğrudan öznesi olan kişilerden daha derin üzüntü tattı ve bunun da ötesinde, adil ölçü ve karakterleri ile uyumlu olarak hem üzüntüyü hem de üzüntünün nedenini Tanrının huzurunda hissetti. O, başka hiç kimsenin hissedemeyeceği şekilde hissetti. O’nun duyguları – O’nun şefkati – O’nun sağduyusu – O’nun tüm ahlak ve zihinsel oluşumu mükemmel idi ve bu yüzden hiç kimse böyle Biri’nin böyle bir dünyadan geçer iken, nasıl bir acı çekmesi gerektiğini söyleyemez. O, suç ve sefaletin korkunç ağırlığı altında mücadele eden insan ailesinin yerine geçti. Boyunduruğun altında inleyen tüm yaratılışın yerine geçti; mahkumun feryadı O’nun kulağına erişti; dulun döktüğü gözyaşı O’nun gözünden kaçmadı. Yas ve yoksulluk O’nun duyarlı yüreğine dokundu; hastalık ve ölüm nedeni ile O’nun “ruhu inledi. O’nun sempatik acıları, insan anlayışının tamamen ötesinde idi.

Okuyucum için bir bölümden alıntı yapacağım; bu alıntı şimdi işaret edecek olduğumuz acının o özelliği için bir örnek teşkil eder. “Akşam olunca bir çok cinliyi kendisine getirdiler. İsa onlardaki kötü ruhu tek söz ile kovdu, hastaların hepsini iyileştirdi. Bu, peygamber Yeşaya aracılığı ile bildirilen şu söz yerine gelsin diye oldu: ‘Zayıflıklarımızı O kaldırdı, hastalıklarımızı O üstlendi.” (Matta 8:16,17) O’nda mükemmel olan bu paydaşlık duygusunun gücü tamamen sempatik idi. O’nun kendisinde hiç bir hastalık ya da zayıflık yok idi. O’nun durumu için bazen “günahsız zayıflıklar” olarak söz edilen bazı şeyler, O’nun gerçek ve mükemmel bir insanlığa sahip olduğunun bir kanıtı idiler. Ama sempati aracılığı ile – mükemmel bir paydaşlık duygusu ile “Zayıflıklarımızı O kaldırdı, hastalıklarımızı O yüklendi.” Mükemmel bir insandan başka hiç kimse bunları yapamaz idi. Bizler diğer kişiler için duygular hissedebilir ve onların duygularını da hissedebiliriz. Ama yalnızca İsa insan zayıflığını ve hastalığını Kendi üstüne alabilir idi.

Şimdi, eğer O tüm bu şeyleri doğumu nedeni ile ya da İsrail ve insan ailesi ile olan ilişkileri nedeni ile üstlenmiş olsa idi, O’nun gönüllü sempatisinin tüm güzelliğini ve değerliliğini kaybetmiş olacak idik. Ama öte yandan, hem kişisel hem de ilişkiler ile ilgili tüm özgürlüğünü anladığımız zaman, insan sefaletine ve onu üreten şeyi anlayabiliriz; O’nun mükemmel lütfu ve şefkati gerçek sempatinin gücü aracılığı ile “bizim zayıflıklarımızı ve hastalıklarımızı üstlenmesini” sağladı. Bu yüzden Mesih’in insan sefaleti ile gönüllü bir sempatizan olarak çektiği acı ve günahkarın yerine geçen olarak çektiği acı arasında belirgin bir farklılık mevcuttur. İlk sırada belirtilenler, O’nun tüm yaşamı boyunca görünür; diğerleri ise ölümü ile ilişkilidirler.

Son olarak, beklenti aracılığı ile Mesih’in acıları üzerinde düşünmemiz gerekir. Çarmıhın O’nun yoluna düşen karanlık bir gölge olduğunu görürüz ve çarmıh çok büyük bir acı düzenine neden olmaktadır, ama yine de O’nun kefaret nedeni ile çektiği acı, doğruluk için çektiği acı ya da sempati aracılığı ile çektiği acıdan net bir şekilde ayrılmalıdır. Bunu kanıtlamak için bir bölümden ayetler kullanalım: “İsa dışarı çıktı ve her zamanki gibi Zeytin Dağı’na gitti. Öğrenciler de O’nun ardından gittiler. Oraya varınca İsa onlara, ‘Dua edin ki, ayartılmayasınız’ dedi. Onlardan bir taş atımı kadar uzaklaştı ve diz çökerek şöyle dua etti: “Baba, senin isteğine uygun ise, bu kaseyi benden uzaklaştır. Yine de benim değil, senin isteğin olsun.” Gökten bir melek İsa’ya görünerek O’nu güçlendirdi. Derin bir acı içinde olan İsa daha hararet ile dua etti. Teri, toprağa düşen kan damlalarını andırıyor idi. “  (Luka 22:39-44) Aynı konuda yine başka ayetler okuyalım: “İsa, Petrus ile Zebedi’nin iki oğlunu yanına aldı. Kederlenmeye ve ağır bir sıkıntı duymaya başlamış idi. Onlara, ‘Ölesiye kederliyim’ dedi.’Burada kalın, benimle birlikte uyanık durun. İsa ikinci kez uzaklaşıp dua etti. ‘Baba’ dedi, ‘Eğer ben içmeden bu kasenin uzaklaştırılması mümkün değil ise, senin istediğin olsun’.” (Matta 26:37-42)

Bu ayetlerden, açıkça anlaşıldığı gibi, burada kutsanmış Rabbin daha önce hiç yüz yüze gelmediği bir durum ile karşılaştığını görüyoruz. Kendisi için hazırlanmış olan ve henüz içmemiş olduğu bir “kase” mevcut idi. Eğer O tüm yaşamı boyunca günah üstlenen biri olmuş olsa idi, o zaman neden günah ile temas kurması hakkındaki düşünce ve günah nedeni ile Tanrının gazabına katlanmasına ilişkin fikir söz konusu olduğu zaman bu yoğun can çekişme mevcut idi? Eğer O tüm yaşamı boyunca günah üstlenen biri olsa idi, Getsemani’deki Mesih ve Golgota’daki Mesih arasındaki fark ne idi? Maddesel bir fark mevcut idi! Ama bu farkın nedeni O’nun tüm yaşamı boyunca günah üstlenen biri olmayışı idi. Fark nedir? O, Getsemani’de çarmıhı bekliyor idi! Aslında O, çarmıha katlanıyor idi. Getsemani bahçesinde “gökyüzünden gönderilen bir melek O’nu güçlendirmek için geldi.” Ama Golgota’da tamamen terk edilmiş idi. Çarmıhta iken hiçbir meleğin hizmeti söz konusu değil idi. Getsemani bahçesinde Rab İsa Tanrıya ‘Baba’ diye hitap eder, böylelikle bu harika ilişkinin paydaşlığının tadını tam olarak çıkartır. Ama Golgota’da, ‘Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin ?’ diye feryat eder. Günah üstlenen burada yukarı bakar ve sonsuz Adalet tahtının koyu bulutlar ile sarılmış olduğunu görür ve değişmez ve bükülmez Kutsallığın yüzünün Kendisine karşı dönmüş olduğunu anlar, çünkü O “bizim için günah yapılmaktadır.”

Eminim ki okuyucu, bu konuyu kendisine uyarlama konusunda güçlük çekmeyecektir. Kutsanmış Rabbimizin yaşam acılarının üç özelliğini ayrıntılı olarak izlemek için güç bulacaktır ve onlar ile O’nun ölüm acıları – günah için çektiği acılar – arasındaki farkı anlayabilecektir. Okuyucu şu noktayı anlayacaktır: insan ve şeytan ellerinden gelen her şeyi yaptıkları zaman, yine de mükemmel bir eşsizliğe sahip olan bir acı karakteri geride kaldı, yani, günah nedeni ile Tanrının elinde acı çekmek – günahkarın yerine geçen olarak acı çekmek. Rab İsa çarmıha gelene kadar her zaman yukarı bakabildi ve Babasının yüzünün net ışığında olmanın tadını çıkarttı. En karanlık saatte yukarıda güvenli bir kaynak buldu. O’nun burada aşağıdaki yol çetin bir yol idi. Her şeyin O’nun saf ve kutsal doğasına tam ve doğrudan bir düşmanlığın yer aldığı bir dünyada farklı bir durum söz konusu olabilir miydi? “O’na karşı olan günahkarların düşmanlığına katlanmak” zorunda idi. “Tanrıya iftira edenlerin iftiralarına” katlanmak zorunda idi. Katlanması gereken ne kadar da çok şey vardı! O, yanlış anlaşıldı, yanlış yorumlandı, taciz gördü, kötülüğe maruz kaldı, deli olmak ile suçlandı ve içinde cin olduğu gibi saçma iftiralara maruz kaldı. O’na ihanet edildi, O inkar edildi, terk edildi, O’nunla alay edildi, dövüldü, yüzüne tükürüldü, başına dikenlerden bir taç konuldu, dışlandı, suçlandı ve iki haydut arasında çarmıha gerildi. İnsanların elinden çektiği tüm bu kötülüklere ve şeytanın O’nun ruhunun üzerine yüklemiş olduğu söz ile anlatılamaz dehşetler ile birlikte tüm acılara katlandı. Ancak bir kez daha empatik bir şekilde tekrar edelim ki, insan ve şeytan güçlerini ve düşmanlıklarını tükettikleri zaman, kutsanmış Rabbimiz ve Kurtarıcımızın her şey sanki bir hiçmiş gibi ifadesi ile kıyaslanacak olan bir şeye katlanmak zorunda idi ve bu da Tanrının, yüzünü kendisinden saklanması idi. Üç saat süren karanlık ve korkunç hüzün sırasında O’nun katlandığı bu acıyı Tanrıdan başka hiç kimse bilemez idi.

Şimdi, ayetler bizim, Mesih’in acıları ile olan paydaşlığımızdan söz ettiği zaman, belirtmek istediği, çok basit olarak, O’nun doğruluk adına çektiği acılardır. O, bu acıları insanların ellerinden çekti. Mesih, biz günah nedeni ile acı çekmek zorunda kalmayalım diye günah için bizim yerimize acı çekti. Biz Tanrının gazabına katlanmak zorunda kalmayalım diye, O Tanrının gazabına katlandı. Bizim sahip olduğumuz esenliğin temeli işte budur. Ama Mesih’in ayak izlerini ne kadar sadık bir şekilde izler isek, bu konuda her zaman o kadar çok acı çekeceğiz. Ama bu acı bir armağan, bir ayrıcalık, bir iyilik ve bir saygınlık konusudur. (Bakınız Filipeliler 1:29,30) Mesih’in ayak izlerinde yürümek – O’nunla paydaşlığın tadını çıkartmak – O’nunla birlikte aynı sempati bölgesine atılmak, çok yüce bir düzenin ayrıcalıklarıdır. Bu ayrıcalıklara tam olarak ortak olsak! Ama ne yazık ki, onlar olmadan yaşamaktan fazlası ile hoşnuduz. Petrus gibi, küçümsenen ve acı çeken bir Mesih’ten uzak durmak! Tüm bunlar bizler için hiç kuşkusuz ağır kayıplardır. Keşke O’nun acıları ile daha fazla paydaş olabilse idik! O zaman canımızın vizyonundaki taç daha çok parlardı. Mesih’in acıları ile paydaşlıktan kaçındığımız zaman, O’nun acıları ile paydaşlıktan doğan derin sevinci ve aynı zamanda O’nun gelecekteki yüceliğinin umudunun ahlak gücünü kendimizden çalmış oluruz.

III. Tahıl sunusunu oluşturan malzemeleri gözden geçirdikten sonra ve tahıl sunusunda gösterilen çeşitli biçimleri gözden geçirdikten sonra, şimdi bizim için geriye kalan, tahıl sunusuna paydaş olan kişilere işaret etmektir. Bu kişiler kahinler evinin başı ve üyeleridir. “Tahıl sunusundan arta kalan Harun ile oğullarına bırakılmalı. Rab için yakılan bir sunu olduğundan çok kutsaldır.” (ayet 10) Yakmalık sunuda olduğu gibi Harun’un oğullarını ikna edilmiş günahkarlar olarak değil, tapınan kahinler olarak, tüm gerçek imanlılara örnek teşkil eden kişiler olarak gördük. Bu nedenle, tahıl sunusunda İsrail’in Tanrısının masasına yatırılmış gibi olan kalıntıyı beslerken görürüz. Bu, yüce ve kutsal bir ayrıcalık idi. Bunun tadını yalnızca kahinler çıkartabilirdi. Burada uzun boylu olarak alıntı yapacağım “tahıl sunusu yasasındaki” büyük farklılığı ortaya koyacağım. “Tahıl sunusu yasası şudur: Harunun oğulları onu sunağın önünde Rabbe sunacaklar. Kahin üzerindeki günnük ile birlikte tahıl sunusunun ince unundan ve zeytinyağından bir avuç alıp anma payı ve Rabbi hoşnut eden koku olarak sunakta yakacak. Arta kalanı Harun ile oğulları yiyecekler. Onu kutsal bir yerde Buluşma Çadırının avlusunda mayasız ekmek olarak yemeliler. Maya ile pişirilmemeli. Bunu yakılan sunulardan, kahinlerin payı olarak verdim. Suç sunusu ve günah sunusu gibi bu da çok kutsaldır. Harun soyundan gelen her erkek ondan yiyebilir. Rab için yakılan sunularda onların kuşaklar boyunca sonsuza dek payları olacak. Sunulara her dokunan kutsal sayılacak.”(Levililer 6:14-18)

O zaman burada, İnsan İsa Mesih’in mükemmellikleri aracılığı ile pratik kutsallığın gücünde “kutsal yerde beslenen” Kilisenin güzel bir örneğini görürüz. Bu, Tanrının lütfu aracılığı ile bize düşen paydır. Ama tahıl sunusunun mayasız ekmek ile yenmesi gerektiğini hatırlamak zorundayız. Eğer herhangi bir kötülük içinde isek, Mesih’ten beslenemeyiz. Ayrıca tüm bunların “kutsal yerde” gerçekleşmesi gerekir. Konumumuz, uygulamamız, kişilerimiz ve birliklerimizin tahıl sunusundan beslenebilmemiz için kutsal olması gerekir. Sonuç olarak, “Harun’un soyundan gelen her erkek ondan yiyebilir.” Bunun anlamı şudur: tanrısal düşüncesi ile ilgili olarak gerçek kahinsel enerjinin bu kutsal paydan tat alması için bu gereklidir ya da talep edilir. Harunun “oğulları” kahinsel eylemdeki “enerji” düşüncesini ortaya koyarlar. Onun “kızları” bu konuda zayıftırlar. (Çölde Sayım 18:8-13 ayetlerini karşılaştırın) Oğulların yiyebildikleri bazı şeyleri kızlar yiyemezlerdi. Yüreklerimizin kahinsel enerjinin en yüksek ölçüsünü gayret ile arzu etmesi gerekir, öyle ki, en yüksek kahinsel işlevleri ifa edebilelim ve kahinsel yiyeceğin en yüksek düzenine paydaş olabilelim.

Sonuç olarak, şunu eklememe izin verin, lütuf aracılığı ile tanrısal doğaya ortak kılındık, eğer bu doğanın enerjisinde yaşar isek, tahıl sunusu ile örnek olarak sunulan İsa Mesih’in ayak izlerinde yürüyebiliriz. Eğer kendimizi boşaltmamız mümkün olsa, her eylemimiz tanrı için hoş kokulu bir buhur haline gelebilir. Kutsal Ruhun gücü aracılığı ile en küçüğünden en büyüğüne kadar yaptığımız hizmet, Mesih’in kokusunu sunar. Bir ziyarette bulunmak, bir mektup yazmak, sözü yaymak ve bir öğrenciye bir bardak soğuk su vermek, bir dilenciye para vermek, evet, ihtiyacı olan birine yedirme ve içirme gibi eylemler – tüm bunların hepsi İsa’nın adının ve lütfunun hoş kokusunu ortaya koyabilir.

Bu yüzden aynı zamanda eğer benlik ölüm konumunda muhafaza edilebilir ise, , hatta Tanrı ile kalıcı bir paydaşlığın sonucu “tuz” ile tatlandırılmış bir konuşma ile içimizde çürümeyecek olanın gösterilmesi mümkün olabilir. Ama tüm bu konularda başarısızlığa uğrar ve eksik kalırız. Kendi yollarımız yüzünden Tanrının Kutsal Ruhunu kederlendiririz. En iyi hizmetlerimizde bile kendi çıkarlarımızı aramaya ve insanları hoşnut etmeye eğilimliyizdir. Ve konuşmalarımızı “tatlandırma” konusunda başarılı olamayız. Bu yüzden, “zeytinyağı”, “günnük” ve “tuz” konularında sürekli bir başarısızlığımız söz konusu iken, aynı zamanda benliğin görünümüne neden olan “maya” ya da “ bal” için acı çekme eğilimine sahibizdir. Yalnızca tek bir mükemmel “tahıl sunusu” vardır ve Tanrıya şükürler olsun ki, bizler O’nda kabul edildik. Bizler, gerçek Harun’un “oğullarıyız”. Yerimiz, kutsal paydan beslenebileceğimiz kutsal yerdir. Mutlu yer! Mutlu pay! Dielrim, şimdiye kadar olandan çok daha fazlasından zevk alabiliriz. Dilerim ki, yüreğimiz en mükemmel yer olan Mesih’te dinlensin. O’na öylesine yoğun bir şekilde bakalım ki, çevremizde olup bitenlerin çekiciliklerine yer olmasın ve yolumuzda, yüreği korkutacak olan ve zihni karıştıracak olan on binlerce önemsiz olaya dikkatimiz çekilmesin. Hem güneş ışığında hem de karanlıkta Mesih’ten zevk alalım; yazın yumuşak esintileri çevremizde dolanır iken ve kışın fırtınaları ortalığı kasıp kavururken, donmuş bir gölün yüzeyinden geçtiğimiz zaman ya da fırtınalı bir okyanusun bağrında savrulur iken, O’ndan zevk almaya devam edelim. Tanrıya şükürler olsun ki, sonsuza kadar bizi tatmin edecek olan payımız olan “O’nu bulduk.” Sonsuzluğu Rab İsa’nın tanrısal mükemmellikleri üzerinde kalarak geçireceğiz. Ve O’nu bir kez olduğu gibi gördüğümüz zaman, gözlerimiz O’ndan başka hiç bir şey görmeyecek.

Tanrının Ruhu bizi “iç varlığımızda” güçlendirmek için içimizde kudret ile çalışsın. Mükemmel Tahıl Sunusundan beslenmemizi mümkün kılsın. Bu, bizim kutsal ve mutlu ayrıcalığımızdır. Dilerim ki, hepimiz bunun daha çok farkında olalım!


1. Bunun anlamı, günah üstlenmenin önemli olmadığıdır. Kefaretin olduğu yerde, günah elbette konu edilmelidir.

2. “Ama zaman dolduğunda Tanrı, kadından doğan ve yasa altında olan Oğlu’nu gönderdi.” (gnomenon ek gunaikos, genomenon hupo nomon, hupo nomon, γενόμενον ἐκ γυναικός, γενόμενον ὑπὸ νόμον.) Bu bölüm, kutsanmış Rabbimizi Tanrı Oğlu ve İnsanoğlu olarak ortaya koyması nedeni ile en önemli bölümdür. “Tanrı bir kadından doğan kendi Oğlu’nu gönderdi.” Değerli tanıklık!

3. Yukarıdaki güzel bölümde görmemiz gereken önemli nokta şudur: Tanrının isteğini yapmak canı Mesih ile ilişkiye sokar; Mesih beden ile ilişkileri hakkında yani yalnızca doğal ilişkiler konusunda hiç bir şeyi tanımadı. Bu kardeşler ile ilgili konuda vurgulanan konu şu idi:” Bir insan yeniden (yukardan) doğmadıkça Tanrının Krallığına giremez idi.” Meryem, yalnızca İsa’nın annesi olduğu gerçeği ile kurtulamaz idi. Meryem’in de düşmüş Adem ailesinin her bireyi gibi Mesih’e kişisel olarak iman etmesi gerekiyor idi; yeniden doğarak eski yaratılıştan yeni yaratılışa geçmesi lazımdı. Bu kutsanmış kadının kurtuluşu Mesih’in sözlerine yürekten iman etmesi ile mümkün oldu. Hiç kuşkusuz, böyle kutsal bir görev için bir kap olarak seçilmesi ile “çok onurlandırılmış” biri idi, ama kaybolmuş bir günahkar olarak, herkes gibi, “Kurtarıcısı Tanrı ile sevinmesi” gerekiyor idi. Meryem de herkes gibi aynı platform üzerinde idi, aynı kanda yıkandı, aynı doğruluğu giyindi ve Tanrının tüm kurtardıkları gibi onlarla birlikte aynı şarkıyı söyleyecektir.

Bu basit gerçek, daha önce belirtilmiş olan bir noktaya ek bir netlik ve güç sağlayacaktır, yani, bu beden alma, Mesih’in bizim doğamızı Kendisi ile bir yapmadığıdır. Bu gerçek üzerinde özenle düşünülmesi gerekir. Bu konu ile ilgili 2.Korintliler 5:14-17 ayetlerinde ayrıntılı bilgi yer alır: “Bizi zorlayan Mesih’in sevgisidir. Yargımız şu: Biri herkes için öldü, öyle ise hepsi öldü. Evet, Mesih herkes için öldü. Öyle ki, yaşayanlar artık kendileri için değil, kendileri uğruna ölüp dirilen Mesih için yaşasınlar. Bu nedenle, biz artık kimseyi insan ölçülerine göre tanımayız. Mesih’i bu ölçülere göre tanıdıksa da, artık öyle tanımıyoruz. Bir kimse Mesih’te ise yeni yaratıktır; eski şeyler geçmiş, her şey yeni olmuştur.”

Levililer 3

Sunuları ne kadar yakından inceler isek, o kadar iyi gördüğümüz bir şey vardır; sunuların hiç biri Mesih’in tam bir görünümünü veremez. Herhangi bir adil düşüncenin şekil alabilmesi ancak tüm sunuları bir araya getirmek ile mümkün olabilir. Tahmin edildiği gibi, her sununun kendine özgü özellikleri mevcuttur. Esenlik sunusu pek çok noktada tahıl sunusundan farklıdır. Ve bu noktaların nasıl birbirlerinden farklı olduklarını net olarak anlamak için onların özel olarak kavranması için yardım etmek yararlı olacaktır.

Böylelikle esenlik sunusunu tahıl sunusu ile karşılaştırırken, “sununun derisinin yüzülmesi” konusunda üçlü bir eylem görürüz. “Sunuyu parçalar halinde kesmek ve iç organlarını ve ayaklarını yıkamak” tamamen atlanan bir konudur ve bu oldukça önemli bir özelliktir. Görmüş olduğumuz gibi yakmalık sunuda Mesih Tanrı tarafından kabul edilmiş olarak kendisini sunar ve bu yüzden O’nun öz teslimiyetinin bütünlüğü ve aynı zamanda O’nun kendisini teslim ettiği süreç örnek olarak verilmelidir. Esenlik sunusunda önde gelen düşünce, tapınan kişinin paydaşlığıdır. Tapınan kişi Tanrı ile paydaşlıkta Mesih’ten zevk alır. Bu nedenle, eylemin tüm çizgisi yoğunluk olarak azdır. Sevgisi ne kadar yüksek olur ise olsun hiç bir yürek, Mesih’in Tanrıya olan adanmışlığının yüksekliğine ya da Tanrının Mesih’i kabul edişine ulaşması hiç bir zaman mümkün olmayacaktır. Tanrıdan başka hiç kimse İsa’nın yüreğinde atan o yüreğin nabızlarını yeteri kadar duyamaz ve bu yüzden İsa’nın ölümünün bir özelliğini ortaya koymak için bir örneğe ihtiyaç duyulur, yani, Mesih’in Tanrıya olan mükemmel adanmışlığı! Yakmalık sunuda bu örneğe sahibiz ve yalnızca tahıl sunusunda yukarıda sözü edilen üçlü eylemi gözlemleriz.

Bu aynı zamanda kurbanın özelliğine işaret edilirken de görülür: Yakmalık sununun “kusursuz bir erkek” olması gerekir; oysa esenlik sunusu kurbanın da aynı eşit şekilde “kusursuz olması” gerekir, ama “erkek ya da dişi” olabilir. Mesih’in doğasının her zaman tek ve aynı olması gerekir; O’na yalnızca Tanrının O’ndan zevk aldığı şekilde bakar isek ya da O’nu Tanrı ile paydaşlıkta olan tapınan kişi aracılığı ile görür isek, bu gerçek değişmez. Bu konuda hiç bir şekilde değişiklik söz konusu olamaz. Esenlik sunusunda bir dişi kurbana izin verilmesinin tek nedeni, tapınan kişinin, O kutsanmış Olan’dan zevk alması için sahip olduğu kapasite ile ilgili bir konudur; O, “dün, bugün ve sonsuza kadar aynıdır.” (İbraniler 13)

Yine yakmalık sunu ile ilgili olarak şunu okuruz, “Kahin sununun hepsini yakacaktır.” Oysa, esenlik sunusunun yalnızca bir kısmı yakılırdı, yani, “bağırsak ve işkembe yağları, böbrekleri, böbrek üstü yağları”.. Bu, konuyu oldukça basit bir hale getirir. Kurbanın en önemli kısmı Tanrının sunağına konurdu. Kutsanmış İsa’nın iç bölümleri – gizli enerjileri – onlardan mükemmel bir şekilde zevk alabilecek tek Kişi olan Tanrıya adanırdı. Harun ve oğulları sununun göğüs ve omuz kısmından beslenirdi. 1 (Levililer 7:28-36 ayetlerini özenle inceleyiniz.) Kahin ailesinin tüm üyeleri başları ile bir olarak esenlik sunusundan kendilerine düşen payı alırlardı. Ve şimdi, lütuf aracılığı ile Tanrı tarafından oluşturulmuş tüm gerçek imanlılar gerçek Esenlik sunusunun sevgisinden ve gücünden beslenebilirler ve O’nun kendilerine sürekli rahat verecek ve destek olacak sevecen yüreğine ve güçlü omzuna sahip olmanın mutlu güvencesi ile bundan keyif alabilirler. 2 “Harun ile oğulları kahin atandıkları gün, Rab için yakılan sunulardan paylarına bu düştü. Rab onları mesh ettiği gün İsrail halkına buyruk vermiş idi. Adağın bu parçaları gelecek kuşaklar boyunca onların olacak idi.” (Levililer 7:35,36)

Tüm bunlar yakmalık sunu ve esenlik sunusunun arasındaki farklılığın önemli noktalarıdır. Ve bir araya alındıkları zaman, iki sunuyu zihnin önüne büyük bir açıklık ile getirirler. Esenlik sunusunda Mesih’in Tanrının isteğine olan soyut adanmışlığından daha fazlası mevcuttur. Tapınan kişi, takdim edilir ve yalnızca bir izleyici olarak değil, bir katılımcı olarak –yalnızca bakmak için değil, ama beslemek için de - takdim edilir. Tüm bunlar bu sunuya çok özel bir karakter sağlar. Ben yakmalık sunudaki Rab İsa’ya baktığım zaman, O’nu, yüreğinin tek bir konuya, yani, Tanrıyı yüceltmeye ve O’nun isteğini getirmeye adanmış Biri olarak görürüm. Ama O’nu esenlik sunusunda gördüğüm zaman, hak etmeyen, çaresiz ve güçsüz bir günahkar için sevecen yüreğinde ve güçlü omzunda bir yer ayırmış olan biri olarak görürüm. Yakmalık sunuda, göğüs ver omuz, ayaklar ve iç organlar, baş ve yağ, bunların hepsi sunakta yakılırdı. Ve hepsi hoş bir koku olarak Tanrıya yükselirdi. Ama esenlik sunusunda bana uygun olan o pay benim için ayrılmıştır. Benim bireysel ihtiyacımı karşılayan o paydan tek başıma beslenmeme izin yoktur. Hiç bir şekilde izin yoktur. Topluluk içinde beslenirim – Tanrı ile ve diğer kahin arkadaşlarım ile paydaşlık içinde. Benim canımı besleyen aynı kurban Tanrının yüreğini zaten daha önceden tazelemiştir; bu gerçeğin tam ve mutlu düşüncesi ile beslenirim. Ve ayrıca beni besleyen bu pay benim tüm tapınma arkadaşları da besler. Buradaki düzen paylaşmaktır – Tanrı ile paydaşlık – kutsallar ile paydaşlık. Esenlik sunusunda tek başına ya da bireysel olmak gibi bir şey mevcut değildir. Tanrının bir payı vardı ve aynı şekilde kahin ailesinin de bir payı vardı.

Böylece esenlik sunusunun karşıt örneği ile bağlantı kurulmuş olur. Cennetin zevkinin nesnesi olan aynı İsa, her iman eden yürek için sevinç, güç ve rahatlık kaynağıdır. Ve özellikle yalnız her yürek için değil, ama aynı zamanda paydaşlıkta olan Tanrının tüm kilisesi için durum aynıdır. Tanrı, bol lütfu aracılığı ile halkına Kendisinin sahip olduğu aynı nesneyi vermiştir. “Bizim paydaşlığımız da Baba ve Oğlu İsa Mesih iledir.” (1.Yuhanna) Evet, doğru; bizim İsa hakkındaki düşüncelerimiz hiç bir zaman Tanrının O’nun hakkındaki düşüncelerinin yüksekliğine ulaşamaz. Bizim böyle bir nesneyi değerlendirmemiz, O’nun değerlendirmesinden eksik kalmak zorundadır. Ve bu yüzden örnekte olduğu gibi Harun soyu yağdan pay alamaz. Ama biz her ne kadar Mesih’in Kişiliğinin ve kurbanının tanrısal değerlendirmesinin ölçüsüne asla ulaşamayacak olsak da, her şeye rağmen aynı nesne ile ilgiliyizdir ve bu yüzden Harun soyu “göğse ve omuza” sahip oldu. Tüm bunlar yüreği tam bir rahatlık ve sevinç ile doldurur. Ölmüş olan ama artık sonsuza kadar diri olan İsa Mesih Tanrının gözünde ve düşüncelerinde şimdi tek önemli nesnedir. Ve mükemmel lütfu ile bize aynı kutsanmış ve tüm yüceliğe sahip Kişiliğinden bir pay vermiştir. Mesih, bizim de nesnemizdir – yüreklerimizin nesnesi ve şarkımızın konusu. “Çarmıhta döktüğü kanının aracılığı ile esenliği sağlamış olarak” göğe yükseldi ve yeryüzüne Kutsal Ruhu gönderdi. Kutsal Ruh, güçlü hizmetleri aracılığı ile tanrısal esenlik sunumuzun “göğsünden ve omzundan” beslendiğimiz o “diğer Yardımcı”dır. O, gerçekten de bizim esenliğimizdir; bunu bilmek bize coşkun bir sevinç verir. Esenlik sunumuzun hoş kokusu esenliğimizi sağlayarak Tanrıyı hoşnut etmiş ve O’nun yüreğini tazelemiştir. Bu durum, verilen örneğe ayrı bir anlam katar. Yakmalık sunu olarak Mesih, yüreğin hayran kalmasını buyurur. Esenlik sunusu olarak Mesih, vicdanın esenliğini sağlar ve canın derin ve çok yönlü ihtiyaçlarını karşılar. Harun’un oğulları yakmalık sununun sunağının çevresinde durabilirler; İsrail’in Tanrısına yükselen o sununun alevini görebilirler. Kurbanın küllere dönüşmesini izleyebilirler. Tüm bunları gördükleri zaman başlarını öne eğip tapınabilirler; ama kendileri için bu sunudan hiç bir şey alamazlar. Esenlik sunusunda böyle değildir. Esenlik sunusunda, hoş kokunun tanrıya yükselmesini izlemek ile kalmazlar, ama aynı zamanda mutlu ve kutsal bir paydaşlık içinde kendilerinin beslenebilecekleri bir paya da sahip olabilirler.

Ve şurası kesindir ki, her gerçek kahin göğsü ve omuzu aldığı zaman, örneğimizdeki dili kullanacak olur isek, Tanrı payını aldığı zaman daha çok sevinç duyar. Bu konu hakkındaki düşünce tapınma ve paydaşlığa ton ve enerji, mesh ediş ve yücelik verir; Bize kendisi ile birlikte aynı nesneyi, aynı konuyu ve aynı sevinci vermiş olan Tanrının şaşırtan lütfunu ortaya koyar. Daha azı değil – O’nu ancak bu kadarı tatmin edebilir. Baba, kaybolan oğul ile paydaşlık ederek besili danadan beslenir. Onu Kendi sofrası gibi yüce bir sofrada oturması için tayin eder ve ona verdiği pay, Kendisini beslediği pay ile aynıdır. Esenlik sunusunun kullandığı dil şudur: “Yiyelim içelim ve sevinçli olalım.” “yiyelim ve eğlenelim.” İşte Tanrının değerli lütfu böyledir! Böyle bir lütfa paydaş olduğumuz için hiç kuşkusuz sevinçli olmak için bir nedene sahibiz. Ama kutsal Tanrının, “Yiyelim ve eğlenelim” dediğini işitebildiğimiz zaman, bu sözler yüreklerimizde  övgü ve hamttan oluşan sürekli bir akıntının ortaya çıkmasını gerektirir. Tanrının, günahkarların kurtuluşu nedeni ile duyduğu sevinç ve kutsalların paydaşlığından mutlu olması, tüm sonsuzluk boyunca insanların ve meleklerin hayranlığını sürdürecektir.

Böylece, yakmalık sunu ile esenlik sunusunu karşılaştırdıktan sonra şimdi bu konuya kısaca, tahıl sunusu ile bağlantılı olarak bakabiliriz. Burada önde gelen farklılık noktası, esenlik sunusunda kan dökülmesi ve tahıl sunusunda kan dökülmemesidir. Her ikisi de hoş koku veren sunular idi ve Levililer 17:2 ayetinden öğrendiğimize göre, buradaki iki sunu birbirleri ile yakın şekilde bağlantılıdırlar. Şimdi, hem bağlantının hem de karşıtlığın anlam ve eğitim ile dolu olduğunu anlarız.

Rab İsa Mesih’in mükemmel insanlığını düşünür iken, canın bundan keyif alabilmesi ancak Tanrı ile paydaşlık ile mümkün olur. Kutsal Ruh Tanrı’nın “İnsan İsa Mesih’e” bakabilmemiz için söz ve vizyon aracılığı ile bize hem pay vermesi hem de bizi yönlendirmesi gerekir. İsa Mesih “günahlı insan bedeni benzerliğinde” açıklanmış olabilir; bu yeryüzünde yaşamış ve çalışmış olabilir; bu dünyanın karanlığının ortasında, O’nun kişiliğine ait olan tüm göksel görkem ve güzellik ile parlamış olabilir; bu dünyanın ufkundan parlak bir ışık olarak hızlı bir şekilde geçmiş olabilir ve tüm bunlar olur iken, günahkarın vizyon alanının çok ötesinde var olmuştur.

İnsan bu paylaşımın üzerinde dinlenebileceği bir zemin bulunmadığı için tüm bunlar ile derin bir sevinç yaşamayı paylaşamaz. Gerekli olan bu zemin esenlik sunusunda tam ve net olarak bina edilmiştir. “Elini sununun başına koyup onu buluşma çadırının giriş bölümünde kesmeli ve Harun soyundan gelen kahinler kanı sunağın her yanına dökecekler.” (Levililer 3:2) Burada tahıl sunusunun sağlamadığı bir şeye sahibiz, yani, tapınan kişi için Mesih’in doluluğu, değerliliği ve güzelliği ile paydaş olan sağlam bir temel mevcuttur; Rab İsa Kutsal Ruhun lütufkar enerjisi ile esenlik sunusuna paydaşlık olmamızı sağlar. “Mesih’in değerli kanının” sağladığı platformda durarak Rab İsa Mesih’in insanlığının tüm harika olaylarında sakin yürekler ve tapınan ruhlar ile sıralanabiliriz. Mesih’in tahıl sunusu görünümü olmasa idi, ne O’ndan keyif alabileceğimiz bu zemine ne de bu ünvana sahip olabilirdik! Eğer O, kanını dökmemiş olsa idi, günahkarın ünvanı ve üzerinde duracak bir yeri olmaz idi. Ama Levililer 7:12 ayeti, tahıl sunusunu esenlik sunusu ile birbirine bağlar ve böyle yapmak ile bize şunu öğretir: canlarımız esenlik bulduğu zaman, “esenliği sağlayan” ve esenliğimiz olan” İsa Mesih’ten zevk alabiliriz.

Ama tam olarak anlamamız gereken bir şey vardır, o da şudur: esenlik sunusunda dökülen ve serpilen kana sahibiz, ancak bu sunuda günahın üstlenilmesi gibi bir düşünce yer almaz. Mesih’e, esenlik sunusu olarak baktığımız zaman, O, günah ve suç sunularında olduğu gibi önümüzde günahları taşıyan olarak durmaz; ama (günahları üstlenmiş olarak) Tanrı ile olan huzurlu ve mutlu paydaşlığımızın temelidir. Eğer günah üstlenme söz konusu olsa idi, o zaman şu sözler söylenemez idi: “Yakılan sunu, Rabbi hoşnut eden kokudur.” (Levililer 3:5 ayetini Levililer 4:10-12 ayetleri ile karşılaştırın) Hala, günah üstlenme düşüncesi söz konusu olmamasına rağmen, kendisinin günahkar olduğunu bilen biri için tam sağlayış mevcuttur, aksi takdirde sunudan bir paya sahip olamaz idi. Tanrı ile paydaşlığımızın olması için “ışıkta olmamız gerekir ve biz nasıl ışıkta olabiliriz? Yalnızca şu değerli ifadenin temelinde: “O’nun Oğlu İsa Mesih’in kanı bizi “her” günahtan temizler.” (1.Yuhanna 1) Ne kadar çok ışıkta kalır isek, bu ışığa karşıt olan her şeyin o kadar derin farkına varırız ve aynı zamanda bize ışıkta olmanın ünvanını veren o kanın değerini daha iyi anlarız. Tanrı ile ne kadar yakın yürür isek, “Mesih’in ulaşılamaz zenginliklerini” o kadar iyi bileceğiz.

Şu gerçek konusunda temellenmeye çok ihtiyacımız vardır: Tanrının huzurunda yalnızca tanrısal yaşama paydaş olanlar ve tanrısal doğruluk içinde duranlar olarak yer alabiliriz. Baba, kaybolan oğlu sofrasına ancak bu oğul “en değerli kaftanı” giymiş iken ve Tanrının onu gördüğü o ilişkinin saygınlığın içinde oturtabilirdi. Eğer kaybolan oğul üzerindeki paramparça olmuş kötü giysileri çıkartmasa idi ya da evdeki konumu “ücret alan bir hizmetkar” gibi olsa idi, şu görkemli sözcükleri hiç bir zaman işitemez idik. “Sevinip eğlenmek gerekiyor, çünkü bu oğlum ölmüş idi, yaşama döndü; kaybolmuş idi; bulundu!” Bu sözler tüm gerçek imanlılar için geçerlidir. Tanrının huzurunda onların eski tabiatları var olarak görünmezler. Tanrı Adem tabiatını ölmüş sayar ve onların da aynı şekilde eski tabiatlarını ölmüş saymaları gerekir. Tanrı önünde eski tabiat ölüdür – iman karşısında eski tabiat ölüdür. Eski tabiatın ölüm konumunda tutulması gerekir. Tanrısal huzura çıkmamız, eski tabiatımızı iyileştirmek ya da geliştirmek ile gerçekleşmez. Ancak yeni tabiatın sahipleri olarak Tanrının huzurunda durabiliriz. Kaybolan oğul babasının sofrasına oturmak için eski konumuna ait giysileri tamir etmedi, ama şimdiye kadar hiç görmemiş olduğu ya da daha önce hiç aklına bile getirmediği bir giysi giyerek babasının sofrasına oturdu. Kaybolan oğul bu giysiyi uzak ülkelerden gelir iken yanında getirmedi, eve dönerken dönüş yolunda da satın almadı, babası bu giysiyi onun için evde bulunduruyor idi. Kaybolan oğul bu giysiyi yapmadı ya da yapmak için birinden yardım almadı; ama bu giysiyi ona babası tedarik etti ve oğlu bu giysiyi giydiği zaman, giysiyi oğlunun üzerinde gördüğü için sevinç duydu. Böylece baba ve oğlu mutlu bir paydaşlık içinde “besili danadan” yemek için birlikte sofraya oturdular.

Şimdi başka bir alıntı yaparak konumuzda ilerleyelim; “Esenlik sunusu kurbanının yasasında” bu konuda pek çok başka ek düşünceler göreceğiz – bu düşünceler garip bir şekilde sunuya aittirler: “Rabbe sunulacak esenlik kurbanının yasası şudur: Eğer adam sunusunu Rabbe şükretmek için sunuyor ise, sunusunun yanı sıra zeytinyağı ile yoğrulmuş mayasız pideler, üzerine zeytinyağı sürülmüş mayasız yufkalar ve iyice karıştırılmış ince undan yağ ile yoğrulmuş mayasız pideler de sunacak. Her sunudan birini Rabbe bağış sunusu olarak sunacak ve o sunu esenlik sunusunun kanını sunağa döken kahinin olacak. Rabbe şükretmek için sunulan esenlik kurbanının eti, sununun sunulduğu gün yenecek, sabaha bırakılmayacak. Biri gönülden verilen bir sunu ya da dilediği adağı sunmak istiyor ise, kurbanın eti sununun sunulduğu gün yenecek, arta kalır ise ertesi güne bırakılabilecek. Ancak üçüncü güne bırakılan kurban eti yakılacak. Esenlik kurbanının eti üçüncü gün yenir ise, sunu kabul edilmeyecek, geçerli sayılmayacak. Çünkü et kirlenmiş sayılır ve her yiyen cezasını çekecektir. Kirli sayılan herhangi bir şeye dokunan et yenmemeli, yakılmalıdır. Öteki etlere gelince temiz sayılan bir insan o etlerden yiyebilir. Ama biri kirli sayıldığı sürece Rabbe sunulan esenlik kurbanının etini yer ise, halkının arasından atılacak. Ayrıca kirli sayılan herhangi bir şeye, insandan kaynaklanan bir kirliliğe, kirli bir hayvana ya da kirli ve iğrenç bir şeye dokunup da Rabbe sunulan esenlik kurbanının etinden yiyen bir halkın arasından atılacak.” (Levililer 7:11-21)

Bedendeki günah ve vicdandaki günah arasında çok titiz ve özenli bir ayırım yapmamız çok büyük önem taşır. Eğer bu ikisini karıştırır isek, canlarımız zorunlu olarak kararsızlığa düşer ve tapınmamız lekelenir. 1.Yuhanna 1:8-10 ayetleri incelendiği zaman bu konuyu aydınlattıkları görülecektir; bu konunun anlaşılması o kadar elzemdir ki, esenlik sunusunun tüm öğretişinin takdir edilmesi anlamına gelir ve bu düşünce özellikle şimdi vardığımız noktada çok önemlidir. İçimizde konut kurmuş günah konusunda en çok bilince sahip olan kişi, ışıkta yürüyen kişidir. “Eğer günahımız olmadığını söyler isek, kendimizi kandırmış oluruz ve içimizde gerçek barınmaz.” Hemen bir sonraki ayette şu ifadeyi okuruz: “O’nun Oğlu İsa Mesih’in kanı bizi her günahtan arındırır.” Burada içimizdeki günah ve üzerimizdeki günah arasında bulunan farklılık tam olarak ortaya konur ve bina edilir. Tanrının huzurundaki günahkarın üzerinde günah bulunduğunu söylemek, İsa’nın kanının temizleyen etkinliğini sorgulamaya getirmek ve tanrısal kaydın gerçeğini inkar etmek anlamına gelir. Eğer İsa’nın kanı mükemmel bir şekilde temizliyor ise, o zaman imanlının vicdanı mükemmel bir şekilde temizlenmiştir. Tanrının sözü konuyu bu şekilde belirler. Ve bizlerin her zaman hatırlaması gereken önemli gerçek şudur: imanlının Tanrının gözündeki gerçek konumunu Tanrının Kendisinden öğrenmemiz gerekir. Bizler ise Tanrıya daha çok kendi içimizde ne olduğumuzu söylemek ile meşgulüzdür, oysa Tanrıya, bize, Mesih’te ne olduğumuzu söylemesi için izin vermemiz gerekir. Başka bir deyiş ile, Tanrının Kendisi hakkındaki açıklamasından çok kendi öz bilincimiz ile ilgileniriz. Tanrı bize Kendi içinde ne olduğunun temelinde ve Mesih’te neler başardığını anlatmak için konuşur. İmanın temel aldığı Tanrı açıklamasının doğası ve karakteri budur. Ve böylece can mükemmel esenlik ile dolar. Tanrının açıklaması başkadır; oysa benim bilincimin açıklaması bundan oldukça değişiktir.

Ama bize üzerimizde günah olmadığını söyleyen aynı söz, eşit güç ve netlik ile içimizde günah olduğunu söyler. “eğer günahımız olmadığını söyler isek, kendimizi aldatmış oluruz ve gerçek içimizde barınmaz.” İçinde “gerçek” olan herkes, aynı şekilde içinde “günah” olduğunu bilecektir. Çünkü gerçek her şeyi olduğu gibi açıklar. O zaman ne yapmamız gerekir? İçimizde konut kurmuş olan günahın “günahlar” şeklinde kendisini göstermemesi için yeni tabiatımızın gücünde yürüme ayrıcalığına sahibiz. İmanlının konumu, bir zafer ve özgürlük konumudur. İmanlı yalnızca günahın cezasından kurtarılmak ile kalmamış, ama aynı zamanda yaşamına hükmeden bir ilke olan günahtan da kurtarılmıştır. “artık günaha kölelik etmeyelim diye, günahlı varlığımızın ortadan kaldırılması için eski yaradılışımızın Mesih ile birlikte çarmıha gerildiğini biliriz. Çünkü ölmüş kişi günahtan özgür kılınmıştır. Mesih ile birlikte ölmüş isek, O’nunla birlikte yaşayacağımıza da inanıyoruz. Çünkü Mesih’in ölümden dirilmiş olduğunu ve bir daha ölmeyeceğini, ölümün artık O’nun üzerinde egemenlik sürmeyeceğini biliyoruz. O’nun ölümü günaha karşılık ilk ve son ölüm olmuştur. Sürmekte olduğu yaşamı ise Tanrı için sürmektedir. Siz de böylece kendinizi günah karşısında ölü ve Mesih İsa’da Tanrı karşısında diri sayın. Bu nedenle, bedenin tutkularına uymamak için günahın ölümlü bedenlerinizde hüküm sürmesine izin vermeyin. Bedeninizin üyelerini haksızlığa araç ederek günaha sunmayın. Ölümden dirilenler gibi kendinizi Tanrıya adayın; bedeninizin üyelerini doğruluk araçları olarak Tanrıya sunun. Günah size egemen olmayacaktır. Çünkü Kutsal yasanın yönetimi altında değil, Tanrının lütfu altındasınız.” (Romalılar 6:6-14) Günah tüm kötülüğü ile mevcuttur, ama imanlı onun karşısında ölüdür. Nasıl mı? İmanlı Mesih’te öldü; doğası itibarı ile günah içinde ölü idi. Ama lütuf aracılığı ile günah karşısında öldü. Kim ölü bir insan üzerinde herhangi bir talepte bulunabilir? Hiç kimse. Mesih “günah karşısında bir kez öldü” ve imanlı da O’nda öldü. “Mesih ile birlikte ölmüş isek, O’nunla birlikte yaşayacağımıza da inanıyoruz. Çünkü Mesih’in ölümden dirilmiş olduğunu ve bir daha ölmeyeceğini, ölümün artık O’nun üzerinde egemenlik sürmeyeceğini biliyoruz. O’nun ölümü günaha karşılık ilk ve son ölüm olmuştur. Sürmekte olduğu yaşamı ise Tanrı için sürmektedir.” Bu ifadenin imanlılar ile ilgili olarak sonucu nedir? “Siz de böylece kendinizi günah karşısında ölü, Mesih İsa’da Tanrı karşısında diri sayın. İmanlının Tanrı önündeki değiştirilemez konumu işte budur! Öyle ki, içinde günah konut kurmuş olsa da, onun üzerinde bir egemen konumunda olarak günahtan özgürlüğün tadını çıkartmak için kutsal ayrıcalığına sahip çıksın.

Ama o zaman bir kişi, günah işler ise ne yapılması gerekir? Esin almış olan elçi bu soruya tam ve çok kutsanmış bir yanıt verir: “Ama günahlarımızı itiraf eder isek, güvenilir ve adil olan Tanrı, günahlarımızı bağışlayıp bizi her günahtan arındıracaktır.”(1.Yuhanna 1:9) İtiraf, içinde vicdanın özgür olarak muhafaza edildiği bir olgudur. Elçi şu sözleri söylemez: “Eğer bağışlanmak için dua eder isek, O bizi bağışlamak için lütfeden ve merhamet edendir.” Hiç kuşkusuz, bir çocuk için babasının kulağına ihtiyacını fısıldamak her zaman ona mutluluk verir – O’na zayıflığını söylemek, akılsızlıklarını, güçsüzlüğünü ve başarısızlığı itiraf etmek. Tüm bunlar tam olarak doğrudur ve ayrıca Babamız çocuklarının tüm zayıflıklarında ve bilgisizliklerinde onlarla buluşacak kadar lütufkar ve merhametlidir. Evet, tüm bunlar doğrudur ama Kutsal Ruh yine de elçi aracılığı ile şu ifadeyi beyan etmektedir: “Eğer itiraf eder isek, günahlarımızı bağışlama konusunda güvenilir ve adildir.” Bu nedenle, itiraf tanrısal bir olgudur. Düşünce, söz ya da eylemde hata yapmış olan bir imanlı bağışlanmak için günlerce ve aylarca dua edebilir ve 1.Yuhanna 1: 9 aracılığı ile bağışlandığına ilişkin güvence elde edemez. Oysa Tanrının önünde günahını gerçekten itiraf ettiği zaman, mükemmel bir şekilde bağışlandığını ve kusursuz bir şekilde temizlendiğini bilmesi, yalnızca basit bir iman konusudur.

Tanrının karakteri, Mesih’in kurbanı ya da canın koşulları ile ilgili olarak baktığımız zaman, bağışlanmak için dua etmek ve günahlarımızı itiraf etmek arasında yoğun bir ahlak farklılığının mevcut olduğunu görürüz. Bir kişinin duası işlediği günah ne olur ise olsun onu itiraf etmesini kapsama olasılığı oldukça mümkündür ve böylece aynı noktaya gelinir. Ama o zaman düşüncemizde, sözümüzde ve yaptığımızda ayetlere yakın olmak her zaman iyidir. Kutsal Ruh itiraf etmekten söz ettiği zaman bunun dua etmek anlamına gelmediğinin aşikar olması gerekir. Ve aynı zamanda eşit olarak aşikar olan şudur: Tanrı, duaya ait olmayan ahlaki unsurları ve ondan çıkan pratik sonuçları bilir. Aslında, Tanrıdan ısrar ile defalarca günahların bağışlanmasını isteme alışkanlığı bilgisizlikten kaynaklanır. Çünkü Tanrı kendisini bu konuda Mesih’in işinde ve kişiliğinde açıklamıştır. Mesih’in kurban olması imanlıyı vicdanındaki yükten ve günahın gelişme ortamından özgür kılmıştır.

Tanrı, Mesih’in çarmıhında günahkarların tüm günahları konusunda mükemmel bir şekilde tatmin olmuştur. O çarmıhta, en küçük bir günah için bile sonsuza kadar sunulan tam bir kefaret ödenmiştir. İmanlının doğası yenilenmiş ve vicdanı Mesih’in kanı ile yıkanmıştır. Bu yüzden Tanrı, başka herhangi bir tövbe edilmesine ihtiyaç duymaz; yüreğinin imanlıya karşı çekilmesi gerekmez. O’ndan sadık ve adil olmasını talep etmeyiz, çünkü O’nun sadakati ve adaleti Mesih’in ölümü aracılığı ile çok görkemli bir şekilde sergilenmiş, doğrulanmış ve yanıtlanmıştır. Günahlarınız Tanrının huzuruna asla gelemez; çünkü İsa Mesih onların hepsini üstlenmiş ve ortadan kaldırmıştır. Ama eğer günah işler isek, vicdan bunu hissedecektir; hissetmek zorundadır; evet, Kutsal Ruh bunu bize hissettirecektir. O, tek bir günahlı düşüncenin yargılanmadan geçmesine izin veremez. O zaman ne olacak? Günahımız Tanrının huzuruna gitmiş midir? İçsel tapınağın kirlenmemiş ışığındaki yerini bulmuş mudur? Tanrı göstermesin’ “Avukat” oradadır –“ Adil ve doğru olan İsa Mesih” içinde bulunduğumuz ilişkiyi kırılmayan bir saygınlık içinde korumak için oradadır. Ama, günah Tanrının bizimle ilgili düşüncelerini etkileyemese de, bizim Tanrı ile olan ilişkimizi etkileyebilir ve etkiler. 3 Günah O’nun huzuruna çıkacak yol bulamaz, ama çok sıkıntı verici ve alçaltıcı bir tutum ile bizim yollarımızın üstüne çıkar. Günah, avukat’ı Tanrının gözlerinden gizleyemez, ama Tanrıyı bizim gözlerimizden gizleyebilir. Canlarımız Babamızın yüzünün kutsal ışığında güneşlenemesin diye, günah, kalın ve koyu bir bulut gibi ruhsal ufkumuzun üzerini kapsar. Günah, Tanrı ile olan ilişkimizi etkileyemez, ama Tanrı ile olan ilişkimizden aldığımız zevki, ciddi şekilde etkileyebilir. Bu nedenle, bizlerin ne yapması gerekir? Söz bu soruya şu yanıtı verir: “Ama eğer günahlarımızı itiraf eder isek, güvenilir ve adil olan Tanrı günahlarımızı bağışlayıp bizi her kötülükten arındıracaktır.” İtiraf ettiğimiz zaman, vicdanımız temizlenmiş olur; Tanrı ile olan ilişkimizin tatlı duygusu yenilenir. Koyu karanlık günah bulutu uzaklaşır; tüyler ürperten ve sıkıntı veren etki gücünü kaybeder ve Tanrı hakkındaki düşüncelerimiz yeniden doğru düzenine girer. Tanrısal yöntem böyledir ve yüreğin itiraf etme konumunda olmanın ne demek olduğunu bildiğini söyleyebiliriz; elçinin yazdığı sözlerdeki tanrısal gücü hissedelim, “Yavrularım, bunları size GÜNAH İŞLEMEYESİNİZ diye yazıyorum.” (1.Yuhanna 2:1)

Ve sonra tekrar çarmıhtaki kurban ile sağlanmış olan bağışlanmanın mükemmel zemininin kaybedildiği bir görünümü kapsayan bir bağışlanma duası tarzı mevcuttur. Eğer Tanrı günahları bağışlıyor ise, bunu yaparken, “sadık ve adil” olması gerekir. Günahlarımız her zaman böylesine içten ve gayretli olsa dahi, Tanrının adaletinin ve sadakatinin zeminini oluşturmadıkları oldukça kesindir. Günahlarımızın bağışlanmasını yalnızca çarmıhta tamamlanan iş başarabilir. Tanrının sadakati ve adaleti çarmıhta eksiksiz ve tam bir gerçekliğe sahiptirler. Ve bu, doğamızdaki günahın kökü için olduğu kadar işlediğimiz günahlar ile de ilgilidir. Tanrı günahlarımızı daha önceden “ağaçta” bizim yerimize geçmiş olan Kişi’nin kişiliğinde yargılamıştır. Ve biz itirafta bulunduğumuz zaman kendimizi yargılamış oluruz. Bu davranış tanrısal bağışlama ve yenilenme için elzemdir. Vicdandaki itiraf edilmemiş ve yargılanmamış en ufak bir günah bile Tanrı ile olan paydaşlığımızı tamamen lekeleyecektir. İçimizde konut kurmuş günahın bunu yapması gerekmez, ama eğer günahın üzerimizde kalmasının acısını çeker isek, Tanrı ile paydaşlığa sahip olamayız. O, bizlerin Kendi huzurunda durabilmesini sağlamak için günahlarımızı öyle bir şekilde ortadan kaldırmıştır ki, biz bu nedenle O’nun huzurunda kaldığımız sürece, günah bizi rahatsız edemez. Ama eğer biz O’nun huzurundan çıkar ve düşüncemizde bile günah işler isek, itiraf aracılığı ile biz günahtan kurtuluncaya kadar paydaşlığımızın geçici olarak ertelenmesi elzem olacaktır. Aslında söylememe hiç gerek yok ama tüm bunların temeli yalnızca Rab İsa Mesih’in mükemmel kurbanına ve doğru avukatlığına bağlıdır.

Son olarak, Tanrının önünde, yüreğin durumu ile ilgili olarak dua ve itiraf arasındaki farklılık hakkında ve günaha karşı duyulan nefretin ahlaki duygusunun yeterince vurgulanması mümkün değildir. Genelde, bu günahların itiraf edilmesinden çok, günahlarımızın bağışlanmasını istemek, daha kolay bir yoldur. İtiraf etmenin içinde öz yargı mevcuttur. Bağışlanma istemek, itirafın içinde bulunmayabilir ve bulunmaz. Yalnızca bu nokta bile bu farklılığa işaret etmek için yeterlidir. Öz yargı, imanlı yaşamının en değerli ve en sağlıklı egzersizlerinden biridir. Ve bu yüzden onu üreten herhangi bir şey, her gayretli imanlı tarafından büyük takdir görmeli ve buna çok değer verilmelidir.

Bağışlanma istemek ve günahı itiraf etmek arasındaki farklılık, sürekli olarak çocuklar ile ilgili konularda örnek olarak gösterilir. Eğer herhangi bir çocuk yanlış bir şey yapar ise, babasından kendisini bağışlamasını istemesi, açıkça ve çekinmeden hatasını itiraf etmekten daha kolay gelir. Çocuk, bağışlanma ister iken zihninde, kötülük duygusunu azaltma eğilimine sahip birçok şeyi barındırabilir. Çocuk her şeye rağmen hatası nedeni ile çok fazla ayıplanmaması gerektiğini gizlice düşünebilir; ancak yine de emin olmak için yalnızca babasından kendisini bağışlamasını istemesi uygun olacaktır. Oysa, hatayı itiraf etmek, yalnızca tek bir şeydir ve bu öz yargıdır. Ayrıca çocuk bağışlanma ister iken, aslında hatasının sonuçlarından kaçmak için bir arzu duyuyor olabilir; ama adil bir anne ve baba çocuğunda yaptığı ahlaki bir kötülük ile ilgili adil bir duygu üretmek ister. Bu duygu yalnızca hatanın tam olarak itiraf edilmesi ile bağlantılı olarak var olabilir – öz yargı ile bağlantılı olarak.

Tanrının, çocukları hata yaptıkları zaman, onlara nasıl davrandığına işaret edelim. Tanrının tüm hatayı ortaya çıkartması ve tam olarak yargılaması gerekir. O, bizim, günahın yalnızca ifade edilemez olan sonuçlarından hoşlanmamak ile yetinmemizi istemez, ama aynı zamanda günahın kendisinden nefret etmemizi istemez, çünkü O’nun gözünde günah nefret edilecek bir şeydir. Günah işlediğimiz zaman, bizim için yalnızca istemek ile bağışlanmak mümkün olsa idi, günah bilincimiz ve ondan kaçınmamız bu kadar yoğun olmaz idi ve bunun bir sonucu olarak kutsanmış olduğumuz paydaşlığımızın değeri, böyle yüksek olmaz idi. Ruhsal durumumuzun genel tonu hakkındaki tüm bu ahlaki etki ve aynı zamanda tüm karakterimizi ve pratik kariyerimizi etkilemesi, deneyim sahibi olan her imanlı için aşikar olması gerekir. 4

Tüm bu düşünce dizisi, “esenlik sunusu yasasında” var olan ve önde gelen iki ilke ile yakın bağlantıya sahiptir.

Levililer yedinci bölümün 13.ayetinde şunları okuruz: “Rabbe şükretmek için esenlik sunusunu mayalı ekmek pideleri ile sunacak.” Ama aynı bölümün 20.ayetinde şu ifade yer alır: “Ama biri kirli sayıldığı sürece Rabbe sunulan esenlik kurbanının etini yer ise, halkın arasından atılacak.” Burada önümüze konulan iki net nokta görmekteyiz, yani içimizdeki günah ve üzerimizdeki günah. “Maya” ya izin verilir idi, çünkü tapınanın doğasında günah mevcut idi. “Murdarlık” yasak idi, çünkü tapınanın vicdanında hiç günah olmaması gerekiyor idi. Eğer söz konusu olan günah ise, paydaşlığın söz konusu olmaması gerekir. Tanrı, içimizde var olduğunu bildiği günah için kanın kefareti aracılığı ile günah sorunu için ihtiyacımızı karşılamış ve sağlayışta bulunmuştur. Ve bu nedenle esenlik sunusundaki mayalı ekmek ile ilgili olarak şunları okuruz: “Her sunudan birini Rabbe bağış sunusu olarak sunacak ve o sunu esenlik sunusunun kanını sunağa döken kahinin olacak.” (ayet 14) Başka bir deyiş ile, tapınan kişinin doğasındaki maya, kurbanın “kanı” aracılığı ile mükemmel bir şekilde karşılanmıştır. Mayalı ekmeği yiyen kahinin, kanı serpen kişi olması gerekir. Tanrı, günahımızı sonsuza kadar gözünün önünden kaldırmıştır. Günah içimizdedir, ama buna rağmen Tanrının gözü günaha bakmaz. Tanrı yalnızca kanı görür ve bu nedenle, bizimle devam edebilir ve bize Kendisi ile hiç bir engel bulunmayan bir paydaşlık için izin verir. Ama eğer biz içimizdeki “günaha” kendisini “günahlar” biçiminde geliştirmesi için izin verir isek, o zaman itiraf, bağışlama ve temizlik ya da arınma olması gerekir. Öyle ki, esenlik sunusunun etinden tekrar yiyebilelim. Törensel murdarlık yüzünden halkın arasından atılan tapınan kişi, itiraf edilmemiş günah yüzünden şimdi imanlının paydaşlığının belirsizliğine yanıt verir. Günahlarımızın içinde iken Tanrı ile paydaşlığa sahip olmak için girişimde bulunmak, küfür niteliğinde bir hakarete neden olur, çünkü tanrı günah ile paydaşlık içinde yürüyemez. “O’nunla paydaşlığımız var deyip de, karanlıkta yürür isek, yalan söylemiş, gerçeğe uymamış oluruz. “(1.Yuhanna 1:6)

İncelemekte olduğumuz gerçek çizgisinin ışığında günahlarımız ile meşgul olmanın bir ruhsallık işareti olduğunu düşündüğümüz zaman, ne kadar hatalı olduğumuzu kolaylıkla görebiliriz. Günah ya da günahlar, hiç Tanrı ile olan paydaşlığımızın temeli ya da materyali olabilirler mi? Kesinlikle olamazlar. Günah, önümüzdeki obje olduğu sürece paydaşlığın kesilmesi gerektiğini biraz önce gördük. Paydaşlık yalnızca “ışıkta” mümkün olabilir. Ve hiç kuşkusuz, ışıkta hiç bir günah mevcut değildir. Günahlarımızı ortadan kaldıran ve bizi Tanrıya yaklaştıran kan ve Tanrıya yakın tutan Avukat ışıktadır. Tanrının ve tapınanın paydaşlık içinde durdukları o platformdan günah sonsuza kadar yok edilmiştir. Baba ve kaybolan oğul arasındaki paydaşlığın materyalini oluşturan ne idi? Kaybolan oğlun paçavra giysileri miydi? “Uzaktaki ülkenin” başaklarının dış kabukları mıydı? Asla, hayır, değil idi. Kaybolan oğlun beraberinde getirdiği hiç bir şey değil idi. Tanrının sevgisinin zengin sağlayışı idi – “besili dana.” Aynı şey Tanrı ve her gerçek imanlı için geçerlidir. Onlar kutsal ve yüce bir paydaşlık içinde birlikte beslenirler, O’nun değerli kanı sonsuza kadar süren bir beraberlik sağlamıştır; bu ışığa hiç bir günah asla yaklaşamaz.

Aynı zamanda gerçek alçakgönüllülüğün günahlara bakarak ya da onların üzerinde durmak aracılığı ile kanıtlandığını ya da sağlandığını bir an için bile aklımızdan geçiremeyiz. Kutsanmamış ve melankolik bir yüz buruşturma böylelikle üstün bir şekilde teşvik edilebilir. Ama en derin alçakgönüllülük tamamen farklı bir kaynaktan fışkırır. Kaybolan oğul uzak ülkede “aklı başına geldiği zaman” mı alçakgönüllü bir kişidir ya da Babasının evine ve Babasının kucağına geri döndüğü zaman mı alçakgönüllü bir insandır? Tanrı ile paydaşlığın en yüksek yerlerine bizi çıkartanın lütuf olduğu aşikar değil midir? İçten bir alçakgönüllülüğün en engin derinliklerine bizi yalnızca lütfun yönlendirdiği kesin değil midir? Hiç kuşkusuz bu soruların yanıtları “evet”tir. Günahlarımızın ortadan kaldırılmasından kaynaklanan alçakgönüllülük onların keşfedilmesinden kaynaklanan şeyden her zaman daha derin olması gerekir. İlki, bizi Tanrı ile birleştirir, ikincisi ise, benlik ile ilişkilidir. Gerçekten alçakgönüllü olmanın yolu, Tanrının bizi içine yerleştirmiş olduğu ilişkinin zeka ve gücü içinde Tanrı ile yürümektir. O, bizi çocukları yapmıştır ve yalnızca eğer onun çocukları olarak yürüdüğümüz takdirde, alçakgönüllü olacağız.

Konumuzun bu kısmından ayrılmadan önce, Rabbin sofrası hakkında bir görüş sunacağım; bu görüş kilise birliğinin önde gelen bir eylemi olarak çok dikkatli bir şekilde esenlik sunusunun öğretişi ile bağlantılı olarak görülebilir. Rabbin Sofrasının zeki bir şekilde kutlanması için her zaman O’nun saf ve şükreden karakterinin farkındalığına bağımlı olmak gerekir. “Tanrıya şükrettiğimiz şükran kasesi ile Mesih’in kanına paydaş olmuyor muyuz? Bölüp yediğimiz ekmek ile Mesih’in bedenine paydaş olmuyor muyuz?” (1.Korintliler 10:16) Bu nedenle, günahın ağır yükü altında ezilmiş bir can, ruhsal bir zeka ile Rabbin sofrasından yiyemez; bu sofra Mesih’in ölümü aracılığı ile günahın tamamen ortadan kaldırıldığının ifadesidir. “Bu ekmeği her yediğiniz zaman ve bu kaseden her içtiğiniz zaman, Rabbin gelişine dek Rabbin ölümünü ilan etmiş olursunuz.” (ayet 11) İman, Mesih’in ölümünde eski yaratılışımız ile ilgili her şeyin sona erdiğini görür ve Rabbin sofrasının bu ölümü ortaya koyduğunu anlar; Rabbin Sofrasının imanlının günah yükünün bir Kişi tarafından sonsuza kadar ortadan kaldırıldığına dair görkemli gerçek olarak görülmesi gerekir. Bu gerçek şunu beyan eder: bir zamanlar bizi bağlayan ve esir kılan günahlarımızın zinciri Mesih’in ölümü aracılığı ile sonsuza kadar kırılmıştır. Ve bizi bir daha asla bağlayıp esir kılamaz. Dönüp, savaşın yapıldığı ve kazanıldığı yere, çarmıha bakarız ve zaferin tam ve sonsuz sonuçlarına gireceğimiz yerdeki yüceliğe doğru, ileriye bakarız.

Evet, içimizde “mayanın” mevcut olduğu doğrudur; ama üzerimizde “murdarlık” yoktur. Gözlerimizi günahlarımıza dikmememiz gerekir, gözlerimizi dikmemiz gereken çarmıhta bu günahlarımızı üstlenen ve onları sonsuza dek ortadan kaldıran Rab İsa’dır. İçimizde günah bulunmadığına ilişkin boş düşünce aracılığı ile “kendimizi aldatmamamız” gerekir. Aynı şekilde, üzerimizde günah bulunmadığına dair değerli gerçek aracılığı ile sevinmeyi reddederek Tanrı sözünün ve Mesih’in kanının etkinliğini de inkar etmememiz gerekir. Çünkü O’nun Oğlu İsa Mesih’in kanı bizi her günahtan temizler. Ağzı ile iman ikrarında bulunan pek çok Hrıstiyan’ın yargılanması Rabbin Sofrasının çevresinde toplanan ağır bulutu gözlemlemek gerçekten acıklıdır. Müjdenin pek çok temel gerçekleri ile ilgili olarak mevcut yanlış anlamanın yoğun miktarını açıklamak için aynı ağır bulut ortalarda dolanır. Aslında biz, Rabbin Sofrası, bilinen kurtuluşun dışındaki herhangi bir temel üzerinde durduğu zaman  - tadı çıkartılan bağışlanma – bilinçli kurtarılma -can, her zamankinden daha kalın ve daha koyu bulutlara sarılır hale gelir. Yalnızca Mesih’in anılması olan Rabbin Sofrası O’nun yerini değiştirmek için kullanılır. Tamamlanmış, başarılı bir kurtuluşu kutlayan Rabbin Sofrası, ilaveten ilerleme vasıtası olarak kullanılır. Ve böylece buyruklar taciz edilir ve canlar karanlığa, karmaşaya ve hataya saplanırlar.

Esenlik sunusunun hoş buyruğu bundan ne kadar da farklıdır! Bu sonuncunun özelliklerine baktığımız zaman, görüyoruz ki, kanın döküldüğü anda Tanrı ve tapınan kişi mutlu ve huzurlu bir paydaşlık içinde beslenebilirler. Bundan daha fazla hiç bir şeye ihtiyaç yok idi. Esenlik kan aracılığı ile sağlandı ve bunun temeli üzerinde paydaşlık kuruldu. Esenliğin kurulması ile ilgili tek bir soru paydaşlığa vurulan ölümcül bir darbe olacaktır. Eğer Tanrı ile esenlik sağlamak gibi boş bir girişim ile meşgul olacak isek, ya paydaşlığa ya da tapınmaya tamamen yabancı olmamız gerekir. Eğer esenlik sunusunun kanı dökülmemiş olsa idi, o zaman “göğüs” ve “omuzdan” beslenmemiz imkansız olur idi. Ama öte yandan eğer kan dökülmüş olsa idi, o zaman esenlik zaten sağlanmış olur idi. Esenliği Tanrının Kendisi sağlamıştır ve iman için bu yeterlidir ve bu nedenle iman aracılığı ile tamamlanmış kurtuluşun zekası ve sevinci ile Tanrı ile paydaşlığa sahibiz. Tanrının sağlamış olduğu esenlikte Tanrının Kendi sevincinin tazeliğini tadarız. Tanrı huzurunun tüm doluluğu ve bereketi içinde Mesih’ten besleniriz.

Bu son nokta “esenlik sunusu yasasının” içinde yer alan başka önemli bir gerçek ile bağlantılıdır ve onu temel alır. Şükran sunmak için onun esenlik sunularının kurbanının eti sunulduğu aynı günde yenecektir:  bu kurban eti sabaha kadar tutulmayacaktır. Bu ifadenin anlamı şudur: tapınan kişinin paydaşlığı, paydaşlığının temeli olan bu kurbandan asla ayrılmaması gerekir. Aynı zamanda bir kişi bağlantıyı sürdürmek için ruhsal enerjiye sahip olduğu sürece tapınma ve paydaşlık tazelik ve kabul edilebilirlik içinde muhafaza edilmelidir, ama daha uzun süre değil. Zihinlerimizin ruhunda, yüreklerimizin sevgisinde ve canlarımızın deneyiminde kurbana yakın kalmaya devam etmemiz gerekir. Bu tutum, tapınmamıza güç ve süreklilik katacaktır. Mesih ile olan meşguliyetimiz içinde yüreklerimiz ile bazı tapınma eylemi ya da ifadesi başlatırız. Ve ne kadar yakınlaşır isek, yaptığımız ya da söylediğimiz şey ya da bizi dinleyen kişiler ile o kadar meşgul olabiliriz. Ve bu şekilde “kutsal konularda zayıflık” olarak ifade edilebilecek bir konuma düşeriz. Bu konu çok ciddidir ve bizi çok ayık ve uyanık hale getirmesi gerekir. Tapınmamıza Kutsal Ruh’ta başlayabilir ve benlikte son verdirebiliriz. Her zaman dikkatli olmamız gereken şey şu olmalıdır: acı çekmemek için bir an bile Kutsal Ruh’un enerjisinin ötesinde ilerlememiz gerekir. Çünkü Kutsal Ruh bizi her zaman doğrudan Mesih ile meşgul tutar. Eğer Kutsal Ruh, tapınmak ya da şükretmek için “beş sözcük” üretir ise, biz de beş sözcük söyleyelim ve başka söylemeyelim. Eğer daha ileri gidecek olur isek, kurbanımızı zamanın ötesinde yemiş oluruz ve kurban kabul edilmediği gibi, “kötülüğe neden olan menfur bir şey olur.” Bunu her zaman hatırlayalım ve uyanık kalalım. Bunun bizi paniğe sürüklemesi gerekmez. Tanrı bizi Kutsal Ruh aracılığı ile yönlendirecek ve böylece tüm tapınmamız boyunca Mesih ile dolduracaktır. Kutsal Ruh yalnızca tanrısal olanı kabul edebilir ve bu yüzden bize yalnızca tanrısal olanı sunacaktır.

“Biri gönülden verilen bir sunu ya da dilediği adağı sunmak istiyor ise, kurbanının eti sununun sunulduğu gün yenecek, arta kalır ise ertesi güne bırakılabilecek.” (Levililer 7:16) Can, gönüllü bir tapınma eylemi ile, Tanrıya gittiği zaman, böyle bir tapınma daha geniş bir ruhsal enerjinin sonucu olacaktır; o zaman tecrübe edilmiş olan bazı özel merhamet kaynağından daha büyük bir merhamet söz konusu olacaktır. Eğer bir kişi Rabbin Kendi elinden gelen belirli bir iyilik ile ziyaret edilir ise, can hemen şükran sunarak yükselir. Bu durumda, başı ya da sonu nerede olur ise olsun, bu iyilik ya da merhamet ile uyandırılır ve birbirine bağlanır. Ama yüreğin Kutsal Ruh tarafından övgünün bazı gönüllü ya da özgür ifadesi içinde yönlendirildiği yerde daha dayanıklı bir karakter söz konusu olacaktır. Ama ruhsal tapınma her zaman kendisini Mesih’in değerli kurbanı ile bağlayacaktır.

“Ancak üçüncü güne bırakılan kurban eti yakılacak. Esenlik kurbanının eti üçüncü gün yenir ise, sunu kabul edilmeyecek, geçerli sayılmayacak, çünkü et kirlenmiş sayılır ve her yiyen can suçunun cezasını çekecektir.” (Levililer 7:17-18) Mesih ile her an bağlantılı olmayan bir şey Tanrının yargısına göre hiç bir değere sahip değildir. Yalnızca doğal duyguların heyecanı ve dışa vurumu olan pek çok şey tapınma gibi görülebilir; görünürde adanmaya benzer, ama aslında yalnızca benliğe dayalı dindarlıktır. Doğal olan şeyler ile hareket edildiği zaman, dindar bir yol izlenmiş olur ve ihtişam, tören, geçit alayı, giysiler, belagat edebiyatı ve göze muhteşem görünen bir törenciliğin tüm çeşitli hileleri ile ruhsal tapınma tamamen ortadan kaybolabilir. Evet, sözde dindar tapınmanın göze iyi görünen görünümleri tarafından ortaya çıkartılan ve takdir edilen bazı tatları ve eğilimlerinin sık sık görülmediklerini söyleyemeyiz.

Tüm bu ifadelerin “Tanrı Ruh’tur ve O’na tapınanların ruhta ve gerçekte tapınmaları gerekir” (Yuhanna 4. Bölüm)sözlerini hatırlama konusunda arzulu olanlar tarafından korunmaları gerekir. Din şu anda bir anlamda kendisini en güçlü çekicilikleri ile örtmektedir. Din, orta çağda gerçekleşen olayları üstünden atarak damıtılmış bir tadın ve eğitilmiş ve aydınlatılmış bir çağın tüm kaynaklarını yardıma çağırmaktadır. Heykel, müzik ve resim zengin hazinelerini dinin kucağına dökmektedirler, öyle ki, din tüm bunlar ile düşünmeyen zihni boş bir kalabalığı uyutmak için güçlü bir hazırlık içinde kalabilsin; uyuttuğu kişiler ancak ölüm, yargı ve ateş gölünün söz ile ifade edilemeyecek dehşetleri tarafından uyandırılacaklardır. “esenlik kurbanlarımı kesmek zorunda idim, adak sözümü bu gün yerine getirdim…. Döşeğime Mısır ipliğinden dokunmuş renkli örtüler serdim. Yatağıma mür, öd ve tarçın kokuları serptim.” (Süleyman’ın Özdeyişleri 7) Çürümüş din işte bu şekilde güçlü etkileri aracılığı ile bilgeliğin göksel sesine kulak asmayanları kandırır.

Sevgili okuyucum, tüm bunların farkında ol. Yaptığın tapınmanın çarmıhtaki iş ile ayrılmaz bir şekilde bağlantıda olduğunu gör. Mesih’in temel olduğunu, Mesih’in materyal olduğunu ve Kutsal Ruh’un yaptığın tapınmanın gücü olduğunu anla. Dinin bu kötülüğünden uzakta ve temiz kalmak, çok uyanık olmayı talep eder. Dinin sinsi işlerinin ortaya çıkartılması ve onlar ile yüz yüze gelmek çok zordur. Gerçek bir tapınma ruhu ile bir ilahi söylemeye başlayabiliriz ve ruhsal gücün eksikliği nedeni ile ilahinin sonuna doğru kötülüğe düşebiliriz; esenlik kurbanının etini üçüncü gün yiyebiliriz; yani, benliğin törensel eylemlerine düşebiliriz. Tek güvencemiz, İsa’ya yakın olmaya devam etmektir. Eğer özel bir merhamet nedeni ile yüreklerimizi “şükretmek” için yükseltir isek, bunu Mesih’in adının ve kurbanının gücü ile yapalım. Eğer canlarımız “gönüllü” bir tapınma istiyor ise, o zaman bu tapınma Kutsal Ruh’un enerjisi ile olsun. Bu şekilde Babayı obje, Oğul’u temel ve Kutsal Ruh’u tapınmamızın gücü olarak görmekten kaynaklanması gereken o tazelik, o koku ve o ahlak yüceliği tapınmamızda kendisini gösterecektir.

Ey Rab, tapınan tüm halkın ile birlikte kendimizi sensin sonsuz huzurunun güvenliği içinde buluncaya kadar böyle tapınalım; sahte tapınma ve çürümüş dinin kutsal olmayan tüm etkilerinin ötesinde ve aynı zamanda kendimiz ile birlikte taşıdığımız bu günah ve ölüm bedenlerinden yükselen çeşitli engellerin ötesinde tapınmamızı mümkün kıl!

NOT:— Esenlik sunusu üçüncü sırada olmasına rağmen, onun ile ilgili yasanın verilişinin en sonda olduğunu görmek ilginçtir. Bu koşulun önemi üzerinde duralım. Tapınan kişi tam olarak özgür şekilde yalnızca esenlik sunusu ile paydaşlık ederek tapınır. Yakmalık sunuda, Kendisini Tanrıya sunan Mesih’tir. Tahıl sunusunda Mesih’in mükemmel insanlığını görürüz. Sonra, günah sunusuna geçtiğimiz zaman, günahın kökünden halledildiğini öğreniriz. Suç sunusunda, yaşamdaki gerçek günah için tam bir yanıt mevcuttur. Ama hiç birinde tapınan kişinin paydaşlığı ile ilgili açıklanmış bir öğretiş mevcut değildir. Bu sonuncusu, “esenlik sunusuna” aittir. Ve bu yüzden inanıyorum ki, o sununun yasasını meşgul eden konumdur. Hepsinin sonunda devreye girer ve bize şunu öğretir: canın Mesih’ten beslenmesi söz konusu olduğu zaman, bu beslenmenin tamamen Mesih’ten olması gerekir; O’nun yaşamı, O’nun karakteri, O’nun karakteri, O’nun işi ve O’nun görevlerinden yapılması gerekir. Ve ayrıca günah ve günahlar ile ilgili işimiz sonsuza dek hallolduğu zaman, Mesih’ten zevk alacağız ve sonsuz çağlar boyunca O’ndan besleneceğiz. İnanıyorum ki, eğer yukarıdaki gibi dikkat edilmeye böylesine çok değen bir koşuldan geçecek olsa idik, sunularımızın incelenmesinde ciddi bir hata ortaya çıkardı. Eğer “esenlik sunusu yasası”, sununun kendisinin ortaya çıktığı şekilde düzenlenecek olsa idi, o zaman hemen “tahıl sunusu yasasının” ardından gelmesi gerekir idi, ama böyle olmak yerine “günah sunusu yasası” ve “suç sunusu yasası” verilir ve sonra son olarak “esenlik sunusu yasası” yer alır.


1. “Göğüs” ve “omuz” sevgi ve gücü temsil ederler – güç ve sevgi.

2. 31. Ayette çok büyük bir güç ve güzellik vardır: “Göğüs, Harun ve oğullarına ait olacaktır.” Mesih’in sevgisinden beslenmek, tüm gerçek imanlılara ait bir ayrıcalıktır. Onlar için ölümsüz ve değişmeyen bir sevgi ile atan o yüreğin değişmez sevgisi.

3. Metinde sözü edilen konunun Yuhanna 14: 21-23 ayetlerinde önemli ve çok pratik gerçeği tamamen dokunulmamış bir şekilde bırakır. Yani, Babanın itaatkar bir çocuk için duyduğu sevgisi ve böyle bir çocuğun Baba ve Oğul ile özel paydaşlığı. Dilerim bu gerçek Kutsal Ruh Tanrının kalemi aracılığı ile hepimizin yüreklerine yazılsın.

4. Elçilerin İşleri 8.bölümde Simon Magus’un durumu, okuyucu için bir zorluk teşkil edebilir. Ama onun açısından şu ifadede bulunmak yeterlidir: “acılığın safrasında ve zayıflığın esaretinde”; bu ifade Tanrının sevgili çocukları için asla bir örnek teşkil edemez. Onun düşüncesi 1.Yuhanna 1:9 ayeti ile öğretiş ile hiç bir zaman bir araya gelemez. O, bir çocuk ilişkisine sahip değil idi ve bunun bir sonucu olarak taraf tutma konusunda bir özne değil idi Ayrıca şunu eklemek isterim; Rabbin duasının öznesinin, yukarıda belirtilen ile hiç bir ilgisi yoktur. Bu bölümün hemen göze alınmasını dilerim. Demir gibi sert kurallar koymaktan her zaman sakınmamız gerekir. Bir can herhangi bir koşul altında Tanrıya yalvarabilir ve ihtiyacı olan şeyi isteyebilir. Tanrı onu işitmeye ve ona yanıt vermeye her zaman hazırdır.

Levililer 4 - 5:13

“Hoş kokulu” sunuları gözden geçirdikten sonra, şimdi “günah kurbanlarına” yaklaşıyoruz. Bu günah kurbanları iki sınıfa ayrılırlar idi, yani, günah sunuları ve suç sunuları. Günah sunularının üç aşaması mevcut idi; ilki, “mesh edilmiş kahin” için olan sunu ve “tüm topluluk” için olan sunu. Törenlerde ve kutlamalarda bu ikisi birbirinin aynı idi. (3-12 ayetleri ile 13-21 ayetlerini karşılaştırınız.) Günah işleyen, topluluğun temsilcisi ya da topluluğun kendisi olsun, sonuç değişmez idi. Her iki durumda da dahil olan üç şey vardı: Tanrının toplulukta konut kurduğu yer, topluluğun tapınması ve bireysel vicdan. Şimdi, bunların üçü de kana bağımlı oldukları için günah sunusunun ilk aşamasında kan ile yapılan üç şeyin bulunduğunu görürüz. Kan, buluşma çadırının önünde, yedi kez Rabbin huzurunda serpilirdi. Bu durum Yehova’nın halkı ile olan ilişkisini ve onların arasında konut kurmuş olduğunun güvencesi idi. Yine ayetlerden okuyalım: “Kahin çadırda Rabbin huzurunda kanı buhur sunağının boynuzlarına sürecek.” Bu tutum topluluğun tapınmasını garanti altına alırdı. Kanı, altın sunağın üzerine sürmek ile tapınmanın gerçek temeli korunmuş olur idi; öyle ki, buhurun alevi ve hoş koku sürekli yukarı yükselsin. Son olarak, “Boğanın tüm kanını buluşma çadırının girişinde bulunan yakmalık sununun sunağının dibine dökmeli.” Bu örnek ile bireysel vicdanın örneklerinin tamamen yanıtlandığını görürüz. Çünkü bronz sunak, bireysel yaklaşımın yeri idi. Burada Tanrı günahkar ile buluşur idi.

Geri kalan iki aşamada, bir “yönetici” ya da “halktan bir insan” için mesele yalnızca bireysel vicdandan ibaret idi ve bu yüzden kan ile yapılacak olan yalnızca tek bir şey var idi. Kanın tamamı, “yakmalık sununun sunağının dibine” dökülür idi.” (7.ayeti 25 ve 35. Ayet ile karşılaştırın.) Eğer okuyucum bu örneğin harika ayrıntılarına gerçekten girmeyi arzu ediyor ise, o zaman tüm bunlarda çok dikkat etmesini talep eden tanrısal bir detay bulacaktır. 1

Bireysel günahın etkisi, bireysel vicdanın ötesine geçemez. Bir önderin ya da halktan birinin günahı, buhur sunağına – kahinlere özgü tapınma yeri - ulaşabilecek kadar etkili olamaz. Ve buluşma çadırının perdesine – Tanrının halkının arasında konut kurduğu kutsal yer -  ulaşacak kadar etkili de değildir. Bu konu üzerinde durup düşünmek yararlı olacaktır. Kahinlere özgü olan ya da topluluğa ait tapınma yerinde bir kişisel günah ya da hata durumunu asla ortaya koymamalıyız. Bu mesele kişisel yaklaşım yerinde çözümlenmelidir. Bu konuda pek çok kişi yanılgıya düşer. Topluluğa ya da kahinlere özgü tapınma yerine vicdanları kirli olarak gelirler ve bu nedenle, tüm topluluğu aşağı çekerler ve tapınmasını engellerler. Bu konu yakından incelenmeli ve özen ile hatalardan korunulmalıdır. Vicdanımızın her zaman ışıkta kalması için daha özenli yürümemiz gerekir. Ve ne yazık ki, her zaman olduğu gibi pek çok konuda düştüğümüz zaman, hatamız ile ilgili olarak gizlide Tanrı ile buluşalım, öyle ki gerçek tapınma ve topluluğun gerçek konumu canın önünde her zaman bütünlük ve netlik ile korunabilsin.

Günah sunusunun üç aşaması hakkında bunları söyledikten sonra, bunların ilkinde açıklanan ilkeleri ayrıntılı bir şekilde incelemek için ilerleyeceğiz. Böyle yaptığımız zaman bir ölçüde, tümünün ilkelerinin adil bir kavramını oluşturmamız mümkün olacak. Ama yine de daha önceden sunulmuş olan doğrudan kıyaslamaya girmeden önce, okuyucumun dikkatini bu dördüncü bölümün ikinci ayetinde ortaya konan çok önemli bir noktaya çekmek isterim. Bu nokta şu ifade içinde yer alır: “bilmeden günah işler ise”. Bu nokta, Rab İsa Mesih’in kefareti ile bağlantılı olarak en derin kutsanmanın bir gerçeğini sunar. Bu kefareti göz önüne aldığımız zaman, vicdan, saf duyarlılığın en yüksek noktasına ulaşmış dahi olsa, vicdanın taleplerinin yalnızca tatmin edilmesinden çok daha fazlasını görürüz. Bu nedenle, tanrısal kutsallığın, tanrısal adaletin ve tanrısal görkemin tüm taleplerini tamamen tatmin ettiğini görmek bizim için ayrıcalıktır. Tanrının konut kurduğu yerin kutsallığı ve halkı ile olan beraberliğinin temeli insan vicdanının standardı ne kadar yüksek olur ise olsun, asla insan vicdanının standardı ile düzenlenemez. İnsanın vicdanının üzerine çıkacak ve insanın vicdanında yer vermeyeceği pek çok şey vardır –insanın doğru olduğunu düşündüğü, ama Tanrının hoş göremeyeceği pek çok şey ve bunun bir sonucu olarak vicdan insanın tapınamaya olan yaklaşımına ve Tanrı ile olan ilişkisine müdahale edecektir. Bu yüzden eğer Mesih’in kefareti yalnızca insanın kavrayışının ölçüsü dahilinde sağlayışta bulunur ise, bizlerin kendimizi gerçek esenlik temelinin çok uzağında bulmamız gerekir. Bizim, günah için, Tanrının günah hakkındaki ölçüsü ile uyumlu olarak kefaret edildiğini, O’nun Tahtının taleplerine mükemmel bir şekilde yanıt verildiğini, anlamamız gerekir. O’nun değişmez kutsallığının ışığında görüldüğü gibi günah tanrısal bir şekilde yargılanmıştır. Can için sabit esenlik sağlayan işte budur. İmanlının bilerek ya da bilmeyerek işlediği tüm günahlar için tam bir kefarette bulunulmuştur. Mesih’in kurbanı, taleplerin tanrısal değeri ile uyumlu olarak imanlının Tanrı ile olan ilişkisinin ve paydaşlığının temelini oluşturur.

Bu konuyu tam olarak anlamanın değeri söz ile anlatılamayacak kadar büyüktür. Kefaretin bu özelliğine sımsıkı tutunulmadığı takdirde, yerleşmiş ve sürekli bir esenliğe sahip olunamaz; Mesih’in işinin büyüklüğü ve tamlığı konusunda ya da bu temel üzerine kurulan ilişkinin gerçek doğası hakkında adil bir ahlak anlayışı mevcut olamaz. Tanrı, insanın, Huzurunda tek bir hatası bile olmadan durabilmesi için gerekli olan şeyin ne olduğunu biliyor idi. Ve bu yüzden çarmıhta bu konuda kesin bir sağlayış lütfetti. Eğer günah, Tanrının günah  hakkındaki düşünceleri ile uyumlu olarak yenilmese idi, Tanrı ve insan arasındaki paydaşlık tamamen imkansız olacak idi. Çünkü insan vicdanı  ne kadar çok tatmin olsa bile, şu soru vicdanı her zaman rahatsız edecek idi: Tanrı tatmin olmuş mudur? Eğer bu soru olumlu bir şekilde yanıtlanamıyor ise, paydaşlık asla mümkün olamayacak idi. 2 Tanrısal kutsallığın hoş göremeyeceği yaşam ayrıntılarında kendisini gösteren şeyler ile ilgili düşünceler sürekli olarak yüreğe müdahale edecek idi. Evet, bilmeden böyle şeyler yaptığımız doğru olabilir, ama bu, Tanrının önünde konunun değişmesini mümkün kılmaz; O’nun tarafından her şey bilinir. Bu yüzden sürekli yanlış anlama, kuşku ve hata olacak idi. Tanrısal gerçek şudur: günah için bizim bilgisizliğimize göre değil, Tanrının bilgisine göre kefaret edilmiştir. Bu konu ile ilgili güvence yüreğe ve vicdana büyük bir huzur sağlar. Tanrının tüm talepleri Tanrının yaptığı Kendi işi tarafından karşılanmıştır. Tanrının Kendisi sağlayışta bulunmuştur ve bu yüzden imanlının vicdanı Tanrının sözü ve Ruhunun birleşmiş eylemi altında ne kadar çok arınır ise, imanlı tanrısal bir uyarlama ile ahlaki konularda o kadar çok büyür – Tanrının huzuruna yakışmayan her şey konusunda çok daha titiz bir şekilde uyanır; o günah sunusunun sınırsız değerini kavrama konusunda daha tam, daha net, daha derin ve daha canlı bir anlayışa sahip olur. Günah sunusu, yalnızca insan vicdanının en üst sınır çizgilerine yolculuk etmek ile kalmamış, ama aynı zamanda tanrısal kutsallığın mutlak mükemmelliği içinde tanrısal kutsallığın tüm taleplerini yerine getirmiştir.

Bilmeden işlenen günah gibi bir durumun varlığı ile ilgili gerçek, insanın günah ile başa çıkamayacağını en güçlü şekilde ifade eder. İnsan bilmediği bir şey ile nasıl başa çıkabilir? Vicdanının hiç bir zaman tanımadığı bir konu karşısında nasıl üstün gelebilir? İmkansız! İnsanın günah konusundaki bilgisizliği, onun günahı ortadan kaldırmak konusundaki mutlak yetersizliğinin kanıtıdır. Eğer insanın günah hakkında bilgisi yok ise, o zaman günah konusunda ne yapabilir? Hiç bir şey! İnsan bilgisiz olduğu kadar güçsüzdür. İşte bu kadar! Günahı bilmemek konusundaki gerçek çok net olarak, kendini gösterir. Günah meselesinin her durumuna uygulanması gereken belirsizlik içinde en temiz insan vicdanı tarafından bile talepler yerine getirilemez. Bu konuda hiç bir zaman yerleşmiş bir esenlik sağlanamaz. Vicdanda her zaman derinlerde derinlerde bir şeylerin yanlış olduğuna dair acı veren düşünceler olacaktır. Eğer yürek,  Tanrısal adaletin sabit taleplerinin karşılanmış olduğuna dair ayetler aracılığı ile yapılan bir tanıklık tarafından yönlendirilmez ise, o zaman bir huzursuzluk duygusunun hissedileceği kesindir ve bu tür her duygu tapınmamız, paydaşlığımız ve tanıklığımız için birer engel oluşturacaklardır. Eğer günah sorununun halledildiğine dair huzurlu değil isem, tapınamam, ne Tanrı ile ne de O’nun halkı ile paydaşlıktan zevk alamam ve Mesih için zeki ya da etkili bir tanık olamam. Yüreğin Tanrının önünde tüm günahlarından bağışlandığına dair tam bir esenlik duyması gerekir, öyle ki O’na ruhta ve gerçekte tapınabilsin. Eğer vicdanda suçluluk duygusu var ise, o zaman yürekte korku var demektir. Ve şurası kesindir ki, dehşet ya da korku ile dolu olan bir yürek mutlu ya da tapınan bir yürek olamaz. Babaya yükselecek gerçek ve kabul edilebilir bir yüreğin o tatlı ve kutsal güvencesini sağlayan yalnızca Mesih’in kanıdır. Aynı ilke Tanrının halkı ile olan paydaşlığımız ve insanlar önündeki hizmetimiz ve tanıklığımız ile ilgili olarak da geçerlidir. Hepsinin yerleşmiş esenliğin temeli üzerinde bina edilmesi gerekir. Ve bu esenlik, ancak mükemmel bir şekilde arınmış bir vicdanın temeli üzerinde bulunur. Ve bu arınmış vicdan bilerek ya da bilmeyerek işlemiş olduğumuz tüm günahlarımızın mükemmel yani eksiksiz olarak bağışlanmasının temeli üzerinde yer alır.

Şimdi günah sunusunu yakmalık sunu ile kıyaslamak için ilerleyeceğiz ve Mesih’in iki farklı görünümü ile karşılaşacağız. Ama görümünler farklı olsa bile Mesih, tek ve aynı Mesih’tir. Ve bu yüzden kurban her durumda “lekesiz” idi. Bunu anlamak kolaydır. Rab İsa Mesih’i hangi görünüm ile düşündüğümüz önemli değildir, O’nun her zaman aynı saf, lekesiz, kutsal ve mükemmel Olan olarak görülmesi gerekir. Evet, O’nun bol lütfu ile halkının günahlarını üstlenen olarak alçalmasının gerektiği doğrudur; ama böyle yapan mükemmel ve lekesiz bir Mesih’tir ve şeytani kötülüğün O’nun bu derin alçakgönüllülüğünden alçalmış Olan’ın kişisel yüceliğini lekelemek için fırsat kollayacağı açıktır. Kutsanmış Rabbimizin üstünlüğü, saflığı ve tanrısal yüceliği yakmalık sunuda olduğu gibi günah sunusunda da ortaya çıkar. O’nun hangi ilişki içinde durduğu, hangi görevi yerine getirdiği, hangi işi başardığı ve hangi konumda bulunduğu önemli değildir; O’nun kişisel yüceliğinin ışığı yaptığı her şeyde tanrısal görkem ile parlar.

Yakmalık sunudaki ya da günah sunusundaki bu tek ve aynı Mesih ile ilgili gerçek hem kurbanın lekesiz oluşu hem de günah sunusu yasasında görülür. Bu konu ile ilgili ayeti okuyalım: “Günah sunusu yasası şudur: Günah sunusu yakmalık sununun kesildiği yerde, Rabbin huzurunda kesilecek. Çok kutsaldır.” (Levililer 6:25) Her iki örnek de tek ve aynı büyük karşıtlığa işaret eder, ama yine de O’nu O’nun işinin karşıt görünümleri içinde temsil ederler. Yakmalık sunuda Mesih, tanrısal sevgiyi yerine getirirken görülür; günah sunusunda ise O’nu insan ihtiyacının derinliklerini karşılar iken görürüz. Bu durum O’nu bize Tanrının isteğini Yerine Getiren olarak sunar; yani, insanın günahını Üstlenen olarak. İlk örnekte bize kurbanın değerliliği öğretildi; diğer örnekte ise, günahın iğrençliği. Bu iki sunu hakkında temelde söyleyeceklerimiz bu kadar. Ayrıntıların son anlık incelemesi yalnızca bu genel ifadenin gerçeğindeki zihni bina etmek için gereklidir.

Yakmalık sunuyu gözden geçirdiğimiz zaman öncelikle, bu sununun gönüllü bir sunu olduğunu gözlemledik. 3 Ama şimdi günah sunusunda “gönüllü” sözcüğü ortaya çıkmaz. Bekleyebileceğimiz öncelikli konu budur. Yakmalık sunuda Kutsal Ruhun belirgin objesi ile bunu bir özgür irade sunusu olarak görmek mümkündür. Tanrının isteği nasıl bir istek olur ise olsun bu isteği yerine getirmek Mesih’in yiyeceği ve içeceği idi. O asla, Babasının O’nun eline yerleştirdiği kasesinin içinde ne olduğunu araştırmayı düşünmedi.

Bu kaseyi Babasının hazırlamış olduğunu bilmesi, O’nun için yeterli idi. Yakmalık sunuda sembolize edilen Rab İsa’nın durumu böyle idi. Ama günah sunusunda açıklanan gerçeğin oldukça farklı bir gerçeği ile karşılaşırız. Bu örnek Mesih’i düşüncelerimize Tanrının isteğini “gönüllü” olarak yerine Getiren değil, günah olarak adlandırılan korkunç şeyi Üstlenen ve günahın tüm sonuçlarına, özellikle O’nun için en korkunç sonuç olan “Tanrının, kendisine yüzünü gizlemesine” Katlanan olarak sunar. Bu yüzden, “gönüllü” sözcüğü, günah sunusunda Kutsal Ruhun objesi ile uyum içinde değildir. Günah sunusunda her şey tanrısal olarak yerli yerinde iken, bu örnekte tamamen yersiz olur idi. Yakmalık sununun varlığı ve yokluğu benzer şekilde tanrısaldır ve her ikisi de aynı şekilde Levililerin örneklerinin mükemmel tanrısal örneğini sergiler.

Şimdi üzerinde düşündüğümüz bu karşıtlık fikri Rabbimiz tarafından kullanılan iki ifadeyi açıklar ya da daha ziyade uyumlu kılar. Rab bir kez, “Babamın bana verdiği kaseden içmeyeyim mi?” der. Ve aynı zamanda şu ifadeyi de belirtir, “Baba, eğer mümkün ise bu kaseden içmeyeyim.” Bu iki ifadeden ilki, “İşte, ey Tanrım, isteğini yerine getirmek için geldim” sözleri ile tam bir uyum içindedir. Ve ayrıca bu sözler Mesih’in yakmalık sunu olarak söylediği sözlerdir. Öte yandan, Mesih ikinci ifadesinde günah sunusu olarak alacağı yer üzerinde düşünerek konuşmuştur. Bu yerin ne olduğunu ve O’nun bu yeri kabul etmek ile ne yapacağını incelememizde ilerler iken göreceğiz. Ancak bu iki sunuyu ilgilendiren tam öğretişi bulmak için yapacağımız inceleme ilginç ve eğitici olacaktır; birinde sunulan tek bir sözcüğün diğerinde atlandığı gerçektir. Eğer yakmalık sunuda Tanrının isteğini yerine getirmek için Kendisini sunan Mesih’in yüreğinin bu görevi yerine getirmek için kusursuz bir şekilde hazır olduğunu görürüz; sonra, günah sunusunda O’nun insan günahının tüm sonuçlarına nasıl mükemmel bir şekilde giriş yaptığını ve insanın Tanrı ile ilgili konumunun en uzak mesafesine nasıl yolculuk ettiğini anlarız. O, Tanrının isteğini yerine getirmekten zevk aldı; ama O’nun kutsanmış yüzünün ışığını bir an için bile kaybetmekten de sakındı. Bu her iki durumda hiç bir sunu O’na örnek olamaz idi. Bizim ihtiyaç duyduğumuz örnek, O’nu bize Tanrının isteğini yerine getirmekten zevk Alan olarak sunulmasıdır. Ve yine bize sunulmasına ihtiyaç duyduğumuz bir başka örnek de şudur: kutsal doğası nedeni ile günahın sonuçlarından kaçınması Gereken. Tanrıya şükürler olsun ki, her iki örneğe de sahibiz. Yakmalık sunu biri, günah sunusu ise diğeri için örnektir. Mesih’in yüreğinin Tanrıya olan adanmışlığını ne kadar tam olarak kavrar isek, O’nun günaha duyduğu tiksintiyi de o kadar iyi anlarız. Aynı şekilde, günaha duyduğu tiksintiyi ne kadar iyi anlar isek, Tanrıya olan adanmışlığını da o kadar iyi anlarız. Her biri, diğerini özgür kılar ve birinde olan ama diğerinde olmayan  “gönüllü” sözcüğünün kullanımı her birinin önemini sabitler.

Ancak akla şu soru da gelebilir: “Mesih’in, kendisini günaha bir kefaret olarak sunmasının gerektiği Tanrının isteği değil miydi?” Ve eğer böyle idi ise, bu isteği yerine getirmekten nasıl kaçınabilir idi?” Mesih’in acı çekmesi elbette Tanrının planı ve isteği idi ve ayrıca Tanrının isteğini yerine getirmek Mesih’in sevinci idi. Ama şu ifadeyi nasıl anlamamız gerekmektedir? “eğer mümkün ise bu kaseyi benden al!” Bu sözleri söyleyen Mesih değil mi idi? Kuşkusuz, O idi. Yukarıda O’nu temsil eden ifadedeki davranış tam olarak Rab İsa’yı yansıtmıyor muydu? Ama yakmalık sunu O’nu bu şekilde yansıtmaz. Böyle bir ifade ile uyumlu olacak o sunu ile bağlantısı olan tek bir koşul mevcut değildir. Günah sunusu tek başına yoğun acı çeken Rab İsa ile uyumlu bir örnek teşkil eder. Çünkü yalnızca bu örnekte O’nun lekesiz canının derinliklerinden belirlenen koşulları görebiliriz. Çarmıhın korkunç gölgesi, utancı, laneti ve O’nu, Tanrının yüzünün ışığından mahrum bırakması, O’nun ruhunda fırtınalara neden oluyor idi ve “eğer mümkün ise bu kaseyi benden al” sözlerini söyleyebiliyor idi. Ama bu sözleri söylemesinin üstünden çok zaman geçmeden mükemmel itaati kendisini gösteriyor ve “yine de Senin isteğin olsun” diyebiliyor idi. İtaati mükemmel olan bir yüreğin içmesi gereken kap öylesine “acı” idi ki, “bu kaseyi benden al” diyebiliyor idi. Önünde içeceği böylesine acı bir kase var iken, “senin isteğin olsun” diyebilecek bir yüreğin itaati ne kadar da mükemmel idi!

Şimdi “üzerine el koymak” ifadesindeki eylemin ne olduğunu üzerinde düşüneceğiz. Bu eylem, hem yakmalık sunu hem de günah sunusu için geçerli idi. Ama yakmalık sunuda, eylem, kusursuz bir sunu ile kendini özdeşleştirir. Günah sunusunda ise, kurbanı sunan kişinin ellerini sununun başına koyarak günahı sunuya aktarmasını belirtir. Örnek olarak durum böyle idi ve karşıt örneğe baktığımız zaman, en rahatlatıcı ve eğitici doğanın bir gerçeğini öğreniriz – eğer bu gerçek daha net anlaşılsa ve tam olarak tecrübe edilse idi, genellikle sahip olunan sıradan esenlikten çok daha etkili ve yerleşmiş bir esenliğe sahip olunabilirdi.

O zaman, sunu üzerine el koymak ile ilgili öğretişin anlamı nedir? Şudur: “Tanrı günahı bilmeyen Mesih’i bizim için günah yaptı, öyle ki, biz Mesih sayesinde Tanrının doğruluğu olalım.” (1.Korintliler 5:21) Mesih tüm sonuçları ile birlikte bizim konumumuza geçti, öyle ki, biz tüm sonuçları ile birlikte O’nun konumuna geçebilelim. Çarmıhta O’na günah olarak davranıldı, öyle ki bize sınırsız Kutsallığın huzurunda doğruluk olarak davranılabilsin. O, Tanrının huzurundan atıldı, çünkü üzerinde günah vardı, öyle ki, biz Tanrının evine ve kucağına kabul edilebilelim, çünkü O’nun mükemmel doğruluğu bize verildi. O, tanrının O’ndan yüzünü gizlemesine katlanmak zorunda kaldı, öyle ki biz Tanrının yüzünün ışığında güneşlenebilelim. O’nun üç saat süren bir karanlığa katlanması gerekti, öyle ki biz, sonsuz ışıkta yürüyebilelim. Tanrının bir süre için O’nu terk etmesi gerekti, öyle ki biz Tanrının huzurunun tadını sonsuza kadar çıkartabilelim. Biz mahvolmuş günahkarlara ait olan her şey O’nun üzerine kondu, öyle ki, kurtuluşu Sağlayan’a ait olan her şey bizim olabilsin. O lanetlenmiş ağaç üzerinde asılı olduğu zaman, her şey O’na karşı idi, öyle ki, hiç bir şey bize karşı olamasın. O, ölümün ve yargının gerçekliğinde bizimle özdeşleşti, öyle ki biz yaşam ve doğruluğun gerçekliğinde O’nunla özdeşleşebilelim. O, gazap kasesini içti – dehşet kasesini içmekten bizi kurtardı; öyle ki biz kurtuluş kasesinden içebilelim – sınırsız ve sonsuz karşılıksız iyiliğin kasesi. O’na bize düşen paya göre davranıldı, öyle ki, bize O’na düşen paya göre davranılsın.

Törensel el koyma eylemi aracılığı ile resmedilen harika gerçek işte budur. Tapınan kişi elini yakmalık sununun başına koyduğu zaman, artık onun ne ya da kim olduğu ya da neyi hak ettiği önemini tamamen kaybeder ve Yehova’nın yargısına göre sununun ne olduğu asıl mesele haline gelir. Eğer sunu kusursuz ise, sunuyu sunan da kusursuzdur; eğer sunu kabul edildi ise, sunuyu sunan da kabul edilmiştir. Sunu ve sunuyu sunan mükemmel bir şekilde özdeşleşirler. Elin kurbanın üzerine konması Tanrının gözünde onları bir kılar. Tanrı sunuyu sunan kişiye sununun aracılığı ile bakar. Durum yakmalık sunu için böyledir. Ama günah sunusunda sunuyu sunan elini sununun başına koyduğu zaman, mesele sunuyu sunan kişinin ne olduğu ve neyi hak ettiği meselesi haline gelir. Sunuya, sunuyu sunan kişinin payına düşene göre davranılır. Paylar, mükemmel bir şekilde özdeşleşirler. El koyma, Tanrının yargısına göre suyu ve sunanı bir kılar. Sunuyu sunan kişinin günahı, günah sunusunda çözüm bulur; sunuyu sunan kişi yakmalık sunu içinde kabul edilir. Bu, çok büyük bir farklılığa neden olur. Bu yüzden sununun başına el koyma eylemi, her iki örnek için de aynıdır ve ayrıca her iki durumda da özdeşleşme ifade edilmesine rağmen, sonuçlar çok büyük farklılık gösterirler. Adil ve doğru olana suçlu gibi davranılır; doğru olmayan doğru olanda kabul edilir. “Doğru olan Mesih, doğru olmayanlar uğruna günahlar için bir kez acı çekti, öyle ki bizi Tanrıya ulaştırabilsin.” Öğretiş budur. Mesih’i çarmıha götüren bizim günahlarımızdır, ama bizi Tanrıya götüren Mesih’tir. Ve eğer O bizi Tanrıya kendi kabul edilirliği ile ölümden dirilen ve günahlarımızı ortadan kaldırmış Olan olarak yaptığı işi mükemmel olarak tamamladı. Günahlarımızı taşıyarak onları Tanrıdan uzaklaştırdı, öyle ki bizi yakına, hatta en kutsal yere yüreğimizde tam güvence ile ve vicdanımızı günahın her türlü lekesinden değerli kanı aracılığı ile temizlemiş olarak götürebilsin.

Şimdi yakmalık sununun ve günah sunusunun tüm ayrıntılarını ne kadar anlık olarak karşılaştırır isek, yukarıda belirtilmiş olan gerçeği o kadar daha net kavrayabiliriz; her iki durumda da sununun başına el koymak ve bu eylemin sonuçlarını anlamamız büyük önem taşır.

Bu kitabın ilk bölümünde “Harun’un oğullarının” günah sunusunda değil, ama yakmalık sunuda takdim edildikleri gerçeğinden haberdar olmuş idik. Kahinler olarak sunağın çevresinde ayakta durma ayrıcalığına sahiplerdi ve Rabbe yükselen kabul edilebilir kurbanın ateşine bakabilirlerdi. Ama günah sunusunda, onun öncelikli görünümünde söz konusu olan günahın ciddi bir şekilde yargılanması idi ve mesele kahinlerin tapınması ya da hayranlık duymaları değil idi ve bu nedenle, Harun’un oğulları ortada görünmezler. Günah sunusuna karşıt örnek olarak bizim ikna edilmiş günahkarlar olarak işimiz Mesih iledir. Mesih’i yakmalık sununun karşıt örneği olarak düşünmemiz, tapınan kahinler olarak, kurtuluş giysileri ile giyinmiş şekilde mümkündür.

Ama okuyucum daha sonra, yakmalık sununun “derisinin yüzüldüğünü”, günah sunusunun derisinin yüzülmediğini görecektir. Yakalık sunular, “parçalar halinde kesilirler idi”, ancak günah sunusu için böyle bir durum geçerli değil idi. Yakmalık sununun “iç organları ve ayakları” su ile yıkanırdı, böyle bir uygulama günah sunusu için yapılmaz idi. Son olarak belirteceğim şudur: yakmalık sunu sunak üzerinde yakılır idi, günah sunusu ise ordugahın dışında yakılır idi. Bunlar, sunuların farklı özelliklerinden kaynaklanan farklılığın önemli noktalarıdır. Biz, Tanrının Sözünde kendine özgü özel anlamı olmayan hiç bir şey mevcut olmadığını biliyoruz. Ve Kutsal Yazıları okuyan her zeki ve özenle araştıran öğrenci yukarıdaki farklılık noktalarının farkına varacaktır ve bunların farkına vardığı zaman doğal olarak onların gerçek önemlerini araştırmak isteyecektir. Bu noktaların önemi konusunda “bilgisizlik” söz konusu olabilir, ancak bu konuya karşı “kayıtsızlık” olmaması gerekir. Esin almanın her bölümünde ama özellikle şimdi özleyeceğimiz bölümünde tek bir noktanın atlanması bile Tanrısal Yetki’ye onursuzluk atfetmek anlamına gelecektir. Ve bu yüzden kendi canlarımız böylesine büyük bir yarardan yoksun kalacaktır. Ya tanrının bu noktalardaki bilgeliğine hayran olmak ya da onlar konusundaki bilgisizliğimizi itiraf etmek için çok dakik ayrıntılar üzerinde durmamız gerekir. Bu noktaları bir kayıtsızlık ruhu ile atlayıp geçmek Kutsal Ruh’un yazma zahmetine katlandıklarını anlamaya değer bulmayı arzu etmediğimizi ima etmektir. Doğru düşünceli hiç bir imanlı böyle bir şey düşünme küstahlığında bulunmayacaktır. Eğer Kutsal Ruh günah sunusu ile ilgili buyruk hakkında yazarken yukarıda belirtilmiş olan yakmalık sununun düzenlenmesinde önemli yer tutan çeşitli törenleri atlar ise, o zaman kesinlikle bunun haklı bir nedeni vardır ve Kutsal Ruhun böyle davranması konunun anlamının önemini ortaya koymaktadır. Tüm bu konuları kavramak için istek duymamız gerekir ve hiç kuşkusuz bunlar her sunudaki tanrısal düşüncenin özel tasarımından kaynaklanırlar. Günah sunusu, ahlaki açıdan bize ait olan yeri Mesih’in adil olarak aldığı işinin o görünümünü ortaya koyar. Bu nedenden ötürü O’nun ne olduğuna ilişkin o yoğun ifadeye bakamadık; “deri yüzme” hakkındaki tipik eylemde açıklandığı gibi, O’nun tüm eylemlerinin sırrı bu noktadan kaynaklanır. “Sununun parçalara bölünmesi” eyleminde olduğu gibi, O’nun karakterinin en dakik özelliklerinde yalnızca bir bütün olarak değil, ama ayrıntılı da olarak O’nun ne olduğuna dair o açık sergileme mümkün olamaz. Aynı şekilde, yine, O’nun, “iç organları ve ayakları suda yıkamak” şeklindeki önemli eylemde olduğu gibi kişisel, pratikte ve asıl olarak ne olduğuna dair o sergilemenin de var olması mümkün değildir.

Kutsanmış Rabbimizin yakmalık sunu örneğine ait olan tüm bu şeyler ve yalnızca bunlara ait olanlarda O’nun Kendisinin üstlendiği günahın, gazabın ya da yargının herhangi bir şekilde sorgulanmadan Yehova’nın gözüne, yüreğine ve sunağına sunduğunu anlarız. Günah sunusunda ise bunun aksine Mesih’in ne olduğuna dair büyük önem taşıyan düşünceye sahip olmak yerine anladığımız nokta günahın ne olduğudur. Burada İsa’nın değerliliği yerine, günahın iğrençliğini görürüz. Mesih’in Kendisini sunduğu ve Tanrı tarafından kabul edildiği yakmalık sunuda, O’nun her konuda ne olduğunun mümkün olan en iyi şekilde sergilenebilmesi için biz her şeyi yaptık. Günah sunusunda, Tanrı tarafından günah olarak yargılandığı için, burada durumun tam aksi söz konusudur. Bu konuda her şey o kadar sade ve açıktır ki, zihnin bunu anlaması için çaba sarf etmesine ihtiyaç yoktur. Konu doğal olarak kendiliğinden örneğin farklı özelliği aracılığı ile ortaya çıkar.

Ama yine de her şeye rağmen, günah sunusunda önde gelen obje, Mesih’in bizim için ne olduğunu – Mesih’in Kendi içinde ne olduğunu değil – açıklar; yine de Mesih’in Yehova tarafından kişisel olarak kabul edilmesinin bu örnek ile bağlantısı olan bir töreni vardır. Bu tören, ayetlerdeki şu sözler ile belirtilir: “Günah sunusu olarak adanan boğanın bütün yağını alacak. Bağırsak ve işkembe yağlarını, böbrekleri, böbrek üstü yağlarını, karaciğerden böbreklere uzanan perdeyi esenlik kurbanı olarak sunulan sığırda olduğu gibi, ayıracak. Bunları yakmalık sunu sunağı üzerinde yakacak.” (Levililer 4:8-10) Böyece Mesih’in gerçek üstünlüğü günah sunusunda bile atlanmamış olacaktır. Sunakta yakılan yağ, Mesih’in değerinin tanrısal takdirinin yerinde bir ifadesidir. O’nun mükemmel lütfu ile bizim yerimize ya da bizim adımıza aldığı yer bu konu açısından önem taşımaz. O, bizim yerimize günah yapıldı ve günah sunusu bu konuda O’nun tanrısal olarak atandığının örneğidir. Rab İsa Mesih, Tanrının seçtiği saf, lekesiz, kutsal Olan’ı olarak O’nun sonsuz Oğlu olarak günah yapıldı, bu yüzden günah sunusunun yağı sunak üzerinde tanrısal kutsallığın etkileyici gösterisi olan o ateş için uygun bir malzeme olarak yakıldı.

Ama bu noktada bile, günah sunusu ve yakmalık sunu arasında nasıl bir karşıtlık olduğunu görürüz. Yakmalık sunu konusunda önemli olan yalnızca yağ değil, ama sunakta yakılan kurbanın tamamı idi. Çünkü konu, Mesih, günah üstlenen olmasına rağmen, mesele, bir günah üstlenme meselesi idi. Mesih’in Kişiliğinin tanrısal görkemleri bizim için bir lanet olarak çivilenmeye razı olduğu o lanetlenmiş ağacın en koyu gölgelerinin ortasında bile parlıyorlardı. Çarmıhta, tanrısal sevgisindeki kutsanmış Kişisinin nefret ettiği günahı üstlenmesi, O’nun değerliliğinin tatlı kokusunun Tanrının tahtının önüne yükselmesine engel olamadı. Böylece kendimize Tanrının yüzünü Mesih’ten neden gizlediğine dair derin gizemi açıklamış olduk. Ve Tanrının yüreği Mesih’in yaptığı ile tazelendi. Bu konu, günah sunusuna özel bir çekicilik ekler. Golgota’nın korkunç hüznünün ortasından Mesih’in Kişiliğinin yüceliğinin parlak ışınları  - O’nun ortaya konmuş olan kişisel değeri, alçakgönüllülüğünün en dipteki derinlerinde ortaya çıktı – Tanrının bozulması mümkün olmayan adaleti ve kutsallığını haklı çıkartan bir şekilde Tanrı zevk aldığı biricik Oğlundan Yüzünü gizledi- tüm bunlar günah sunusunun yağının sunakta yakılmasına dair gerçeği ortaya koyar.

İlk önce, “kan” ile ne yapıldığını ve ikinci olarak ”yağ” ile ne yapıldığını açıklamak için çaba gösterdik. Şimdi “et” ile ne yapıldığını inceleyeceğiz. “Boğanın arta kalan parçalarını, derisini, etinin tümünü, başını, ayaklarını, işkembesini, bağırsaklarını ve gübresini ordugahın dışında küllerin döküldüğü temiz bir odaya götürecek; küllerin üzerinde odun ateşi ile yakacak. (11 ve 12. Ayetler) Bu eylemde, günah sunusunun ana özelliğine sahibiz. Bu ana özellik yakmalık sunuyu ve esenlik sunusunu birbirinden ayıran özelliktir. Esenlik sunusunun eti, yakmalık sunuda olduğu gibi sunak üzerinde yakılmaz. Ve esenlik sunusunda olduğu gibi kahin ya da tapınan kişi tarafından yenilmez. Etin tamamı ordugahın dışında yakılır. 4 “Ama kutsal yerde günah bağışlatmak için kanı Buluşma Çadırına getirilen günah sunusunun eti yenmeyecek, yakılacaktır.” (Levililer 6:30) “Baş kahin günah sunusu olarak hayvanların kanını kutsal yere taşır, ama bu hayvanların cesetleri ordugahın dışında yakılır.” (İbraniler 13: 11,12)

Şimdi, kurbanın “kanı” ile ne yapıldığını, “eti” ile ne yapıldığını ya da “bedeni” ile ne yapıldığı gibi konuları kıyaslar iken, gerçeğin iki temel dalı kendilerini bakış açımıza yani, tapınma ve öğrenciliğe sunarlar. Kutsal yere getirilen kan, öğrenciliğin temelidir. Her zaman vicdan esenliği ve yürek özgürlüğü içinde tapınabilmemizden önce, Sözün yetkisi ve Kutsal Ruhun aracılığı ile bilmemiz gereken şey şudur: “günah” ile ilgili tüm mesele, tanrısal günah sunusunun kanı aracılığı ile sonsuza kadar çözümlenmiş bulunmaktadır – O’nu kanı mükemmel bir şekilde Rabbin önüne serpilmiştir – Tanrının tüm talepleri ve mahvolmuş ve suçlu günahkarlar olarak ihtiyaç duyduğumuz her şey sonsuza kadar karşılanmıştır. Bu gerçeği bilmek mükemmel bir esenlik sağlar ve bu esenliğin verdiği sevinç ve keyif ile Tanrıya tapınırız. Eskiden bir İsrailli günah sunusunu sunduğu zaman vicdanı, sununun sağladığı güç oranında huzura kavuşur idi. Ama evet, bunun yalnızca geçici bir huzur olduğu doğrudur, geçici huzur, geçici bir kurbanın ürünüdür. Ama kurban sunan kişinin bu geçici sunu ile ne tür bir huzur duyacağı aşikardır. Bu yüzden bizim Kurbanımız tanrısal ve sonsuz olduğu için esenliğimiz de aynı şekilde tanrısal ve sonsuzdur. Kurban nasıl ise, temelinde sağladığı esenlik de aynıdır. Bir Yahudi hiç bir zaman sonsuza kadar arınmış bir vicdana sahip olmamış idi; bunun nedeni basit, çünkü hiç bir zaman sonsuza kadar kalıcı ya da sonsuza kadar yeterli bir kurbana sahip olmamış idi. Vicdanını, belirli bir şekilde, bir gün, bir ay ya da bir yıl için vicdanını arıtır idi, ama sonsuza kadar arıtamaz idi. “Ama Mesih, gelecek olan iyi şeylerin baş kahini olarak ortaya çıktı. İnsan eli ile yapılmamış, yani bu yaratılıştan olmayan daha büyük daha yetkin çadırdan geçti. Tekeler ile danaların kanı ile değil, sonsuz kurtuluşu sağlayarak kendi kanı ile kutsal yere ilk ve son kez girdi. Tekeler ile boğaların kanı ve serpilen düve külü murdar olanları kutsal kılıyor, bedensel açıdan temizliyor. Öyle ise, sonsuz Ruh aracılığı ile kendini lekesiz olarak tanrıya sunmuş olan Mesih’in kanının, diri tanrıya kulluk edebilmemiz için vicdanımızı ölü işlerden temizleyeceği ne kadar daha kesindir!” (İbraniler 9:11-14)

Burada, bu öğretişin tam ve açık bir ifadesini görmekteyiz. Tekelerin ve danaların kanı geçici bir kurtuluş sağlıyor idi; Mesih’in kanı ise sonsuz kurtuluş sağlar. Hayvanların kanı dışsal yani bedensel bir temizlik sağlar; Mesih’in kanı ise içsel yani ruhsal arınma sağlar. Bu arınma, bedeni bir süre için temiz kılar idi; ama Mesih’in kanı vicdanı sonsuza kadar arıtır. Bütün mesele, kurban sunan kişinin karakterine ya da koşullarına değil, kurbanın değerine bağlı olduğudur. Mesele, hiç bir şekilde bir imanlının bir Yahudi’den daha iyi olup olmadığı değildir; mesele, Mesih’in kanının bir boğanın kanından daha yeterli olduğudur. Kesinlikle daha yeterlidir. Ne kadar daha yeterli ya da ne kadar daha iyidir? Sınırsız şekilde yeterlidir ya da sınırsız şekilde iyidir. Tanrının Oğlu sunmuş olduğu kurbana- yani Kendisine – tanrısal Kişiliğinin tüm saygınlığını vermiştir. Ve eğer bir boğanın kanı bir bedeni bir yıl için arıtabiliyor ise, o zaman Tanrının Oğlu’nun kanının vicdanı sonsuza kadar arıtabileceği “çok daha kesin değil midir? Eğer boğanın kanı “bazı” günahları geçici olarak ortadan kaldırıyor ise, Mesih’in kanını “tüm” günahları sonsuza kadar ortadan kaldıracağı çok daha kesindir.

Şimdi, o zaman bir Yahudi günah sunusunu sunduğu zaman, zihni bir süre için neden huzur bulur? Özel bir günahı için götürdüğü kurbanı sayesinde bağışlandığını nasıl biliyor idi? Çünkü Tanrı, “günahları bağışlanacaktır” demiş idi. O belirli günah ile ilgili yürek huzurunun kaynağı, İsrail’in Tanrısının tanıklığına ve kurbanın kanına dayanıyor idi. Bu nedenle şimdi, imanlının “tüm GÜNAH” ile ilgili esenliği Tanrı sözünün yetkisinden ve “Mesih’in değerli kanından” kaynaklanır. Eğer bir Yahudi günah işler ise ve günah sunusunu götürmeyi ihmal eder ise, “halkının arasından atılması” gerekecek idi. Ama bir günahkar olarak yerini aldığı zaman – elini bir günah sunusunun başına koyduğu zaman, o zaman onun yerine sunu “kesilecek” idi ve böylece o özgür kalacak idi. Sunuya, sunuyu sunanın hak ettiği şekilde davranılır idi ve bu yüzden eğer günahının bağışlandığını bilmediği takdirde, o zaman Tanrıyı yalancı yerine koymuş olacak ve tanrısal şekilde atanmış günah sunusunun kanını hiçe saymış olacak idi.

Ve eğer bu yalnızca bir tekenin kanına güvenen kişi için doğru ise, o zaman Mesih’in değerli kanına güvenen biri için “çok daha fazla” olarak ve güçlü bir şekilde uygulanacağı kesin değil midir? İmanlı, Mesih’te kendisinin tüm günahları için yargılanmış Olan’ı görür – çarmıha gerildiği zaman, onun günahının tümünü üstlenmiş Olan- Kendisini bu günah için sorumlu tutmuş Olan, eğer tüm günah sorunu sınırsız adaletin tüm talepleri ile uyumlu olarak çözülmemiş olsa idi, imanlı şimdi O’nun bulunduğu yerde olamaz idi.  Mesih’in çarmıhta imanlının yerine geçtiği öylesine kesindir ki, imanlı O’nun ile tam olarak özdeşleşmiştir- imanlının tüm günahı O’nun üzerine konmuştur; orada ve orada, yani yalnızca çarmıhta imanlının güvencede olduğuna dair tüm sorular – suçu ile ilgili tüm düşünceler – yargı ve gazaba maruz kalacağına dair tüm fikirler sonsuza kadar ortadan kalkmıştır. 5 Her şey orada Tanrısal Adalet ve Lekesiz Kurban arasındaki lanetli ağaçta çözüm bulmuştur. Ve imanlının şimdi Mesih nasıl ağaçta kendisi ile özdeşleşti ise, aynı şekilde tahtın üzerinde Mesih ile özdeşleştiği kesindir. Adaletin imanlıya yükleyeceği suç yoktur, çünkü adalet Mesih’i hiç bir şekilde suçlayamaz. Bu durum sonsuza kadar bu şekilde sürer. Eğer imanlı suçlanmaya kalkışılır ise, o zaman onun Mesih ile çarmıhta özdeşleştiği ve imanlının adına Mesih’in tamamladığı işin gerçekliği sorgulanmaya çağrılıyor demektir. Eskiden, tapınan bir kişi günah sunusunu sunduktan sonra geri dönerken herhangi biri onu kurban kanı akıttığı o özel günah için onu suçlar ise, O’nun bu suçlamaya vereceği yanıt ne olur idi? Yalnızca şu: “günah kurbanın kanı aracılığı ile geçip gittiği ve Yehova’nın şu sözleri duyurmuş olduğudur, ‘kendisi bağışlanacak.’” Kurban tapınan ve sunu sunan kişinin yerine ölmüş idi ve bu kişi kurbanın yerine yaşıyor idi.

Örnek böyle idi. Ve karşıt örneğe gelince, iman gözü günah sunusu olarak Mesih’in üzerinde mükemmel bir insan yaşamına sahip olduğunu düşünerek dinlendiği zaman günahının çarmıhta o zaman O’nun üzerine konulduğunu kavrar. Ama aynı zamanda şunu da anlar: O tanrısal güce ve sonsuz yaşama sahip olarak mezardan dirildi ve şimdi dirilmiş, tanrısal ve sonsuz yaşamını Adına iman eden herkese vermiştir. Günah gitmiştir, çünkü günahın yapışmış olduğu yaşam gitmiştir ve şimdi günahın yapışmış olduğu yaşam yerine tüm gerçek imanlılar, doğruluğun yapışmış olduğu yaşama sahiptirler. Günah meselesi bir daha asla Mesih’in dirilmiş ve zaferli yaşamı sayesinde ortaya çıkamaz; ama imanlıların sahip oldukları yaşam budur. Bundan başka bir yaşam yoktur. Bu yaşamın dışında her şey ölümdür, çünkü bu yaşamın dışındaki her şey günahın gücü altındadır. “Oğul’a sahip olan, yaşama sahiptir”; ve yaşama sahip olan herkes aynı zamanda doğruluğa da sahiptir. Bu iki şey birbirinden ayrılamaz, çünkü Mesih hem biri hem de diğeridir. Eğer Mesih’in çarmıhtaki yargısı ve ölümü gerçek ise, o zaman imanlının yaşamı ve doğruluğu da gerçektir. Eğer Mesih’in üstlendiği günah Mesih için bir gerçeklik ise, o zaman kendisine armağan edilen doğruluk da imanlı için bir gerçektir. Biri, diğeri kadar gerçektir, çünkü eğer bu gerçek ya da doğru olmasa idi, Mesih boş yere ölmüş olur idi. Esenliğin gerçek ve inkar edilemez temeli budur. Tanrının doğasının talepleri günah konusunda kusursuz bir şekilde karşılanmıştır. Mesih’in ölümü Tanrının tüm taleplerini tatmin etmiştir – talepler sonsuza kadar tatmin edilmiş ya da yerine getirilmişlerdir. Bu gerçeği uyanmış vicdanın tatmin olması için kanıtlayan nedir? Dirilişin büyük gerçeği! Dirilmiş bir Mesih imanlının tam kurtuluşunu beyan eder- imanlının olası her tür talepten mükemmel bir şekilde suçsuz olması. “İsa suçlarımız için ölüme teslim edildi ve aklanmamız için diriltildi.” (Romalılar 4:25) bir imanlının günahının ortadan kalktığını ve sonsuza kadar ortadan kalktığını bilmemesi onun tanrısal günah sunusunun kanını önemsememesidir. Rabbin önünde kanın yedi kez serpilmesi ile mükemmel bir sunu sunulduğunu inkar etmektir.

Ve şimdi bizi meşgul eden bu temel noktadan dönelim, çünkü okuyucumun yüreğine ve vicdanına çok ciddi ve önemli bir bilgi vermeyi arzu ediyorum. Sevgili dostum, size şu soruyu sormama izin verin: bu kutsal ve mutlu temel üzerine yönlendirilmiş bulunuyor musunuz? Günahınız ile ilgili sorunun sonsuza kadar ortadan kaldırıldığını biliyor musunuz? İman aracılığı ile elinizi günah sunusunun başına koydunuz mu? İsa’nın kefaret eden kanının tüm suçlarınızı yıkayıp sildiğini ve onları Tanrının unuttuğunu ve okyanusların dibine attığını anlamış bulunuyor musunuz? Tanrısal Adaletin size karşı olduğu herhangi bir şey var mıdır? Suçlu bir vicdanın söz ile anlatılamaz dehşetlerinden özgür müsünüz? Bu sorulara sevinçli bir yanıt verebilinceye kadar doyuma ulaşamamanız için dua ediyorum. Bu gerçekten emin olun; Mesih’teki en güçsüz bir bebeğin bile tamamlanmış kefaret temelinde günahlardan tamamen ve sonsuza kadar kalıcı bir şekilde kurtulduğunu bilerek sevinmesi, onun mutlu ayrıcalığıdır. Ve bu yüzden, eğer herhangi biri bu öğretişten farklı bir şekilde öğretir ise, Mesih’in kurbanının seviyesini, tekelerin ve buzağıların kurbanının seviyesine indiriyor demektir. Eğer günahlarımızın bağışlandığını bilemiyor isek, o zaman müjdenin “iyi haberi” nerede kalır? Bir imanlı, günah sunusu konusunda bir Yahudi’den daha iyi konumda değil midir? Bir Yahudi’nin bunu bilmesi konusundaki ayrıcalığı şu idi: günah sorunu, her yıl sunduğu bir kurban aracılığı ile bir yıl boyunca çözümlenmiş olur idi. O zaman bir imanlı bu konuda kesin bir bilgiye sahip olamaz mı? Hiç sorgusuz elbette sahip olabilir. Pekala, o zaman eğer herhangi bir kesinlik var ise, bunun sonsuz olması gerekir, çünkü söz konusu olan sonsuza kadar geçerli bir kurbandır.

Bu, yalnızca bu, tapınmanın temelidir. Günahın ortadan kalktığına dair tam güvence bir öz güven ruhuna değil, bir vaat, şükran ve tapınma ruhuna hizmet eder. Bu gerçek, bir kendinden hoşnut olma ruhu değil, Mesih’ten hoşnut olma ruhu üretir. Tanrıya şükürler olsun ki, bu ruh, imanlıların sonsuza kadar kurtarılmış olduklarını karakterize eder. Bu gerçek kişiyi günaha odaklanmaya değil, günahları mükemmel bir şekilde bağışlatan lütfa ve günahı mükemmel bir şekilde iptal etmiş olan kana yönlendirir. Çarmıha bakan herhangi birinin – Mesih’in almış olduğu konumu görebilir – O’nun katlandığı acıları düşünmemesi imkansızdır. Karanlığın o dehşetli üç saati üzerinde düşünen kişi, aynı zamanda günahı hafife alarak düşünemez. Kutsal Ruhun gücü ile bu konular kavrandığı zaman, bu durumu iki sonucun izlemesi gerekir; yani, her şekli ile günahtan tiksinmek ve Mesih’e, O’nun halkına ve O’nun davasına içten bir sevgi duymak.

Şimdi gelin, kurbanın “eti” ya da “bedeni” ile ne yapıldığını gözden geçirelim; daha önce değinildiği gibi, öğrenciliğin gerçek temeline bu noktada sahibiz. “Boğanın arta kalan parçalarını ‘ordugahın dışında’ küllerin döküldüğü temiz bir yere götürecek; küllerin üzerinde odun ateşi ile yakacak.” (Levililer 4:12) Bu eylemin iki şekilde anlaşılması gerekir; ilki, Rab İsa’nın günahı taşıyarak yerimize geçtiğini ifade eder, ikincisi ise, O’nu reddeden bir dünya aracılığı ile atılmış olduğu yeri ifade eder. Okuyucumu, dikkatini bu son nokta üzerinde toplamaya çağırıyorum.

Elçinin İbraniler 13. Bölümde “Mesih’in kent kapısının dışında acı çektiğini “ belirtmesi derin bir anlam taşır. “Öyle ise biz de O’nun uğradığı aşağılanmaya katlanarak ordugahtan dışarı çıkıp yanına gidelim.” Eğer Mesih’in çektiği acılar bize cennete girmemiz için bir güvence sağladı ise, o zaman O’nun acı çektiği yer bizim yeryüzünden reddedilişimizi ifade eder. O’nun ölümü bize göklerde bir kent sağlamıştır; O’nun öldüğü yer bize aşağıda olan bir kentten tecrit eder. 6 “O, kent kapısının dışında acı çekti” ve böyle yapmakla Yeruşalim’i tanrısal operasyonun hali hazırdaki merkezi olarak bir kenara ayırdı. Şimdi yeryüzünde takdis edilmiş bir nokta gibi bir şey mevcut değildir. Mesih, acı çeken olarak bu dünyanın dininin dışındaki yerini almıştır – dünyanın politikası ve dünyanın politikası ile ilgili olan her şey. Dünya O’ndan nefret etti ve O’nu dışarı attı. “Dışarı attı” ifadesi nerede kullanılırsa kullanılsın, ordugah ne olur ise olsun bir ordugah biçiminde insanların burada kuracakları her şey ile ilgili olan düsturdur. Eğer insanlar kutsal bir kent kurarlar ise, o zaman kent kapısının dışında olan reddedilmiş bir Mesih aramanız gerekir. Eğer insanlar adını ne isterseniz koyabileceğiniz dindar bir kurarlar ise, dirilmiş bir Mesih bulmak için kent kapısının dışına bakmanız gerekir. Burada sözünü ettiğim Yeruşalim’in harabeleri arasında aranacak o kör batıl itikat değildir; aranacak olan Mesih’e ait olanlardır. Kesinlikle böyle olacaktır ve böyle de olmuştur. Etkili olan ve aranacak olan O’nun çarmıhının ve mezarının onurlandırılmasıdır. Doğanın açgözlülüğü doğanın batıl itikadından yararlanarak yüz yıllar boyunca eski zamanların sözde kutsal yerlerini onurlandırmanın kurnaz özürleri altında kazançlı bir trafiği ile devam edip gitmiştir. Ama Vahiy’in göksel lambasının tek bir ışını bile dirilmiş bir Mesih’i bulmak ve O’nunla paydaşlığın tadını çıkartmak için tüm bu konularda “dışarı atılmamız” gerektiğini söylememizi sağlayacak kadar yeterlidir.

Ama her şeye rağmen yine de, okuyucumun şunu hatırlamaya ihtiyacı olacaktır. “Dışarı atılmak” ile ilgili konuda canı harekete geçiren çok daha fazlası mevcuttur; cahil bir batıl itikatın ya da hilekar açgözlülük planlarının büyük saçmalıklarından kaçınmak gerekir. Tüm bu elçiler özgü çağrıların karşılığı ile ilgili herhangi bir düşünceden gerçekten de çok uzak olan şeyleri güçlü ve güzel bir konuşma ile ortaya çıkartabilen pek çok kişi vardır. İnsanlar bir “ordugah” kurdukları ve gerçeğin bazı önemli öğretişleri ya da bazı değerli batıl itikat üzerine süslenmiş olan bir standart çevresinde dolandıkları zaman – Ortodoks bir iman ikrarına başvurabildikleri zaman – öğretişin ileri ve aydınlık bir planı – insanın adanmaya özgü en ateşli arzularını doyurabilecek güçte harika bir tören – bu şeylerin bazıları ya da hepsi var oldukları zaman “İlerleyelim” sözcüğünün gerçek gücünü ve yerinde uygulamasını ayırt etmek için büyük ruhsal zeka gerekir. Ama yine de her şeye rağmen bunların bunları birbirinden ayırt ederek ona göre davranılması gerekir. Çünkü bir ordugahın temeli ve standardı ne olur ise olsun, atmosferi mükemmel bir kesinliğe sahiptir. Bu nedenle, dirilmiş bir Mesih ile kişisel paydaşlığı yıkıcı etkiye neden olacaktır. Ve sözde dinlerin sağladığı çıkarların hiç biri bu paydaşlığın konumunun yerine asla geçemez. Yüreklerimiz bu noktada soğuk basmakalıp sözcük biçimlerine rağbet etmeye eğilim gösterirler. Bu biçimler, gerçek güçten kaynaklanıyor olabilirler: Tanrının Ruhunun olumlu ziyaretlerinden sonuçlanmış olabilirler. Ayartma, ruh ve gücün ikisinin de ayrılmış oldukları zaman şekli basmakalıp bir hale getirmektir. İlkesel olarak bunun anlamı, bir ordugah kurmaktır. Yahudi sistemi tanrısal bir başlangıç ile övünebilir idi. Bir Yahudi, tapınmanın harika sistemi ile, onun kahinliği ile, kurbanları ile ve tapınağın içindeki tüm eşyalara işaret ederek tapınak ile övünebilir ve bunların hepsinin İsrail’in Tanrısı tarafından verilmiş olduğunu söyleyebilir idi. Yine bir Yahudi, bunları göstermek için bölümlere ve ayetlere işaret edebilir idi, çünkü her şey bağlı olduğu sistem ile bağlantılı idi. Böylesine sinsi ve güçlü uygulamaları ortaya koyabilecek ya da böylesine üstün bir tekinin ağırlığı ile yüreğin üzerine gelebilecek eski, orta çağa ya da günümüze ait sistem nerede? Ama yine de buyruk, “İLERLEYİN” idi.

Bu konu derin bir öneme sahiptir. Hepimizi ilgilendirir, çünkü hepimiz diri bir Mesih ile paydaşlıktan kaymaya ve ölü rutinin içine batmaya eğilim gösteririz. “İlerleyelim ve O’nun yanına gidelim” sözlerindeki pratik gücün nedeni budur. Söz konusu olan, bir sistemden bir başka sisteme ilerlemek değildir – bir düşünce dizisinden bir başka düşünce dizisine – bir insan ile paydaşlıktan bir başka insan ile paydaşlığa. Hayır: bir ordugahın çabalarının hepsinden ileri gitmek. “Kent kapısının dışında acı Çeken’in yanına gitmek.” Rab İsa şimdi de aynı on sekiz yüz yıl önce acı çektiği zaman, bulunduğu yerde, kent kapısının dışındadır. O’nu kent kapısının dışına koyan ne idi? O dönemin “dindar dünyası” ve o dönemin dindar dünyası ruh ve ilke açısından hali hazırdaki dindar dünyanın aynısıdır. Dünya değişmemiştir, hala dünyadır. “Güneşin altında yeni olan hiç bir şey yoktur.” Mesih ve dünya bir değildir. Dünya kendisini Hristiyanlık örtüsü ile örtmüştür, ama bu yalnızca dünyanın Mesih’e duyduğu nefretin daha ölümcül biçimlere dönüşmek üzere iş görebilmesi içindir. Kendimizi aldatmayalım. Eğer reddedilmiş bir Mesih ile yürüyecek isek, reddedilmiş kişiler olmamız gerekecektir. Eğer Efendimiz kent kapısının dışında acı çekti ise, bizler kent kapısının içinde egemenlik sürmeyi bekleyemeyiz. Eğer O’nun ayak izlerinde yürüyor isek, onlar mı bizi yönlendirecektir? Bizi Tanrısız ve Mesihsiz bu dünyanın yüksek yerlerine yönlendirmeyecekleri kesindir.

“O’nun yersel gülümsemeler aracılığı ile teşvik edilmeyen
Yolu yalnızca çarmıha götürür.”

O, küçümsenmiş bir Mesih idi. Reddedilmiş bir Mesih idi – ordugahın dışındaki bir Mesih idi. Ah! Sevgili okuyucum, o zaman aşağılanmaya katlanarak gelin O’nun yanına gidelim. Bu dünyanın iyiliklerinin güneş ışınları ile güneşlenmeyelim. O çarmıha gerildi ve O’ndan hala nefret ediliyor; bu günümüzü ve tüm sonsuzluğu borçlu olduğumuz ve bizi, hiç bir suyun söndüremeyeceği kadar büyük bir sevgi ile seven Biricik Sevgilimizin yanına gidelim. Doğrudan ya da dolaylı bir şekilde O’nun kutsal adı ile bizi çağıran hiç bir sahte şeye rağbet etmeyelim, çünkü bunlar gerçekte O’nun kişiliğinden, O’nun yollarından, O’nun gerçeğinden ve İkinci gelişinin söz edilmesinden bile nefret ederler. Görünmeyen bir Rabbe sadık kalalım ve bizim için ölen uğruna yaşayalım. Vicdanlarımız O’nun kanında esenlik bulur iken, yüreklerimiz O’nun Kişiliğinin çevresinde sevgi ile dolsun, öyle ki, “şimdiki bu kötü dünyadan” ayrılışımız yalnızca soğuk bir ilke meselesi olarak kalmasın, ama bu dünyadan sevgi uğruna bir ayrılık olsun, çünkü sevgimizin objesi bu dünyada değildir. Dua edelim, Rab bizi hali hazırdaki dönemde çok olağan görülen o sahte adanmışlığın ve bencilliğin etkisinden kurtarsın; dindarlık, Mesih’in çarmıhının düşmanıdır. Kötülüğün bu korkunç biçimine karşı başarılı bir duruş elde edebilmek için istediğimiz şey, garip görüşler ya da özel ilkeler ya da merak uyandıran teoriler ya da soğuk zihinsel titizlikler değildirler. İstediğimiz, Tanrının Oğlu’nun Kişiliğine derin bir adanmışlıktır; beden, can ve ruh olarak kendimizi tam bir yürek ile O’nun hizmetine adamamız gerekir; O’nun görkemli ikinci gelişine gayret ile özlem duymalıyız. Sevgili okuyucum, bunlar sizin ve benim içinde yaşadığımız zamanların özel arzularıdır. O zaman yüreğinizin derinliklerinden şu feryadın çıkması gerekir: “Ey Rab, işini canlandır” – “seçtiklerinin sayısını tamamla!” – Krallığını hızlandır!” – Gel Rab İsa, tez gel!”


1.  “Bir yönetici” ya da “halktan biri” için sunulan sunu arasında şu farklılık mevcuttur. İlinde sunu “kusursuz bir erkek” olmalıdır; ikincisinde ise “kusursuz bir dişi” olmalıdır. Bir yöneticinin işlediği günah halktan birinin işlediği günahtan daha geniş bir etki yaratacaktır ve bu yüzden kanın değerinin daha güçlü bir uygulamasına gerek duyulur. Leviililer 5:13 ayetinde, günah sunusunun daha düşük bir uygulamasının talep edildiği durumlar görürüz ant içme ve herhangi murdar bir şeye dokunmama; aksi takdirde günahına karşılık günah sunusu olarak onda bir efa (yaklaşık 1.3 kg) un getirmeli; bu, bir günah sunusu olarak kabul edilir idi.. (Bakınız Levililer 5:11-13) Bir önderin sunduğu tekenin kefareti ve yoksul bir kişinin bir avuç unu arasında ne kadar da büyük bir karşıtlık mevcuttur. Ve yine de ilkinde olduğu gibi sonuncusunda da kişinin bağışlanacağını okuruz.

Okuyucu, Leviililer 5:1-13 ayetlerinin Levililer 4. Bölümün bir kısmını oluşturduğunu fark edecektir. Her ikisi de tek bir başlık altında değerlendirilirler ve tekeden bir avuç una kadar günah sunusunun tüm uygulamalarında günah sunusunun öğretişini temsil ederler. Sununun her sınıfı, şu sözler ile takdim edilir, “Ve Rab Musa’ya konuştu.” Bu nedenle, örneğin hoş koku sunuları (Levililer 1-3) şu sözcükler aracılığı ile sunulurlar: “Rab Musa’yı çağırdı.” Bu sözler Leviililer 4:1 ayetine kadar tekrarlanmazlar; bu ayette günah sunusunu takdim ederler. Daha sonra tekrar Levililer 5:14 ayetinde ortaya çıkarlar ve “Rabbe adanmış nesnelere el uzatan” suçlar için suç sunusunu takdim ederler. Ve yine Levililer 6:1 ayetinde bir kişinin komşusuna yaptığı suçlar için gerekli olan suç sunusu takdim ederler.

Bu sınıflandırma çok hoş bir şekilde basittir ve okuyucuya sununun farklı sınıflarını anlaması için yardım edecektir. Her bir sınıftaki farklı aşamalar hakkında ne denebilir? Ya bir teke, ya bir boğa, ya bir kuş ya da bir avuç dolusu un! Bunların hepsi aynı büyük gerçeğin çeşitli uygulamaları olarak görüleceklerdir.

2. Önümüzdeki metindeki düşüncenin yalnızca kefaret olduğunun hatırlanmasını özellikle arzu ederdim. İmanlı okuyucu hiç kuşkusuz “tanrısal doğaya” sahip olmanın Tanrı ile paydaşlık etme konusunda elzem olduğunun tam olarak farkındadır. Tanrıya yaklaşmak için yalnızca bir ünvana ihtiyacım yoktur: ama O’ndan zevk almam için tanrısal doğaya ihtiyacım vardır. “Tanrının biricik Oğlunun adına iman eden can her ikisine de sahiptir. (Bakınız Yuhanna 1:12,13; Yuhanna 3:36; Yuhanna 5:24; Yuhanna 20:31; 1.Yuhanna 5:11-13)

3.  Bazı kişiler “gönüllü” sözcüğünün kurban ile değil tapınan ile ilgili olduğu konusunda zorluk çekebilirler. Ama bu, hiç bir şekilde yakmalık sunuda kullanılan o özel sözcüğün gerçeği üzerinde temellenen metindeki öğretişin, günah sunusunda atlandığını göstermez. Kurbanı sunan ya da sunu, hangisi hakkında düşünür isek düşünelim, karşıtlık yanlış değildir.

4.  Metindeki ifade yalnızca kutsal yere getirilen kanın günah sunularına işaret eder. Harun ve oğullarının paydaş olduğu günah sunuları vardı. (Bakınız Levililer 6:26-29; Çölde Sayım 18:9,10)

5.  2. Korintliler 5:21 ayetinde Kutsal Yazıların tanrısal kesinliğine ilişkin tek başına güzel bir örneğe sahibiz. “Tanrı O’nu bizim için günah (hamartian epoiesen) yaptı, öyle ki biz O’nda Tanrının doğruluğu olalım (ginometha).” İngiliz okuyucu, “yapıldı” olarak tercüme edilen  sözcüğün bölümün her cümlesinde aynı olduğunu sanabilir. Ama durum böyle değildir.

6. Efesliler’e yazılan mektup Kilisenin yukarıda belirtilen en yüksek görünümüne yer verir ve onu bize yalnızca bir unvan olarak değil, ama aynı zamanda bir tarz şeklinde de verir. Unvan, hiç kuşkusuz, kandır; ama tarz şu ifade ile belirtilir: “Ama merhameti bol olan Tanrı bizi çok sevdiği için suçlarımızdan ötürü ölü olduğumuz halde, bizi Mesih ile birlikte yaşama kavuşturdu. O’nun lütfu ile kurtuldunuz. Tanrı bizi Mesih İsa’da Mesih ile birlikte diriltip göksel yerlerde oturttu.” (Efesliler 2:4-6)

Levililer 5:14 - 6:7

Bu ayetler iki ayrı sunuyu yani, Tanrıya karşı işlenen suçu ve insana karşı işlenen suçu belirten iki ayrı türdeki suç sunusu öğretişini kapsarlar. “Eğer biri Rabbe adanmış nesnelere el uzatır ve bilmeden günah işler ise, suç sunusu olarak Rabbe küçükbaş hayvanlardan kusursuz bir koç getirmeli. Değeri gümüş şekel ile kutsal yerin şekeli ile ölçülmeli.” (5:16) Burada olumlu bir hatanın yapıldığı bir durum ile karşı karşıyayız. Rabbe adanmış nesnelere el uzatıldığı zaman, ayrıca bu davranış bilmeden yapıldığında bile yine de gözden kaçmaz. Tanrı her tür suç davranışını bağışlayabilir, ama en ufak bir noktayı bile gözden kaçırması mümkün değildir. Tanrının lütfu mükemmeldir ve bu yüzden tüm suçları bağışlayabilir. O’nun kutsallığı mükemmeldir ve yine işte bu yüzden hiç bir hatayı gözden kaçıramaz. Tanrı, suçu tasvip edemez, ama onu silebilir ve ayrıca lütfunun mükemmelliği ve Kutsallığının mükemmel talepleri ile uyumlu olarak suçu siler.

Şu tür bir varsayımda bulunmak çok ciddi bir hatadır: bir kişinin vicdanının uyarılarına göre hareket ettiğini düşünelim, o zaman doğru ve güvenilirdir. Bu tür bir temel üzerine dayanan esenlik, yargı kürsüsünün ışığı vicdanın üzerine yansıdığı zaman, sonsuza kadar mahvolacaktır. Tanrı, adalet talebini bu tür bir seviyeye asla düşüremez. Kutsal yerin dengeleri en duyarlı vicdan tarafından hissedilenlerden bile çok farklı bir ölçü tarafından düzenlenmiştir. Daha önce bir kez, günah sunusu ile ilgili notlarda bu konunun üzerinde durma fırsatımız olmuş idi. Bu konu hakkında gereğinden daha güçlü bir şekilde ısrar edilemez. Bu konuyu kapsayan iki şey vardır. İlki, Tanrının kutsallığının gerçekten ne olduğuna dair adil bir algıdır. Ve ikincisi, imanlının tanrısal huzurda sahip olduğu esenliğinin temeline ilişkin belirgin bir duygu.

Mesele benim koşulum ya da davranışım, benim doğam ya da eylemlerim ile ilgili olabilir, bunun önemi yoktur; yalnızca Tanrı Kendisine uygun olanın Yargıcı olabilir ve O’nun kutsal huzuruna münasip olanı yargılar. Tanrısal talepler söz konusu olduğu zaman, insan bilgisizliği bir ricada bulunabilir mi? Tanrı yasaklasın. Rabbin kutsal nesneleri ile ilgili bir hata işlenmiştir ama insanın vicdanı bunu kavramamıştır. O zaman ne olacak? Bu konuda yapılacak hiç bir şey yok mudur? Tanrının talepleri bu şekilde hafife alınabilir mi? Kesinlikle alınamaz. Bu, tanrısal ilişki gibi her şeyin yıkıcı olacaktır. Doğrular, Tanrının kutsallığını hatırlar iken, O’na şükran sunmaya çağrılmışlardır. (Mezmur 97:12) doğrular, bunu nasıl yapabilirler? Çünkü doğruların esenlikleri bu kutsallığın tam haklılığı ve mükemmel varlığının temeli sayesinde güvenceye kavuşmuşlardır. Bu yüzden o kutsallık ile ilgili ne kadar yüksek algıya sahip iseler, esenliklerinin o kadar derin ve yerleşmiş olması gerekir. Bu düşünce, en değerli doğaya ait bir gerçektir. Yeniden doğmamış kişi tanrısal kutsallık için asla sevinç duyamaz. Yeniden doğmamış kişinin hedefi eğer o kutsallığı algılayamıyor ise, onu alçaltmak olacaktır. Böyle bir kişi, kendisini tanrının iyi olduğu, Tanrının lütufkar olduğu ve tanrının merhametli olduğu düşüncesi ile teskin edecektir. Ama böyle bir kişinin Tanrının kutsal olduğunu düşünerek asla sevinç duymasını bekleyemezsiniz. Bu kişi, Tanrının iyi olduğu, Tanrının lütufkar ve merhametli olduğu ile ilgili kutsal olmayan düşüncelere sahiptir; bu kişi bu kutsal nitelikleri günahında devam etmek için bir bahane olarak görmeye istekli olacaktır.

Yeniden doğmuş kişi ise bunun aksine, Tanrının kutsallığı ile övünecektir; bununla ilgili tam ifadeyi Rab İsa Mesih’in çarmıhında görür. Onun esenliğinin temelini atan kutsallık, bu kutsallıktır. Ve yalnızca bu kadar da değil; yeniden doğmuş kişi aynı zamanda bu kutsallığa paydaş kılınmıştır ve ondan zevk alır ve kutsallık için özlem duyar. Bir yandan da günahtan eksiksiz bir şekilde nefret eder. Tanrısal doğanın içgüdüleri bu nefreti doğurur ve kutsallığa özlem yaratır. Eğer bir kişi, “Tanrının kutsal nesneleri ile ilgili” şeyleri ile ilgili talepleri bilmiyor ve tüm bu taleplerin bizim tanrısal Suç Sunumuz tarafından mükemmel bir şekilde karşılandığından haberdar değil ise, yüreğin gerçek esenliğinden ve özgürlüğünden zevk alması mümkün değildir. O zaman yürekte her zaman pek çok zayıflık ve hatamız tarafından bu taleplerin yerine getirilemediğine dair acı veren bir duygu uyanacaktır. Verdiğimiz en iyi hizmetler, yaşadığımız en kutsal dönemler, en kutsal işlerimiz “Rabbin kutsal nesneleri” ile ilgili suça dair bir şey sunabilir – “yapılmaması gereken bir şey.” Topluluk ile tapınma ve özel adanma dönemlerimiz ne kadar da sık kısırlık ve zihin sapmaları yüzünden bozulur ve lekelenirler! Bu yüzden suçlarımızın Mesih’in değerli kanı tarafından tanrısal bir şekilde ortadan kaldırıldığına dair güvenceye ihtiyaç duyarız. Böylece bizler sonsuza kadar kutsanmış Rab İsa Mesih’te doğa açısından günahkarlar ve eylem açısından suçlular olarak ihtiyaçlarımızı eksiksiz bir şekilde karşılamak için aşağı inmiş Olan’ı buluruz. Bizler O’nda suçlu bir vicdanın tüm kıvranmalarına mükemmel bir yanıt aldık ve tüm günahlarımız ve tüm suçlarımız ile ilgili sınırsız taleplerin tümüne O karşılık verdi; öyle ki, imanlı zayıflığa ya da günaha bakmak için fazlası ile saf olan o kutsallığın tam ışığında bizi suçlamayan bir vicdan ve özgür bir yürek ile durabilsin.

“Adanmış nesneler konusunda işlediği günahın karşılığını ödemeli ve beşte birini üzerine ekleyip kahine vermeli. Kahin suç sunusu olan koç ile kişinin günahını bağışlatacak ve kişi bağışlanacak.” (Levililer 5:16) Burada ortaya konulduğu gibi, “beşinci bölümün” ekinde korkulması gereken gerçek Günah Sunusunun biraz takdir edilen bir özelliğe sahip olduğunu görürüz. Rabbe karşı işlediğimiz tüm suçları ve hataları düşündüğümüz zaman ve ayrıca bu kötü dünyada Tanrının haklarına karşı nasıl hata işlenmiş olduğunu hatırladığımızda, çarmıhta tamamlanan iş üzerinde nasıl ilgi ile düşünmeyiz? Tanrı, kaybolmuş olanı yalnızca geri almak ile kalmadı ama aynı zamanda aslında kazançlı çıktı. Tanrı, kurtarışı aracılığı ile düşüş yüzünden kaybettiğinden çok daha fazlasını kazandı. Kurtuluş tarlalarından biçtiği yücelik, onur ve övgünün zengin hasadı, bu yaratılıştakilerden biçebileceğinden çok daha fazlası idi. “Tanrının oğulları” Yaratan’ın yerine getirdiği işe yükseltecekleri övgüden çok daha fazlasını İsa’nın boş mezarı çevresinde yükseltebildiler. Hata için, çarmıh aracılığı ile yalnızca mükemmel bir kefaret sunulmak ile kalmadı, ama aynı zamanda çarmıhta tamamlanan iş aracılığı ile sonsuz bir avantaj kazanılmış oldu. Bu gerçek, etkileyici ve çok görkemli bir gerçektir. Tanrı, Golgota’nın işi aracılığı ile kazanç elde etmiştir. Böyle bir sonucu kim algılayabilir idi? Rabbin yarattığı insana ve tüm yaratılışa baktığımız zaman, onların düşmanın ayaklarının altında enkaz halinde yattığını görürüz. Tanrının düşmüş dünyamızın enkazlarının arasından daha zengin ve daha soylu ganimetler toplaması gerektiğini nasıl anlayabilir idik? Tüm bunlar için Rab İsa’nın adına övgüler olsun. Tüm bunları borçlu olduğumuz Kişi O’dur. Yalnızca O’nun değerli çarmıhı aracılığı ile böylesine şaşırtıcı ve böylesine tanrısal bir gerçek beyan edilebilir idi. Bu çarmıhın gizemli bir bilgeliği içerdiği kesindir: “Zamanın başlangıcından önce Tanrının bizim yüceliğimiz için belirlediği bu bilgeliği bu çağın önderlerinden hiç biri anlamadı. Çünkü eğer anlasalardı, yüce Rabbi çarmıha germezlerdi.” (1.Korintliler 2:8) Bu yüzden, o çarmıhın ve o çarmıha Gerilen’in çevresinde ataların, peygamberlerin, elçilerin, şehitlerin ve kutsalların sevgilerini sunmalarına şaşırmamak gerekir. Kutsal Ruhun bu ciddi ama adil buyruğu vermiş olmasına da şaşırmamak gerekir. “Rabbi sevmeyene lanet olsun! Maranata (Efendimiz, gel!)” (1.Korintliler 16:22) Gökyüzü ve yeryüzü bu laneti yüksek ses ile ve sonsuz bir ‘amin’ ile yansıtacaktır. Tanrısal zihnin sabit ve değişmez amacının şu konuda da gerçekleşeceğine şaşırmamak gerekir: “Öyle ki, İsa’nın adı anıldığı zaman, gökteki, yerdeki ve yer altındakilerin hepsi diz çöksün ve her dil, Baba Tanrının yüceltilmesi için İsa Mesih’in Rab olduğunu açıkça söylesin.” (Filipeliler 2:10,11)

Bir insana karşı işlenen bir suçun durumunda ortaya çıkan “beşinci kısım” ile ilgili aynı yasa, şu ayetlerin ifadesinde de yer alır: “Eğer bir can günah işler ve Rabbe karşı suç işler 1  ve kendisine emanet edilen, rehin bırakılan ya da çalıntı bir mal konusunda komşusunu aldatır ya da ona haksızlık eder ise, kayıp bir eşya bulup yalan söyler ise, yalan yere ant içer ise, yani insanların işleyebileceği bu suçlardan birini işler ise, günah işlemiş olur ve suçlu sayılır. Çaldığı ya da haksızlık ile ele geçirdiği şeyi, kendisine emanet edilen ya da bulduğu kayıp eşyayı ya da hakkında yalan yere ant içtiği şeyi, üzerine beşte birini de ekleyerek suç sunusunu getirdiği gün sahibine geri vermeli.” (Levililer 6:2-5)

Tanrı gibi, insan da çarmıh sayesinde kesin kazançlıdır. İmanlı, o çarmıha gözlerini dikip baktığı zaman, şöyle diyebilir: “Evet, bana karşı ne kadar çok hata yapılmış olsa da, bana karşı ne kadar suç işlenmiş olsa da, ne kadar aldatılmış olsam da ve bana ne kadar kötü davranılmış olsa da, çarmıh sayesinde ben kazançlı çıkıyorum. Kaybettiğim her şeyi yalnızca geri almak ile kalmadım, ama aynı zamanda kaybettiğimden daha çok kazancım oldu.”

Böylece herhangi bir durumda acı çektirilmiş ve acı çektiren kişi hakkında düşündüğümüz zaman, kurtuluşun görkemli zaferleri ile eşit şekillerde karşılaşırız. Ve canı, “tüm suçların bağışlandığına” ve bu tüm suçların kaynağının yargılanmış olduğuna dair mutlu güvence ile canı dolduran müjdeden akan güçlü pratik sonuçlar da eşit seviyededir. “Kutsanmış Tanrının görkeminin müjdesi” bir kişiyi günahlarının, suçlarının ve acı veren davranışlarının tanığı olmuş bir olayın ortasına gönderebilecek olan tek şeydir – onun kötü davranışları yüzünden acı çekmiş olan herkese geri gönderebilir; lütuf ile donatılmış olarak yalnızca hatalarını tamir etmek için değil ama aynı zamanda bunun da ötesinde tüm davranışlarında pratik yardımseverliğinin tam gelgitine izin verir – evet, ona düşmanlarını sevmesi için, ondan nefret edenlere iyilik etmesi için ve onu bilerek kullanan ve ona bilerek zulmeden kişiler için dua etmesi amacı ile lütuf verilir. İşte Tanrının büyük Günah Sunumuzun yaptıkları aracılığı ile sağlamış olduğu değerli lütuf budur. Bu lütfun zengin, ender görülen ve tazeleyen ürünleri böyle ürünlerdir!

Şu sözleri söyleyerek itiraz eden kişiye verilecek nasıl da zaferli bir yanıt! Lütuf yalnızca günahın köklerini kesmek ile kalmaz, ama aynı zamanda günahkarı bir lanetten bir berekete dönüştürür. Ahlaki bir beladan tanrısal merhametin bir kanalı yapar; şeytanın uşağı olmaktan çıkarıp Tanrının bir elçisi haline getirir; bir karanlık çocuğundan bir ışık çocuğuna dönüştürür, kendi zevki peşinde koşan bir bencilden Tanrıyı seven ve kendini inkar eden bir kişi yapar. Kötülüğün ve bencil tutkuların bir esiri olan kişi, kendini gönüllü bir yürek ile Mesih’e hizmet eden biri olarak bulur; soğuk ve katı yürekli bir sefil komşusunun ihtiyacına hizmet etmek için yardım etmek isteyen bir hayırsevere dönüşür. O zaman gelin, sık sık tekrar ettiğimiz şu iğneleyici ifadeleri bir kenara bırakalım. “Bizim hiç bir şey yapmamız gerekmiyor mu?” “Bu, bir insanın kurtulması için harika kolaylıkta bir yol” – “Bu Müjdeye göre biz listeye yazacağımız şekilde yaşayabiliriz.” Bu şekilde konuşan herkes “artık hırsızlık etmesin, tersine, kendi elleri ile iyi olanı yaparak emek versin ve böylece ihtiyacı olan ile paylaşacak bir şeyi olsun.” (Bakınız Efesliler 4:28) Böyle kişiler lütfun ne anlama geldiğini bilmiyorlar; onlar asla lütfun kutsal kılan ve yükselten etkilerini hissetmemişlerdir. Suç sunusunun kanı vicdanı temizler iken, o sununun yasası suçluyu elindeki “ilke” ve “beşinci” ile kötülük yapmış olduğu kişiye geri gönderir. Bu, hem lütuf hem de İsrail’in Tanrısının doğruluğu için soylu bir tanıklıktır. Kurtuluşun o harika planının sonuçlarının güzel gösterisi acı veren kişinin bağışlanması ve acı çeken kişinin gerçek bir kazanca kavuşması ile sergilenir. Vicdan, çarmıhta akıtılan kan aracılığı ile Tanrının talepleri ile bağlantılı olarak esenliğe sahip olur; davranışın çarmıhın kutsallığı aracılığı ile düzeltilmesi gerekir. Bu iki şeyi asla birbirinden ayırmamak gerekir. Tanrı onları birleştirmiştir ve hiç bir insanın onları birbirinden ayırmasın. Kutsanmış birlik uygunluğunu taşımaz mı? Çünkü ders, tanrısal olarak verilmiş bir derstir? düzenin ya da sıralamanın değişmesi kendi sorgulanamaz. Asla saf müjde ahlakı tarafından yönetilen herhangi bir zihin tarafından birbirinden ayrılmayacaktır. Ne yazık! Lütfun ilkelerini ağız ile ikrar etmek kolaydır, ama lütfun uygulaması ve gücü tamamıyla inkar edilir. “İlke” ve “beşinci” ortaya konmadan suç sunusunun kanında dinlenmekten söz etmek kolaydır. Bu tür bir davranış boştur ve hatta boştan daha da kötüdür. “Doğru olanı yapmayan kişi, Tanrıdan değildir.” (1.Yuhanna 3:10)

Müjdenin saf lütfuna en çok leke süren şey şudur: bir kişi Tanrıya ait olabilir varsayımı; ama davranışı ve karakteri uygulamadaki kutsallığın uygun izlerini sergilemez. Hiç kuşkusuz, “tüm yaptıkları Tanrı tarafından bilinir”, ama Tanrı bize kutsal sözünde O’na ait olan şeyleri ayırt edebilmemiz için bu kanıtları vermiştir. “Ne var ki, Tanrının attığı sağlam temel, ‘Rab kendine ait olanları bilir’ ve ‘Rabbin adını anan herkes kötülükten uzak dursun’ sözleri ile mühürlenmiş olarak duruyor.” (2.Timoteos 2:19) Kötülük yapan birinin Tanrıya ait olduğunu var saymaya hakkımız yoktur. Tanrısal doğanın kutsal içgüdüleri bu tür bir konudan söz edildiği zaman bile şok olur. Kişiler bazen bu tür kötü davranışlarda bulunan insanlardan dolayı büyük zorluk çektiklerini ifade ederler. Tanrının Sözü, konuyu öylesine net ve yetkin bir şekilde belirtmiştir ki, bu tür bir zorluk için olası hiç bir yer kalmamıştır. “Tanrının çocukları ile iblisin Bu konu, suç sunusunda ayrıntılı bir şekilde öğretilir. Bir İsrailli, işlediği bir suç eylemi yüzünden Yehova ile paydaşlığını yeniden yenilemesi gerekir ise, davranışındaki düzen önce vermiş olduğu zararı ödemesi ve daha sonra da sunuyu sunmasıdır. Bunun bir farklılığın bulunmadığı bir ayırım olduğunu söyleyebilecek biri var mıdır? Çocuklarını birbirinden ayıran şey şudur: doğru davranmayan kişi Tanrıdan değildir ve kardeşini de sevmez.” Günümüzdeki gevşeklik ve kendini hoşnut etmek gibi konuları hatırlamakta yarar vardır. Etrafta korkulacak kadar çok tesirsiz ikrarlar vardır; içten imanlı bu duruma karşı sağlam bir duruşa ve ciddi bir tanıklık üstlenmeye çağrılır – bu tanıklık “İsa Mesih tarafından Tanrının yüceltilmesine ve övülmesi” sonucu, Kutsal Ruhun ürettiği doğruluk meyvelerinin düzenli olarak sergilenmesinden kaynaklanır. Pek çok kişinin dar yoldan gittiğini görürüz, ama davranışlarında yine de sevginin ya da kutsallığın izlerini sergilemezler. İmanlı okuyucum, biz sadık olalım. Kendini inkar eden ve içten yardımseverlik sunan bir yaşam sürerek bencilliği azarlayalım ve müjde yayan bir eylem gibi görünen ama yine de dünyasal bir ikrar olan davranışlardan kaçınalım. Tanrı, içten bir yürek ile hareket eden halkına bu eylemlerde bulunabilmesi için bol lütuf ihsan etsin!

Şimdi, suç sunusunun iki kategorisini karşılaştırmak için konumuzda ilerleyelim. Yani, “Tanrıya adanan kutsal nesnelere” atfedilen suç sunusundan dolayı ve insan yaşamının ortak ilişkileri ve karşılıklı ilişkilerinde işlenen suç ile ilgili olan suç sunularını değerlendirelim. Böyle yaparak dikkatli ve özenli gözlemimizi talep edecek olan bir ya da iki nokta bulacağız.

Önce ilk sırada yer alan ifadeye bakalım, “eğer bir can bilmeden günah işler ise”, sonuncusunda atlanır. Bunun nedeni aşikardır. Rabbe adanmış olan kutsal nesneler ile bağlantılı olan talepler sınırsız bir şekilde en yüksek insan duyarlılığının ötesine geçmek zorundadırlar. Bu talepler sürekli olarak, suç ile bir araya gelirler ve suç işleyen kişi bu gerçeğin farkında değildir. Bir insanın bilinç durumu, asla Tanrının kutsallığını düzenleyemez. Bu konu söz ile anlatılamaz bir merhameti ortaya koyar. Tanrının hakları söz konusu olduğu zaman, standardı belirlemesi gereken yalnızca Tanrının kutsallığıdır.

Öte yandan, insan vicdanı bir insan talebinin tam miktarını kolay bir şekilde kavrayabilir ve bu tür bir iddia ile herhangi bir müdahalenin farkına kolayca varabilir. Vicdanımızda hiç bir zaman aldırmadan, evet, onu meydana çıkarma zahmetine katlanmaksızın Tanrıya adanmış olan kutsal nesneler konusunda Tanrıya karşı ne kadar sık hata işlemişizdir. (Bakınız Malaki 3:8) Ama bu durum yine de, insanın hakları söz konusu olduğu zaman farklılık gösterir. İnsan gözünün göremediği ve insan yüreğinin hissedemediği hatayı insan vicdanı fark edebilir. Eski kutsal yeri yöneten yasaları cahilliği nedeni ile bilmeyen bir kişi, farkında olmayan bu yasalara karşı bir suç işleyebilir ve ancak daha yüksek bir ışık vicdanını aydınlattığı zaman bunun farkına varabilir. Ama bir insan bilgisizliği neden ile yalan söyleyemez, yanlış ya da sahte bir ant içemez, bir şiddet eyleminde bulunamaz, komşusunu aldatamaz ya da kaybolmuş bir şeyi bulup kendinde alıkoyamaz. Tüm bunlar en tembel tabiatlı duyarlılığın sınırları içinde yer alan basit ve dokunarak hissedilen eylemlerdir. Bu yüzden “bilgisizlik nedeni ile” ifadesi “Rabbe adanmış olan kutsal nesneler ile “ ilgili olarak sunulur ve insanların sıradan ilişkileri nedeni ile atlanırlar. Mesih’in değerli kanının Tanrı ya da insan ile ilgili tüm sorunların hepsini çözümlemiş olduğunu bilmek ne kadar bereketli bir sağlayıştır – bilgisizlik nedeni ile işlediğimiz ya da bilerek işlediğiz günahlar! İşte imanlının esenliğinin derin ve yerleşik temeli burada yatmaktadır. Çarmıh HEPSİNİ tanrısal bir şekilde ortadan kaldırmıştır.

Yine “Rabbe adanmış olan kutsal nesneler” konusunda bir suç söz konusu olduğu zaman, önce lekesiz kurban sunulur idi ve sonra ”ilke” ve “beşinci” gelirdi. Bu sıralama, yaşamın sıradan ilkeleri söz konusu olduğu zaman, değişkenlik gösterir idi. (Levililer 5:15,16 ayetini Levililer 6:4-7 ayetleri ile karşılaştırın.) Bunun nedeni, eşit şekilde aşikardır. Tanrısal haklardan söz edildiği zaman, kefaretin kanı en önde gelen konu yapılır idi. Oysa işin içine insan hakları karıştığı zaman, zihindeki ilk yere yerleşecek olan doğal olarak eski hale getirmek olacaktır. Ama birincisi olduğu kadar ikincisi de canın Tanrı ile olan ilişkisi ile ilgili soruyu kapsar. Bu yüzden, kurban sıralamanın sonunda yer almasına rağmen, yine de takdim edilir. Eğer komşuma karşı hata işler isem bu hata hiç kuşkusuz Tanrı ile olan paydaşlığıma müdahale edecektir. Ve bu paydaşlık yalnızca kefaretin temeli üzerinde restore edilebilir. Yalnızca zararı ödemek yeterli olmayacaktır. Zararın ödenmesi acı çekmiş olan kişiyi tatmin edebilir. Ama Tanrı ile paydaşlığın temelinin restore edilmesini biçimlendiremez. “İlkeyi” restore edebilir ve “beşinci”yi ekleyebilirim. Bunu on binlerce kez yapabilirim, ama günahım yine de ortadan kalkmayacaktır. Çünkü “kan dökülmeden bağışlama olmaz.” (İbraniler 9:22) Yine de eğer komşuma verilen bir zarar söz konusu olur ise, o zaman ilk önce zararın ödenmesi gerekir. “Bu yüzden sunakta adak sunar iken, kardeşinin sana karşı bir şikayeti olduğunu anımsar isen, adağını orada, sunağın önünde bırak, git önce kardeşin ile barış, sonra gelip adağını sun.” (Matta 23,24) 2

Suç sunusunda belirtilen tanrısal düzende bundan, ilk bakışta görülenden çok daha fazlası yer alır. Bizim insani ilişkilerimizden yükselen taleplerin göz ardı edilmemeleri gerekir; yürekteki uygun yerlerine her zaman ulaşmaları lazımdır. Eğer Kutsal Ruha bu anlamı yüreklerimize taşımaya ve onu bizim zavallı ve boş hayallerimiz aracılığı ile kavrama isteğimize ‘hayır’ diyecek olur isek, her düşünce anlama gebe kalacaktır. Her sunu, Rab İsa’nın ve O’nun işinin bakış açısının özelliklerini taşır. Ve her biri kendine özgü özellikleri içinde sunulur ve biz hemen emin olarak şunu söyleyebiliriz: ruhsal zihnin işi ve zevki hem birini hem de diğerini kavrayacak ve aynı zamanda her sununun kendine özgü değişik düzenini bir hiç haline getirmek isteyen zihnin aynı özelliği Mesih’in her birindeki garip görünüşünü de bir kenara koyacaktır. Yakmalık sunu ve günah sunusu arasındaki herhangi bir farklılığın varlığına kafa tutacak ve günah sunusu ve suç sunusu arasında ve tahıl sunusu ve esenlik sunusunun arasındaki tüm ya da herhangi farklılıkları ortaya koyacaktır. Bu yüzden Levililer Kitabının ilk yedi bölümünün hepsi boş bir tekrardan ibarettir ve birbirini izleyen her bölüm aynı konu hakkındadır. Bunun gibi korkunç bir durum nasıl ortada bırakılabilir idi? Hangi imanlı zihni kutsal sayfaya sunulacak olan böyle bir hakaretin acısını çekebilir idi? Bir Alman rasyonalist ya da teolog böyle boş ve iğrenç fikirler ortaya atabilir, ama “tüm Kutsal Yazıların bir Tanrı esini” olduğunu tanrısal bir şekilde öğrenmiş olan kişiler spesifik düzenleri içindeki çeşitli örnekleri gözden geçirmeye yönlendirileceklerdir. Kutsal Ruhun Tanrı halkı için bir hazine gibi toplamış olduğu çeşitli biçimlerdeki mücevher kutuları sayıca çoktur; “Mesih’in araştırılamaz zenginlikleri”. Can sıkıcı tekrarlar mevcut değildir, fazlalık yoktur. Hepsi zengindir, tanrısaldır ve göksel çeşitliliğe sahiptir. Ve bizim tüm ihtiyacımız olan güzellikleri anlamak ve her örneğin eşsiz dokunuşlarını kavramak için büyük karşıt örnek ile kişisel olarak tanışmaktır. Yürek doğrudan her örnekte Mesih’e sahip olduğumuz gerçeğine tutunur; Yürek ruhsal bir ilgi duyarak en anlık ayrıntıların üzerinde bile asılı kalabilir. Ve her şeyde anlam ve güzellik görür – her şeyde Mesih’i bulur. Doğa aleminde olduğu gibi, teleskop ve mikroskop Tanrının sözünün yaptığı gibi göze, kendi özel harikalarını sunar. Bu konuya bir bütün olarak baksak ya da her cümleyi titizlik ile araştırsak, sonuç aynı olacaktır; yüreğin tapınmasını ve şükranını aydınlığa çıkaran özelliği buluruz.

İmanlı okuyucum, Rab İsa’nın adı yüreklerimiz için her zaman daha da değerli hale gelsin! O zaman O’ndan söz eden her şeye değer veririz – O’nu ortaya çıkartan her şey – O’nun harika üstünlüğü ve eşsiz kıyas kabul etmez güzelliği her şey ile taze bir anlayışa sahiptir.


NOT: — Levililer 6. Bölümün kalanı, Levililer 7. Bölümün tamamı ile birlikte daha önce referans olarak söz edilmiş olan çeşitli sunuların yasası ile meşguldür. Ama yine de her şeye rağmen günah sunusunun yasasında ve yalnızca kitabımızın bu kısmından ayrıldığımız zaman sunulacak olan bazı düşünceler yer almaktadır.

Mesih’in kişisel kutsallığının diğer sunular içinde en çarpıcı bir şekilde sunulduğu sunu, günah sunusudur. “Harun ile oğullarına de ki, ‘günah sunusu yasası şudur: günah sunusu yakmalık sununun kesildiği yerde, Rabbin huzurunda kesilecek. Çok kutsaldır. Hayvanı sunan kahin onu kutsal bir yerde, buluşma çadırının giriş bölümünde yiyecek. Sununun etine her dokunan kutsal sayılacak. Kanı birinin giysisine sıçrar ise, giysi kutsal bir yerde yıkanmalı. İçinde etin haşlandığı çömlek kırılmalı. Ancak tunç bir kapta haşlanmış ise, kap iyice ovulup sunu ile durulanmalı. Kahinler soyundan gelen her erkek bu sunuyu yiyebilir. Çok kutsaldır.” (Levililer 6:25-29) Bu nedenle, aynı zamanda tahıl sunusundan konuşurken de, “günah sunusu ve suç sunusu” kadar çok kutsaldır denir.” Bu, çok dikkat çekici ve çarpıcı bir noktadır. Kutsal Ruh, Mesih’in yakmalık sunudaki kişisel kutsallığını böyle bir kıskançlık ile ya da gayret ile korumaya gerek duymadı. Ama her durumda, can, bu kutsallığı gözden kaybetmediği sürece, Kutsanmış Olan’ın günah sunusunda aldığı yer üzerinde düşünür iken, bize tekrar tekrar “çok kutsaldır” sözleri ile hatırlatma yapılır. Golgota’nın büyük ve korkunç hüznünün orta yerinde parlayan Mesih’in Kişiliğinin tanrısal ve elzem kutsallığına bakmak gerçekten de eğitici ve tazeleyicidir. Aynı düşünce “suç sunusunun yasasında” da gözlemlenir. (Bakınız Levililer 7:1,6) Rab İsa, yalnızca lanetlenmiş ağacın üzerinde “günah yapıldığı zaman”, “Tanrının Kutsal Olan’ı” olarak tam bir şekilde göründü. Çarmıhta özdeşleştiği kötülük ve karanlık, yalnızca O’nun en kutsal olduğunu en net ve en belirgin şekilde açıklamak için hizmet etti. O, günah üstlenen olmasına rağmen, günahsız idi. Tanrının gazabına katlanmasına rağmen, O Baba’nın zevki ya da keyif aldığı ve hoşnut olduğu biricik Oğlu idi. Evet, çarmıhta tanrının yüzünün ışığından yoksun kaldı, ama Baba’nın kucağında konut kurdu. Değerli gizem! Kim bu kudretli derinliklerin gizemini kavrayabilir? Tüm bunların “günah sunusu yasasında” titiz bir şekilde ortaya konulduğunu görmek ne kadar harikadır?

Okuyucum aynı zamanda, “kahinler soyundan gelen her erkek bu sunuyu yiyebilir” ifadesinin anlamını kavramak için çaba sarf etmelidir. Günah sunusunun ya da suç sunusunun yenilmesine ilişkin törensel eylem, tam bir özdeşleşmenin ifadesi idi. Ama günah sunusunu yemek – bir başka kişinin günahını kendi günahı yapmak, kahinler arasındaki tüm erkeklerde ifade edildiği gibi, kahinlere özgü enerjinin daha yüksek bir derecesini gerektiriyor idi. “Rab Harun ile konuşmasını şöyle sürdürdü: ‘ Bana sunulan kutsal sunuların bağış kısımlarını sana veriyorum. Bunları sonsuza dek pay olarak sana ve oğullarına veriyorum. Sunakta tümü ile yakılmayan, bana sunulan en kutsal sunulardan şunlar senin olacak: Tahıl, suç ve günah sunuları. En kutsal sunular senin ve oğullarının olacak. Bunları en kutsal sunu olarak yiyeceksin. Her erkek onlardan yiyebilir. Onları kutsal sayacaksın. Ayrıca şunlar da senin olacak. İsraillilerin sunduğu sallamalık sunuların bağış kısımlarını sonsuza dek pay olarak sana, oğullarına ve kızlarına veriyorum. Ailende dinsel olarak temiz olan herkes onları yiyebilir.” (Çölde sayım 18:8-11)

Günah ya da suç sunusunu yemek için kahine özgü enerjinin daha büyük bir ölçüsü talep edilir; sallamalık sunuların bağış kısımlarını pay olarak yemek için fazla enerjiye ihtiyaç yoktu. Harun’un “kızları” bundan yiyebilirler idi; yalnızca “oğullar” en kutsal sunuları yiyebilirler idi. Genelde “erkek” sözcüğü tanrısal düşünce ile uyumlu olan bir şey ifade eder: insani gelişme ile uyumlu olarak “dişi.” İlki, tam enerjiden söz eder iken, diğeri onun eksikliğinden söz eder. Bir başkasının günahını ya da suçunu kendimizin günahı ve suçu yapmamızı mümkün kılacak yeterli kahinlere özgü enerjiye aramızda ne kadar az sayıda kişi sahiptir! Kutsanmış Rab İsa bunu mükemmel bir şekilde yaptı. O, halkının günahlarının Kendi günahı yaptı ve onların yargısını çarmıhta taşıdı. Bizi Kendisi ile tam bir şekilde özdeşleştirdi, öyle ki, bizler tam ve kutsanmış bir kesinlik ile günah ve suç konusunun tanrısal bir şekilde çözümlenmiş olduğunu bilebilelim. Eğer Mesih’in özdeşleşmesi mükemmel idi ise, o zaman çözüm de aynı şekilde mükemmel idi. Ve bu özdeşleşmenin mükemmel olduğunu Golgota’daki eylem sahnesi beyan eder. Her şey yerine getirilmiş ve tamamlanmıştır. Günah, suçlar, Tanrının talepleri ve insanın talepleri – hepsi sonsuza kadar çözümlenmiştir. Ve şimdi, mükemmel esenlik lütuf aracılığı ile Tanrının sözünü gerçek olarak kabul eden herkesin payıdır. Tanrı konuyu mümkün olduğu kadar basit hale getirmiştir ve buna iman eden can mutlu kılınmıştır. İmanlının esenliği ve mutluluğu tamamen Mesih’in kurbanının mükemmelliği üzerine dayanır. Konu, imanlının bunu kabul etme tarzı, bu konu hakkındaki düşünceleri ya da buna saygı gösterecek olan duyguları değildir. Konu, çok basit olarak, kurbanın değeri hakkında iman aracılığı ile Tanrının tanıklığına değer verme meselesidir. Rabbe, sağladığı esenlik yolunun böyle basit ve mükemmel olması nedeni ile şükürler ve övgüler olsun! Sıkıntı çeken bir çok can, Kutsal ruh aracılığı ile anlayış almaya yönlendirilsin.

Burada, çok zengin esinler ile dolu bir bölüm hakkındaki düşüncelerimize son vereceğiz. Bu esinin parlaması konusunda çok fazla çabamız olamadı. Tükenmez bir madenin yalnızca yüzeydeki kısmına az da olsa nüfuz edebildik. Ama her şeye rağmen yine de okuyucu büyük Kurban’ın pek çok çeşitli görünümü hakkında ilk kez sunuların görünümüne yönlendirilmiş oldu. Ve eğer okuyucu, bu konuların canlı derinlikleri hakkında daha fazla şey öğrenmek için kendisini büyük Öğretmen’in ayaklarının dibine atmaya yönlendiriliyor ise, o zaman bu nedenle çok büyük bir şükran duyduğumuz bir sonuca ulaştığımız hissetmekten başka bir şey elimden gelmiyor.


1.  “Rabbe karşı” ifadesinde önemli bir ilke mevcuttur. Konu, bir kişinin komşusuna karşı işlemiş olduğu hata söz konusu olmasına rağmen, Rab yine de bu hatayı Kendisine karşı işlenmiş olan bir suç olarak görür. Her şeyin Rab ile ilgili olarak görülmesi gerekir. Mesele, işlenen hatadan kimin etkilenebileceği değildir, Yehova’nın ilk sırayı alması gerekir. Böylece, Davut’un vicdanı Uriya’ya karşı işlediği suç ile ilgili olarak ikna oku tarafından delinmiştir. Davut şu açıklamayı yapar: “Rabbe karşı suç işledim.” (2.Samuel 12:13) Bu ilkenin canı yakılmış olan kişinin talebi ile hiç bir şekilde bağdaşması mümkün değildir.

2. Matta 5:23,24 ile Matta 18:21,22 ayetlerini kıyasladığımız zaman, iki kardeş arasındaki sorunların ve acıların nasıl çözümlenmeleri gerektiği ile ilgili güzel bir ilke öğrenebiliriz. Kardeşine zarar veren sunaktan geri döndürülür, öyle ki, önce zarar verdiği kişi ile arasındaki konuları halletsin. Çünkü “kardeşimin bana karşı şikayeti” olduğu sürece Baba ile paydaşlık söz konusu olamaz. Ama daha sonra, zarar görmüş kişinin kendisine zarar veren kişiye karşı nasıl davranması gerektiğinin öğretildiğine dikkat edin. “Kardeşim bana karşı günah işler ise, onu bağışlamalıyım. Yedi kez mi? İsa,’yedi kez değil’ dedi. ‘Yetmiş kere yedi kez derim sana.’ Kardeşlerin arasındaki tüm sorunların çözüm bulması ile ilgili tanrısal tavır budur.”Birbirinize hoş görülü davranın. Birinizin ötekinden bir şikayeti var ise, Rabbin sizi bağışladığı gibi, siz de birbirinizi bağışlayın.” (Koloseliler 3:13)

Levililer 8 ve 9

Bu kitabın ilk yedi bölümünde açıklanan kurban öğretişini gözden geçirdikten sonra, şimdi kahinlik konusuna geçiyoruz. Bu iki konu birbirleri ile yakından bağlantılıdır. Günahkarın bir kurbana ihtiyacı vardır. İmanlının bir kahine ihtiyacı vardır. Kendisini lekesiz olarak Tanrıya sunmuş olan, göklerdeki en kutsal yere kahinlik hizmeti ile girmiş olan Mesih’te hem kurbana hem de kahine sahibiz. Başka bir kurbana ya da başka bir kahine ihtiyacımız yoktur. Rab İsa tanrısal açıdan yeterlidir. O, Kendi Kişiliğinin saygınlığını ve değerini sağladığı her hizmette ve yaptığı her işte gösterir. O’nu bir kurban olarak gördüğümüz zaman, kahinliğin her işlevinin O’nun tarafından mükemmel bir şekilde yerine getirildiğini biliriz. O’nu bir kurban olarak gördüğümüz zaman ise, O, halkını yerleşmiş bir ilişki içinde takdim eder. Ve bir kahin olarak halkını Kendi mükemmelliği ile muhafaza eder. Kahinlik, Tanrı ile zaten belirli bir ilişki içinde duran kişiler için tasarlanmıştır. Doğa ve uygulama açısından günahkarlar olarak biz hepimiz “çarmıhta akıttığı kanı aracılığı ile Tanrıya yakınlaştık.” Bize, Tanrı ile bir ilişki sağlandı. Biz O’nun önünde Kendisinin tamamladığı işin bir ürünü olarak duruyoruz. O, Kendisi için uygun olan bir şekilde günahlarımızı ortadan kaldırdı, öyle ki, biz O’nun adına övgü sunulması için ölüm ve dirilişin gücü aracılığı ile O’nun tamamlamış olduğu işin ya da canının semeresi olarak O’nun önünde olabilelim.

Ama, bize karşı olabilecek her şeyden tamamen kurtarılmış olmamıza, Sevgili’de mükemmel bir şekilde kabul edilmemize, Mesih’te tümü ile bütün ve göklerde oturuluyor olmamıza rağmen yine de bizler burada yeryüzünde kendi içimizde çaresiz ve zayıf yaratıklarız; her zaman yoldan çıkmaya eğilimliyiz, her an sarsılmaya hazırız ve çeşitli ayartmalara, denemelere ve tuzaklara maruz kalmaya açığız. Böyle olduğumuz için, “Yüce Baş kahinimizin” hiç durmadan aralıksız süren hizmetine ihtiyacımız var; O’nun göklerdeki en kutsal yerde bulunan varlığı, bizi lütuf aracılığı ile o yerin ve ilişkinin tam saygınlığı içinde korur. “O, bize aracılık etmek için sonsuza kadar yaşamaktadır.” (İbraniler 7:25) Eğer O, orada bizim için yaşıyor olmasa idi, biz burada aşağıda bir an bile duramaz idik. “Ben yaşadığım için siz de yaşayacaksınız.” (Yuhanna 14:19) “Çünkü biz Tanrının düşmanları iken, Oğlu’nun ölümü sayesinde O’nunla barıştık ise, barışmış olarak Oğlu’nun yaşamı ile kurtulacağımız çok daha kesindir.” (Romalılar 5:10) Lütuf ekonomisinde “ölüm” ve “yaşam” birbirlerine ayrılmaz şekilde bağlıdırlar. Ama ölümün ardından gelen yaşam gözlemlenmelidir. Bu yaşam ölümden dirilmiş olan Mesih’in yaşamıdır ve elçinin bölümün son alıntısında işaret ettiği burada yeryüzündeki yaşamı değildir. Bu farklılığa okuyucumun dikkat etmesi çok önemlidir. Kutsanmış Rabbimiz İsa Mesih’in burada yeryüzünde iken yaşamı, hiç kuşkusuz belirtmeme gerek olmayacak kadar sınırsız bir değere sahiptir. Ama O, kurtuluş işini tamamlayıncaya kadar kahinlik hizmeti alanına girmedi. Zaten böyle yapamazdı da, çünkü “Rabbimizin Yahuda oymağından geldiği açıktır. Musa bu oymaktan söz ederken kahinlere dair bir şey söylemedi.” (İbraniler 7:14) “Her baş kahin sunular, kurbanlar sunmak için atanır. Bu nedenle, bizim baş kahinimizin sunacak bir şeyi olması gerekir. Eğer kendisi yeryüzünde olsa idi, kahin olamaz idi. Çünkü Kutsal Yasa uyarınca sunuları sunanlar var.” (İbraniler 8:3,4) “ama Mesih gelecek iyi şeylerin baş kahini olarak ortaya çıktı. İnsan eli ile yapılmamış, yani bu yaratılıştan olmayan, daha büyük daha yetkin çadırdan geçti. Tekeler ile danaların kanı ile değil, sonsuz kurtuluşu sağlayarak kendi kanı ile kutsal yere ilk ve son kez girdi. Çünkü Mesih asıl kutsal yerin örneği olup insan eli ile yapılan kutsal yere değil, ama şimdi bizim için Tanrının önünde görünmek üzere asıl göğe girdi.” (İbraniler 9:11,12,24)

Mesih’in kahinlik hizmetinin yeri, yeryüzü değil, göklerdir. Ve Kendisini lekesiz olarak Tanrıya sunduğu zaman, o yere girdi. İsa asla yeryüzündeki tapınağa bir kahin olarak girmedi; pek çok kez tapınağa öğretiş vermek için girdi, ama asla kurban sunmak ya da buhur yakmak için girmedi. Yeryüzündeki kahinlik hizmetlerinin işlevlerini yerine getirmek için Tanrı asla Harun ve oğullarından başkasını bu hizmet için görevlendirmedi. “Eğer O yeryüzünde olsa idi, kahin olmaması gerekir idi.” Bu konu kahinlik öğretişi ile bağlantılı olarak çok büyük ilgi ve değere sahip bir konudur. Mesih’in kahinliğinin alanı gökyüzü ve tamamlanmış kurtuluşun yeri göklerdir. Tüm imanlıların Mesih’te kahin olmaları dışında (1.Petrus 2:5) yeryüzünde bir kahin gibi bir durum söz konusu değildir. Bir kişi Harun’un soyundan olduğunu gösteremediği sürece, o eski soya ait şecereden olmadığı sürece, kahinliğe özgü hizmeti yerine getirmeye hakkı yoktur. Elçilerin soyunun ardıllığı söz konusu edilse bile yukarıda işaret edilen durum haricinde kahinliklerinin olası bir değeri mevcut değil idi. İmanlı ev halkının en güçsüz üyesi bile, elçi Petrus’un kendisinin olduğu kadar bir kahindir Mesih’te. Petrus ruhsal bir kahindir, ruhsal bir tapınakta hizmet eder, ruhsal bir sunağın yanında ayakta durur ve ruhsal giysiler giyinmiştir. “O sizi diri taşlar olarak ruhsal bir tapınağın yapımında kullansın. Böylelikle, İsa Mesih aracılığı ile Tanrının beğenisini kazanan ruhsal kurbanlar sunmak üzere kutsal bir kahinler topluluğu olursunuz.” (1.Petrus 2:5) “Bu nedenle, İsa aracılığı ile Tanrıya sürekli övgü kurbanları, yani O’nun adını açıkça anan dudakların meyvesini sunalım. İyilik yapmayı, sizde olanı başkaları ile paylaşmayı unutmayın. Çünkü Tanrı bu tür kurbanlardan hoşlanır.” (İbraniler 13:15,16)

Eğer Harun evinin doğrudan soylarından biri Mesih ile birleşmiş olsa idi, o zaman kahinlik hizmetinin tamamıyla yeni bir karakter ve temeline girmiş olur idi. Ve biraz önce alıntı yapılan bölümler göz önüne alınacak olur ise, ruhsal kahinin sunma ayrıcalığına sahip olduğu ruhsal kurbanın iki önemli sınıfını sundukları anlaşılır. Tanrıya sunulan kurban övgüdür ve insana edilen yardım kurbandır. Kahinlik konumunun farkında olarak yaşayan imanlıdan iki kaynak sürekli olarak ileri akar – Tanrının tahtına yükselen bir şükran övgüsü kaynağı ve ihtiyaç içindeki bir dünyaya akan aktif bir yardımseverlik kaynağı. Ruhsal kahin, bir eli yukarı Tanrıya doğru kaldırılmış olarak şükran övgüsünün yoğunluğunu sunarak durur ve diğeri insan ihtiyacının her şekline içten bir yardımseverlik ile hizmet etmek için ardına kadar açık olarak durur. Bu konular daha ayrıntılı olarak kavranmış olsalar, ne kutsal bir yücelik ve ne ahlaki bir lütuf olur idi; imanlı karakterini nasıl olumlu etkilerler idi! Yürek yüceltmeye muktedir olan sınırsız Kaynağa her zaman kaldırılsın. Yürek ahlaki lütfun tüm taleplerine her zaman açık olarak korunsun. Bu iki şey birbirlerinden ayrılamazlar. Yüreğin Tanrı ile her zaman meşgul olması yücelmesi ve genişlemesi için gereklidir. Ama öte yandan, eğer biri Tanrı’dan uzak yürür ise, yürek kendini alçaltacak ve ilişki için hazır hale gelecektir. Tanrı ile paydaşlığın mahremiyeti – Mesih’te kahinler olarak saygınlığımızın alışılmış farkındalığı eski yaratığın aşağı çeken ve bencil eğilimlerinin tek etkili çözümüdür.

Genel olarak, hem öncelikli hem de ikincil görünümleri ile ilgili olarak kahinlik konusu hakkında,  bu kadar söyledikten sonra şimdi Levililer Kitabının sekizinci ve dokuzuncu bölümlerinin içeriğini incelemek üzere ilerleyeceğiz.

“Rab Musa’ya şöyle dedi, ‘Harun ile oğullarını, kahin giysilerini, mesh yağını, günah sunusu olarak sunulacak boğayı, iki koçu ve mayasız ekmek sepetini buluşma çadırının giriş bölümüne getir. Bütün topluluğu da oraya çağır.” Orada özel bir lütuf açıklaması mevcuttur. Tüm topluluk buluşma çadırının kapısında toplanmalı idi, öyle ki, kendilerini en çok ilgilendiren güvendikleri birine bakmak için ayrıcalığa sahip olabilsinler. Mısırdan Çıkış 28 ve 29. Bölümlerde bize yine aynı genel gerçek öğretilir; bu öğretiş kahinlik hizmetinin giysileri ve kurbanları ile ilgilidir. Ama Levililer Kitabında topluluk ciddi ve etkileyici adanma hizmetindeki her ana bakmak için izinlidir. Topluluğun en alçakgönüllü üyesi kendi yerine sahip idi. En alçağı kadar en yükseği de olmak üzere her birine kurbanı sunan baş kahine ve onun üzerindeki giysilere bakması için izin verilmiş idi. Her biri, kendine özgü bir ihtiyaca sahipti ve yine her biri İsrailin Tanrısı önünde duran baş kahinin çeşitli nitelikleri aracılığı ile topluluğun her üyesinin ihtiyacını tam olarak sağlayacağını biliyor idi. Bu nitelikler kahinlere özgü giysi ile tipik bir örnek teşkil ediyorlar idi. Giysinin her bölümü özel olarak tasarlanmış idi ve özel bir nitelik ortaya koymak için uyarlanmış idi. Topluluk bir bütün olarak bu özel nitelik ile elzem bir şekilde derinden ilgili idi. Mintan, kuşak, kaftan, efod, göğüslük, Urim ile Tummim, sarık, kutsal taç ve altın levha – tüm bunlar topluluğu temsil etmesi gereken kişinin çeşitli erdemlerini, özelliklerini ve işlevlerini belirtmekte idi ve tanrısal huzurda durmak için elzem olan niteliklere sahipler idi.

Böylelikle imanlı iman gözü ile göklerdeki Yüce Baş kahinini görebilir idi ve O’nu Harun’un giysilerinin gölgeleri içinde değil, Rab İsa’nın tanrısal gerçeklikleri içinde görebilir idi. Rab İsa Mesih kutsal Olan’dır, mesh edilmiş Olan’dır, başlık giymiş ve kuşak sarılmış Olan’dır. O, tüm bu dış giysilerin erdemlerine göre değil, Kişiliğinin tanrısal ve sonsuz lütuflarının, tamamladığı işinin değişmez etkinliğinin ve kutsal görevlerinin bozulamaz erdemlerine göre değerlendirilir. Bu, Musa’ya özgü ekonominin örneklerinin incelenmesinin özel değerine sahiptir. Aydınlatılmış göz tüm bunların içinde Mesih’i görür. Hem kurbanın kanı hem de baş kahinin giysisi O’na işaret ederler – her ikisi de O’nun ortaya çıkartılması için tanrı tarafından tasarlanmıştır. Eğer konu bir vicdan konusu olsa idi, kurbanın kanı bunu kutsal yerin adil talepleri ile uyumlu olarak karşılar idi. Lütuf, kutsallığın talebini karşılamıştır. Ve daha sonra, eğer imanlının burada aşağıdaki konumu ile bağlantılı olan bir ihtiyaç söz konusu olsa idi, o zaman imanlı buna baş kahinin hizmet giysileri aracılığı ile tamamen tanrısal bir yanıt alır idi.

Ve burada şunu söylememe izin verin; imanlının konumunu belirlemek için iki yol vardır – bu konumun söz ile temsil edildiği iki yol; söz zihinsel olarak görülen kahinliğin gerçek düşüncesine göre değerlendirilmelidir. İmanlı, Başı Mesih olan bir bedenin bir parçası olarak temsil edilir. Başı Mesih olan bu bedenden her konuda tam olan bir kişiyi oluşturduğu şeklinde söz edilir. Kiliseyi temsil eden Beden Mesih ile birlikte dirilir, Mesih ile birlikte yüceltilir ve Mesih ile birlikte göklerde oturtulur. O’nun ile birdir, O’nda tamdır, O’nda kabul edilir, O’nun yaşamına sahiptir ve Tanrının huzurunda O’nun erdemine sahiptir. Tüm suçlar silinmiştir. Hiç bir leke yoktur. Tanrının gözünde her şey doğru ve uygundur. (Bakınız 1.Korintliler 12:12,13; Efesliler 2:5-10; Koloseliler 2:6-15; 1.Yuhanna 4:17)

Ve sonra tekrar imanlı burada aşağıda bu dünyada ihtiyaç, yumuşak huyluluk ve bağımlılık konumunda düşünülür. İmanlı her zaman ayartmaya açıktır; yoldan sapmaya eğilimlidir, sendeler ve düşer. Böyle olduğu için sürekli olarak Baş Kahinin mükemmel sempatisine ve güçlü hizmetine ihtiyaç duyarak yaşar; Baş Kahin her zaman, Kişiliğinin ve işinin tam değeri ile Tanrının huzurundadır ve imanlıyı temsil eder ve tahtın önünde imanlının davasını korur.

Okuyucum şimdi imanlının bu her iki görünümü üzerinde düşünmelidir. Öyle ki, yalnızca Mesih ile birlikte göklerde nasıl yüce ve ayrıcalıklı bir konuma sahip olduğunu görebilsin, ama aynı zamanda da burada aşağıda yeryüzünde de her ihtiyacı ve zayıflığı ile ilgili olarak tam bir sağlayışa sahip olduğundan haberdar olsun. Ayrıca bu ayırım bu şekilde daha da geliştirebilir. İmanlı, kiliseye ve krallığa ait olarak temsil edilir. Kilise olarak yeri, yuvası, payı ve sevgisinin konumu göklerdir. Krallık konusunda ise imanlı yeryüzündedir, deneme, sorumluluk ve çatışma alanındadır. Bu yüzden kahinlik kilisede olmalarına ve göklere ait bulunmalarına rağmen, imanlıların tanrısal sağlayışıdır ve imanlılar yine de her şeye rağmen krallıktadırlar ve yeryüzünde yürürler. Bu farklılık çok basit bir farklılıktır ve ne olduğu tam kavrandığı zaman, pek çok zihnin zorluk olarak karşı karşıya kaldığı Kutsal Yazıların bölümlerinin pek çoğunu açıklar. 1

Önümüzde açık olarak duran bölümlerin içeriklerine baktığımız zaman, ön plana çıkan üç şey dikkatimizi çekecektir, yani, sözün yetkisi, kanın değeri ve Kutsal Ruh’un gücü. Bunlar ağır ve önemli konulardır – söz ile anlatılamaz öneme sahip olan konulardır – her imanlı tarafından sorgusuz sualsiz yaşamsal ve temel olarak görülmesi gereken meselelerdir.

Ve ilk olarak, sözün yetkisi hakkında inceleme yapalım; kurbanların sınıflandırılmasında olduğu gibi kahinlerin atanmasında da hemen Tanrı sözünün yetkisi altına getirildiğimizi görmek çok ilginçtir. “Musa topluluğa, ‘şimdi Rabbin buyruğunu yerine getireceğim’ dedi”.(Levililer 8:5) Ve yine başka bir ayete bakalım: “Musa, ‘Rab şunları yapmanızı buyuruyor, o zaman Rabbin yüceliği size görünecektir’ dedi.” (Levililer 9:6) Bu sözlerin kulaklarınızdan içeri girmesine izin verin. Bu sözlerin üzerinde özenle ve dua ederek düşünün. Bu sözler, paha biçilmez sözlerdir. “Rab şunları yapmanızı buyuruyor.” Musa şöyle demedi: “Yerinede, kabul edilebilir ve uygun olan şu şeyleri yapın.” Ya da şu sözleri de söylemedi: “Bu şeyler atalarımız, ileri gelenler ya da doktorların düşüncesi tarafından düzenlenmedi.” Musa, bu tür yetki kaynaklarını tanımazdı. Musa için tek kutsal, yüce ve yetkili otorite bir tane idi ve bu da Yehova’nın sözü idi ve Musa topluluğun her üyesini o kutsanmış kaynak ile doğrudan temas haline getirecek idi. Bu sözler yüreğe güvence verdi ve tüm düşünceleri tek kıldı. Belirsiz sesli gelenek ya da kuşkulu davranışlara sahip insan için hiç bir yer yok idi. Her şey net, sonuç verici ve yetkili idi. Yehova konuşmuş idi ve ihtiyaç duyulan tek şey O’nun ne söylediğini işitmek ve söylediğine itaat etmek idi. Tanrı sözüne değer vermeyi, ona saygı göstermeyi ve itaat etmeyi öğrenmiş olan yürekte ne geleneğe ne de yarar ya da amaca erişmek için başvurulan çareye yer yok idi.

Ve Tanrı sözüne bu sıkı adanmışlığın sonucunun ne olması gerekiyor idi? Gerçekten de bereketli bir sonuç. “Rabbin yüceliği size görünecektir.” Söz, dikkate alınmadığı takdirde yücelik görünmeyecek idi. Bu iki şey birbirlerine çok yakın şekilde bağlantılı idi. Yehova’nın sözleri en ufak bir şekilde ihmal edildiği zaman, bu davranış tanrısal yüceliğin İsrail topluluğuna görünmesine engel olacak idi. Söz tarafından olmayan herhangi bir tören ya da kutlama girişimi ya da Tanrı sözünün buyurduğu şeyin atlanması halinde, Yehova yüceliğini göstermeyecek idi. Yehova, sözünün ihmal edilmesi ya da reddedilmesi halinde topluluğu Varlığının yüceliği aracılığı ile kutsamayacak idi. Yehova cahilliğe ve zayıflığa katlanabilir idi, ama ihmali ya da itaatsizliği kutsayamaz idi.

Ah! Bu yarar sağlamak için başvurulan çare ve gelenek gününde keşke tüm bunlar daha ciddi bir şekilde gözden geçirilebilse idi. Gayretli bir sevgi ve kişisel sorumluluğun derin anlamı ile okuyucuma bu konunun önemine kulak asması için yerinde bir öğüt verebilsem – nerede ise ciddi diyecek idim – Tanrının sözüne boyun eğmek gerekir. Okuyucum, her şeyi bu standardı göz önünde bulundurarak dene ve bununla bağdaşmayan her şeyi reddet; her şeyi bu denge içinde tart ve bu dengenin tamamına ait olmayan her şeyi bir kenara at; her şeyi bu kural aracılığı ile ölç ve bunun aksi olan her şeyi reddet. Eğer Tanrı sözüne ait olan yerin uygun anlamı ile tek bir canı bile uyandırmak için aracı olabilse idim, o zaman bu kitabımı boşuna yazmadığımı hissetmiş olur idim.

Sevgili okuyucu, bir an için okumaya ara ver ve yürekleri Araştıran’ın huzurunda kendine şu basit ama yerinde soruyu sor: “Tanrı sözünü varlığım ya da davranışım ile herhangi bir şekilde ihmal ediyor muyum?” Bunu Rabbin önünde ciddi ve kişisel bir mesele haline getir. Bunun en önemli an ve en ciddi öneme sahip bir konu olduğundan emin ol. Eğer herhangi bir şekilde böyle bir davranış ile bağlantın olduğunu ve buna dahil olduğunu bulur isen, o zaman hemen bu davranışını reddet ve sonsuza kadar reddet. Eski zamanların etkileyen giysilerine ve geleneğin sesine ve kendi çarenin direnilmesi zor ısrarına rağmen bu davranışı reddet. Eğer bağlantılı olduğun her konuda “bunlar Rabbin buyurduğu şeyler” diyemiyor isen, o zaman hiç tereddüt etmeden bu davranıştan kurtul, sonsuza kadar kurtul. Şu sözleri hatırla,”Rab sana, bu gün de yaptığı gibi, buyurdu” evet, bunları hatırla; Rabbin sözleri ile senin yollarının bağlantılı olmasına dikkat et ve asla birbirlerinden ayrılmalarına izin verme.

Böylece Harun ile oğulları Rabbin Musa aracılığı ile verdiği tüm buyrukları yerine getirdiler.” (Levililer 8:36) Ve Musa ve Harun buluşma çadırına girdiler. Dışarı çıkınca halkı kutsadılar. O zaman Rabbin yüceliği halka göründü. Rab bir ateş gönderdi. Ateş sunağın üzerindeki yakmalık sunuyu, yağları yakıp küle çevirdi. Bunu gören halkın tümü sevinç ile haykırarak yüz üstü yere kapandı. (Levililer 9:23,24) Burada bir “sekizinci” gün sahnesi görüyoruz – diriliş yüceliğinin bir sahnesini. Kurbanı sunan Harun sonra ellerini halka doğru uzattı, onları kutsadı ve aşağıya indi. Ve sonra Musa ve Harun tüm topluluk dışarıda bekler iken, tapınağa döndüler ve gözden kayboldular. Sonunda, Musa ve Harun Mesih2i hem Kral hem de Kahin olarak O’nun çifte özelliği ile temsil ederek ortaya çıktılar ve halkı kutsadılar; yücelik tüm görkemi ile göründü, ateş kurbanı yakıp tüketti ve tüm topluluk tüm yeryüzünün Rabbinin huzurunda tapınmak için yüz üstü yere kapandı.

Şimdi söylemem gereken şudur: tüm bunlar Harun’un ve oğullarının atanması sırasında oldu. Ve ayrıca yine tüm bunlar Yehova’nın sözüne sıkı bağlanmanın sonucu idi. Ama eğer konunun bu kısmından dönüş yapacak olur isem, okuyucuya şunu hatırlatmak isterim: tüm bu bölümlerin kapsadığı yalnızca “gelecek olan iyi şeylerin gölgesidir.” Bu konu, gerçekten de Musa’nın tüm ekonomisi ile ilgilidir; “Kutsal Yasa’da gelecek olan iyi şeylerin aslı yoktur, sadece gölgesi vardır.” (İbraniler 10:1). Harun ve oğulları birlikte Mesih’i ve O’nun kahin evini temsil ederler. Harun tek başına Mesih’i O’nun kurbana ve aracılığa özgü işlevlerini temsil eder. Musa ve Harun birlikte Mesih’i Kral ve Kahin olarak temsil ederler. “Sekizinci” gün İsrail topluluğunun Mesih’i tahtının üzerinde Kraliyet Kahini olarak oturduğu ve Yehova’nın yüceliğinin tüm yeryüzünü suların denizi kapladıkları gibi örteceği zamanı gördüklerindeki diriliş görkeminin gününü temsil eder. Bu harika gerçekler, sözde, geniş bir şekilde açıklanırlar, göksel parlaklığın ışınlarını esin aracılığı ile yazılmış tüm sayfa boyunca ortaya koyarlar. Bu konu ile ilgili kuşkucu düşüncelere sahip olan okuyucu için doğrudan ayetler vererek bunu kanıtlayan sözlere işaret etmek isterim; Çölde Sayım 14:21; Yeşaya 9:6,7; Yeşaya 11; Yeşaya 25:6-12; Yeşaya 32:1,2; Yeşaya 35; Yeşaya 37:31,32; Yeşaya 40:1-5; Yeşaya 54; Yeşaya 59:16-21; Yeşaya 60-66; çeşitli yerlerde. Yermeya 23:5-8); Yeremya 30: 10-24; Yeremya 33:6-22; ezra 48:35; Daniel 7:13,14; Hoşea 14:4-9; Sefanya 3:14-20; Zekeriya 3:8-10; Zekeriya 6:12,13; Zekeriya 14.

Şimdi, bölümümüzde temsile dilen ikinci noktayı gözden geçirelim, yani, kanın etkinliğini. Bu nokta tam olarak açıklanır ve büyük bir önem arz ederek ortaya konur. Kurban öğretişi ya da kahinlik öğretişi üzerinde düşündüğümüz zaman, kan dökülmesinin aynı önemli yere sahip olduğunu görürüz. “Sonra günah sunusu olarak sunulacak boğayı getirdi. Harun ile oğulları ellerini boğanın başına koydular. Musa boğayı kesti. Sunağı pak kılmak için kanını parmağı ile sunağın boynuzlarına çepeçevre sürdü. Artan kanı sunağın dibine döktü. Böylece sunağı arındırıp kutsal kıldı.” (Levililer 8:14,15) “sonra yakmalık sunu olarak sunulacak koçu getirdi. Harun ile oğulları ellerini koçun başına koydular. Musa koçu kesti, kanını sunağın her yanına döktü.” (Levililer 8:18,19) “Sonra öteki koçu, atanma sunus olarak sunulacak koçu getirdi. Harun ile oğulları ellerini koçun başına koydular. Musa koçu kesti. Kanını Harun’un sağ kulak memesine, sağ elinin ve sağ ayağının baş parmaklarına sürdü. Sonra Harun’un oğullarını öne çıkardı. Onların da sağ kulak memelerine, sağ ellerinin ve sağ ayaklarının baş parmaklarına kan sürdü. Artan kanı sunağın her yanına döktü.” (Levililer 8:22-24)

Çeşitli kuralların anlamları ya da önemleri bu kitabın ilk bölümlerinde bir ölçüde geliştirilmiştir. Ama biraz önce alıntı yapılan bölümler yalnızca kahinlerin atanmalarında yer alan kanın önemli yerini göstermek için hizmet ederler. Kan sürülmüş bir kulak tanrısal iletişimlere açık olması için gereklidir; kan sürülmüş bir ele kutsal yerdeki hizmetlerin yerine getirilmesi için ihtiyaç duyulur ve kan sürülmüş bir ayak, Rabbin evinin avlularına girmek için gereklidir. Tüm bunların hepsi kendi biçimleri içinde mükemmeldirler. Kan dökülmesi, günah için sunulan tüm kurbanların büyük temelidir. Ve hizmet ile ilgili tüm kaplar ile bağlantı içindedir ve aynı şekilde kahinliğin tüm işlevleri ile de ilişkilidir. Levililere özgü hizmetin tamamı boyunca kanın değerini, etkinliğini, gücünü ve geniş uygulamasını gözlemleriz. “Hemen her şey kan ile temiz kılınır.” (İbraniler 9:22) Mesih, Kendi kanı ile göklere girmiştir; çarmıhta tamamlamış olduğu tüm işin değeri aracılığı ile göklerdeki görkemli tahtta oturur. Tahtın üzerinde oturuyor olması O’nun kefaret eden kanının değerini ve kabul edilebilirliğini kanıtlar. Mesih bizim için bizim adımıza görünmek için oradadır. Bereketli güvence! O sonsuza kadar yaşar. O asla değişmez ve biz O’ndayız ve O nasıl ise biz de öyleyiz. O, bizi Kendi sonsuz mükemmelliği aracılığı ile Babaya sunar ve Baba bizi temsil eden Oğlu’ndan nasıl zevk alıyor ise ve O’ndan nasıl hoşnut ise aynı şekilde bizden de zevk alır ve bizden de hoşnuttur. Bu özdeşleştirme, Harun’un ve oğullarının ellerini her bir kurbanın başına koymaları ile örnek olarak sunulur. Hepsi tanrının önünde aynı kurbanın aracılığı ile durdular. Ellerini her tür hayvan kurbanın – günah sunusu için boğa, yakmalık sunu için koç ve atanma sunusu için koç – başının üzerine koydular. Kan dökülmeden önce yalnızca Harun’un mesh edildiği doğrudur. Harun hizmet giysilerini giymişti ve kutsal yağ ile mesh edilmiş idi, oğulları her zaman ondan sonra giyindiler ve mesh edildiler. Bunun nedeni aşikardır. Harun, kendisinden söz edildiği zaman, Mesih’in eşsiz üstünlüğü ve saygınlığı temsil edilmiş olur. Ve bildiğimiz gibi, Mesih, kefaret eden işini yerine getirmeden önce Kendi tüm kişisel değeri içinde göründü ve Kutsal Ruh tarafından mesh edildi. Mesih her şeyde önceliğe sahiptir (Koloseliler 1). Harun ve oğulları arasındaki tam özdeşleşme, Mesih ve O’nun halkı arasındaki tam özdeşleşmenin örneğidir. “Kutsal kılan da kutsal kılınanlar da aynı Babadandır.” (İbraniler 2) Kişisel farklılık gizemli birliğin değerini güzelleştirir.

Bu farklılığın ama aynı zamanda yine de Başın ve üyelerin birliği ile ilgili gerçek, bizi doğal olarak üçüncü ve son noktaya yani Kutsal Ruhun gücüne yönlendirir. Harun’un  mesh edilişi ve onun ile oğullarının birlikte mesh edilişi arasında ne kadar zaman olduğunu merak edebiliriz. Kan dökülür, yağ sunağın üzerinde yakılır ve döş sallamalık sunu olarak Rabbin huzurunda sallanır. Başka bir deyiş ile kurban yetkin hale getirilir, hoş kokusu Tanrının önüne yükselir ve kurbanı sunan Kişi dirilişin gücü ile yükselir ve yücelerdeki yerini alır. Tüm bunlar Başın mesh edilmesi ve üyelerin mesh edilmesi arasındaki zamanda olur. Şimdi bu bölümlerden alıntılar ve karşılaştırmalar yapalım. Önce yalnızca Harun hakkında yazılanları okuyalım: “Harun’a mintanı giydirdi, beline kuşağı bağladı, üzerine kaftanı, onun üzerine de efodu giydirdi. Ustaca dokunmuş şeridi ile efodu bağladı. Üzerine göğüslüğü taktı, göğüslüğün içine Urim ile Tummim’i koydu. Başına sarığı sardı, ön kısmına kutsal tacı, altın levhayı koydu. Musa her şeyi Rabbin buyurduğu gibi yaptı. Sonra mesh yağını aldı. Tanrının konutunu ve içindeki her şeyi mesh ederek kutsal kıldı. Yağı yedi kez sunağın üzerine serpti; sunağı, sunağın bütün aletlerini, kazanı ve ayaklıklarını kutsal kılmak için başına yağ dökerek mesh etti.” (Levililer 8:7-12)

Burada yalnızca Harun’un temsil edildiğini görüyoruz. Mesh yağı Harun’un başına dökülür ve tapınağın tüm kaplarının içindeki mesh yağı ile doğrudan bağlantı halindedir. Tüm topluluk resmi giysileri içindeki mesh edilmiş baş kahine bakmak için izine sahip idi. Ve yalnızca bu kadarı da değil, her giysi giyilir iken, her eylem yerine getirilir iken ve her tören yapılır iken, bunların hepsinde Söz’ün yetkinliğinin temel olduğu hemen görülebilir idi. Belirsiz, keyfi ya da hayal gücüne dayalı hiç bir şey yok idi. Her şey tanrısal bir denge içinde idi. Topluluğun ihtiyacı tamamen karşılandı ve öyle bir şekilde karşılandı ki, şu sözler söylenebilir idi: “Bu, Yehova’nın yapılmasını buyurduğu şeydir.”

Şimdi kanın dökülmesinden önce Harun’un tek başına mesh edilişinde çarmıhta Kendisini sununcaya dek tamamen tek başına kalan Mesih’in örneğini görürüz. Mesih’in ve O’nun halkının arasında ölüm ve dirilişin temeli dışında hiç bir birlik olamaz idi. Bu çok önemli gerçeğe daha önceden de işaret edilmiştir ve kurban konusu ile bağlantılı olarak bir ölçüde gelişmiştir. Ama kahinlik meselesi ile bağlantılı olarak bunun farklı temsil edilişini görmek için güce ve ilgiye gerek vardır. Kan dökülmeden bağışlama olmaz – kurban tamam değil idi. Bu nedenle, aynı zamanda kan dökülmeden önce Harun ve Harun’un oğulları bir arada mesh edilemezler idi. Okuyucunun bu gerçeğe dikkat etmesi gerekir. Okuyucu bu gerçekten emin olsun çünkü bu gerçek okuyucunun ona dikkat etmesine değecek büyük bir değere sahiptir. Levililer ekonomisindeki herhangi bir koşulu hafife alarak geçmemek için uyanık olmalıyız. Her şeyin kendine özgü bir sesi ve anlamı vardır. Ve düzeni tasarlayan ve geliştiren yüreğe ve anlayışa düzenin ne anlama geldiğini açıklayabilir.

“Musa mesh yağını ve sunağın üzerindeki kanı alıp Harun ve oğullarının giysilerinin üzerine serpti. Böylece Harun’u, oğullarını ve giysilerini kutsal kılmış oldu.” (Levililer 8:30) Harun’un oğulları 12. Ayette neden Harun ile birlikte mesh edilmemişler idi? Bu sorunun yanıtı basittir, çünkü kan henüz dökülmemiş idi. “Kan” ve “yağ” bir araya getirilebildikleri zaman, Harun ve onun oğulları birlikte “mesh edilebilirler” ve “kutsal kılınabilirler idi; ama daha önce değil. “Onlar da gerçek ile kutsal kılınsınlar diye kendimi onların uğruna adıyorum.” (Yuhanna 17:19) İşaret edilen bir koşulun üzerinde durmayan bir okuyucu ya da bu koşulun kendisi için bir şey ifade etmediğini söyleyen okuyucu, eski antlaşmadaki Kutsal Yazıların örneklerini doğru bir şekilde değerlendirmeyi henüz öğrenmemiş olan okuyucudur – “gelecek olan iyi şeylerin gölgesi.” Ve yine öte yandan bunun hiç bir şey ifade ettiğini kabul eden ve buna rağmen o şeyin ne olduğunu anlamayı ve araştırmayı reddeden kişi, kendi canına ciddi şekilde hasar vermektedir ve Tanrının değerli gerçeklerine az ilgi duyduğunu ortaya koymaktadır.

“Ve sonra Harun ile oğullarına ‘eti buluşma çadırının giriş bölümünde haşlayın’ dedi, ‘eti Harun ile oğulları yiyecek diye buyurmuş idim. Atanma sunularının bulunduğu sepetteki ekmek ile birlikte onu orada yiyin. Etten ve ekmekten artanı yakın. Atanma günleriniz doluncaya kadar, yedi gün boyunca buluşma çadırının giriş bölümünden ayrılmayın. Çünkü atanmanız yedi gün sürecek. Bu gün yapılan her şeyi günahlarınızı bağışlatmak için Rab buyurdu. Yedi gün boyunca gece gündüz buluşma çadırının giriş bölümünde bekleyecek, Rabbin buyruğunu yerine getireceksiniz. Öyle ki, ölmeyesiniz. Bana böyle buyruk verildi.’” (Levililer 8:31-35) Bu ayetler Mesih ile ilgili çok hassas bir örneği belirtirler ve O’nun halkı tamamlanmış kefaretin sonuçları sayesinde birlikte beslenirler. Harun ve oğulları dökülen kanın temeli üzerinde birlikte mesh edildikten sonra “yedi gün” boyunca tapınak bölgesi içinde kapalı olarak bizim görüşümüze sunulurlar. Bu durum, Mesih’in ve O’nun üyelerinin hali hazırdaki konumuna ilişkin tüm bu süreç boyunca Tanrı ile kapalı kalarak ve yüceliğin görünmesini bekleyerek geçirdiklerine dair çarpıcı bir örnektir. Kutsanmış konum! Kutsanmış pay! Kutsanmış umut! Mesih ile birleşmek, Tanrı ile kapalı kalmak, yücelik gününü beklemek ve bu yücelik için bekler iken, tanrısal lütfun zenginliklerinden Kutsal Ruhun gücü ile beslenmek, en değerli doğanın bereketleri ve en yüce düzenin ayrıcalıklarıdır. Ah! Keşke bu harikalığı daha derin bir duygu ile ondan zevk alacak bir yüreğe alabilecek kapasiteye sahip olsa idik! Yüreklerimiz hali hazırdaki bu dünyanın tüm kötülüklerinden uzak durabilsin, öyle ki, Tanrının tapınağındaki biz Mesih’teki kahinlerin uygun yiyeceği olan “atanma sunularının sepetinin” içinde olanlar ile beslenebilelim.

“Sekizinci gün Musa Harun ile oğullarını ve İsrail ileri gelenlerini çağırdı. Harun’a,’Kendin için günah sunusu olarak kusursuz bir erkek buzağı, yakmalık sunu olarak da kusursuz bir koç al, Rabbe sun’ dedi. ‘Sonra İsrail halkına de ki: ‘günah sunusu olarak bir teke, yakmalık sunu olarak da bir yaşında kusursuz bir buzağı ile bir kuzu alın. Rabbin huzurunda esenlik sunusu olarak kurban edilmek üzere bir sığır ve bir koç ile birlikte zeytinyağı ile yoğrulmuş tahıl sunusu getirin. Çünkü Rab bu gün size görünecektir.” (Levililer 9:1-4) Harun ve oğullarının tapınak bölgesinde kapalı kaldıkları süre olan yedi gün sona erdikten sonra şimdi tüm topluluk sunulur ve Yehova’nın yüceliği kendini açıklar. Bu durum tüm sahneye büyük bir bütünlük sağlar. Gelecek olan iyi şeylerin gölgesi burada tanrısal düzenleri içinde önümüzden geçmektedirler. “Sekizinci gün” , bu dünyanın üzerine doğmak üzere olan o parlak bin yıllık dönemin bir gölgesidir. İsrail topluluğu Gerçek Kahin’i kutsal yerinden çıkar iken görecektir; Kendisi şimdi orada insanların gözlerinden saklı olarak ve yanındaki kahinlerin refakatinde O’nun göz ile görülen yüceliğine katılan mutlu katılımcıların eşliğinde durmaktadır. Kısaca hiç bir örnek ya da gölge bundan daha tam olamaz idi. İlk planda, Harun ve oğulları su ile yıkanmış olarak – Mesih’in ve O’nun halkının bir örneği – Tanrının sonsuz buyruğuna göre birlikte kutsanmış olarak amaca uygun biçimde yer alırlar. (Levililer 8:6) Sonra, bu amacın yerine getirilmesi gereken şekil ve düzene sahibiz. Harun tek başına, giyinmiş ve mesh edilmiştir – kutsanmış ve dünyaya gönderilmiş ve Kutsal Ruh tarafından mesh edilmiş Mesih’in bir örneği. (7-12. Ayetler; Luka 3:21,22; Yuhanna 10:36 ve Yuhanna 12:24 ayetlerini karşılaştırınız.) Sonra, kurbanın konumuna ve sunumuna sahibiz; Harun ve oğullarının birlikte mesh edildikleri ve kutsandıkları konum ve sunum (14-29. Ayetler) çarmıhın bir örneğidir; şimdi Mesih’in kahin ev halkını oluşturan kişilere uygulanmıştır; bu kişiler O’nun ile birleşmişlerdir, O’nun ile mesh edilmişlerdir, O’nun ile saklıdırlar ve O’nun ile birlikte “sekizinci günü” beklemektedirler. Mesih bu günde Tanrının sonsuz amacına göre O’na ait olan o yüceliğin tüm parlaklığı ile bu kişiler ile birlikte görünecektir. (Yuhanna 14:19; Elçilerin İşleri 2:33; 19:1-7; Koloseliler 3:1-4) son olarak, İsrail’i tamamlanmış kefaretin sonuçlarının tam sevinci içinde göreceğiz. Onlar Rabbin önünde toplandılar. “Ve Harun günah, yakmalık ve esenlik sunularını sunduktan sonra ellerini halka doğru uzatarak onları kutsadı ve aşağı indi.” (Levililer 9:22)

Şimdi geriye yasal olarak yapılması gereken ne kaldığını soralım? Basit, yalnızca en üstteki taşın zafer sesleri ve övgü ilahileri ile ortaya konması gerekir. “Ve sonra Musa ile Harun buluşma çadırına girdiler. Dışarı çıkınca halkı kutsadılar. O zaman Rabbin yüceliği halka göründü. Rab bir ateş gönderdi. Ateş sunağın üzerindeki yakmalık sunuyu, yağları yakıp küle çevirdi. Bunu gören halkın tümü sevinç ile HAYKIRARAK YÜZ ÜSTÜ YERE KAPANDI.” (Levililer 9:23,24) Bu haykırış zafer çığlığı idi – tapınma nedeni ile yere kapanma idi. Her şey tamam idi, eksik yoktu. Kurban – giysileri içindeki mesh edilmiş kahin – kahin ailesi kahinlere özgü kutsamada Başları ile birleşti – Kral’ın ve Kahin’in görünmesi – kısaca hiç bir şey eksik değil idi ve bu yüzden tanrısal yücelik göründü ve tüm topluluk hayranlık içinde tapınarak yüz üstü yere kapandı. Her şey bir arada gerçekten görkemli bir sahne sergiliyor idi – gelecek olan güzel şeylerin harika güzellikteki bir göstergesi. Ve burada şunu hatırlayalım ki, o anda gölge olarak görünen her şey, zaman dolunca tam olarak gerçekleşecek idi. Yüce Baş Kahinimiz tamamlanmış kefaretin tam değeri ve gücü içinde göklere geçmiştir. Şimdi orada saklıdır ve O’nun ile birlikte O’nun kahin ailesinin tüm üyeleri de oradadır. Ama “yedi gün” dönemi sona erdiği zaman ve “sekizinci gün” ün ışınları yeryüzüne gönderildiğinde, o zaman İsrail’in geri kalanı – tövbe eden ve bekleyiş içinde olan halk – Kraliyet Kahin’in görünen varlığını bir zafer haykırışı ile selamlayacaktır. Ve bir anda O’nun ile birleşmiş olan tapınanlar topluluğu en yüce konuma geçmiş olarak görünecektir. Bunlar “gelecek olan iyi şeylerdir” – beklemeye kesinlikle değen şeyler – Tanrının verdiği değerli şeyler – O’nun bu şeyler aracılığı ile sonsuzluk boyunca yüceltileceği ve O’nun halkının sonsuzluk boyunca bereketleneceği şeyler.


1. Efesliler Mektubu ile Petrus’un ilk mektubu karşılaştırıldığı zaman, okuyucu,  imanlının göklerde oturduğunu gösteren ilk konumu ve burada yeryüzünde bir göçmen ve sıkıntı çeken biri olarak sahip olduğu konumu hakkında, yani, imanlının bu iki konumunun çifte görünümü ile ilgili olarak çok değerli bir kavrayışa sahip olur.

Levililer 10

İnsanlık tarihinin sayfası her zaman üzücü bir şekilde lekelenmiş bir sayfadır; ilk sayfadan son sayfaya kadar bir başarısızlık kaydıdır. Aden bahçesinin zevklerinin tam ortasında iken insan ayartıcının yalanına kulak vermiştir. (Yaratılış 3.bölüm) Seçici sevginin eli aracılığı ile yargıdan korundukları ve yenilenmiş bir yeryüzüne sunuldukları zaman, insan aşırılık günahı ile suçlu idi. (Yaratılış 9. Bölüm) Yehova’nın uzanmış eli ile Kenan diyarına girdikleri zaman, “Rabbi terk edip Baal’a ve Aştarotlar’a taptılar.” (Hakimler 2:13) Ayaklarının dibinde söylenmemiş zenginlik ve O’nun buyruğu ile dünyanın tüm kaynakları yersel güç ve görkeme yerleştirildiği zaman, o, yüreğini sünnetli olmayan bir yabancıya verdi. (1.Krallar 11. Bölüm) Müjdenin bereketleri ilan edilir edilmez Kutsal Ruhun “yırtıcı kurtlar”, “sapkınlık” ve her tür başarısızlık ile ilgili peygamberlik etmesi gerekli hale geldi. (Elçilerin İşleri 20:29; 1 Timoteos 3:1-5; 2 Petrus 2; Yahuda) Ve tüm hepsini taçlandırmak için insan elçinin bin yıllık dönemin tüm görkeminin harikalarının peygamberlik kaydına sahibiz. (Vahiy 20:7-10)

Böylelikle, insan her şeyi bozar. İnsanı saygınlığın en yüksek bir konumuna yerleştirin ve göreceksiniz ki yine de kendisini aşağılayacaktır. İnsanı en değerli ayrıcalıklar ile donatın ve insan onları taciz edecektir. İnsanın çevresine en zengin bereketleri saçın ve nankör olduğunu yine de kanıtlayacağını göreceksiniz. İnsan en etkileyici kuruluşların ortasına yerleştirin ve insan onları yine de bozacaktır. İnsan böyledir! Doğası böyledir, en değerli konumlarda ve en iyi koşullar altında bile insan her zaman böyledir!

Bu yüzden bir ölçüde bölümümüzün başında yer alan sözcükler için önceden hazırlıklıyız. “Ve Harun’un oğulları Nadav ve Avihu buhurdanlarını alıp içlerine ateş, ateşin üstüne de buhur koydular. Rabbin buyruklarına aykırı bir ateş sundular.” Bir önceki bölümün sona erdiği sahne ile ne kadar da zıt bir sahne! Orada her şey “Rabbin buyurduğu şekilde” yapıldı ve bunun sonucu tanrısal yüceliğin görünmesi oldu. Burada “Rabbin onlara buyurmadığı bir şey” yapıldı ve sonucu yargı oldu; zafer çığlıklarının yankısı hayranlık içindeki bir tapınmaya dönüşmüş idi; tanrısal buyruğun ihmal edilmesi yüzünden tanrısal konum bilerek terk edilmiş idi. Bu kahinler, atanmalarından hemen sonra kahinlik işlevlerinin sorumluluğu konusunda üzücü bir şekilde başarısızlığa uğradılar.

Ve hangi konuda başarısızlığa uğradılar? Bu kahinler, sahte kahinler miydiler? Yalnızca kahin taklidi mi yapıyorlar idi? Kesinlikle hayır! Onlar gerçekten Harun’un oğulları idiler – kahin ailesinin gerçek üyeleri idiler – atanmış kahinler idiler. Hizmet kapları ve kahinlik giysileri de buyruklara uygundu. O zaman işledikleri günah ne idi? Tapınağın perdelerini insan kanı ile mi lekelemişlerdi ya da ahlak duyusunu şok eden bir suç ile kutsal eşyalara mı zarar vermişlerdi? Böyle davrandıklarına dair elimizde bir kanıt yok. İşledikleri günah şu idi: “Rabbin buyruklarına aykırı bir ateş sundular.” Günahları bu idi. Tapınmaları sırasında Yehova’nın söylediği basit ya da sade sözden ayrılmışlar idi. Yehova onlara onlara tam ve basit bir şekilde nasıl tapınacaklarını söylemiş idi. Kahinlik hizmetinin her dalı ile ilgili olarak daha önce Rabbin sözünü tanrısal bir doluluk ve etki ile belirtmiş idik. Tanrının sözünde insanda arzu uyandırabilecek bir yere yer yok idi. “rabbin buyurduğu şey budur” ifadesi oldukça yeterli idi. Her şey çok sade ve çok basit yapılmış idi. İnsan açısından ihtiyaç duyulan hiç bir şey yok idi. Yalnızca tanrısal buyruğa itaat eden bir ruh gerekli idi. Ama onlar bu noktada başarısız oldular. İnsan, her zaman Tanrının basit sözüne kesin bağlılığın dar yolunda yürümek için yetersiz olduğunu kanıtlamıştır. Diğer yol zavallı insan yüreğine her zaman karşı koyması imkansız çekicilikler sunmuş gibidir. “Çalıntı su tatlı, gizlice yenen yemek lezzetlidir.” (Süleyman’ın Özdeyişleri 9:17) Düşmanın konuştuğu dil budur; ama alçakgönüllü ve itaatkar yürek Tanrı sözüne itaat yolunun gerçekten “tatlı” sulara ya da haklı olarak “hoş” olarak adlandırılabilecek “ekmeğe” yönlendiren tek yoldur. Nadav ve Avihu bir ateşin diğeri kadar iyi olduğunu düşünmüş olabilirler; ama bu konuda karar vermek onların yetkisi dahilinde değil idi. Rabbin sözüne uygun olarak davranmaları gerekir idi, ama onlar bunu yapmak yerine kendi yollarından gittiler ve bu nedenle korkunç ürünler biçtiler. “O, ölülerin orada olduklarını bilmez ve onun misafirleri cehennemin derinliklerindedirler.”

“Ve Rab bir ateş gönderdi. Ateş onları yakıp yok etti. Rabbin huzurunda öldüler.” Nasıl da ciddi bir durum! Yehova halkının ortasında yönetmek, yargılamak ve Kendi doğasının talepleri ile uyumlu olarak hareket etmek için konut kurmuş idi. Levililer 9. Bölümün sonunda şunları okuruz: “Rab bir ateş gönderdi. Ateş sunağın üzerindeki yakmalık sunuyu ve yağları yakıp küle çevirdi. Bunu gören halkın tümü sevinç ile haykırarak yüz üstü yere kapandı. Bu olay Yehova’nın “gerçek” bir kurbanı kabul ettiğini gösteriyor idi. Ama Levililer 10. Bölümde Tanrının hata yapan kahinlerin üzerine yargı gönderdiğini görürüz. Bu, aynı ateşin bir çifte eylemidir. Yakmalık sunu hoş bir koku olarak yükseldi; “yabancı” ateş ise iğrenç bir şey olarak reddedildi. İlkinde Rab yüceltildi; ama ikincisini kabul etmek bir onursuzluk olacak idi. Tanrısal lütuf Mesih’in en değerli kurbanının bir örneğinden hoşnut oldu; tanrısal kutsallık, insanın bozuk iradesinin ürününü reddetti – Tanrının değerleri gibi harekete geçtiği zaman bundan daha sinsi ve iğrenç bir şey daha olamaz idi.

“Ve sonra Musa Harun’a şöyle dedi, ‘Rab demişti ki, ‘Bana hizmet edenler kutsallığıma saygı duyacaklar ve halkın tümü beni yüceltecek.” Tüm tutumun saygınlığı ve yüceliği Yehova’nın haklı taleplerinin kesin bir şekilde yerine getirilmesine bağlı idi. Bunlara uyulmadığı takdirde her şey sahte olur idi. Eğer insanın tanrısal varlığın tapınağını “yabancı ateş” ile kirletmeye izni olmuş olsa idi, bu, her şey için bir son olur idi. Kahinler, Tanrının sunağından alevlenmiş saf ateşten başka hiç bir ateşi yükseltmeye izinli değiller idi. Objesi Baba, materyali Mesih ve gücü Kutsal Ruh olan gerçek kutsallara özgü tapınmanın doğru örneği bu idi. İnsana Tanrıya tapınmaya kendi hilelerini dahil etmesi için izin verilmemesi gerekir. Tüm insan çabaları “yabancı ateşin” sunumunda – kutsal olmayan buhur – yalnızca sahte tapınmaya neden olur. İnsanın en iyi girişimleri, Tanrının gözünde kesinlikle iğrençtir.

Burada sözünü ettiğim konu Tanrı ile esenlik peşinde koşan gayretli ruhların içten mücadeleleri değildir – aydınlanmamış olsa da vicdanların içten çabalar ile yasanın işleri ya da sistematik dinin buyrukları aracılığı ile günahların bağışlandığına dair bir bilgi elde etmek için uğraşmasından söz etmiyorum. Tüm bunlar hiç kuşkusuz Tanrının üstün iyiliği aracılığı ile bilinen ve zevk alınan bir kurtuluşun net ışığında görünecek şeylerdir. Tüm bunlar, esenliğin gerçekten istendiğine dair çok net bir şekilde kanıtlayıcıdırlar. Şimdiye kadar anlayışının üzerine düşen ışığın en soluk parlaklıklarını içtenlik ile izlemiş olan ve uygun zamanda daha fazlasını almayan bir kişi asla mevcut olmamıştır. “Olana daha fazlası verilecek.” Ve yine, “doğru kişinin yolu giderek öğle güneşi parlaklığına ulaşacaktır.”

Tüm bunlar teşvik edici oldukları kadar sadedirler de; ama bu, insan iradesinin meselesini tamamen dokunulmamış halde bırakır ve onun Tanrıya hizmet ve tapınma ile bağlantılı olan işleri ile ilgilenmez. Tüm bu tür işlerin kaçınılmaz olarak er ya da geç taleplerinin yerine getirilmemesinden sıkıntı duyacak adil bir Tanrının ciddi yargısını davet edecektir. “Bana hizmet edenler kutsallığıma saygı duyacak ve halkın tümü beni yüceltecek.” İnsanlara iman ikrarlarına uyumlu olarak davranılacak. Eğer insanlar gerçekten içtenlikle arıyorlar ise o zaman kesinlikle bulacaklar; ama insanlar tapınanlar olarak yaklaştıkları zaman, artık arayanlar olarak görülmemeleri gerekir, bulmuş olduklarını ağızları ile ikrar eden kişiler olarak düşünülmeleri doğrudur ve sonra eğer kahinlere özgü buhurları kutsal olmayan ateş ile tüter ise, eğer Tanrıya sahte bir tapınmanın unsurlarını sunarlar ise, eğer Tanrının avlularına yıkanmamış, kutsal kılınmamış ve murdar olarak girdiklerini ikrar ederler ise ve eğer Tanrının sunağına kendi kirli isteklerinin işlerini yerleştirirler ise, bunların sonucunun ne olması gerekir? Yargı! Evet, er ya da geç, yargının gelmesi gereklidir. Yargı gecikiyor gibi görünebilir ama gelecektir. Bu durumda yargıdan farklı bir karşılığın gelmesi imkansızdır. Ve sonunda yalnızca yargının gelmesi gerekmez, ama aynı zamanda her durumda Cennetin bakış açısına göre,  Mesih’i temel almayan ve gücü Kutsal Ruh olmayan ve objesi Baba olmayan tüm tapınma söz konusu olmadığı zaman, tapınma derhal reddedilir. Tanrının kutsallığı lütfu nasıl gerçekten içten bir yüreğin en güçsüz ve zayıf nefeslerini kabul etmek için hazır ise, aynı şekilde tüm “yabancı ateşi” aynı hızla reddetmeye hazırdır. Tanrı her ne kadar “ezilmiş kamışı kırmaz ve tüten fitili söndürmez” ise de tüm sahte tapınma üzerine adil yargısını göndermek zorundadır. İnsan aklına, tüm Hıristiyanlık tarihi boyunca sunulan binlerce buhurdan çıkan yabancı ateş dumanını getirdiği zaman, bu konudaki düşüncenin çok ciddi olduğunu anlar. Rabbin, zengin lütfu aracılığı ile Babaya ruhta ve gerçekte tapınan gerçek tapınanların sayısını çoğaltmasını diliyorum. (Yuhanna 4) Düşündüğümüz zaman bizi daha da mutlu yapan içten yüreklerden Tanrının tahtına yükselen gerçek tapınmadır. Üzerine Tanrının yargılarının dökülmesine neden olan sahte tapınmayı bir an için bile olsa düşünmek bizi mutsuz kılar. Lütuf aracılığı ile günahlarının bağışlandığını bilen herkes, Mesih’in kefaret eden kanı aracılığı ile Babaya ruhta ve gerçekte tapınabilir. Böyle bir kişi, tapınmak için uygun zemini, uygun objeyi, uygun ünvanı ve uygun kapasiteyi bilir. Bu tür şeyler yalnızca tanrısal bir yol yardımı ile bilinebilirler. Onlar doğaya ya da yeryüzüne ait değildirler. Onlar ruhsal ve gökseldirler. Tanrıya tapınan insanlar arasında “yabancı ateş” kullanan kişilerin sayısı çoktur. Ne ateş saftır ne de buhur, bu nedenle Cennet yabancı ateşi kabul etmez ve her ne kadar tanrısal yargı Nadav ve Avihu’nun üstüne düştüğü gibi aynı tapınmayı sunan kişilerin üzerine düştüğü görülmedi ise, bunun tek nedeni şudur: “Tanrı, insanların suçlarını saymayarak Mesih’te dünyayı Kendisi ile barıştırmıştır.” Bunun nedeni tapınmanın Tanrı tarafından kabul edilmesi değil, Tanrının lütufkar olmasıdır. Ancak yine de yabancı ateşin sonsuza kadar söndürüleceği zaman hızla yaklaşmaktadır; Tanrının tahtı artık bir daha temizlenmemiş tapınanlar tarafından yükseltilen murdar buhur bulutlarının hakaretine uğramayacaktır. Sahte olan her şey ortadan kaldırılacağı ve tüm evrenin, içinde sonsuz çağlar boyunca tek bir gerçek Tanrıya, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’a tapınılacağı büyük ve harika bir tapınak haline geleceği günler yakındır.

Babanın tahtına yükselen tek minnettar buhur budur;
Her diz İsa’nın önünde çöker ve göklerde tüm düşünceler birdir.

Babanın tüm düşünceleri, Oğul’a eşit onuru verir.
Oğul’un tüm parıltısı ışıldar ve Babanın yüceliğini bildirir.

Kutsal Ruh aracılığı ile Kuzu’nun çevresini sarmış sayısız kutsallar,
Soluklaşmayan ışık ve sevinç ile taçlandırılmış olarak
O’nu yüce “BEN’İM” olarak selamlarlar.

Kurtarılmış olanların bekledikleri budur ve Tanrıya şükürler olsun ki, bu özlem duyulan arzuların tamamen yerine getirilmesi ve sonsuza kadar karşılanması için çok az zaman kalmıştır. Evet, Saba kraliçesinin birbiri hakkında bilgi temin eden ve hepsi de dokunaklı olan itirafları hakkında kullandığı ifadesi “bana gördüklerimin ancak yarısı söylendi” şeklindedir. Rabbin, bu mutlu zamanın gelişini hızlandırmasını diliyorum.

Şimdi ciddi bir içeriğe sahip bölümümüze geri dönmek ve onun üzerinde biraz daha inceleme yapmamız gerekiyor; onun ciddi ve yararlı öğretişini kavramak için çaba sarf etmeliyiz, çünkü hali hazırdaki bir çağ içinde yaşar iken, “yabancı ateş” yoğun bir şekilde uygulanır iken, gerçek yararı bilmemiz gerekir.

Harun’un tanrısal yargının ağır darbesine uğramasında alışılmamış bir tutuklayıcı ve etkileyici bir şekil mevcuttur.  “Harun hiç bir şey söylemedi.” Bu durum, ciddi bir durum idi. Harun’un iki oğlu, tanrısal yargının ateşi tarafından yardımcılarının yanında yanıp yok oldular. 1 Harun kısa bir süre önce onları, yücelik ve güzellik giysilerine bürünmüş olarak – yıkanmış, giyinmiş ve mesh edilmiş olarak – görmüştü; Rabbin huzurunda Harun ile birlikte kahinlik hizmetine atanmak için duruşlar idi. Harun ile birlikte belirlenmiş kurbanları sunmuşlar idi; Tanrının tecellisinden kaynaklanan tanrısal yüceliğin ışınlarını ve Yehova’nın ateşinin kurbanın üzerine düştüğünü ve onu tükettiğini görmüşler idi. Hayranlık içinde tapınan bir topluluktan yükselen zaferli seslerin bağırışını işitmişlerdi. Tüm bunlar kısa bir süre önce Harun’un gözleri önünde gerçekleşmişti ve şimdi heyhat! Harun’un iki oğlu, ölümün pençelerini yemiş olarak yanında yatıyorlar idi. Çok kısa bir süre önce kabul edilebilir bir kurbanı besleyen Rabbin ateşi, şimdi yargı ile üzerlerine inmişti ve bu durum için ne söylenebilirdi? Hiç bir şey! “Harun hiç bir şey söylemedi.” “Dilimi tuttum ve ağzımı açmadım, çünkü bunu sen yaptın.” Bunu yapan Tanrının eli idi ve et ve kanı yargılar iken, oldukça ağır bir ele benziyor idi, ama Harun yine de yalnızca sessiz bir huşu ve saygı dolu bir boyun eğiş ile sesini çıkarmadı. “Dilimi tuttum, …. Çünkü bunu yapan “sen” idin.” Tanrısal ziyaret huzurundaki uygun davranış şekli bu idi.

Hiç kuşkusuz Harun tanrısal yargının gök gürlemeleri ile evinin temel sütunlarının sarsıldığını hissetti ve bu canı alt üst eden olayın karşısında yalnızca sessiz bir şaşkınlık içinde durabildi. İki oğlunun yasını tutan bir babanın böyle koşullar altında böyle bir tavır gösterebilmesi sıradan bir durum değil idi. Mezmur yazarının şu sözlerinde derin bir etki bırakan bir yoruma yer verilir, “Kutsallar topluluğunda Tanrı korku uyandırır, çevresindekilerin hepsinden ulu ve müthiştir.” (Mezmur 89:7) “Ey Rab, senden korkmayan ve adını yüceltmeyen var mıdır?” Tanrısal huzura sessizce yürümeyi öğrenmemizi dilerim – Yehova’nın avlularına çıplak ayak ile ve saygılı bir ruh ile girelim. Kahinlik buhurumuz her zaman üzerinde tek bir materyali, yani Mesih’in çok yönlü mükemmelliklerinin ezilmiş buhurunu taşısın ve sadece Kutsal Ruh’un gücü ile alev alsın. Bunun dışında olan her şey yalnızca değersiz değil ama aynı zamanda kötüdür. Doğal olan her şeyin enerjisinden kaynaklanan her şey, insan isteğinin eylemleri aracılığı ile üretilmiş olan her şey, insan becerisinin en hoş kokulu buhuru, benliğin adanmasının en yoğun kokusu; tüm bunların hepsi “yabancı ateştir” ve Her Şeye Gücü Yeten Rab Tanrının ciddi yargısına neden olurlar. Ah! Tanrımızın ve Babamızın huzurunda sürekli olarak tamamen içten bir yürek ve tapınan ruh O’nun gözünde ne kadar değerlidir!

Ama doğru olmayan ve korkak herhangi bir yürek cesaretini yitirmesin ya da paniğe kapılmasın. Genellikle gerçekten paniğe kapılması gereken kişiler bu duruma hiç kulak asmazlar. Ama lütuf Ruhu tarafından yalnızca tek bir teselli ve teşvik sözü alan kişiler ise bunu kendileri için yanlış bir şekilde yorumlarlar, yani Kutsal Ruhun uyarısı olarak düşünürler. Rabbin bir sözü ile sarsılan alçakgönüllü ve yumuşak huylu bir yüreğin güvenli bir durumda bulunduğuna hiç kuşku yoktur, ama o zaman bir babanın çocuğunu onun çocuğu olmadığını düşündüğü için değil, aksine, çocuğu olduğu için uyarması gerektiğini hatırlamalıyız ve bu ilişkinin en mutlu kanıtlarından biri çocuğun bu uyarıyı kabul etmesi ve bundan yarar sağlamasıdır. Anne ve babanın ses tonu bir öğüdün ciddiyetini taşıyor olsa bile, çocuğun yüreğine ulaşacaktır. Ama çocuğun yüreğinde kesinlikle bu öğüdü veren kişi ile ilişkisi hakkında bir sorgulamaya neden olmayacaktır. Eğer bir çocuk babası kendisini her uyardığı zaman, onun çocuğu olup olmadığını sorgular ise, bu ilişki gerçekten de bağları zayıf bir ilişki olacaktır. Harun’un evi üzerine inen yargı, onun, kendisinin gerçekten bir kahin olup olmadığından kuşku duymasına neden olmadı. Bu yargı Harun’a, yalnızca bulunduğu yüce ve kutsal konum içinde nasıl davranması gerektiğini öğreten bir etki sağladı.

“Sonra Musa Harun ile oğulları Elazar ve İtamar’a , “Saçlarınızı dağıtmayın, giysilerinizi yırtmayın’ dedi, “yoksa ölürsünüz ve Rab bütün topluluğa öfkelenir. Ama kardeşleriniz, bütün İsrail halkı Rabbin ateş ile yok ettiği bu insanlar için yas tutsun. Buluşma çadırının giriş bölümünden ayrılmayın, yoksa ölürsünüz. Çünkü Rabbin mesh yağı ile kutsandınız.” Harun ile oğulları Musa’nın dediğine uydular.”

Harun, Elazar ve Itamar’ın yüceltildikleri konumda– kutsal saygınlıkları ve kahinlere özgü kutsanmış konumları - hareket etmeden durmaları gerekiyor idi. Ne yapılan hata ne de bu yüzden üzerlerine gelen yargının, üzerlerinde kahin giysileri olan ve Rabbin yağı ile mesh edilmiş olan bu kişileri duruma müdahil etmesine izin verilmedi. Mesh edildikleri bu kutsal yağ o kişileri günahın, ölümün ve yargının etkilerinin ulaşamayacağı kutsal bir konuma yerleştirmiş idi. Dışarıda, kutsal yerden uzak bir mesafede bulunan, kahinlerin konumunda olmayan kişiler “bu yargı ateşinden üzüntü duyabilirler idi; ama Harun ve oğulları sanki hiç bir şey olmamış gibi, kutsal işlerin sorumluluğunu yerine getirmeye devam etmek zorunda idiler. Kutsal yerdeki kahinlerin görevi hayıflanmak değil, tapınmak idi. Ölüm karşısında ağlamak yerine tanrısal ziyaretin huzurunda mesh edilmiş başlarını eğmeleri gerekiyor idi. Rabbin ateşi harekete geçebilir ve yargı gibi ciddi bir işi yerine getirebilir, ama gerçek bir kahin için ateşin neden gelmesi gerektiği bir mesele olamaz idi; ateş, tanrısal onayı ifade etmek, bir kurbanı yakarak tüketmek ya da tanrısal hoşnutsuzluğu ifade etmek için ya da “yabancı ateşi” sunan kişileri yok etmek için gelse de gerçek bir kahinin tapınması gerekir idi. O “ateş” eski İsrail’de tanrısal varlığın sergilenmesi idi ve bu İsrailliler tarafından çok iyi bilinir idi. Ve bu ateş, “merhamet ya da yargı ile” hareket edebilir idi; tüm gerçek kahinlerin görevi tapınmak idi. “Ey Rab, sana merhamet ve yargı şarkıları söyleyeceğim, ey Rab, sana şarkılar söyleyeceğim.”

Tüm bu olaylarda can için derin ve kutsal bir ders vardır. Kanın gücü ve Kutsal Ruhun meshi aracılığı ile Tanrıya yaklaştırılan kişiler, doğal olanın etkilerinin sınırlarının ötesindeki bir alana hareket etmek zorundadırlar. Tanrıya olan bu kahinlere özgü yakınlık cana, Tanrının tüm yolları ile ilgili öyle bir anlayış ve O’nun yollarının doğruluğu ile ilgili öyle bir duygu verir ki, kişi, O’nun elinin darbesi nazik sevgi objesini bizden uzaklaştırsa da, O’nun huzurunda tapınmaya muktedir kılınır. Şu soru akla gelebilir: bizler, sevinç ya da kedere karşı kayıtsız kişiler mi olmalıyız? Harun ve onun oğulları böyle kişiler miydiler diye soruyorum? Hayır, onlar kahinler idi. İnsanların duygularına sahip değiller miydi, hissetmiyorlar mıydı? Evet, insanlar gibi onlar da hissediyorlar idi, ama onlar kahinler olarak tapınıyorlar idi. Konu budur. Ve bu konu, içinde tabiatın asla hareket edemeyeceği bir düşünce, duygu ve deneyim bölgesi ortaya çıkartır – övündüğü tüm saflık ve duygusallığı ile bu bölge kesinlikle hiç bir şey bilmez; bu tür kutsal gizemlerin derinliğini, anlamını ve gücünü kavramak için Tanrının kutsal yerine kahinlere özgü gerçek enerji ile adım atmamız gerekir.

Peygamber Hezekiel çağrıldığı görevde bu zor dersi öğrenmeye çağrıldı: “Rab bana şöyle seslendi, ‘İnsanoğlu, en çok sevdiğin kişiyi bir buruşta senin elinden alacağım. Yas tutmayacak, ağlamayacak, gözyaşı dökmeyeceksin. İçin için inle, ölüler için yas tutmayacaksın. Sarığın başında, çarığın ayaklarında kalsın, yüzünün alt kısmını örtme, yas tutanların yiyeceğini yeme.’ Sabah halka seslendim. Akşam karım öldü. Ertesi sabah bana söyleneni yaptım.” (Hezekiel 24: 16-18) tüm bunların hepsinin İsrail için bir belirti olduğu söylenecektir. Doğrudur; ama bu peygamberlik tanıklığında kanıtlanan bizlerin, kahinlerin tapınmasında olduğu gibi, tabiatın ve yeryüzünün tüm talep ve etkilerine karşı üstünlük sağlamamız gerekir. Harun’un oğlu ve Hezekiel’in karısı bir vuruşta kesildiler. Ve ne kahin ne de peygamberin başını örtmesi ya da gözyaşı dökmesi gerekmedi.

Ah, okuyucum! Bu derin dersi öğrenme konusunda siz ve ben ne kadar ilerledik? Hiç kuşkusuz hem yazarın hem de okuyucunun aynı alçakgönüllü itirafta bulunması gerekir. Hem de gereğinden çok sayıda, heyhat! Bizler insanlar olarak yürüyor ve insanların ekmeğini yiyoruz. Tabiatın işleri ve yeryüzünün etkileri nedeni ile yüce kahinsel ayrıcalıklarımız gereğinden fazla elimizden alınıyor. Bu tür şeylere karşı uyanık olunması gerekir. Tanrıya kahinlere özgü yakınlığın farkındalığı dışında yüreği kötünün gücünden asla koruyamaz ya da onun ruhsal tonunu muhafaza edemez. Tüm imanlılar Tanrının önünde kahindirler ve onları bu konumlarından hiç kimse yoksun bırakamaz. Ama konumlarını kaybetmeleri imkansız olmasına rağmen, işlevlerinin sorumluluğunu üzüntü verecek bir şekilde üstlenmek durumunda kalabilirler. Bu konular birbirlerinden yeterince ayrılmamışlardır. Bazıları, imanlıların sahip oldukları güvencelerin değerli gerçeğine bakar iken, kahinlik işlevlerinin sorumluluğu konusunda başarısız olma ihtimallerini unuturlar. Diğerleri ise bunun aksine, başarısızlığa bakarak güvencelerini sorgulamayı riske sokarlar.

Şimdi dileğim, okuyucumun yukarıda belirtilen her iki hatadan da uzak kalmasıdır; okuyucumun, gerçek kahinler evinin her üyesinin sonsuz güvencesi ile ilgili tanrısal öğretiş içinde tamamen bina edilmesi gerekir. Ama aynı zamanda zihninde her zaman başarısızlık olasılığına yer vermesi gerekir ve başarısızlığa uğramaması için uyanık kalma ve dua etme konusunda dikkatli davranmalıdır. Okuyucumun Tanrı için kahinler olarak yapılan bu kutsal seçimin, O’nun göksel lütfu aracılığı ile başarısızlığın her türünü – bu, kişisel kirlilik ya da iman ikrarında bulunan kilisede çok sık görülen “yabancı ateşin” türlerinden herhangi birisinin gösterilmesi olabilir -bilmesi için dilekte bulunuyorum.

“Rab Harun’a şöyle dedi: ‘Sen ve oğulların buluşma çadırına şarap ya da  herhangi bir içki içip girmeyin, yoksa ölürsünüz. Kuşaklar boyunca bir kural olsun bu. Kutsal ile bayağı olanı, kirli ile temiz olanı birbirinden ayırt etmelisiniz. Rabbin Musa aracılığı ile İsrail halkına bildirdiği bütün kuralları onlara bildirmelisiniz. “ (Levililer 10: 8-11)

Şarabın etkisi, doğayı heyecanlandırmak içindir ve tüm doğal heyecanlar kahinlik görevinin uygun sorumluluğu için elzem olan canın sakin ve iyi dengelenmiş koşuluna engel olur. Doğayı heyecanlandırmak için herhangi bir araç kullanmak şöyle dursun, Adem doğasına var olmayan bir şey imiş gibi davranmamız gerekir. Ancak o zaman kutsal yerde doğru bir ahlak konumu içinde hizmet edebiliriz, kirli ve temiz arasında doğru bir yargı ayırt edebiliriz ve Tanrının zihnini anlar ve onunla iletişim kurabiliriz. Herkes kendi özel durumu için kendini yargılamalı ve şarap ya da güçlü bir içkiden uzak durmalıdır. 2 Yalnızca benliği heyecanlandıran şeyler – zenginlik, hırs, politika, dünyada çevremizdeki rekabetin çeşitli objeleri – gerçekten de çok yönlüdür. Tüm bu şeyler Adem tabiatı üzerinde heyecan verici bir güç uyandırır ve bizi kahinlik hizmetinin her bölümü için tamamen uygunsuz kılar. Eğer yürek, kibir, imrenme ve rekabet gibi duygular ile kabarır ise, o zaman kutsal yerin temiz ve saf havasından keyif alabilmek tamamen imkansız hale gelir ya da kahinlik hizmetinin kutsal işlevleri yerine getirilemez. İnsanlar bir konudan diğerine çabuk bir dönüş yapmak için çok yönlü bir beceriklilik zekasından ya da kapasitesinden söz ederler. Ama şimdiye kadar sahip olunan en çok yönlü beceriklilik bile bir kişiyi kutsal olmayan bir edebi, ticari ya da politik rekabet gibi kutsal olmayan bir yönden dönüş yapmaya muktedir kılamaz. Tanrısal varlığın bulunduğu kutsal yerin girilmesini sağlayamaz; bu tür olayların etkisi aracılığı ile sönükleşmiş bir göz de asla uyum gösteremez; bir kahin gözünün titizliği ile “kutsal olan ve kutsal olmayan ile murdar ve temiz olan” arasındaki farkı ayırt etmesi imkansız olur. Hayır, sevgili okuyucum, Tanrının kahinleri kendilerini “şaraptan ve herhangi bir içkiden” uzak tutmalıdırlar. O zaman kutsal ayrılma ve soyutlaşma yolu onlara ait olur. Yersel üzüntünün etkisi kadar yersel sevincin de üzerine yükselmeleri gerekir. Eğer güçlü şarap ile bir ilişkileri olması gerekecek ise, o zaman bunu yalnızca kutsal yerde Rabbe çok az miktarda bir içki sunusu olarak sunabilirler. (Çölde Sayım 28:7) Başka bir deyiş ile, Tanrının kahinlerinin sevinci, yeryüzünün sevinci değil, cennetin sevincidir, kutsal yerde duydukları sevinçtir.

Keşke bu kutsal konu üzerinde tarafımızdan daha derin bir şekilde düşünülebilse idi! Buna çok ihtiyaç duyduğumuz kesindir. Eğer kahinsel sorumluluklarımız yerine getirilecek ise, tam olarak getirilmelidir. İsrail’in ordugahı üzerinde düşündüğümüz zaman, gözlemleyeceğimiz üç daire vardır ve bu dairelerin en içeride olanın merkezi kutsal yerin içindedir. Önce savaşabilecek adamların bulunduğu daire mevcut idi (Çölde Sayım 1,2). Sonra tapınağın çevresinde yer alan Levililer (Çölde Sayım 3,4) Ve son olarak, kutsal yerde hizmet veren kahinlerin bulunduğu en iç daire. Şimdi, hatırlanması gereken, imanlının tüm bu dairelerin içinde hareket etmeye çağrılmış olmasıdır. İmanlı, savaşan biri olarak çatışmaya girer (Efesliler 6:11-17); 1.Timoteos 1:18; 1.Timoteos 6:12; 2.Timoteos 4:7) Kahin, bir Levili olarak kardeşlerinin ortasında, kendi ölçüsü ve alanı ile uyumlu olarak hizmet eder. (Matta 24:14,15; Luka 19:12,13) Son olarak, bir kahin olarak kutsal yerde kurban sunar ve tapınır. (İbraniler 13:15,16; 1.Petrus 2:5,9) son olarak söz edilen bunlar sonsuza kadar kalıcıdırlar ve ayrıca tüm diğer ilişki ve sorumlulukların adil olarak yerine getirilmesi için o kutsal daire içinde doğru bir şekilde hareket etmek için muktedir kılındık. Bu yüzden, kahinliğe özgü işlevlerimize engel olan her şey- içinde hareket etmemizin bizim için ayrıcalık olduğu o en içerdeki dairenin merkezinden bizi dışarı çeken her şey – kısaca, kahinlik ilişkimizi baltalamaya eğilimli ya da kahinlik görüşümüzü sönükleştiren her şey bizi çağrıldığımız hizmetten ve savaştan uzak tutacağı için kaçınmamız gereken şeylerdir.

Bu konular önemli gözlem ve düşünceleri hak ederler. Bu nedenle üzerlerinde duralım. Yüreğin doğru, vicdanın saf ve bakışın tek, ruhsal vizyonun ise parlak olarak korunması gerekir. Canın kutsal yerdeki işine sadık ve gayretli olarak bağlı kalınmalıdır, aksi takdirde hepimiz hata yaparız. Tanrı ile özel paylaşımın sürdürülmesi gerekir, aksi takdirde hizmetkarlar olarak meyve veremeyiz ve savaş insanı olarak yeniliriz. Hizmet olarak adlandırdığımız işte acele ile hareket etmek ve oraya buraya koşuşturmak ya da imanlı zırhı ve imanlı savaşı hakkında yavan ve cansız sözlere kapılmak bize asla yarar sağlamaz. Eğer kahinlik giysilerimizi lekesiz olarak muhafaza edemiyor isek ve benliği heyecanlandıracak şeylerden özgür tutamıyor isek, başarısız olup kırılacağımız kesindir. Kahinin yüreğini tüm gayreti ile koruması gerekir, aksi takdirde Levili başarısızlığa uğrayacak ve savaşçı yenilecektir.

Yine tekrar edeyim: herkese düşen iş “şarap ve güçlü içki” konusunda bunun ne olduğuna dair tam olarak uyanık kalmaktır. Heyecan üreten, ruhsal algıyı körleten ya da kahinsel vizyonu sönükleştiren işlere dair ayık olmak gerekir. Bir müzayede satışı çarşısı, bir sığır gösterisi ya da bir gazete olabilir, yalnızca önemsiz bir şey olabilir; ancak ne olur ise olsun heyecan eğilimi üretiyor ise, bizi kahinlik hizmetinden diskalifiye edecektir. Ve eğer kahinler olarak diskalifiye edilir isek, her alanda ve her bölümde başarımız her zaman bir tapınma ruhu beslememize bağlıdır.

O zaman bir öz yargı ruhu uygulayalım- alışkanlıklarımız, yollarımız ve beraberliklerimiz üzerinde uyanık bir ruha sahip olmalıyız ve lütuf aracılığı ile kutsal yerdeki yüce uygulamalar konusunda çok az derecede bile olsa bizi uygunsuz kılabilecek eğilimlerin farkına vardığımız zaman, bedeli ne olur ise olsun onları kendimizden uzak tutalım. Bir alışkanlığın köleleri olarak kendimize acı çektirmeyelim. Tanrı ile paylaşım yüreklerimizin her şeyden çok istediği şey olmalıdır ve bu paylaşımı değerlendirir iken, bizden bu paylaşımı çalabilecek olan herhangi bir şeye – heyecan yaratacak, gururu kabartacak ya da kararsızlığa düşürtecek -  karşı uyanık duralım ve dua edelim. 3

“Musa Harun’a ve sağ kalan oğulları Elazar ve İtamar’a şöyle dedi, ‘Rab için yakılan sunulardan artan tahıl sunusunu alın ve mayasız ekmek yapıp sunağın yanında yiyin. Çünkü çok kutsaldır. Onu kutsal bir yerde yemelisiniz. Çünkü Rab için yakılan sunulardan senin ve oğullarının payıdır bu. Bana böyle bir buyruk verildi.” (Levililer 10: 12,13)

İnsan başarısızlığı ortaya çıktığı zaman, tanrısal standardın korunmasında başarısızlığa daha eğilimli olduğumuz bir kaç şey vardır. Rab sandığa elini uzatıp onu tutan Uzza’ya öfkelenerek yere çaldığı ve Uzza öldüğü zaman, Davud kızdı ve korktu: “Tanrının sandığını nasıl yanıma getirsem?” diye düşündü (1.Tarihler 13:12) Tanrısal yargıya boyun eğmek oldukça zordur ve aynı zamanda tanrısal zemine sımsıkı tutunmak güçleşir. Ayartma standardı düşürmek, kibirli yükselişten aşağı inmek ve insan zemininde bulunmak içindir. Sadelik giysisine bürünmek, kendine güvensizlik ve aşağılık duygusu gibi şeylerden çok daha fazla tehlikeli olan bu kötülüğe karşı kendimizi her zaman özenle koruyalım. Olup bitenlere karşı koymayan Harun ve oğullarının kutsal yerdeki tahıl sunusunu yemeleri gerekiyor idi. Bunu, her şey mükemmel bir düzende ilerlemiş olduğu için değil, böyle yapmaları uygun olduğu ve kendilerine böyle yapmaları buyrulduğu için. Bir başarısızlık yaşanmış olmasına rağmen, yine de tapınaktaki yerleri devam ediyor idi. Ve orada bulunan kişiler tanrısal buyruğu temel alan belirli haklara sahipler idi. İnsan, binlerce kez başarısızlığa uğramasına rağmen, Rabbin sözü başarısızlığa uğrayamaz idi. Ve o yerden keyif alan tüm gerçek kahinler için Rabbin sözü belirli ayrıcalıkları garantilemiş idi. Bir başarısızlık yaşandığı için Tanrının kahinlerinin hiç bir şey yememeleri, kahinsel yiyecekten yoksun kalmaları mı gerekiyor idi? Nadav ve Avihu” “yabancı ateş” sundukları için geride kalanların açlıktan ölmelerine izin mi verilmeli idi? Böyle bir şey asla olmazdı. Tanrı sadıktır ve O’nun bereketli huzurunda hiç kimsenin aç kalmasına asla izin veremez idi. Kaybolan oğul evi terk edip uzaklara gidebilir idi, müsriflik edebilir ve yoksulluğa düşebilir idi, ama “Babasının evinde her zaman yeterince ve fazlası ile yiyecek vardı.”

“Sallamalık döş ile bağış olarak sunulan budu ise oğulların ve kızların ile temiz bir yerde yemelisin. Çünkü bunlar İsrail halkının sunduğu esenlik kurbanlarından senin ve çocuklarının payı olarak ayrıldı. Bağış olarak sunulan sallamalık döş ile budu yakılacak sunu yağları ile birlikte getirip Rabbin önünde sallamalık sunu olarak sunacaklar. Rabbin buyruğu uyarınca bunlar sonsuza dek senin ve çocuklarının payı olacak.” (14 ve 15. Ayetler) Bu ayette belirtilen sahip olduğumuz güç ve denge ne kadar müthiş! Kahin ailesinin tüm üyeleri yalnız oğulları değil, kızları da enerji ya da kapasite ölçüleri ne olur ise olsun, göğüsten ve omuzdan beslenmeleri gerekir; gerçek esenlik Sunusunun sevgisi ve gücü. Ölümden dirildi ve Tanrının önünde dirilişte sunuldu. Bu değerli ayrıcalık kahinlere aittir; Rabbin, yerine getirmelerini sonsuza kadar buyurduğu bir emirdir. Bu ifade, yaşanan her durumu “emin ve kesin” hale getirir. İnsanlar başarısız olabilir ve hata yapabilirler; yabancı ateş sunulabilir, ama Tanrının kahin ailesi tanrısal sevginin sağladığı ve tanrısal sadakatin güvence altına aldığı zengin ve lütufkar bir paydan asla yoksun kalmamalıdır.

Ancak yine de, Harun’un ailesinin hem oğulları hem de kızları olarak tüm üyelerine ait olan bu ayrıcalıklar arasında ayırt etmemiz gereken durumlar vardır. Ve bunların arasında ancak ailenin erkeği tarafından zevk alınan paylar da mevcuttur. Bu düşünceye sunular ile ilgili notlarda zaten önceden de işaret edilmiştir. Tüm imanlıların ortak payı olan belirli bereketler de vardır ve yalnızca böyle olduğu için bu bereketler ruhsallığın ve onları kahinsel enerji ile kavramak ve zevk almak için daha yüksek bir ölçüsünü talep ederler. Şimdi durum, boş olmaktan daha kötüdür, evet, gerçekten buna sahip olmadığımız zaman, bu yüksek ölçüden zevk almak için yola çıkmak Tanrıya karşı saygısızlıktır. Tanrı tarafından verilen ve asla geri alınamayacak olan ayrıcalıklara tutunmak başka, asla elde etmemiş olduğumuz ruhsal kapasitenin var olduğunu sanmak başka bir şeydir. Hiç kuşku yok ki, kahinlik paylaşımının en yüksek ölçüsünü, kahinlik ayrıcalığının en yüce düzeni olan bu ayrıcalığı istemek iyidir. Ama sonra, bir şeyi arzulamak ve ona sahip olduğunu var saymak birbirlerinden çok farklıdırlar.

Bu düşünce, bölümümüzün son paragrafına ışık tutacaktır. “Musa günah sunusu olarak sunulacak tekeyi soruşturdu, yakılmış olduğunu öğrenince, Harun’un sağ kalan oğulları Elazar ile İtamar’a çok öfkelendi, “Neden günah sunusunu kutsal bir yerde yemediniz diye sordu, ‘O çok kutsaldır. Topluluğun suçunu üstlenmesi ve günahlarını bağışlatmanız için Rab onu size vermiş idi. Tekenin kanı kutsal çadıra getirilmemiş. Buyurduğum gibi tekeyi kesinlikle kutsal yerde yemeniz gerekir idi.’ Harun, ‘Halk bu gün Rabbe günah sunusu ve yakmalık sunu sundu’ diye yanıtladı. ‘Benim başıma ise bunlar geldi. Günah sunusunu bu gün yemiş olsa idim, Rab bundan hoşnut olur muydu?’ Musa yanıtı uygun buldu.” (Levililer 10: 16-20)

Harun’un “kızlarına” “günah sunusunu” yemeleri için izin verilmedi. Bu yüce ayrıcalık yalnızca “oğullara” ait idi ve kahinlik hizmetinin en yüksek biçimlerinden biri idi. Günah sunusunu yemek, kurbanı sunan kişi ile tam bir özdeşleşmenin ifadesi idi. Ve “Harun’un oğullarında” örneğini bulan bir kahinlik kapasitesini ve enerjisini talep ediyor idi. Ama yine de önümüzdeki örnekte Harun’un ve oğullarının bu yüce ve kutsal yere yükselmek için gerekli koşulda bulunmadıkları aşikar idi. Bu koşulda olmaları gerekiyor idi, ama bu koşulda değillerdi. Harun, “Benim başıma ise bunlar geldi” dedi. Bu durum nedeni ile hiç kuşkusuz kederlenmek gerekir idi, ama buna rağmen, Musa bu yanıtı duyduğu zaman, onu uygun buldu. Hiç bir temeli olmayan ruhsal güç ile ilgili iddialar ortaya koymaktansa başarısızlıklarımız ve hatalarımız konusunda itirafta bulunarak gerçekçi olmak çok daha iyidir.

Bu yüzden Levililer kitabının 10. Bölümü pozitif günah ile başlar ve negatif başarısızlık ile sona erer. Nadav ve Avihu “yabancı ateş” sundular. Ve Elazar ile İtamar günah sunusunu yemek için muktedir olmadılar. Nadav ve Avihu tanrısal yargıya uğradılar, Elazar ve İltamar tanrısal tahammül ve sabır gördüler. “Yabancı ateş” için asla izin olamaz idi. Tanrının bu konudaki buyruğu kesin idi. Net ve açık bir buyruğu kasten reddetmek ile tanrısal bir ayrıcalığın yüceliğini yükseltmek konusunda muktedir olmamak arasında büyük bir fark vardır. İlki, Tanrıya karşı yapılan aşikar bir saygısızlıktır; diğeri ise kişinin kendi bereketini ceza olarak kaybetmesidir. Ne birinin ne de diğerinin olmaması gerekir, ama izlendiği takdirde her ikisi arasındaki fark kolayca bulunur.

Rab sınırsız lütfu aracılığı ile bizi kutsal Varlığının gizli yerinde, sevgisinde ve Gerçeği ile besleyerek tutsun ve muhafaza etsin. Böylelikle “yabancı ateş” ve güçlü içki”den korunmuş olacağız – ayrıca her tür sahte tapınmadan ve her türlü şekli ile bedensel heyecandan uzak kalabileceğiz. Bundan dolayı kahinlik hizmetinin her bölümünde düzgün bir şekilde davranmak için muktedir olacak ve kahinlik konumumuzun tüm ayrıcalıklarından keyif almamız mümkün olacaktır. Bir imanlının paydaşlığı duyarlı bir bitkiye benzer; kötü bir dünyanın kaba etkileri tarafından kolayca yara alır; göğün havasının yaşam veren eylemi altında genişleyecektir. Ama kendisini zaman ve duyunun serinletici soluğuna karşı sımsıkı kapatması gerekir. Tüm bu konuları aklımızda tutalım ve her zaman tanrısal huzurun kutsal çevresi içine yakın bir şekilde tutmayı arzu edelim. Oradaki her şey saf, güvenilir ve mutluluk vericidir.

Tanrı ile sonsuza kadar kapanarak
Keder ve günah dünyasından uzak kalalım.


1. Herhangi bir okuyucunun Nadav ve Avihu’nun canları hakkında bir zorluk düşüncesi ile sıkıntı çekmesinler diye, böyle bir sorunun hiç bir zaman sorulmamasını öneririm. Nadav ve Avihu’nunki gibi bu tür durumlarda, örneğin, Levililer 10. Bölümde; Korah ve kendisine eşlik edenler; Çölde Sayım 16. Bölüm; tüm topluluk, Çölde Sayım 14. Bölüm ve İbraniler 3. Bölüm; ahan ve ailesi, Yeşu 7. Bölüm; Hananya ve Safira, elçilerin İşleri 5. Bölüm; Rabbin sofrasındaki hataları nedeni ile yargılananlar, 1.Korintliler 11. Bölüm. Buna benzer durumların hepsinde can kurtuluşu ile ilgili soru asla sorulmaz. Tüm bu olaylarda görmemiz gereken yalnızca Tanrının, halkının ortasında uyguladığı yönetimde Tanrının ciddi eylemleridir. Bu düşünce, zihni tüm zorluklardan özgür kılar. Yehova, eskiden beri Keruvilerin arasında halkını her konuda yargılamak için durdu ve Kutsal Ruh Tanrı şimdi kilisede O’nun huzurunun mükemmelliği ile uyumlu olmak için düzenlemek ve yönetmek için konut kurdu. Kutsal ruh öylesine gerçek ve kişisel olarak mevcut idi ki, Hananya ve Safira O’na yalan söyleyebildiler ve O onlar üzerinde yargı infaz edebildi. Nadav ve Avihu ya da Ahan ya da bir diğer kişide yöneten Kutsal Ruh’un eylemlerini kesin ve ani bir şekilde görebiliyoruz.

Bu durum, bağlılık gösterilmesi gereken büyük bir gerçektir. Tanrı yalnızca halkının yanında değildir, aynı zamanda halkı ile birliktedir ve onların içindedir. Büyük küçük önemli önemsiz her konuda Kutsal Ruh’un hesaba katılması gerekir; Kutsal Ruh avutmak ve yardım etmek için hazırdır. Aynı şekilde azarlamak ve yargılamak için de hazırdır. Kutsal Ruh her saatin ihtiyacı için mevcuttur ve O yeterlidir. İman Kutsal Ruh’u hesaba katsın. “Nerede iki ya da üç kişi benim adım ile toplanır ise, ben de orada, aralarındayım.” (Matta 18:20) Ve şurası kesin ki O’nun var olduğu yerde O’ndan başka bir şey istemeyiz.

2. Bazı kişiler bu konu ile ilgili olarak Nadav ve Avihu’nun “yabancı ateşi” sundukları zaman, güçlü bir içkinin etkisi altında olduklarını düşünmüşlerdir. Ancak bu böyle bile olsa, ruhsal kahinler olarak bizim davranışımız konusunda böyle çok değerli bir ilkenin varlığı için minnettar olmamız gerekir. Güçlü bir içkinin fiziksel insan üzerinde ürettiklerini göz önünde tutarak ruhsal insan üzerinde aynı etkiyi üretebilecek olan her şeyden uzak durmamız gerekir. Şarap ya da güçlü içki kullanımı konusunda imanlının kendisini “kıskanması” gerektiğini belirtmeye gerek dahi yoktur. Bildiğimiz gibi, Timoteos bir elçiden sağlığı için biraz şarap içmesi konusunda öğüt almıştır (1.Timoteos 5:23) Timoteos’un bilinen öz inkarı ile Kutsal Ruhun elçi aracılığı ile görünen düşünceli sevgisine dair bir kanıt. İmanlıların güçlü bir içkiyi bir ilaçtan öte kullanmalarının bir başkasının ahlak duygusuna zarar verdiğini itiraf etmem gerekir. Ben şimdiye kadar ruhsal bir kişinin böyle bir davranışta bulunduğunu hiç görmediğimi söyleyebilirim. Bir imanlının alışkanlık ne olur ise olsun onun kölesi olduğunu görmek insanı dehşete düşürür. Böyle bir durum, imanlının bedenine boyun eğdirmeye devam etmediğini ve büyük bir reddedilme tehlikesi altında olduğunu kanıtlar. (1.Korintliler 9:27)

3. Bazı kişiler belki Levililer 10:9 ayetinde yer alan uyarının doğal zihni heyecanlandırmaya eğilimli bu konularda arada bir gösterilebilir hoşgörüye bir teminat ima ettiğini düşünebilirler. “Toplanma çadırına gittiğiniz zaman, şarap ya da güçlü içki içmeyin.” Buna vereceğimiz yanıt şudur: kutsal yer imanlının arada bir ziyaret etmek için bulunduğu bir yer değildir, imanlı orada hizmet etmek ve tapınmak için her zaman bulunur. İmanlının orada “yaşaması ve varlığını sürdürmesi gerekir. Tanrının huzurunda ne kadar çok yaşar isek, O’nun huzurundan çıkmaya o kadar az tahammülümüz olur. Ve orada bulunmanın derin sevincini tatmış hiç kimse buna engel olacak bir şeyi kolayca hoş göremez. Ruhsal bir zihnin hükmüne göre, Tanrı ile paydaşlığın bir saatine eşit olan bir obje yeryüzünde mevcut değildir.

Levililer 11

Levililer kitabı “kahinin rehber kitabı” olarak ifade edilebilir. Kitabın karakteri tamamen bunu yansıtır. Tanrıya kahinsel yakınlığın keyfini alarak yaşama konusunda gerekli olan tüm ilkeleri içerir. Eğer İsrail, Tanrının onları Mısır’dan çıkartırken gösterdiği lütfa uyumlu olarak devam etmiş olsa idi, o zaman Tanrı için “bir kahinler krallığı ve kutsal ulus” olacaklar idi. (Mısır’dan Çıkış 19:6) ama her şeye rağmen onlar lütuf ile devam etme konusunda başarısız oldular. Kendilerini mesafeli bir konum içine koydular. Yasa altına girdiler ve yasayı yerine getirme konusunda başarısız oldular. Bu yüzden, Yehova’nın belirli bir soyu ele alması ve bu soydan belirli bir aile ve bu aileden belirli bir adam ortaya çıkartması gerekti. Ve Tanrıya kahinler olarak yaklaşma gibi yüce bir ayrıcalık ona ve ev halkına ihsan edildi.

Şimdi, böyle bir konumun ayrıcalıklarının yoğun olduğunu belirtmemiz gerekir, ancak bu konumun aynı zamanda ağır sorumlulukları da vardı; ayırt etme becerisine sahip bir zihin uygulaması için her zaman talep olacak idi. “Kahinin dudakları bilgiyi korumalı ve insanlar onun ağzından öğüt aramalı. Çünkü o, Her Şeye Egemen Rabbin ulağıdır.” (Malaki 2:7) Kahin, topluluğun yalnızca Rabbin önündeki yargısını üstlenmek sorumluluğuna değil, aynı zamanda Rabbin topluluğa olan buyruklarını duyurma sorumluluğuna da sahip idi. Kahin, Yehova ve topluluk arasındaki iletişimin aracısı olmaya her zaman hazır olmalı idi. Tanrının düşüncesini yalnızca kendisi için bilmesi değil, ama aynı zamanda bu düşünceyi halka yorumlamayı da bilmeli idi. Tüm bunlar, sürekli izleme, sürekli bekleme, esin sayfası üzerinde sürekli düşünme gibi eylemler talep eder, öyle ki, kişi İsrail’in Tanrısının tüm emirlerini, yargılarını, yasalarını, buyruklarını ve talimatlarını canının derinliklerine kadar içebilsin ve “yapılması gereken bu şeyler” ile ilgili olarak topluluğu eğitmek için muktedir olabilsin.

Burada keyfi oyunlar oynamak, hayal gücünü çalıştırmak, insanın makul sonuçlar üretmesi ya da insani çarelerin kurnaz hileleri için yer yoktur. Her şey, “Rab böyle söyledi” ifadesinin tanrısal kararı ve emreden yetkisi ile kararlaştırılır. Kurbanların, törenlerin ve kutlamaların ayrıntıları anlık olarak tanrısal düzenle yapılmalıdır; insanın beyninden kaynaklanacak hiç bir şeye yer yoktur. İnsanın ne tür bir kurban sunacağına karar vermesine dahi izin verilmemiştir. Kurbanın nasıl sunulacağı konusunda da yetki verilmemiştir. Her şey ile ilgilenen Yehova’dır. Ne topluluk ne de kahin Musa ile ilgili ekonomide herhangi bir yetkiye sahip değildir; Rabbin Sözü her şeyi belirler. İnsanın yapması  gereken tek şey itaat etmektir.

İtaatkar bir yürek için söz ile anlatılamaz merhametten daha önemli bir şey yoktur. Tanrının Sözünü sahiplenmek gibi bir ayrıcalığa izin verilmesi mümkün değildir. Bir kişinin imanı ve verdiği hizmet gün be gün kesin bir rehberliğin tüm ayrıntılarına göre olmalıdır. İhtiyacımız olan tek şey kırılmış bir irade, alçaltılmış bir zihin ve tek bir bakış açısıdır. Tanrısal rehberlik kitabı arzu edebileceğimiz her şey ile doludur. Daha fazlasını istemeyiz. Sağlayışın bir an için bile insan bilgeliğine bırakıldığını düşünmek, kutsal yazılar için kötü bir hakaret olarak düşünülmelidir. Levililer kitabını okuyan biri Tanrının Kendisine hizmet edilmesi ve tapınılması ile ilgili her nokta üzerinde halkını anlık yönlendirmeler ile nasıl olağanüstü bir şekilde donattığını görecek ve bundan kesinlikle etkilenecektir. Bu kitabı gelişigüzel bir şekilde okuyan bir kişi bile bu kitaptan etkilenecek ve ilginç dersler alacaktır.

Ve gerçekten de, eğer bu dersin iman ikrarında bulunan kilise tarafından öğrenilmesi gereken bir zaman var ise, o zaman şimdidir. Kutsal Ruh’un tanrısal yeterliliği konusunda her açıdan sorgulama başlar. Bazı durumlarda bu davranış açıkça ve kasti olarak yapılır. Diğer durumlarda ise davranış daha az nettir, imalıdır, üstü kapalıdır, kast edilir ve daha az ifade edilir. İmanlı gemiciye tanrısal haritanın yolculuğunun tüm ayrıntıları açısından yeterli olmadığı ya doğrudan ya da dolaylı olarak söylenir – bu harita yapıldıktan sonra yaşam okyanusunda öylesine değişimler olmuştur ki, pek çok durumda bu harita modern gemiciliğin amaçları ile ilgili olarak tamamen kusurludur. İmanlı gemiciye, okyanusun akıntılarının, gelgitlerinin, kıyılarının, kumsallarının ve sahil şeritlerinin şimdi yüzlerce yıl öncesinden çok farklı olduğu ve bunun ortaya çıkardığı bir sonuç olarak eski haritadaki hataların düzeltilmesi için modern denizciliğin sağladığı yardımlara başvurması gerekir ve işin doğal gidişine göre, o haritanın yapıldığı zaman için mükemmel olduğunu kabul etmek doğru olur.

Şimdi tüm içtenliğim ile arzu ettiğim şudur;  imanlı okuyucu Kutsal Ruhun kalemi aracılığı ile Babanın kucağından taze bir şekilde çıkan her satırın esin ile yazılmış değerli bir cilt olduğunu net ve kararlı bir şekilde anlaması ve Kutsal Ruhu kederlendirerek saygısızlık göstermemesi gerektiğidir. Arzu ettiğim, okuyucunun bu konu ile yüz yüze gelmesidir, konu önüne ya küstahça ve hakaret dolu bir ifade ile ya da öğrenilmiş ve makul bir sonuç ile gelecektir. Konu hangi giysiye bürünmüş olursa olsun, kaynağı Mesih’in düşmanı, Kutsal Kitap’ın düşmanı ve canın düşmanıdır. Eğer Tanrının Sözü gerçekten yeterli değil ise, o zaman biz neredeyiz? Ya da nereye başvurmalıyız? Eğer Babamızın kitabında kusur var ise, o zaman yardım için kime gideceğiz? Tanrı bize Kitabındaki “Kutsal Yazılar sayesinde her iyi iş için donatılmış olarak yetkin olacağımızı” söyler. (2.Timoteos 3:17) İnsan ise, ‘hayır’ diyor; her şeye rağmen bilmemiz gereken konularda Kutsal Kitap’ın sessiz kaldığı pek çok şey vardır. Kime inanmam gerekiyor? Tanrıya mı insana mı? Kutsal Yazıların tanrısal yetersizliğini sorgulayan birine vereceğimiz yanıt yalnızca şu olacaktır: “Ya siz bir “Tanrı adamı” değilsiniz, ya da istediğiniz teminat “iyi bir iş” değildir.” Bu konu basittir. Gözlerini 2.Timoteos 3:17 ayetine dikmiş birinin farklı düşünmesi mümkün olamaz.

Ah! Tanrı Sözünün doluluğu, görkemi ve yetkisi ile ilgili daha derin bir duyguya sahip olabilse idik! Bu konuda güçlendirilmeye çok ihtiyacımız var. Tanrısal sözün üstün yetkisi hakkında öylesine derin, cesur, canlı, etkili ve kalıcı duygusunun ve Tanrı sözünün her çağ, her iklim, her konum ve her bölüm için mutlak bütünlüğünü hissetmeye ne kadar çok ihtiyacımız var – kişisel, sosyal, dini – bu pahası ölçülemez hazinenin değerinden bizi mahrum bırakmak isteyen düşmanın her girişimine karşı güçlü olmamız sağlansın; yüreklerimiz Mezmur yazarının şu sözlerinin ruhuna çok yakın olsun: “Sözlerinin temeli gerçektir, doğru hükümlerinin tümü sonsuza kadar sürecektir.” (Mezmur 119:160)

Düşüncenin önde giden zinciri, Levililer kitabının on birinci bölümünün dikkat ile okunması aracılığı ile uyandırılır. Burada Yehova’nın en harika ayrıntıları içeren bir şekilde hayvanların, kuşların, balıkların ve sürüngenlerin tanımını yaptığını ve halkını neyin murdar olduğunu neyin murdar olmadığını bilmeleri için çeşitli belirtiler aracılığı ile donattığını görürüz. Bu önemli bölümün son iki ayetinde bölümün tüm içeriğinin bir özetini buluruz: “Kirli olanı temizden, eti yeneni eti yenmeyenden ayırt edebilmeniz için hayvanlar, kuşlar, suda toplu halde yaşayan bütün canlılar ve kara hayvanları ile ilgili yasa budur.”

Kara hayvanlarının temiz sayılmaları için elzem olan iki özellik vardı; çatal ve yarık tırnaklı olup geviş getirecekler idi. “Karada yaşayan hayvanlardan şunların etini yiyebilirsiniz: çatal ve yarık tırnaklı, geviş getiren hayvanların tümü.” Törensel temizliğin oluşması için bu iki özellikten biri eksik olduğu takdirde temizlik yetersiz olur idi. Her ikisi bir arada olmalı idiler. Bu iki özellik bir hayvanın temizliği ya da murdarlığı konusunda bir İsrailliye rehberlik edecek kadar yeterli idiler; bu özelliklerin neden verildiği ya da ne anlama geldikleri konusunda herhangi bir referans verilmemesine rağmen, imanlıya yine de bu törensel eylemlerin içine sarılı olan ruhsal gerçeği araştırması için izin verilmiştir.

O zaman temiz bir hayvanda bulunan bu iki özellik ile ilgili öğrenmemiz gereken nedir? Geviş getirme, yenen bir şeyi “içsel olarak hazmetmenin” doğal sürecini ifade eder. Çatal ve yarık tırnak özelliği ise, kişinin dışsal yürüyüş karakterini ortaya koyar. Bildiğimiz gibi, imanlı yaşamında her ikisi arasında yakın bir bağlantı mevcuttur. Tanrı sözünün yeşil otlaklarında beslenen ve yediğini içsel olarak sindiren kişi – dua ederek inceleme yapmak ile sessiz derin düşünmeyi birleştirmek için muktedir kılınır; böyle bir kişi hiç kuşkusuz dışsal yürüyüşünün karakterinde alışkanlıklarımızı biçimlendirmek ve yollarımızı yönlendirmek için lütfederek bize verilen Tanrı sözü için Tanrıya övgüler sunacaktır.

Kutsal Kitap’ı okuyan pek çok kişinin sözü hazmetmiyor olması korkulacak bir durumdur. Her iki şey birbirinden tamamen farklıdır. Bir insan pek çok bölümü, pek çok kitabı peş peşe okuyabilir ve buna rağmen tek bir satır bile hazmedemeyebilir. Kutsal Kitap’ı sıkıcı ve yararsız bir rutinin bir parçası gibi okuyabiliriz; ama geviş getirme güçlerinin – sindirim organları – eksikliği nedeni ile okuduklarımızın yararından mahrum kalırız. Bu konunun özenle incelenmesi gerekir. Çayırda otlayan hayvan bize güzel bir ders verebilir. Hayvanlar önce taze çimenleri yemek için gayretle toplanırlar ve sonra geviş getirmek için sakin bir şekilde yere yatarlar. Esin ile yazılmış bir bölümün değerli içeriğinden beslenen ve bu içeriği içsel olarak sindiren bir imanlı ile ilgili çarpıcı ve güzel bir örnek. Aramızda böyle kişilerin sayısı keşke daha çok olsa idi! Söz’ü canlarımız için gerekli olan çimen olarak benimsemeye gayret eder isek, daha sağlıklı bir durumda olacağımız kesindir. Kutsal Kitap’ı soğuk bir görev olarak, ölü bir şekilde, dindar rutinin bir parçası olarak okumayalım ve bu konuda uyanık olalım.

Söz’ün kişiler önünde açıklanması ile ilgili olarak da aynı tedbirli davranış gerekir. Kutsal Yazıları çevrelerindekilere açıklayan kişilerin Kutsal Yazıları önce kendilerinin beslenmesi ve hazmetmesi gerekir. İmanlılar Kutsal Yazıları önce okusunlar ve beslensinler, sonra geviş getirsinler, yani okuduklarının üzerinde düşünsünler, bunu yalnızca diğer kişiler için değil, öncelikle kendileri için yapsınlar. Kendisi açlıktan ölmek üzere olan bir insanın sürekli diğer kişiler için yiyecek sağlamak için meşgul olması, iyi değildir; yarar sağlamaz. Sonra, Tanrı sözünü diğer kişilere duyurmak için atanmış olan kişiler bunu yalnızca dindar bir alışkanlık olarak mekanik bir şekilde yapmamaya dikkat etmeliler; işittiklerini “okumak, belirtmek, öğrenmek ve içsel olarak sindirmek” için gayretli bir arzu duymalılar. O zaman hem öğretmenler hem de öğretilenler iyi durumda olurlar, ruhsal yaşam gelişir ve desteklenir ve dışsal yürüyüşün gerçek karakteri göz ile görülür.

Ama geviş getirmenin çatal ve yarık tırnak özelliğinden asla ayrılmaması gerekir. Eğer bir kişi kahinin rehber kitabını biraz olsun tanıyor ise – tanrısal törende uygulanmamış olan – bir hayvanın geviş getirdiğini gördüğü zaman, hemen o hayvanın temiz olduğunu ilan edebilir; ciddi bir hata yapmıştır. Tanrısal yön ile ilgili referansa daha özenli bir şekilde bakılır ise, hemen hayvanın yürüyüşünü görmek gerekir- her hareket aracılığı ile bırakılan izlenime dikkat etmek gerekir; çatal ve yarık tırnağın sonucuna bakmak lazımdır. “Ancak geviş getiren ve çatal tırnaklı olan hayvanlardan etini yememeniz gerekenler şunlardır: deve geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır. Kaya tavşanı geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır. Tavşan geviş getirir ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır.” (Levililer 11:4-6)

Aynı şekilde çatal tırnaklı olmayan bir hayvan eğer aynı zamanda geviş getiriyor ise yeterli değil idi. “Domuz, çatal ve yarık tırnaklıdır, ama geviş getirmez. Sizin için kirlidir.”  (ayet 7) O zaman özetle şunu söyleyebiliriz: her hayvan için bu iki şeyin bir arada olması şarttır, aksi takdirde hayvan kirli sayılır. Bu konuyu ruhsal bakış açısından uygulayacak olur isek, hiçbir öneme sahip olmayacaktır. İçsel yaşamın ve dışsal yürüyüşün birlikte gitmeleri gerekir. Bir imanlı, ağzı ile sevgi ikrar edebilir ve ondan beslenebilir – canın otlağı olan Tanrı sözü üzerinde inceleme yapmak ve geviş getirmek için; ama eğer imanlının yaşam yürüyüşündeki ayak izleri Söz’ün talep ettiği şekilde değil ise, imanlı temiz değildir. Ve öte yandan başka bir imanlı Ferisilere özgü bir suçsuzluk ile yürüyor gibi görünebilir; ama eğer yürüyüşü saklı bir yaşamın sonucu değil ise, o zaman değersiz olmaktan daha kötüdür. İçinde Tanrı Sözünün zengin otlağından beslenen ve bunu sindiren tanrısal ilkenin bulunması gerekir, aksi takdirde adımlarının bıraktığı izlenim boş olacaktır. Her birinin değeri öbürü ile olan ayrılamaz bağlantısına dayanır.

Yuhanna’nın birinci mektubunda yer alan ciddi bir bölüm bize bu konuyu etkili bir şekilde hatırlatır. Elçi bu mektubunda Tanrıdan olduklarını bilmemiz için bizi bu iki özellik ile donatır. “Doğru olanı yapmayan ve kardeşini sevmeyen kişi Tanrıdan değildir. İşte Tanrının çocukları ile iblisin çocukları böyle ayırt edilir.” (1.Yuhanna 3:10) Burada tüm gerçek imanlıların sahip oldukları sonsuz yaşamın iki temel özelliği, yani doğruluk ve sevgiden söz edilir. İçsel ve dışsal özellikler; her ikisinin birleşmesi gereklidir. İmanlı olduklarını ikrar eden bazı kişiler yalnızca sevgiden söz ederler ve bazıları ise yalnızca doğruluktan söz ederler. Biri diğeri olmadan asla tanrısal bir şekilde var olamaz. Eğer sevgi uygulamalı doğruluk ile birlikte değil ise, gerçekte yalnızca rahat ve yumuşak bir zihin alışkanlığından öteye gidemez; her türlü hata ve kötülüğü hoş görecektir. Ve eğer doğruluk sevgi olmadan var ise, kişisel ünün sefil temeli üzerine dayalı, kendine yeterli, katı, gururlu ve Ferisilere özgü bir davranış olmaktan öteye gidemez. Ancak tanrısal yaşamın enerjik olduğu yerde her zaman içten uygulamalı doğruluk ile birleşmiş olan içsel bir lütuf var olacaktır. İki unsur gerçek imanlı karakterinin oluşumu için elzemdir. Tanrıdan olan en zayıf bir gelişim ile ilgili olan bir şekilde kendini ifade eden unsurun sevgi olması gerekir ve aynı anda yoğun bir iğrençlik ile küçülen kutsallığın hepsi şeytandandır.

Şimdi Levililere özgü “suda yaşayan hayvanlar” ile ilgili öğretilen düşünceye geçiş yapalım.  Burada da yine aynı çifte özelliği görürüz. “Suda yaşayan hayvanlardan şunların etini yiyebilirsiniz: Denizde akarsularda yaşayan pullu ve yüzgeçli canlıların etini yiyebilirsiniz. Denizlerdeki ve akarsulardaki bütün pulsuz ve yüzgeçsiz canlılar  - suda toplu halde yaşayanlar ve ötekiler – sizin için iğrenç sayılır.” (Levililer 11:9,10) Bir balığın temiz sayılabilmesi için iki özellik gereklidir; pullu ve yüzgeçli olmaları; bunlar büyük olasılık ile yaratığın hareket etmesi gereken alan ve unsurun belirli uygunluğunu ortaya koyarlar.

Ama hiç kuşkusuz, söylenmek istenen bunun ötesindedir. İnanıyorum ki, ayırt etmek konusu bizim ayrıcalığımızdır; Tanrının sularda yaşayan bu yaratıklara doğal özellikler ihsan etmiş olmasının imanlı yaşamına ait olan belirli ruhsal özellikleri ifade etmesi içindir. Eğer bir balık sularda yüzmesini sağlayan bir yüzgece ihtiyaç duyuyor ise ve bu harekete direnebilmek için pullarının olması gerekiyor ise, aynı şekilde imanlının da bulunduğu çevrede ilerlemesini sağlayacak olan bir ruhsal kapasiteye ihtiyacı vardır ve aynı zamanda etkisine direnmeli, nüfuz etmesine engel olmalı ve onu uzak tutmalıdır. Bunlar değerli özelliklerdir. Yüzgeç ve pul, imanlı için pratikte eğitim veren anlam taşırlar. Yüzgeç ve pul bize törensel bir giysi içinde özellikle ihtiyaç duyduğumuz iki şeyi, yani bizi çevreleyen unsur aracılığı ile öne ilerlemek için gerekli ruhsal enerjiyi ve bizi onun eyleminden koruyacak olan gücü bize gösterirler. Biri, diğeri olmadan geçerli olmaz. Eğer dünyanın etkisine karşı sağlam değil isek, dünyada devam etmek için gerekli olan bir kapasiteye sahip olmanın bir yararı yoktur. Ve her ne kadar biz dünyayı dışarıda tutuyor gibi görünebilsek bile, yine de eğer itici güce sahip değil isek, kusurluyuz demektir. Yüzgeçlerin pullar olmadan yapamadıkları gibi, pullar da yüzgeçler olamadan yapamazlar. Bir balığın törensel açıdan temiz kılınması için her ikisi de talep edilir. Ve bizlerin de uygun bir şekilde donanımlı olmamız için kötü bir dünyanın nüfuz eden etkisine karşı kapatılmayı talep ederiz ve aynı zamanda hızlı bir şekilde geçmemiz için bir kapasite ile donatılmamız gerekir.

Bir imanlının tüm davranışı ya da hareketi onun yeryüzünde bir yolcu ve yabancı olduğunu ilan etmek zorundadır. İmanlının hedefi yalnızca ve her zaman “ileri” olmalıdır. İmanlının bulunduğu yer ve koşulları ne olur ise olsun, gözleri bu perişan ve geçici dünyanın ötesindeki bir yuvaya dikilmiş olmalıdır. İmanlı ilerlemek için lütuf aracılığı ile ruhsal bir yetenek ile donatılmıştır. İmanlı yukarıdan yani gökten doğan ruhunun en gayretli isteklerini yerine getirmek için her konuya enerjik bir biçimde nüfuz etmelidir. Ve imanlı önünde uzanan yolu gayretli bir şekilde iter iken – “kendisi ile ilgili olanları göklere doğru zorlar” iken, her konuya enerjik bir biçimde nüfuz etmelidir. Ve içsel varlığını çevresindeki çitlerden korumalıdır ve tüm dışsal etkilere çok çabuk kapanabilmelidir.

Ah! Yukarı doğru eğilim gösteren ilerleme keşke çoğalsa! Canın kutsal sabitliğinin artması ve bu boş dünyadan emekli olmak mümkün olsa! Levililer Kitabının törensel gölgeleri arasında derin düşüncelerimiz için Rabbi bereketlemek amacı ile nedenimiz olacaktır; bu nedenle, burada böylesine sönük bir şekilde çizilmiş olan bizim için böylesine gerekli olan bu lütuflardan sonra onları her şeye rağmen daha yoğun bir şekilde istemeye yönlendiriliriz.

Bölümümüzün 13. Ayetinden 24.ayetine kadar kuşlar ile ilgili yasa yer alır. Et yiyerek beslenen tüm etoburlar murdardırlar. Her şeyi yiyebilen kişiler de murdardırlar. “Ama dört ayaklı ve kanatlı olup ayaklarını sıçramak için kullanan bazılarının etini yiyebilirsiniz. Şunları yiyeceksiniz: Bütün çekirge türleri, küçük çekirge, cırcır böceği, ağustos böceği. “ görüldüğü gibi, sonraki kategori ile ilgili olarak bazı istisnai durumlar mevcut idi; (21 ve 22. Ayetler) Ama genel kural, sabit ilke ve kesin buyruk olabildiğince farklı idi; “Dört ayaklı ve kanatlı böceklerin hepsi sizin için iğrençtir.” (ayet 20) Tüm bunlar bizi eğitmek açısından çok basit ifadelerdir. Et ile beslenen bu dört ayaklı ve kanatlı böcekler; herhangi bir şeyi ya da hiç bir şeyi yutamayan ve tüm sürüngen böceklerin İsrail’in tanrısı için kirli olmaları gerekiyor idi; çünkü İsrail’in Tanrısı böyle buyurmuş idi. Ruhsal düşünce de böyle bir buyruğun uygunluğunu ayırt etme konusunda herhangi bir güçlük yaşayamaz. Yukarıda belirtilen üç böcek sınıfının alışkanlıklarını izlemek ile kalmayız, ama aynı zamanda onlarda her gerçek imanlı tarafından dikkat ile korunması gereken doğadaki çarpıcı gösteriyi de görebiliriz. Böyle biri yersel doğa ile ilgili her şeyi terk etmeye çağrılır. Ayrıca, böyle biri önüne gelen her şeyden ayrımsız olarak beslenemez; “farklı olan şeyleri” denemesi gerekir. İşittiği her şeye kulak asması gerekir. Ayırt edebilen bir zihin, ruhsal bir yargı ve göksel bir tat deneyimi yaşaması gerekir. Son olarak, böceğin kanatlarını kullanan bir böcek olması gerekir. İman kanatları ile uçarak yükselmeli ve ait olduğu göksel alandaki yerini bulmalıdır. Kısaca, imanlı için hiç bir şey, alçaltıcı, ayrımsız ve murdar olmamalıdır.

Sürüngen hayvanlara gelince, genel kural şöyle idi: “Bütün küçük sürüngen kara hayvanları iğrençtir. Yenmeyecektir.” (ayet 41) Yehova’nın bu harika lütfu hakkında düşünmek ne kadar güzel! Yerde sürünen bir hayvandan söz etmeden geçebilir idi. Halkını en önemli ilişki konusunda bilgilendirmeden geçemez idi. Kahinin rehber kitabı her konudaki en basit talimatları bile içeriyor idi. Tanrı halkını murdar olan şeylere dokunduğu, onlardan tattığı ya da onlarla meşgul olduğu zaman karşılaşacakları murdar sonuçtan özgür kılıp onları bu şeylerden korumayı arzu etti. Onlar kendilerine ait değillerdi ve bu yüzden kendi istedikleri şekilde hareket etmemeleri gerekiyor idi. Onlar Yehova’ya aittiler ve O’nun adını taşıyorlar idi; O’nun ile özdeşmişler idi. Tanrının Sözünün her durumda onların düzenli olarak uyguladıkları standardı olması gerekiyor idi. Hayvanlar, kuşlar, balıklar ve yerde sürünen hayvanların törensel statüsünü Tanrının Sözünden öğreneceklerdi. Bu tür konular hakkında kendi düşünceleri ile düşünmemeleri, kendi mantıklarının gücünü uygulamamaları ya da kendi hayal güçleri tarafından yönetilmemeleri gerekiyor idi. Tek yönleri Tanrının Sözünün yönü olmalı idi. Diğer uluslar hoşlarına giden her şeyi yiyebilirler idi, ama İsrail yalnızca Yehova’nın hoşuna giden şeyleri yemek gibi yüce bir ayrıcalığın tadını çıkaracak idi.

Konu yalnızca murdar olanı yememek ile ilgili değil idi. Tanrı halkını, kıskanç bir şekilde kirli olana karşı korumak istiyor idi. Bu hayvanlara çıplak el ile dokunmak da yasak idi. (Bakınız 8, 24, 26-28, 31-41. Ayetler) İsrail’in Tanrısının bir üyesi için kirli olana dokunanın temiz kalması mümkün değil idi. Bu konu hem yasada hem de peygamberler kitabında etraflıca açıklanan bir ilkedir. “Her Şeye Egemen Rab diyor ki, ‘Kahinlere yasa ile ilgili şu soruyu sor: eğer biri giysisinin kıvrımları arasında kutsanmış et taşır ve o kıvrım ekmeğe, yemeğe, şaraba, zeytin yağına ya da başka bir yiyeceğe değer ise, o yiyecek kutsal olur mu?’ Kahinler, ‘Hayır, diye yanıtladılar. Hagay konuşmasını şöyle sürdürdü: ‘Rab, ölüye dokunduğu için kirli sayılan biri , bu yiyeceklerden birine dokunur ise, o yiyecek kirlenmiş olur mu?’ Kahinler, ‘Evet, kirlenmiş olur’ diye karşılık verdiler.” Yehova, halkının her konuda kutsal olmasını sağlayacak idi. Halkın, kirli olanı yememesi ve ona dokunmaması gerekiyor idi. “Bunların hiç biri ile kendinizi kirletmeyin, iğrenç duruma sokmayın, kirli duruma düşmeyin. Tanrınız Rab benim. Kendinizi bana adayın ve kutsal olun, çünkü Ben kutsalım.” (43-45. Ayetler)

Tanrı halkının kişisel kutsallığının – kirliliğin her davranışından tamamen uzak olmak – Tanrı ile olan ilişkisinden kaynaklandığını görmek iyidir. Bu ifade, “ben senden daha kutsalım” ilkesi ile hiç bir bağa sahip değildir. Olay yalnızca şundan ibarettir: “Tanrı kutsaldır” ve bu yüzden O’nun ile birleştirilmiş olan herkesin aynı şekilde kutsal olması gerekir. Halkının kutsal olması Tanrının gözünde her açıdan değerlidir. “Ey Rab, senin tanıklıkların mutlak şekilde kesindir; kutsallık senin evin olmuştur.” Yehova gibi Birinin evi kutsallıktan başka ne olabilir? Eğer bir kişi, eski dönemde yaşayan bir İsrailli’ye ‘ yol boyunca yerde sürünen o sürüngenden neden kaçıyorsun?’ diye sorsa idi, İsrailli şu karşılığı veriri idi: ‘Yehova kutsaldır ve ben O’na aitim. O, ‘Dokunma’ demiştir.” Bu nedenle, şimdi de eğer bir imanlı, bu dünyanın insanlarının katıldığı on binlerce şeyden neden uzak durduğu sorulduğu takdirde, vereceği yanıt çok basit olarak şu olacaktır: “Babam kutsaldır.” Bu yanıtta, kişisel kutsallığın gerçek temelini görürüz. Tanrısal karakter üzerinde ne kadar çok düşünür ve Tanrı ile olan ilişkimizin gücüne ne kadar çok dahil olur isek, Mesih’te Kutsal Ruh’un enerjisi aracılığı ile doğal olarak daha kutsal olmamız gerekir. İmanlının içinde bulunduğu kutsallık koşullarında hiç bir ilerleme olamaz, ama bu kutsallığın kavranmasında, deneyiminde ve uygulamalı gösterilişinde ilerleme olması gerekir. Bu tür konular asla önemsiz görünmemelidir. Tüm imanlılar kutsallık ya da kutsallaşmanın aynı koşulları içindedirler. Ama uygulamadaki ölçüleri her tür algılama aşamasına göre değişkenlik gösterebilir. Bunun nedenini anlamak kolaydır. Koşulun ortaya çıkması, bizim çarmıhta akıtılan kan aracılığı ile Tanrıya yaklaştırılmamız sayesinde mümkün olur; O’na yakın kalmak konusundaki uygulamalı ölçü Kutsal Ruh’un aracılığından kaynaklanacaktır. Kutsallık, bir insanın kendi içine üstün olan bir şeyi yerleştirmesi değildir – sıradan bir şekilde sahip olunandan daha büyük derecedeki bir kişisel kutsallık; her şekilde komşularından daha iyi olmak. Doğru düşünen her kişinin yargısına göre tüm bu tür düşünceler tamamen küçültücüdür. Ama sonra eğer Tanrı bol lütfu ile bizim alçak konumumuza tenezzül ederek alçalır ise ve bizi Mesih ile birleştirerek Kendi kutsal huzurunun yüce yüksekliğine kaldırır ise, o zaman O’na yaklaşmış kişiler olarak karakterimizin nasıl olması gerektiğini tanımlamak için hakkı yok mudur? Böylesine aşikar bir gerçeği sorgulama aşamasına getirmek kimin tarafından düşünülebilir? Ve ayrıca, bizler O’nun tanımladığı karakterin elde edilmesine hedeflenmeye boyun eğmedik mi? Böyle yaptığımız için küstahlıkla mı suçlanmamız gerekir? Bir İsrailli için bir sürüngene dokunmayı reddetmek küstahlık mı idi? Hayır; böyle yapan bir karakter küstahlığın en cesuru ve tehlikelisi olmuş olur idi. Evet, onun sünnetli olmayan bir yabancının davranışının mantığını anlaması ya da takdir etmesi mümkün olmayabilir; ama bu o yabancının sorunudur. Yehova, ‘Dokunma’ demiş idi, ama bunun nedeni, bir İsraillinin kendi başına bir yabancıdan daha kutsal olduğu için değil idi, ama nedeni Yehova’nın kutsal olması idi ve İsrail’in O’na ait olması idi. Neyin temiz neyin kirli olduğunu ayırt etmek için Tanrı yasasının sünnet edilmiş bir öğrencisinin gözüne ve yüreğine gerek vardı. Yabancı olan biri bu farklılığı bilemez idi. Bu nedenle, her zaman böyle ollması gerekir. Bilgeliği aklayabilecek olan ve onun göksel yollarını kabul edebilecek olanlar yalnızca Bilgeliğin çocuklarıdırlar.

Okuyucum, Levililer 11. Bölümden büyük bir ruhsal yarar sağlamış olarak Elçilerin İşlerinin onuncu bölümündeki 11-16 ayetlerine dönecek olur ise bir kıyaslama yapma imkanı bulur. Çocukluk yıllarından beri Musanın yasasının ilkeleri öğretilmiş olan biri için şu yaşadığı deneyim çok garip gelmiş olabilir. “Yemek hazırlanır iken Petrus kendinden geçti. Göğün açıldığını ve büyük bir çarşafı andıran nesnenin dört köşesinden sarkıtılarak yeryüzüne indirildiğini gördü. Çarşafın içinde yeryüzünde yaşayan her türden dört ayaklı hayvanlar, sürüngenler ve kuşlar vardı. Bir ses ona, ‘Kalk, Petrus, kes ve ye’ dedi.’ ‘Asla olma ya Rab’ dedi Petrus. ‘Hiç bir zaman murdar ya da bayağı bir şey yemedim.’ Ses tekrar ikinci kez duyuldu; Petrus’a, ‘Tanrının temiz kıldıklarına sen bayağı’ deme’ dedi. Bu üç kez tekrarlandı. Sonra çarşafı andıran nesne hemen göğe alındı. Ne kadar harika! Ne hayvan tırnaklarından ne de alışkanlıklardan söz edilmiyor! Buna gerek yok idi. Çarşafı andıran nesne ve içindekiler gökten inmişlerdi. Bu yeterli idi. Yahudi kendisini Yahudi törenlerinin dar ilkeleri arkasına gizleyip, kendisine söylenenlere ‘hayır’ diyebilir. Ama sonra Tanrısal lütfun yüceliği görkemli bir şekilde tüm bu koşulların üzerine çıkar ve Tanrının şu değerli sözlerinin yetkisindeki güce karşı duramaz: “Tanrının temiz kıldıklarına sen bayağı deme!” eğer Tanrı çarşafı andıran nesnenin içindekileri temiz kıldı ise o zaman o nesnenin içinde ne olduğu önemli değil idi. Levililer Kitabının yazarı Tanrının hizmetkarını bu kitabın yanlış saydığı engellerin üstüne çıkartmak ve göksel lütfun tüm harikalığına yükseltmek üzere idi. Tanrı Petrus’a gerçek temizliğin – göğün talep ettiği temizliğin – artık geviş getirme ya da çatal tırnak ya da törensel belirtilerin önemli olmadığını öğretiyor idi. Bizi tüm günahtan temizlemiş olan Kuzu’nun kanının içinde yıkanmış imanlılar olarak, göksel avluların safirden kaldırımlarında yürümek için yeterince temiz kılındık.

Bu konu, bir Yahudi için soylu bir ders idi. Tanrısal bir ders idi, eski ekonominin gölgelerinin yerlerini ışığa bırakmaları gerekiyor idi. Egemen lütfun eli krallığın kapısını açmış idi, ama artık murdar olan ya da olmayan gibi konulardan vazgeçilmeli idi. Kirli olan hiç bir şey cennete giremez. Ama artık çatal ya da yarık tırnaklı olup olmamak bir kriter değil idi; önemli olan, “Tanrının temizlemiş olması idi.” Tanrı, bir insanı temizlediği zaman, o kişi temiz kalır. Petrus, diğer uluslara krallıktan söz etmek için gönderilmek üzere idi. Daha önceden bu konuyu Yahudilere bildirmiş idi ve onun Yahudi yüreğinin genişletilmesi gerekmekte idi. Geride kalmış bir çağın karanlık gölgelerinin üstüne çıkması gerekiyor idi; işi tamamlamış olan bir kurban nedeni ile göllerden gerekli ışık parlamış idi; Yahudi ön yargılarının dar görüşünden dışarıya çıkma ihtiyacı var idi; kaybolmuş bir dünyanın uzunluğu ve genişliği aracılığı ile gerçekleşen lütfun gücünün kucağından yeniden doğması gerekiyor idi. Aynı zamanda öğrenmesi gereken bir başka şey de şu idi: Gerçek temizliğin belirlendiği ölçü artık dünyasal, yersel ve törensel değil, ama ruhsal, ahlaksız ve göksel idi. Emin olarak söyleyebiliriz ki bu soylu dersler sünnetli elçi tarafından Simun’un evinin çatısında öğrenilmeli idi. Yahudi sisteminin karşıt etkilerinin ortasında eğitim görmüş bir zihni yumuşatmak, genişletmek ve yükseltmek için gereğince yeterli idiler. Rabbe bu değerli dersler için övgüler olsun. Çarmıhta akıtılan kan aracılığı ile bizi oturtmuş olduğu büyük ve zengin yer için O’na övgüler olsun. O’na şükürler olsun ki, artık “ona dokunma, bunu tatma” gibi kurallar tarafından sıkıştırılmış değiliz: “Tanrının yarattığı her şey iyidir; hiç bir şey reddedilmemeli; yeter ki şükran ile kabul edilsin. Çünkü her şey Tanrının Söz ile ve dua ile kutsal kılınır.” (1 Timoteos 4:4,5)

Pages