Bölüm 10

Mara Ve Elim

Mısır’dan Çıkış 15:22-27.

Bu noktadan itibaren on sekizinci bölümün sonuna kadar kitapta farklı bir kısım yer alır. Bu noktayı doğru olarak anlamak için İsrail’in şimdiye kadar yasanın değil lütfun altında olduğunun hatırlanması gerekir; bu yüzden bu kısa dönem mecazi olarak bin yıl ile son bulur. Özenli okuyucu bu ifadede, kaydedilmiş olan pek çok olayın anahtarını bulacaktır. Örneğin, 15, 16 ve 17. bölümlerde yazılmış olan yakınmalar, Rab tarafından tahammül ve sevecenlik ile karşılanır. Ve Tanrı’nın tükenmeyen sevgisinin doluluğu sayesinde ihtiyaçları tedarik edilir. Ama Sina’dan sonra aynı türdeki şikayetler yargıya yol açar, çünkü halk, kendi talepleri nedeni ile yasa altına konmuştur. Bu nedenle, doğruluğun egemenliği altında olunca, suç ve isyan, hemen o anda,Yehova’nın adil kuralının temelini biçimlendiren yasanın talepleri ile uyumlu olarak değerlendirildi; Oysa Sina’dan önce, doğduklarından beri lütfun egemenliği altında olarak günahları ve suçları örtülüydü.

Şimdi, İsrail’in çöl yolculuğu başlamak üzere idi. Ezgilerinin nağmeleri çöl yolculuğuna başlamadan önce sona ermemişti.

“Musa, İsraillileri Kamış Denizinin (Kızıl Deniz) ötesine çıkardı. Şur çölüne girdiler. Çölde üç gün yol aldılarsa da su bulamadılar. Mara’ya vardılar, ama Mara’nın suyunu içemediler, çünkü su acı idi. Bu yüzden oraya Mara (acı) adı verildi. Halk, ‘Ne içeceğiz?’ diye Musa’ya yakınmaya başladı. Musa, Rabbe yakardı, Rab ona bir ağaç parçası gösterdi. Musa onu suya atınca sular tatlı oldu. Orada Rab onlar için bir kural ve bir ilke koydu ve hepsini sınadı. ‘Ben, Tanrınız Rabbin sözünü dikkat ile dinler ve gözümde doğru olanı yapar, buyruklarıma kulak verir, bütün kurallarıma uyarsanız, Mısırlılara verdiğim hastalıkların hiç birini size vermeyeceğim’ dedi, ‘Çünkü size şifa veren Rab benim.’ Sonra Elim’e gittiler. Orada on iki su kaynağı, yetmiş hurma ağacı vardı. Su kıyısında konakladılar.” (22-27. ayetler)

O zaman yaşadıkları ilk deneyim bu oldu: “Çölde üç gün yol aldılar ve su bulamadılar.” “Üç gün” ifadesi, Kutsal Yazılar’da her zaman önemlidir. Bir sözlükten bu konu ile ilgili sayısız örneklere bakılabilir; ve bu ifadenin çok sık olarak ölüm ile ilgili kullanıldığı görülür; ve bu nedenle burada üç gün ifadesinin anlamı, ölüme olan uzaklıktır. Mecazi anlamda ölümden geçmişlerdi ve şimdi bunu pratik olarak öğrenmeleri gerekiyordu. Eğer Tanrı, bize lütfu aracılığı ile huzurunda mükemmel bir konum verdi ise, eğer bizi Mesih’in ölümünde ve dirilişinde O’nunla birleştiriyor ise, hakkımızdaki tüm planlarının konusu, bizi yeni konumumuz ile pratik bir benzerliğe getirmek olacaktır. Böylece, İsrailoğullarına bu noktanın öğretilmesi gerekiyordu; Mısır’dan kurtarılışlarının bir sonucu olarak dünya onlar için bir çöl haline gelmişti, ve bu çöle ölümü kabul etmek aracılığı ile giriş yapılacaktı. Bu giriş, her imanlı için temel bir gerekliliktir. Ölüm kabul edilmedikçe, imanlı kendisini günah karşısında ölü saymadıkça (Romalılar 6), yasa karşısında ölmedikçe (Romalılar 7) ve dünya karşısında ölmedikçe (Galatyalılar 6), hiç bir ilerleme olamaz ve geçmiş ile olan ilişki gerçekten kırılamazdı. Tanrı’nın, canlarımıza davrandığı karakter budur. Canlarımıza tecrübe yaşatarak öğretecektir – önümüzde örnek olarak var olan İsrail gibi – ve böylelikle onların, girmiş oldukları yolun gerçek karakterini anlamalarını sağlayacaktı. Ve İsrail’in ilk yaşadığı tecrübe ne idi? Su bulamadılar. Mezmur yazarı gibi, onlar da su bulunmayan, kurak bir ülkede idiler. (Mezmur 63) Hayır; Yeryüzündeki her su kaynağı, Mısır’dan kurtarılmış olanlar için kurudur. Tek bir yaşam kaynağı mevcut değildir – Mesih’te aldığımız yaşama hizmet edebilecek hiç bir şey mevcut değildir. Ve can, bu gerçeğin farkına vardığı zaman ne kadar çok bereket alır! Yolculuğumuza başladığımız zaman, kurtuluş sevinci ile mutluyuzdur. Daha önce içmiş olduğumuz su kaynaklarının – ve keyif alarak içtiğimiz- şimdi kurumuş olduklarını sık sık görür ve şaşırırız. Böyle olmasını beklememiz gerekir; ancak ders, çölde üç günlük yolculuk yapmadığımız sürece, hiç bir zaman öğrenilmez. Yeryüzündeki su kaynaklarının tükenmiş olduklarını keşfetmek, gerçekten de şaşırtıcı bir deneyimdir. Ama eğer “su kaynaklarımızın hepsinin Sende olduğu” gerçeğinin bereketinden haberdar olur isek, kaçınılmaz bir gerekliliği biliyoruz demektir.

İleri doğru yürüdüler ve MARA’ya geldiler. Burada su vardı, ama Mara’nın sularından içemediler, çünkü su acı idi. Bu, aynı ilkenin daha ayrıntılı bir uygulanışıdır. İlk olarak, içilecek su yoktu ve ikinci olarak, su bulunduğu zaman, su öyle acı idi ki, içilemiyordu. Bu, ölüm aracılığı ile kurtarılmış olan cana o ölümün gücünün uygulanışıdır. Benlik, bu durumdan ürker – ve bunu olduğu gibi reddeder. Ama Mısır’dan çıkarılmış ve miraslarında doğru yol alan yolcular için bu durum mutlak bir gerekliliktir. Bu durum, gerçekten de Mara’dır – acılıktır; ve böyle olduğu için halkı sıkıntıya düşürdü ve “’Ne içeceğiz?’ diyerek Musa’ya karşı çıktılar ve yakındılar. Ne kadar büyük bir zıtlık! Daha bir kaç gün önce, tek bir yürek halinde, Kurtarıcılarına övgü şarkıları söylüyorlardı; ve şimdi şarkıları sustu ve onun yerini uyumsuz mırıltılar aldı. İmanlı için de durum böyledir – bir an içi övgüler yükseltirler ve hemen ardından çöldeki denenmeler nedeni ile benlik şikayet etmeye ve mırıldanmaya başlar. Ama Musa onlar için aracılık eder ve Rab ona bir ağaç parçası gösterir ve ağaç parçası suya atıldığı zaman, suyu tatlı yapar. Bu, acı suların özelliğini tamamen değiştiren Mesih’in çarmıhının güzel bir örneğidir. “Bana gelince, Rabbimiz İsa Mesih’in çarmıhından başka bir şey ile asla övünmem. O’nun çarmıhı aracılığı ile dünya benim için ölüdür, ben de dünya için.” (Galatyalılar 6:14) Çarmıhı Mara sularının acılığına getirin ve sular bir anda tatlılaşacaktır – kurtuluş ve bereket aracıları olarak hoş karşılanacaklardır.

Bunu, çok önemli ilkelerden biri izler – imanlının yürüyüşüne her zaman uygulanabilecek olan bir ilke. Tüm Kutsal Yazılar’da ve her düzende bulunabilen bir ilkedir. Yani, demek oluyor ki, bu bereket itaate bağlıdır; imanlıların bereketi (şimdi kurtarılmış olan İsrailoğulları için) yürüyüşlerine bağlıdır. Tanrıları Rabbin sesini dikkat ile dinledikleri ve O’nun gözünde doğru olanı yaptıkları takdirde, Mısır’ın hastalıklarından korunacaklardı. (ayet 26) Kutsanmış Rabbimiz de aynı şekilde şöyle der: “Beni seven sözüme uyar, Babam da onu sever. Biz de ona gelir, onunla birlikte yaşarız.” (Yuhanna 14:23)

Bu ilke ile ilgili ne kadar konuşulsa yeterli olmaz. Kurtuluş sevincini bilen, ama henüz tek bir bereketin tadının bilincine varamamış olan pek çok imanlı vardır. Bunun nedeni, yürüyüşlerindeki özensizliktir. Söz’ü çalışmazlar ya da “buyruklara kulak asmazlar” ve bunun sonucu olarak, kendi gözlerinde doğru olan şekilde yürürler. Bu yüzden, onların soğuk ve kayıtsız olmalarına, Tanrı sevgisinin tadını bilinçli bir şekilde çıkaramamalarına, Baba ve Oğlu İsa Mesih ile paydaşlığın keyfine varamamalarına şaşırmamak gerekir. Tanrı, itaat edenlere gelir ve onlara gelmekten zevk alır; değişmeyen sevgisini en tatlı şekilde gösterir; Tanrı şu kişilere yaklaşabilir ve onları Kendi zihni ve yüreği ile bereketler: Söz’ün her buyruğu hakkında bilinç sahibi olanlar, Kutsal Ruh’un gücünde her konuda itaatkar bulunmak isteyenler, Rablerinin isteklerini yapmaktan zevk alanlar ve tek hedefleri O’nun tarafından her zaman kabul edilmek olanlar. İtaatkar bir yürüyüşün bedelini hiç bir şey ödeyemez. Tüm bereketimiz – onun hakkındaki tüm anlayışımız ve ondan aldığımız keyif – bu itaatkar yürüyüşe bağlıdır. Bu, büyümenin aracı ve paylaşmanın koşuludur.

Bu anlatımdan sonra hemen şu sözler eklenir: “Sonra Elim’e gittiler. Orada on iki su kaynağı, yetmiş hurma ağacı vardı. Ve su kıyısında konakladılar.” Yani, hemen tazelenme, dinlenme ve gölge buldular – kuyular ve hurma ağaçları, birinin söylemiş olduğu gibi, “Tanrı’nın, halkını teselli etmek için seçmiş ve tedarik etmiş olduğu yaşam kaynaklarının ve sığınağın örnekleri idiler.” Bu dinlenme fırsatı, zaten yorgun olan çöl yolcularının kim bilir ne kadar da hoşlarına gitmiştir! Rab, halkı için çölde böylesine şükran duyguları uyandıran bir tazelenme tedarik etmekle ne kadar da sevecen davranmıştır! Böylece, İsrail’in Çobanı olarak onları yeşil otlaklara götürdü, sakin suların kenarında yatırdı ve onların yüreklerini ferahlattı ve güçlendirdi. 1


1. Hiç kuşkusuz on iki ve yetmiş sayıları önemlidir. On iki, insan yönetimindeki (İsrail) mükemmelliktir. Yetmiş sayısının anlamı net değildir. Ama hatırlanacağı gibi, Rab bu her iki sayıyı da, on iki öğrenci ve yetmişlerde (Luka 9,10) kullandı; ve böylelikle Kendisinin bu sayılar aracılığı ile İsrail’e hizmet edeceğine işaret eder gibi görünüyordu.