Mısır’dan Çıkış 15

Bu bölüm İsrail, “Rabbin Mısırlılara neler yaptığını” gördüğü zaman, Kızıl Deniz kıyısında söylediği harika zafer şarkısı ile başlar. İsrail halkı Tanrının kurtarışını gördü ve bu nedenle, O’nun yaptığı kudretli işleri birer birer sayıp övgü şarkıları söylediler. “Sonra Musa ve İsrailliler Rabbe şu ezgiyi söylediler.” O ana kadar bir övgü şarkısının tek bir notasını bile işitmemiş idik. Mısırda esaret altında zulüm görür iken, derin üzüntüleri nedeni ile ettikleri feryatları duymuş idik; Aşılması imkansız engeller olarak gördükleri güçlükler tarafından kuşatıldıkları zaman, attıkları imansızlık çığlıklarına kulak vermiş idik. Ama şimdiye kadar hiç bir övgü şarkısı duymamış idik. Kurtulmuş bir halk olarak kendilerini Tanrının kurtarışının ürünleri tarafından çevrelenmiş olarak buldukları zaman, ancak o zaman kurtulmuş olan tüm topluluğun ağzından zafer ezgisi döküldü. “Bulutta ve sudaki” önemli vaftizlerinden çıkmışlardı ve çevrelerine yayılmış olarak duran zengin zafer ganimetlerine bakabiliyorlar idi. Altı yüz bin ses aynı anda zafer şarkısı söylüyorlar idi. Kızıl Denizin suları onların ve Mısırın arasında duvar oldu ve karşı kıyıya tamamıyla kurtulmuş bir halk olarak çıkıp durdular ve bu nedenle Yehova’yı övebildiler.

Her konuda olduğu gibi, bu konuda da bize örnek teşkil ediyorlar idi. Açık ve zekice bir tapınma sunabilmemizden önce bile ölüm ve dirilişin gücünde bizler de kendimizi kurtulmuş olarak bilmeliyiz. Canın içinde her zaman tereddüt ya da kuşku olacaktır, ama bizler İsa Mesih’in tamamlamış olduğu kurtuluşa dahil olmuş bulunuyoruz. Mesih’te kurtuluş olduğunu ve O’ndan başka hiç kimsede kurtuluş olmadığına dair gerçek hakkında bilgimiz olabilir; ama bu, iman aracılığı ile o kurtuluşun gerçek karakterini ve temelini kavramak ve bu kurtuluşun bize ait olduğunun farkında olmaktan çok farklı bir şeydir. Kutsal Ruh, Tanrının Sözünde, yanılmaz bir netlik ile Kilisenin, ölümünde ve dirilişinde Mesih’e bağlı olduğunu açıklar. Ve ayrıca Tanrının sağında oturan dirilmiş bir Mesih Kilisenin kabul edilmiş olduğunun ölçüsü ve kanıtıdır. Buna inanıldığı zaman, can, kuşku ve belirsizlik bölgesinin ötesine geçer. Bir imanlı, Avukatı tarafından Tanrının önünde sürekli olarak temsil edildiğini bildiği zaman, “Adil Olan İsa Mesih’ten” nasıl kuşku duyabilir? Tanrının kilisesinin en zayıf üyesinin bile bu ayrıcalığa sahip olduğu bir gerçektir: her imanlı çarmıhta Mesih tarafından temsil edildi; çarmıhta tüm günahları Mesih’in üzerinde taşındı, yargılandı ve kefaret edildi. Bu tanrısal bir gerçektir ve bu gerçeğe iman ile sımsıkı sarıldığımız zaman, bu gerçeğin, vicdanımıza huzur vermesi gerekir. Tanrı için gayretli, kaygılı ve çok içten arzular mevcut olabilir. Tüm buyruklara, görevlere ve inanç biçimlerine en içten ve adanmış bir şekilde katılımlar olabilir. Vicdandaki günahlılık duygusundan kurtulmanın tek yolu, günahın İsa Mesih üzerinde lanetlenmiş ağaç üstünde bir günah sunusu olarak yargılandığını anlamak ve görmektir. Eğer günah ilk ve son kez olarak orada çarmıhta yargılandı ise, o zaman bu tanrısal gerçek imanlı tarafından kabul edilmelidir ve sonsuza kadar çözüm bulmuş bir konu olarak kabul edilmelidir. Ve bu yargının kesinliği dirilişin gerçeği ile kanıtlanır. “Tanrının yaptığı her şeyin sonsuza kadar süreceğini biliyorum. Ona ne bir şey eklenebilir, ne de ondan bir şey çıkarılabilir. Tanrı insanların kendisine saygı duymaları için bunu yapıyor.” (Vaiz 3:14)

Ama yine de tüm bunlar Kilise ile ilgili olarak ne kadar kabul edilse de, pek çok kişi bu gerçeği kendisine kişisel olarak uygulama konusunda zorluk çekebilir.

Mezmur yazarı ile birlikte şu sözleri söylemeye hazırdırlar: “Tanrı gerçekten İsrail’e, yüreği temiz olanlara karşı iyidir. Ama benim ayaklarım,”&c. (Mezmur 73:1,2) Mesih’e, O’nun ölümüne ve O’nun dirilişine bakmak yerine, kendilerine bakarlar. Kimliklerini düşünmek yerine kapasitelerini düşünürler. Bu nedenle, çok büyük sıkıntı veren bir belirsizlik durumunda kalırlar ve bunun bir sonucu olarak asla mutlu ve zekice tapınan kişiler arasında yer alamazlar. Kurtuluşa bilinçli olarak sahip oldukları için bundan zevk almak yerine kurtulmak için dua ederler. Mesih’in mükemmel kefaretine bakmak yerine, kendi kusurlu ürünlerine bakarlar.

Şimdi Mısırdan Çıkış 15. Bölümdeki bu zaferli övgü ezgisinin notalarına baktığımız zaman, bunların arasında benlik, benliğin işleri, benliğin sözleri, benliğin duyguları ya da benliğin ürünleri hakkında tek bir nota bile göremeyiz. Notalar başından sonuna kadar sadece Yehova hakkındadır. Ezgi şöyle başlar: “Ezgiler sunacağım Rabbe, çünkü yüceldikçe yüceldi. Atları da atlıları da denize döktü.” Bu ilk satırlar tüm ezginin bir özeti gibidir. Ezgideki her söz Yehova’nın tutumu ve davranışları hakkındadır. Mısırdan Çıkış 14. Bölümde halkın yüreği, koşullarının yoğun baskısı tarafından adeta parçalanmış gibi idi; ama Mısırdan Çıkış 15. Bölümde bu baskı uzaklaştırılmış ve gözlerin önünden kaldırılmıştır. Ve yürekleri tatlı bir övgü şarkısı ile doluverir. Benlik unutulmuştur. Kötü koşullar ortadan yok olmuştur. Gördükleri tek ama tek şey, Rabbin karakteri ve yollarıdır. Şu sözleri söyleyecek güce sahip olurlar: “Çünkü yaptıkların ile beni sevindirdin Rab. Ellerinin işi karşısında sevinç ilahileri okuyorum.” (Mezmur 92:4) Gerçek tapınma işte budur. Zavallı ve yoksul benlik tüm kendisine ait olanlar ile birlikte gözden kaybolduğu ve yüreği yalnızca Mesih doldurduğu zaman, uygun tapınma sunulabilir. Canda adanma duyguları uyandırmak için et ve kanı temel alan bir inanç çabasına gerek yoktur. Ayrıca herhangi bir din uygulaması talebi de canda kabul edilebilir bir tapınma ateşi yakmak için söz konusu değildir. Ah, hayır! Bırakın yüreği, yalnızca Mesih’in Kişiliği ile meşgul olsun, bu davranışın doğal sonucu “övgü şarkıları” olacaktır. Gözlerini O’na dikmiş birinin ruhu mutlaka kutsal tapınma için boyun eğer. Tanrının ve Kuzunun tahtının etrafındaki orduların tapınmasını düşündüğümüz takdirde, tanrısal üstünlüğün ya da tanrısal eylemin bazı farklı özelliklerinin sunulduğunu göreceğiz. Aynı şey yeryüzündeki kilise içinde geçerli olmalıdır ve eğer böyle değil ise, o zaman biz bulutsuz ışık ve bereket bölgelerinde yer almayan şeylere izin verdiğimiz içindir. Tüm gerçek tapınmada Tanrının Kendisi, tapınmanın hem nesnesi, hem öznesi hem de gücüdür.

Mısırdan Çıkış 15. Bölümün bir ezgi şarkısından oluştuğunu gördük. Kurtarılmış bir halk, kendilerini kurtaran Kişi’ye layık olan övgüyü vererek kutlama yapmaktadırlar. “Rab gücüm ve ezgimdir, O kurtardı beni. O’dur Tanrım. Övgüler sunacağım O’na. O’dur babamın Tanrısı. Yücelteceğim O’nu. Savaş eridir Rab, adı Rab’dir. Senin sağ elin ya Rab, senin sağ elin korkunç güce sahiptir; altında düşmanlar kırılır. Devrilir sana baş kaldıranlar büyük görkemin karşısında. Var mı senin gibisi, ilahlar arasında, ya Rab? Senin gibi kutsallıkta görkemli, heybeti ile övgüye değer, harikalar yaratan var mı? Öncülük edeceksin sevgin ile kurtardığın halka, kutsal konutunun yolunu göstereceksin gücünle onlara. Rab sonsuza dek egemen olacaktır.” Bu övgü şarkısının bölümlerine dikkat edelim; kurtuluş ile başlar ve yücelik ile sona erer. Çarmıh ile başlar ve krallık ile sona erer. Bir ucu “sıkıntıların” içine ve diğer ucu, “bunları izlemesi gereken yüceliğin” içine dalmış, muhteşem güzellikteki bir gökkuşağına benzer. Her şey Yehova hakkındadır. Tanrıyı ve O’nun lütufkar ve görkemli işlerini görmüş olan bir canın dışa dökülüşüdür.

Ayrıca, asıl tanrısal amacın tamamlanışını kısa kesmez; şunları okuruz: “Kutsal konutunun yolunu göstereceksin onlara gücünle.” Halk, ayağını tam çöle atmış bir konumda iken, bu övgüleri ve sözleri söyleyebiliyor idi. Bu sözler, boş bir umudun ifadesi değillerdi. Zavallı ve kör bir şans ile beslenmiyorlar idi. Ah, hayır! Can tamamen Tanrı ile meşgul olduğu zaman, O’nun lütfunun tüm doluluğuna girebilir, O’nun yüzünün parlaklığında güneşlenebilir ve O’nun merhamet ve sevecenliğinin zengin bolluğundan zevk alabilir. Bu konu hakkında tek bir kuşku bulutu bile mevcut değildir; iman eden can sonsuz kaya üzerindeki konumuna yerleştiği zaman, kurtaran sevgi onu dirilmiş bir Mesih ile bir araya getirmiştir. Böyle bir can tanrının sınırsız plan ve amaçlarının enginliğine yani, yukarıya bakar ve o yüceliğin etkisi altında kalır; tanrı o yüceliği giysilerini Kuzunun kanında yıkamış ve onları aklamış olan herkes için hazırlamıştır.

Kutsal Yazıların tamamında bulduğumuz bu övgü patlamaları inanılmaz karakterde bir parlaklığa sahiptirler. Yaratık bir kenara bırakılmıştır; Tanrı, objedir ve canın gördüğü tüm alanı doldurur. İnsan ve insanın duyguları ile insanın tecrübeleri konusunda hiç bir şey mevcut değildir ve bu yüzden övgü akışı doğal olarak hiç kesilmeden akar. Bu tür övgüler, imanlı topluluklarında sık sık söylediğimiz hatalı, zayıf ve yetersiz ilahilerden ne kadar da farklıdırlar. Gerçek şudur ki, biz kendimize baktığımız zaman, gerçek ruhsal zihin ve güç ile ezgi söyleyemeyiz. Hatta kendimize baktığımız zaman, bizi tapınmaktan geri çeken bir tutumun dahi farkına varırız. Gerçekten de pek çok imanlı sürekli bir kuşku ve tereddüt konumu içinde kalmayı bir Hıristiyan lütfu imiş gibi görür ve bunun bir sonucu olarak söyledikleri ilahiler koşullarına uygun özellikler taşırlar. Bu tür kişiler ne kadar inançlı ve içten olsalar da canlarında şimdiye kadar asla uygun bir tapınma temelinde tecrübeye sahip olmamışlardır. Kendilerinin Rab olmadan hiç bir şey yapamayacaklarının farkında değillerdir. Denizden ya da sudan geçmemişlerdir ve ruhsal açıdan vaftiz olmuş bir halk olarak diriliş gücü içinde kıyıdaki konumlarına sahip olmamışlardır. Şu ya da bu şekilde hala kendileri ile meşguldürler. Benliğin sonsuza kadar çarmıha gerilmiş olduğunu düşünmezler.

Dilerim ki, Kutsal Ruh tüm Tanrı halkına, Mesih’in kanında günahlarından yıkanmış kişiler olarak sahip oldukları konum ve ayrıcalığın daha dolu daha açık ve daha değerli olduğu konusunda rehberlik etsin; Tanrının önünde temsil edilen Tanrı halkı Kilisesinin diriltilmiş ve yüceltilmiş Başı olarak duran Mesih’teki konumunun sınırsızlığını ve güvenliğini anlayabilsin; imanlılarda kuşkular ve korkular bulunmamalıdır, çünkü onların tanrısal Kefil’i, üzerine bir kuşku ya da korkunun inşa edilebileceği bir temelin gölgesine bile izin vermemiştir. İmanlıların yeri perdenin iç kısmındadır. “İsa’nın kanı sayesinde kutsal yere girmeye cesaretimiz vardır.” (İbraniler 10:19) En kutsal yerde herhangi bir kuşku ya da korku var mıdır? Kuşku duyan bir ruhun Mesih’in tamamladığı işin mükemmelliğini sorguladığı aşikar değil midir? Mesih’in ölümden dirilişi aracılığı ile tamamlanan işe yaratılmış hiç bir zihnin bir şey ekleyebileceği düşünmemelidir. Kutsanmış olan Mesih, tüm kuşku ve korku temeli ortadan kaldırılmamış olsa idi, mezardan dirilemezdi. Bu nedenle, Hıristiyan tam kurtuluşunun zaferini her zaman tatlı bir ayrıcalık olarak görmeli ve sevinmelidir. Rabbin Kendisi Hıristiyan’ın kurtuluşu olmuştur ve imanlının yapacağı tek şey, Tanrının onun için hazırlamış olduğu meyvelerin tadını çıkartmak ve bu zamanın gelmesini bekler iken O’nu överek yürümektir. O zaman, “Yehova’nın, sonsuzluklar boyunca egemenlik süreceği zamandır.”

Ama bu övgü ezgisinde okuyucumu dikkat etmeye davet ettiğim bir nota vardır. “O benim tanrımdır ve ben O’na bir konut hazırlayacağım.” Burada dikkat etmeye değer olan şey şudur: yürek, kurtuluş sevinci ile dolup taşmaya hazır olduğu zaman, “Tanrı için bir konut” ile ilgili olarak adanmış olduğu amacı ifade eder. Hıristiyan o0kuyucunun bu konu üzerinde derin düşünmesine izin verin. İnsan ile birlikte yaşayan Tanrı düşüncesi Kutsal Yazılarda Mısırdan Çıkış 15. Bölümden Vahiy’e kadar yer alan büyük bir düşüncedir. Adanmış bir yüreğin şu sözlerine kulak verin: “Evime gitmeyeceğim, yatağıma uzanmayacağım. Gözlerime uyku girmeyecek, göz kapaklarım kapanmayacak. Rabbe bir yer, Yakup’un güçlü Tanrısına bir konut buluncaya dek.” (Mezmur 132: 3-5) Başka bir ayete daha kulak verelim: “ Evin için gösterdiğim gayret beni yiyip bitirecek.” (Mezmur 69:9; Yuhanna 2:17) Burada bu konu ile ilgili daha fazla bir şey yazmayacağım, ama okuyucumda bu konu hakkında bir ilgi uyandırmak istedim, öyle ki o, kendisi için, dua ederek cana heyecan veren bu duyuru konusunda Söz’de var olan ilk ifadeyi bulmak için kendisi çaba sarf etsin. “Tahttan yükselen gür bir sesin şöyle dediğini işittim, ‘İşte, Tanrının konutu insanların arasındadır. Tanrı onların arasında yaşayacak. Onlar O’nun halkı olacaklar, tanrının Kendisi de onların arasında bulunacak. Onların gözlerinden bütün yaşları silecek. Artık ölüm olmayacak. Artık ne yas, ne ağlayış, ne de ıstırap olacak. Çünkü önceki düzen ortadan kalktı.” (Vahiy 21:3,4)

“Musa, İsraillileri Kamış denizinin ötesine çıkardı. Şur çölüne girdiler. Ama çölde üç gün yol almalarına rağmen su bulamadılar.” (Mısırdan Çıkış 15:22) Çöl deneyimine girdiğimiz zaman, Tanrıyı ve kendi yüreklerimizi ne kadar iyi tanıdığımız ile ilgili gerçek ölçünün ne olduğu hakkında denenmeye koyulduğumuz zamandır. İmanlı yaşamımızın başlangıcı ile bağlantılı olan sevincin tazeliği ve coşkusu, çok kısa bir süre sonra çölün koşullarından etkilenir ve sonra Tanrının bizim için her şeyden öte bir anlam taşıdığını derin bir şekilde anlamadıkça, çökmeye eğilim gösterir ve “tekrar Mısıra dönmek için yüreklerimizde istek duyarız.” Çöl disiplini, bizi bir Kenan ünvanı ile donatmak için değil, ama Tanrı ve kendi yüreklerimiz ile tanıştırmak için gereklidir; insanın Rabbin ağzından çıkan her söz ile yaşadığını anlamamız ve gerçekten Kenan diyarına vardığımız zaman, Kenan diyarının tadını çıkartmak için kapasitemizi arttırmak amacı ile lazımdır. (Bakınız Yasanın Tekrarı 8: 2-5)

İlkbaharın yeşilliği, tazeliği ve güzelliği yazın kavurucu sıcaklarından önce gelip geçecek olan garip çekiciliklerdir. Ama sonra, ilkbaharın güzel izlerini uzaklaştıran o kızgın sıcaklık sonbaharın olgun ve lezzetli meyvelerini üretir. Aynı şey imanlı yaşamı için de geçerlidir. Çünkü, bildiğimiz gibi, doğanın krallığında var olan prensipler ve lütuf krallığını karakterize eden prensipler arasında çarpıcı ve derinlemesine ders veren bir benzerlik mevcuttur. Her ikisinde de aynı Tanrının işini görürüz.

İsrail’i Mısırda, çölde ve Kenan diyarında görebileceğimiz üç farklı konum söz konusudur. Tüm bunların hepsinde İsrail halkı bizim “örneklerimizdir.” Ama bizler üç konumun hepsinde birlikte varız. Bu gerçek gibi görünmeyebilir, ama doğrudur; aslında doğal değerler ile çevrelenmiş olarak Mısırdayızdır ve bu doğal değerler tamamen doğal yüreğe uyarlanır. Ama Tanrının lütfu aracılığı ile Tanrının Oğlu ile paydaşlığa çağrıldığımız için, yeni doğanın duyguları ve arzuları ile uyumlu olarak, kendimizi Mısıra ait olan her şeyin dışında buluruz, (örneğin, doğal konumu içinde bulunan dünya), 1 ve bu durum çöl deneyimini yaşamamıza neden olur ya da başka bir deyiş ile bu durum bizi bir tecrübe konusu olarak çöle yerleştirir.

Tanrısal doğa, değerlerin farklı bir düzeninden sonra, gayretli bir şekilde nefes alır – kendimizi çevrelendiğimiz bulduğumuz bundan daha saf ya da temiz bir atmosferden sonra tanrısal doğa nefes alır ve böylece Mısırın bir ahlak çölü olduğunu hissetmemize neden olur.

Ama sonra Tanrının gözünde olduğumuz gibi, yani O’nunla sonsuza kadar birleşmiş olarak ve O’nda O’nun görkemli ve zaferli tahtında oturarak kimliğimizin farkında olmak bizim için mutlu bir ayrıcalıktır; iman aracılığı ile “O’nunla birlikte göksel yerlerde oturuyoruz.” (Efesliler 2) Bedenlerimiz açısından hala Mısırda olmamıza ve deneyimlerimiz açısından hala çölde olmamıza rağmen, iman aynı anda bizde ruhumuza Kenan diyarına doğru yol gösterip önderlik etmektedir. Ve bizim ülkenin “eski buğdayından” beslenmemizi sağlar. Örneğin, Mesih’ten yalnızca yeryüzüne Gelen olarak değil, ama aynı zamanda göğe geri gitmiş ve orada yüceliğinde Oturan olarak da besleniriz.

Bu 15. Bölümün son ayetleri, bize çöldeki İsrail’i gösterir. Bu noktaya kadar her şey yolunda gitmiş gibi görünüyor idi. Mısırın üzerine ağır yargılar geldi, ama İsrail bu yargıların tamamen dışında kaldı – Mısır ordusu denizin kenarına ölü olarak serildi, ama İsrail zaferli oldu. Tüm bu olup bitenler yeterince iyi idi, ama heyhat! Olup bitenlerin görünümü çok çabuk değişti. Övgü notalarının akordu çok geçmeden bozuldu. “Mara’ya vardılar, ama Mara’nın suyunu içemediler, çünkü su acı idi; bu yüzden oraya Mara (acı) adı verildi. Ve halk, “ne içeceğiz?’ diye Musa’ya yakınmaya başladı.”  Ve tekrar başka bir ayete bakalım: “İsrail  halkının hepsi çölde Musa’ya yakınmaya başladı, ‘keşke Rab bizi Mısırda iken öldürse idi’ dediler, ‘hiç değil ise orada et kazanlarının başına oturur ve doyasıya yerdik, ama siz bütün topluluğu açlıktan öldürmek için bizi bu çöle getirdiniz.”

Burada çölün denemeleri söz konusu idi. “Ne yiyeceğiz?” ve “Ne içeceğiz?” Mara’nın suları İsrail’in yüreğini denedi ve onlarda şikayet eden bir ruh geliştirdi; ama Rab onlara Kendi lütfunun sağlayışı ile tatlandıramayacağı hiçbir acılık olmadığını gösterdi. “Ve Rab Musa’ya bir ağaç parçası gösterdi. Musa onu suya atınca sular tatlı oldu. Orada Rab onlar için bir kural ve bir ilke koydu, hepsini sınadı. O’nun güzel figürü sınırsız lütfu ile ölümün acı sularına düştü, öyle ki, bu sular bize sonsuza kadar yalnızca tatlı hale gelsinler. Gerçekten de, “ölümün acılığı geçti” diyebiliriz ve bizim için mevcut olan dirilişin sonsuz tatlılığıdır.

26. ayet Tanrının kurtardıklarının çöldeki ilk aşamalarının anlık karakterini gözlerimizin önüne serer. Bu noktada korkarak ve sabırsızlığa kapılarak şikayet eden bir ruh hali içine düşmek gibi bir tehlike ile karşı karşıya geliriz. Bu şikayetçi ruhtan kurtulmanın tek çaresi, gözlerimizi sürekli olarak İsa’ya dikili tutmaktır – “İsa’ya bakmaktır.” Adına övgüler olsun ki İsa her zaman, Kendisini her zaman halkının ihtiyaçlarına göre açıklar ve onların koşullarından şikayet etmek yerine tek bir şey yapmaları gerekir: koşullarını İsa’dan, yeniden çekmek için bir fırsat haline getirmek. Böylece, çöl, Tanrıyı iyi tanıma tecrübemize hizmet eder. Çöl, Tanrının sabırlı lütfunu ve büyük kaynaklarını öğrendiğimiz bir okuldur. “Çölde yaklaşık kırk yıl onlara katlandı.” (Elçilerin İşleri 13.18) Ruhsal zihin, her zaman Tanrının tatlandırması için acı sulara sahip olmanın değerini bilecektir. “Yalnız bununla değil, sıkıntılarla da övünüyoruz. Çünkü biliyoruz ki sıkıntı dayanma gücünü, dayanma gücü Tanrının beğenisini, Tanrının beğenisi de umudu yaratır. Umut düş kırıklığına uğratmaz. Çünkü bize verilen Kutsal Ruh aracılığı ile Tanrının sevgisi yüreklerimize dökülmüştür.” (Romalılar 5.3-5)

Ama her şeye rağmen çölün Mara’ları olduğu gibi Elim’leri de vardır; acı suları olduğu gibi kuyuları ve hurma ağaçları da vardır, “Sonra Elim’e gittiler. Orada on iki su kaynağı, yetmiş hurma ağacı vardı. Su kıyısında konakladılar.” (Mısırdan Çıkış 15: 27) Rab lütufkar ve şefkatli davranarak yolculuk eden halkı için çölde yeşil alanlar sağlar. Ve bu yeşil alanların en iyisi bile vaha olmasalar bile yine de ruhu tazeler ve yüreği teşvik ederler. Elim’deki bu konaklama halkın yüreğini rahatlattı ve şikayetlerini susturdu. Elim’deki hurma ağaçlarının serin gölgesi ve kuyularındaki tazeleyici sular Mara denenmesinin ardından tam zamanında ve tatlı bir şekilde geldiler ve Tanrının, halkı için çölde sağladığı o ruhsal hizmetin değerli erdemleri olarak ortaya çıkarıldılar. “On iki” ve “yetmiş” sayıları, hizmet ile yakından ilgili olan sayılardır.

Ama Elim, Kenan değil idi. Elim’in kuyuları ve hurma ağaçları kurtarılmış olanların henüz girmiş oldukları çölün sınırlarının çok ötesinde bulunan o mutlu ülkenin ilk ürünlerine benzetilebilirler. Elim’in halkı tazelediğine dair hiç bir kuşku yoktur, ama bu bir çöl tazelemesi idi; kısa bir süre için lütuf ile tasarlanmış olan geçici bir zaman idi; bunalmış ruhlarını teşvik etmek ve onları Kenan’a doğru yaptıkları yolculukta güçlendirme amacını taşıyor idi. Bildiğimiz gibi aynı şey, kilisedeki hizmet için de geçerlidir. Elim, “sonunda hepimiz imanda ve Tanrı Oğlunu tanımada birliğe, yetkinliğe, Mesih doluluğundaki olgunluk düzeyine erişinceye kadar” (Efesliler 4) yüreklerimizi tazelemek, güçlendirmek ve teşvik etmek için tasarlanmış olan ihtiyacımızı giderecek olan lütufkar bir sağlayış idi.


1 Mısır ve Babil arasında anlaşılması çok önemli olan büyük bir ahlak farklılığı mevcuttur. Mısır, İsrail’in içinden dışarı çıktığı ülke idi; Babil ise İsraillilerin daha sonra götürüldükleri bir yer idi. (Amos 5:25-27 ile Elçilerin İşleri 7:42,43 ayetlerini karşılaştırın.) Mısır, insanın dünyayı ne hale getirdiğini ifade eder; Babil ise, iman ikrarında bulunan Kiliseden şeytanın ne yapmış olduğu, ne yapıyor olduğu ya da ne yapacağını ifade eder. Bu yüzden biz, yalnızca Mısırın koşulları ile çevrili değiliz, ama aynı zamanda Babil’in ahlak prensipleri ile de çevriliyiz.

Bu durum “günlerimizi” Kutsal Ruh’un ifadesi ile “korkulu” şekle sokar. (χαλεποί – “tehlikeli, zor”.) Bu günler, Tanrının Ruhunun özel bir enerjisini ve Tanrı sözünün yetkisine tam bir boyun eğişi talep eder, öyle ki, Mısırın gerçekliklerinin ve Babil’in ruhunun ve prensiplerinin bileşik etkisi ile karşılaşabilsin. Mısırın gerçeklikleri yüreğin doğal arzularını karşılar. Babil’in ruhu ve ilkeleri ise kendisini onlarla birleştirir ve yürekte garip bir yer tutan doğanın dindarlığına hitap eder. İnsan dindar bir varlıktır ve garip bir şekilde müzik, heykel, resim, tören ve seremonilerden yükselen etkilerin altında kolaylıkla kalır. Tüm bu şeyler onun bütün bu doğal isteklerinin tam olarak sağlanması ile birlikte durduğu zaman – evet, yaşamın tüm konfor ve lüksü ile sağlanışı —  kişiyi Mesih’e gerçekten bağlı olarak koruyacak olan tek şey, Tanrının sözünün ve Ruhunun gücünün kudretidir.

Aynı zamanda Mısırın yazgıları ve Babil’in yazgıları arasında büyük bir farklılığın mevcut olduğuna da dikkat etmemiz gerekir. Yeşaya 19. Bölüm Mısır için mevcut olan bereketleri şöyle sıralar; ortaya çıkan sonuç ise şudur: “Rab Mısırlıları hastalık ile alabildiğine cezalandıracak. Sonra iyileştirecek. Rabbe yönelip yakaracaklar. Rab de onları iyileştirecek. O gün Mısır ile Asur arasında bir yol olacak. Asurlu Mısıra, Mısırlı Asur’a gidip gelecek. Mısırlılar ile Asurlular birlikte tapınacaklar. O gün Mısır ve İsrail’in yanı sıra İsrail üçüncü ülke olacak. Dünya bu üçü sayesinde kutsanacak. Her Şeye Egemen Rab, ‘Halkım Mısır, ellerimin işi Asur ve mirasım İsrail kutsansın’ diyerek dünyayı kutsayacak. (Yeşaya 19:22-25)

Babil’in tarihinin sona ermesi ise çok daha farklıdır; hem bir bireysel kent hem de ruhsal bir sistem bakış açılarına göre farklıdır. “’Babil’i baykuş yuvasına, bataklığa çevirecek ve yıkım süpürgesi ile süpüreceğim’ diyor Her Şeye Egemen Rab.” (Yeşaya 14:23) “Orada bir daha kimse yaşamayacak, kuşaklar boyu kimse oturmayacak, Bedeviler çadır kurmayacak, çobanlar sürülerini dinlendirmeyecek.” (Yeşaya 13:20) İşte Babil için yazılanlar bunlardır ve bu konuya ruhsal ya da mistik bir bakış açısı ile bakıldığı zaman, Babil’in yazgısının ne olduğunu Vahiy 18. Bölümde okuruz. Bu bölümün tamamı Babil’i tanımlar ve şu cümleler ile sona erer: “Koca kent Babil de işte böyle şiddet ile atılacak ve bir daha görülmeyecek.” (Vahiy 18:21)

Bu sözlerin Babil ile yani, sahte iman ikrarı ile herhangi bir ilişkisi olan kulaklara yoğun bir ciddiyet ile ulaşması gerekir. Ey halkım! Babil’in günahlarına ortak olmamak uğradığı belalara uğramamak için çık oradan.” (Vahiy 18:5) Kutsal Ruhun “gücü”, gereken şekilde üretecek ya da kendisini belirli bir “biçimde” ifade edecektir ve düşmanın hedefi her zaman iman ikrarında bulunan kilisenin gücünü çalmak olmuştur. Şeytan bu şekilde ruhsal Babil’i inşa eder. Bu kentin kurulmuş olduğu taşlarda yaşam yoktur ve bu taşları birbirlerine bağlayan balçık ya da harç “gücü olmayan bir tanrısaymazlık biçimidir.”

Ah, benim sevgili okuyucum, bu konuları tam, net ve etkili bir şekilde anlamaya ve kavramaya bakalım.