LEVİLİLER 12

Bu kısa bölüm bize kendine özgü tarzı ile “insanın mahvoluşu ve Tanrının kurtarışı” ile ilgili çifte bir ders verir. Her ne kadar bu kısa bölümün tarzı garip olsa da verdiği ders çok farklı ve etkileyicidir. Bölüm okunmaya başlar başlamaz, okuyucuyu derin bir alçakgönüllülük ve tanrısal huzur sarar. Ayetler kişinin kendi canına doğrudan Kutsal Ruh aracılığı ile uygulandığı zaman, etkisi bizi benliğimizden uzaklaştırıp Mesih’e yönlendirmek olur. Düşmüş doğamızı nerede görür isek görelim, tarihin hangi döneminde yaşamış olur isek olalım, doğduğumuzda ya da kariyerimizin herhangi bir noktasında, ana rahminden mezara kadar düşmüş doğamız zayıflığın ve kirliliğin çifte damgasını taşır. Bu durum bazen insan yaşamının parlaklık ve ihtişamı, zenginliği ve görkemi içinde kaybolup gider. İnsan zihni alçakgönüllülüğü kapatmak için pek çok hile bulma konusunda verimlidir. İnsan zihni çeşitli yollar aracılığı ile süs ve yaldız peşinde koşar ve güç ve yücelik görünümüne bürünür, ama tüm bunların hepsi boştur. İnsanın kendisini bu dünyaya geldiği şekilde, yani, zayıf ve çaresiz bir yaratık olarak ya da bu dünyadan ayrılır iken olduğu gibi görmesi gerekir öyle ki, vadinin çamurundaki yerini alabilsin, kibrinin tamamının boş olduğuna ilişkin ikna edici kanıtına ve tüm yüceliğinin boşluğuna ikna olabilsin. Bu dünyadan geçen yolu dünyanın yücelik olarak adlandırdığı şey ile aydınlatılmış olanlar, çıplaklık ve çaresizlik içindedirler ve hastalık ve ölüm arasında sıkışıp kalmış kişilerdir.

Hepsi bu kadar değildir. İnsana ait olan yalnızca çaresizlik değildir – insanı karakterize eden çaresizlik onun bu yaşama girdiği zamandır. Bu zamanda da aynı şekilde kirlilik mevcuttur. Mezmur yazarı, “Nitekim suç içinde doğdum ben. Günah içinde annem bana hamile kaldı” (Mezmur 51:5) der. “İnsan Tanrının önünde nasıl temiz olabilir? Kadından doğan biri nasıl temiz olabilir?” (Eyüp 25:4) Önümüzde bulunan bölümde bize öğretilen şudur: “bir kadın hamile kalıp erkek çocuk doğurur ise, adet gördüğü günlerde olduğu gibi yedi gün kirli sayılacaktır. Çocuk sekizinci gün sünnet edilmeli. Kadın kanamasından paklanmak için otuz üç gün bekleyecek, ama kız çocuk doğurduğu takdirde, adet gördüğü günler gibi iki hafta kirli sayılacaktır. Ve kanamasından paklanmak için altmış altı gün bekleyecektir.” Bu durumda görülüyor ki, bir kız çocuk doğuran bir kadın erkek çocuk doğuran kadına göre paklanmış olmak için iki kat fazla beklemek zorundadır. Bunun bir anlamı yok mudur? Burada bir alçakgönüllülük dersi verildiğini okumuyor muyuz? Bize burada yanlış anlaşılmaması gereken bir dil ile “insanın kirli” olduğu ve kendisini temizlemesi için kefaret kanına ihtiyaç duyduğu ilan edilmiyor mu? Gerçekten de öyledir. İnsan, kendi gücü ile tek başına doğruluk işleri üretebileceğini hayal edebilir. İnsan doğasının saygın olduğunu düşünerek bu doğa ile boş yere övünebilir. Yaşam sahnesinde hareket eder iken, gururlu ve övüngen davranabilir, ama bir an için şu anda önümüzde açık duran kitabımızın kısa bölümü üzerinde durup düşünecek olur ise, gururu, övüngenliği, saygınlığı ve doğruluğu bir anda yok olacaktır. Ve tüm bunlar yerine tüm gerçek saygınlığın sağlam temelini ve gerçek doğruluğun tanrısal temelini Rabbimiz İsa Mesih’in çarmıhında olduklarını bulabilecektir.

Bu çarmıhın gölgesi, bölümümüzde çifte bir şekilde önümüzden geçer; ilki, erkek çocuğun sünneti hakkındadır. Çocuk bu şekilde İsrailin Tanrısının bir üyesi haline gelir ve ikinci olarak annenin her kirli etkiden paklandığı yakmalık sunu ve günah sunusunda anne uygun hale gelir ve kutsal yere yaklaşabilir ve kutsal şeyler ile temas eder hale gelebilir. “Erkek ya da kız çocuk doğuran kadının temiz sayılabilmesi için geçmesi gereken günler dolunca, yakmalık bir sunu olarak bir yaşında bir kuzu, günah sunusu olarak bir güvercin ya da bir kumru getirip buluşma çadırının giriş bölümünde kahine verecektir. Kahin bunu Rabbin huzurunda sunacak ve kadını arıtacak. Böylece kadın kanamasından temizlenmiş sayılacak. Erke ya da kız çocuk doğuran kadın ile ilgili yasa budur.” (ayetler 6-7) Her iki büyük görünümü açısından Mesih’in ölümü, bize burada insanın doğal doğumu ile bağlantılı olan kirliliğin yetkin bir şekilde nasıl uzaklaştırılacağını sunmaktadır. Yakmalık sunu, günah sunusunun tanrısal değeri ile uyumlu olarak bize Mesih’in ölümünü sunar, öte yandan günahkarın ihtiyacının üstlenilmesi ile ilgili olarak yine Mesih’in ölümünü belirtir.

“Eğer kadının kuzu alacak gücü yok ise, biri yakmalık sunu öbürü günah sunusu olmak üzere iki kumru ya da iki güvercin yavrusu getirecek ve kahin kadını arıtacak ve kadın temiz sayılacaktır.” Kan dökülmesinden başka hiç bir şey temizlik sağlayamaz. Çarmıh insanın zayıflığı ve insanın kirliliği için tek çaredir. O görkemli iş iman aracılığı ile her nerede kabul edilir ise, zevk alınan mükemmel bir temizlik var olur. Şimdi, bu konunun kavranışı zayıf olabilir – iman kuşku ile dalgalanıyor olsa da – deneyim sığ olabilir – ama okuyucunun şunu hatırlaması gerekir; imanlının canının sevinci ve refahı için iman sağlamlığı ya da kavrayış gücüne ihtiyacı vardır ve tüm bunlar İsa’nın kanının tanrısal değeri ve değişmez etkinliğini temel alır. Yüreğe en büyük huzuru veren Mesih’in kanının değişmez etkinliğidir. Çarmıhtaki kurban topluluktaki konumu ne olur ise olsun, Tanrının İsrailinin her üyesi için aynı geçerliliğe sahiptir. Her zaman lütufkar davranan Tanrımızın ince düşünmesi şu gerçekte yine kendini gösterir: zenginlerin satın aldığı bir boğa ile yoksulların satın aldığı bir güvercin yavrusu Tanrı için aynı etkiye sahip idi. Kefaret eden işin tam değeri aynı şekilde elde edilir ve her bir üyede kendini gösterir idi. Eğer böyle olmamış olsa idi, alçakgönüllü İsrailli törensel bir kirliliğe katıldığı takdirde bazı zengin komşuların verimli otlaklarına bakınca şöyle haykırabilir idi: “Eyvah! Ne yapacağım? Nasıl temizleneceğim? Topluluktaki yerime ve ayrıcalıklarıma tekrar nasıl sahip olacağım? Ne koyun sürüm ne de sığır sürüm var. Yoksulum ve ihtiyaç içindeyim.” Ama Tanrıya şükürler olsun ki, bu durumdaki birinin ihtiyacı tamamen karşılanmıştır. Bir kumru ya da güvercin yavrusu tamamen yeterli idi. Aynı mükemmel ve harika lütuf cüzam hastasının durumunda da ortaya çıkar; Levililer 14: “Eğer kişi yoksul ise ve bunları alacak gücü yok ise, arınmak üzere sallamalık suç sunusu olarak bir erkek kuzu, tahıl sunusu olarak zeytinyağı ile yoğrulmuş onda bir efa ince un ve bir log zeytinyağı alacak. Sonra kişinin gücü oranında aldığı kumrulardan ya da güvercinlerden birini günah sunusu öbürünü yakmalık sunu olarak tahıl sunusu ile birlikte sunacak. Kahin böylece pak kılınan kişiyi Rabbin huzurunda arıtacak. Deri hastası olup da temiz kılınmaya parasal gücü yetmeyen kişiler için bu yasa geçerlidir.” (21, 30-32. Ayetler)

Lütuf, ihtiyaç içindeki kişiye olduğu yerde ve olduğu şekilde ulaşır. Kefaret eden kan, en alçak seviyede, en yoksul ve en zayıf olan kişinin erişeceği şekilde ona ulaştırılır. Lütfa ihtiyaç duyan herkes lütfa sahip olabilir. “Eğer kişi yoksul” ise, o zaman ne olacak? Dışarı mı atılacak? Ah, hayır; İsrailin Tanrısı yoksul ve ihtiyaç sahibi olan kişilere asla böyle davranamazdı. Şu lütufkar ifadede bu durumda olan herkes için sağlayış olduğu belirtilir: “İstediği kadar alabilir.” Ne yüce bir lütuf! “Müjde yoksullara duyurulur.” Hiç kimse “İsa’nın kanı ulaşamayacağım yerdedir” diyemez. Diyen birine ise şu soru ile meydan okunabilir:” İsa’nın kanı senin ne kadar yakınına getirilsin?” “doğruluğuma sahip olacak kadar yakınıma getirilsin.” Ne kadar “yakın?” Öylesine yakın ki, “çalışmayan, ama Tanrısızı aklayana iman eden kişi imanı sayesinde aklanmış sayılacak” kadar! (Romalılar 4:5) Başka bir ayet: “Tanrı Sözü sana ‘yakındır’” Ne kadar yakındır? Şu kadar yakındır: “İsa’nın Rab olduğunu ağzın ile açıkça söyler ve Tanrının O’nu ölümden dirilttiğine yürekten iman eder isen kurtulacaksın.” (Romalılar 10:9) Bu nedenle aynı zamanda şu çok dokunaklı ve çok güzel ayeti okuruz: “Ey, susamış olanlar, sulara gelin, parası olmayanlar gelin, şarabı ve sütü parasız, bedelsiz alın.” (Yeşaya 55:1)

“Çalışmayana” ve “Parası olmayana” ifadelerinde yer alan sözler nasıl da eşsiz bir lütuf ile parlarlar. Tanrının düşünceleri, insanın düşüncelerinden çok farklıdır. Kurtuluş, içimize çektiğimiz hava kadar bedavadır. Havayı biz mi yarattık? Havayı meydana getiren elementleri biz mi bir araya getirdik? Hayır, ama havanın tadını çıkartırız ve soluduğumuz havanın tadını çıkarttıkça havayı Yaratan sayesinde yaşamak ve hareket etmek için güç alırız. Aynı şey kurtuluş konusunda da söylenebilir. Havayı bir parça ya da bir efor olmadan içimize çekeriz. Bir başkasının zenginliğinden besleniriz ve bir başkasının tamamlamış olduğu iş sayesinde biz dinleniriz. Ve ayrıca bunun da ötesinde bu şekilde beslenmek ve dinlenmek ile zenginliğinden beslendiğimiz ve tamamladığı iş sayesinde dinlendiğimiz O’nun için çalışmaya muktedir oluruz. Bu durum, büyük bir Müjde paradoksudur; yasacılığa hiç bir şekilde uygulanamaz ama iman için son derece basit bir konudur. Tanrısal lütuf kendileri için sağlamaya “muktedir olamayan” kişiler için sağlayışta bulunmaktan zevk alır.

Ama Levililer kitabının bu on ikinci bölümü aracılığı ile değerine paha biçilemez bir başka ders daha alırız. Burada okuduğumuz yalnızca Tanrının yoksullara olan lütfu değil ama aynı zamanda Luka 2:24 ayetinde yer alan ifade ile karşılaştırdığımız zaman, Tanrının bu lütfu göstermek için alçalmış olduğu şaşırtıcı derinliği öğreniriz. Bedende görünen Tanrı olan, saf ve lekesiz Kuzu, Kutsal Olan, günah nedir Bilmeyen ve bir kadından doğan Rab İsa Mesih! Ve o kadın – harika gizem! – o kadının rahminden doğan ve o saf, mükemmel, kutsal ve lekesiz insan bedeninin, Musa’nın yasasına göre her zamanki törenleri uygulaması ve temizlenme günlerini yerine getirmesi gerekiyor idi. Ve yalnızca kadının kendisini temiz kılmak için gerekli olan tanrısal lütfu okumak ile kalmıyoruz, ama aynı zamanda bunun nasıl yerine getirildiğini de öğreniyoruz. “Ve Tanrının yasasında söylenen ile uyumlu olarak bir çift kumru ya da iki yavru güvercini kurban olarak sunmak!” Burada belirtilen basit koşuldan anlıyoruz ki, kutsanmış Rabbimiz İsa Mesih’in anne ve babası sayılan kişiler öylesine yoksuldular ki, yakmalık sunu için bir kuzuya bütçeleri yetmiyor idi ve lütufkar sağlayıştan yararlanmak zorunda idiler. Nasıl bir düşünce! Yücelik Rabbi, En Yüce olan Tanrı, göğün ve yerin Sahibi, var olan tüm hayvanların Yaratıcısı ve Sahibi ve evrenin tüm zenginliğini elinde Tutan, kendi ellerinin yarattığı dünyada göründü ve alçakgönüllü hayatın dar koşulları içinde yaşadı. Levililere özgü ekonomi yoksullar için sağlayışta bulunmuş idi ve İsa’nın annesi bundan yararlandı. Gerçekten de bu konuda insan yüreğinin alması gereken derin bir ders vardır. Rab İsa, bu dünyanın yüce ya da soylu kişileri ile bağlantılı bir görünüm içinde yaşamadı. Rab İsa en üstün şekilde yoksul biri idi. Yoksulların yanında yer aldı. “Rabbimiz İsa Mesih’in lütfunu bilirsiniz. O’nun yoksulluğu ile siz zengin olasınız diye O zengin olduğu halde sizin uğrunuza yoksul oldu.” (2.Korintliler 8:9)

Bu dünyada ve sonsuzlukta zengin kılındığımız Rabbimiz İsa Mesih ve O’nun değerli lütfu aracılığı ile bu lütuftan beslendiğimiz için her zaman sevinç duyalım. O, bizlerin dolabilmesi için sevginin verebileceği her şeyi vererek Kendisini boş kıldı. Bizlerin giyinebilmesi için O soyundu. Bizlerin yaşayabilmesi için O öldü. O, lütfunun yüceliği içinde tanrısal zenginliğin yüksekliğinden insan yoksulluğunun derinliklerine yolculuk etti, öyle ki, bizler doğanın enkaz çukurundan yükseltilelim ve Tanrı halkının prensleri arasındaki yerimizi sonsuza kadar alabilelim. Ah! Kutsal Ruh’un gücü aracılığı ile yüreklerimizde işleyen bu lütfun duygusu bizi O’na daha çok teslim olmaya zorlasın; varlığımızı ve sonsuza kadar kalıcı mutluluğumuzu, zenginliklerimizi, yaşamımızı ve her şeyimizi borçlu olduğumuz O’dur!