Levililer 25

Zeki okuyucu, bu bölüm ve bundan önceki bölüm arasındaki güçlü ahlak bağlantısının hemen farkına varacaktır. Levililer 24. Bölümde İsrail evinin Kenan diyarı için korunduğunu öğreniriz. 25. Bölümde ise Kenan diyarının İsrail evi için korunduğunu öğreniriz. Her ikisini birlikte ele aldığımız zaman, yeryüzünün ya da cehennemin hiç bir gücünün buna engel olamayacağına dair gerçek ile ilgili ayete sahibiz. “Tüm İsrail kurtulacak ve ülke sonsuza kadar satılmayacak.” Bu ifadelerin ilkinde çatışan yorumlar okyanusunun ortasında bir kaya gibi duran bir ilke dikkatimizi çeker; oysa sonuncu ifade sünnetsiz kişilerden oluşan pek çok ulusun aldırmamak için boş yere uğraştığı bir gerçeği beyan eder.

Okuyucunun bölümümüzün başlangıcında yer alan garip ifadeyi gözünden kaçırmayacağından hiç kuşkum yok. “Rab Sina dağında Musa’ya şöyle dedi.” Levililer kitabının kapsamında bulunan iletişimlerin prensip olarak bakışı, “topluluğun buluşma çadırından” hasıl olan gerçek aracılığı ile karakterize edilir. Bunun nedenini söylemek kolaydır. Bu iletişimler hizmete, paydaşlığa ve kahinlerin tapınmasına ya da halkın ahlaki durumuna özel bir şekilde işaret ederler. Ve beklenebilecek sonucu verdikleri için “topluluğun buluşma çadırından” kahinlere özgü hizmete kadar her şekilde ait olan her şeyin merkezinde yer alırlar. Ama burada yine de, iletişimin oldukça farklı bir noktadan yapıldığını görüyoruz. “Rab Musa’ya Sina Dağında konuştu!” Şimdi biz, Kutsal Yazılardaki her ifadenin kendisine özgü bir anlamı olduğunu biliyoruz. Ve biz, bize “topluluğun buluşma çadırından” ulaşan farklı bir iletişim çizgisi aracılığı ile aklanmayı bekliyoruz; Sina dağından yapılan bir iletişimin çizgisi bundan farklı olacaktır. Ve farklıdır. Şimdi varmış olduğumuz bu bölümde Yehova’nın tüm yeryüzünün Rabbi olarak bulunduğu talepler belirtilir. Konu, kahinlere özgü bir evin tapınması ya da paydaşlığı değildir ya da ulusun içsel düzeni ile ilgili değildir. Yöneten Tanrının talepleri söz konusudur, O’nun, altında kiracılar olarak duran bir halka yeryüzünün belirli bir payını verme hakkı vardır. Tek bir sözcük ile ifade edecek olur isek, Yehova buluşma çadırındaki – tapınma yeri – Yehova değildir; ama “Sina Dağındaki” Yehova’dır – yönetme yeri.

“Rab Sina Dağında Musa’ya şöyle dedi: ‘İsrail  halkına de ki, size vereceğim ülkeye girdiğiniz zaman, ülke Rab için Şabat’ı kutlamalı. Altı yıl tarlanı ekeceksin, bağını budayacaksın, ürününü toplayacaksın. Ama yedinci yıl toprak dinlenecek. O yıl Şabat yılı olacak. Rabbe adanacak. Tarlanı ekmemeli ve bağını budamamalısın. Hasadının ardından süreni biçmeyecek, budanmamış asmanın üzümlerini toplamayacaksın. O yıl ülke için dinlenme yılı olacak. Şabat yılında ülke ne ürün verir ise, sizin için, köleleriniz, cariyeleriniz, yanınızda çalışan ücretliler ve aranızda yaşayan yabancılar için yiyecek olacak. Ülkede yetişen ürünler kendi hayvanlarınızı da yabanıl hayvanları da doyuracak.” (ayetler 1-7)

O zaman burada Rabbin ülkesinin özel bir karakteristiğine sahibiz. O, Şabat yılından zevk alınmasını istiyor idi ve o yıl içinde Kendisinin altında kiracılar olarak tuttuğu kişileri bereketleyeceği zengin sağlayışın kanıtına dikkat çekiyor idi. Mutlu ve yüce bir ayrıcalık tanınmış olan kiracılık! Yehova’nın bulunduğu yerin hemen altında olmak ne kadar büyük bir onur! Kira yok! Vergi yok! Hiç bir yük yok! O zaman bu durumda şu sözler rahatlık ile söylenebilir: “Böyle bir durumda olan insanlar mutludur; evet, Tanrısı YEhova olan halk mutludur!” Biz biliyoruz, ama heyhat! İsrail Yehova’nın kendisine bir armağan olarak sunduğu o zengin ülkeye sahip olma konusundaki hakkını almakta başarısız oldu. Tanrı İsrail’e her şeyi vermiş idi. Ve ona her şeyi sonsuza kadar vermiş idi. Onlar yalnızca bir kısmını aldılar ve bunu bir dönem için aldılar. Armağan hala oradadır. Mülk kiracılar hali hazırda dışarı atılmış olmalarına rağmen oradadır. “Ülke sonsuza kadar satılmayacak, çünkü ülke benimdir; çünkü sizler benim için yabancılar ve konuklarsınız.” Ama Kenan diyarı özel olarak Yehova’ya aittir ve O’nun Kenan diyarını İsrail’in oymakları aracılığı ile tutması bu durumda ne anlama gelir? Evet, yeryüzü Rabbe aittir, ama buradaki konu bundan tamamen farklı bir şeydir. Tanrının insan tarafından kavranamayacak amaçları için Tanrı Kenan diyarına özel olarak sahip olmaktan ve o ülkeyi tüm diğer ülkelerden farklı kılmak için o ülkeyi özel bir davranış çizgisine boyun eğdirerek ve onu yargılar, düzenler, dönemsel ayrıcalıklar ile fraklı kılmaktan hoşnut olduğu aşikardır; yüreğin anlayışını aydınlatan ve yüreği etkileyen bu anlayıştır. Bir ülkenin bir yıl boyunca kesintisiz huzurdan zevk aldığı ve zenginliğin bolluğunun tadını çıkarttığı bir başka ülkenin yeryüzünde var olduğuna dair nerede bir bilgi okuyabiliriz? Rasyonel düşünce şu soruyu sorabilir: “Tüm bunlar nasıl gerçek olabilir?” Kuşkucu kişi bunların var olduğundan kuşku duyabilir ama iman, Yehova’nın dudaklarından tatmin edici yanıtı alır: “Toprağımız ekmez ve ürünümüzü toplamaz isek, ‘yedinci yıl ne yiyeceğiz?’ diye sorarsanız, altıncı yıl size öyle bir bereket göndereceğim ki, toprak üç yıllık ürün verecek. Sekizinci yıl toprağınızı eker iken, dokuzuncu yıl ürün alıncaya kadar eski ürününüzü yiyeceksiniz.” (ayetler 20-22) Doğal olan şöyle diyebilir: “ekebilmemiz için ne yapmamız gerekir?” Tanrının yanıtı ise şudur: “Bereketimi emredeceğim.” Tanrının “bereketi” insanın “ekmesinden” çok daha iyidir. Tanrı, halkının Şabat yılında açlıktan ölmesine izin vermiyor idi. Halk Tanrının bereketinin ürünleri ile beslenecek idi. Aynı zamanda O’nun dinlenme yılını kutlayacaklar idi – Tanrı halkı için ayrılmış olan o sonsuz Şabat’a işaret eden bir yıl.

“Yedi yılda bir kutlanan Şabat yıllarının yedi kez geçmesini bekleyin. Yedi kez geçecek. Şabat yıllarının toplamı kırk dokuz yıldır. Sonra yedinci ayın onuncu günü, yani günahları bağışlatma günü bütün ülkede yüksek ses ile boru çalınacak.” (ayetler8-9) Yahudi düzeni içinde bin yıllık istirahat döneminin gösterilişinde kullanılan çeşitli yöntemlere işaret etmek garip bir ilginçliğe sahiptir. Her yedinci gün bir Şabat günü idi ve her yedinci yıl bir Şabat yılı idi ve her yedi yıl içinde her yedi kez bir jübile yılı vardı. Bu tipik kutlamaların her biri ve hepsi tüm çaba ve üzüntülerin durması gereken bir zamanın kutlu konusu olan “iman görüşü” ile yapılırlar. Açlığın kemirdiği mideleri tatmin etmek için artık “alın terine” gerek kalmadığı zaman, bin yıllık bir yeryüzü dönemi tanrısal lütfun verimli sağanakları aracılığı ile zenginleştirildiği ve doğruluk Güneşi’nin parlak ışınları aracılığı ile verimli kılındığı zaman, bolluğunu Tanrı halkının deposuna ve üzüm cenderesinin içine dökmesinin zamanıdır. Mutlu zaman! Mutlu halk! Bu şeylerin hayal gücünün renkli kalem ile yapılmış çizgileri ya da düş uçuşları olmadıklarından emin olmak ne güzel bir berekettir! Ama tanrısal açıklamanın özsel gerçekliklerinden iman aracılığı ile keyif alınır. İman, “umut edilenlere güvenmek ve görünmeyen şeylerin varlığından emin olmaktır.”

Tüm Yahudi toplantılarının içinde, jübile yılı (özgürlük yılı) canı en çok harekete geçiren ve esir eden kutlama gibi görünür. Jübile yılı büyük kefaret günü ile yakından bağlantılıdır. Kenan diyarının tepelerinden ve vadilerinden işitilen jübile borusunun özgür kılan sesi kurbanın kanının döküldüğü zaman duyulur. Bu özlenen boru sesi, ulusu bulunduğu ahlaki varlığın tam merkezinden uyandırmak için tasarlandı; canın en derin derinliklerini karıştırmak ve ülkenin uzunluğu ve genişliği aracılığı ile tanrısal ve sınırsız sevincin ışıl ışıl parlayan ırmağını göndermek için tasarlanmış idi. “Kefaret gününde boru sesini tüm ülkenizde işittireceksiniz. Bu “sevinç veren sesin” ülkenin her yerinde duyulması gerekiyor idi. Jübilenin (özgürlük yılının) görünümü jübilenin temeli üzerine bina edilmiş olan kefaretin görünümü kadar geniş idi.

“Ellinci yılı kutsal sayacak ve tüm ülke halkı için özgürlük ilan edeceksiniz. O yıl sizin için özgürlük yılı olacak. O yıl ekmeyecek, ürünün ardından süreni biçmeyecek ve budanmamış asmanın ürünlerini toplamayacaksınız. Çünkü o yıl özgürlük yılıdır. Sizin için kutsaldır. Yalnız tarlalarda kendiliğinden yetişeni yiyebilirsiniz. Özgürlük yılında herkes kendi toprağına dönecek.” (ayetler 10-13) Halkın tüm durumlarına bu en soylu yılın kutsal ve tazeleyici etkisini hissetmek için izin verilmiş idi. Sürgünler dönmüş idi, esirler özgür kılınmış idi; borçluların borçları silinmiş idi; her aile uzun zamandır özlediği üyelerine tekrar kavuşmak için kucağını açmıştı ve her miras sürgünden dönen sahibine geri verilmiş idi. Boru sesi, esir olanın kurtulması için canı harekete geçiren hoş bir sinyal idi; esir olan esaretinin zincirlerini kırıp bir tarafa atabilir idi; adam öldüren kişi evine dönebilir idi ve mahvolmuş ve yoksulluk ile vurulmuş olanlar ceza olarak kaybetmiş oldukları miraslarına ait mülkü alabilirler idi. Borunun davetkar sesi kulaklar tarafından işitilir işitilmez bereketin güçlü akışı görkemli bir şekilde yükselir ve tazeleyici dalgalarını ve titreşimlerini Yehova’nın bol bereketlediği ülkelerin en uzak köşelerine gönderirdi.

“Bir komşuna tarla satar ya da ondan tarla alır isen, birbirinize haksızlık etmeyeceksiniz. Eğer sen ondan satın alıyor isen özgürlük yıllarının sayısına göre ödeyeceksin, o da sana ürün yıllarının sayısına göre satacak. Yılların sayısı çok ise fiyatını artıracak, az ise indireceksin. Çünkü sana yıllık ürünlerini satıyor. Birbirinize haksızlık yapmayacak, Tanrınızdan korkacaksınız. Tanrınız Rab benim.” (ayetler 14-17) Özgürlük yılı hem alana hem de satana ülkenin Yehova’ya ait olduğunu hatırlatacak idi. Ve özgürlük yılında satılmaması gerekiyor idi. “Ürünler” satılabilirler idi, ama hepsi bu kadar – Yehova ülkesinden hiç kimse için asla vazgeçemez idi. Bu noktanın zihinde kavranması çok büyük önem taşır. Çünkü gerçek ile ilgili çok yoğun bir çizginin açıklığa kavuşmasını sağlar. Eğer Kenan ülkesi satılmayacak ise, eğer Yehova bu ülkenin sonsuza kadar Kendisine ait olduğunu beyan ediyor ise, o zaman O bu ülkeyi kimin için istemektedir? O’nun altında kiracı olacak olan kimdir? Tanrının kendilerine sonsuza kadar sürecek bir antlaşma ile verdiği kişiler, öyle ki, bu kişiler ay gökyüzünde durduğu sürece ona sahip olabilsinler – hatta tüm kuşaklar boyunca.

Tüm yeryüzü üzerinde tanrısal değer açısından Kenan diyarı gibi bir yer yoktur. Yehova orada Tahtını ve Buluşma Çadırını kurdu. O’nun kahinleri sürekli orada O’nun huzurunda hizmet etmek için ayakta durdular. O’nun peygamberlerinin sesi orada hali hazırdaki mahvoluşa ve gelecekteki restorasyona ve yüceliğe tanıklık ederler iken işitildi. Vaftiz orada başladı, devam etti ve Mesih’in yolunu hazırlamak için yaptığı kariyeri orada sona erdirdi. Kutlu Olan orada bir kadından dünyaya geldi. Mesih orada vaftiz oldu; orada vaaz etti ve öğretti; O orada çalıştı ve orada öldü; O oradan zafer ile Tanrının göklerdeki tahtının sağına yükseldi; Kutsal Ruh Tanrı Pentikost günündeorada aşağı indi; Müjde tanıklığının dolup taşan seli yeryüzünün dört bir bucağına oradan çıkıp akmaya başladı; kısa bir süre sonra Yücelik Rabbi oraya inecek ve Ayakları ile Zeytinlik Dağının üstünde duracak; O’nun tahtı orada yeniden bina edilecek ve O’na tapınma orada restore edilecek. Tek bir sözcük ile açıklayacak olur isek, O’nun gözleri ve yüreği sürekli oradadır; o diyarın toprağı O’nun gözünde değerlidir; orası O bu yeryüzüne dokunur iken O’nun tüm düşüncelerinin ve işlerinin merkezidir ve O’nun amacı, o ülkeyi sonsuz bir üstünlüğe ve pek çok kuşağın sevinci haline dönüştürmektir.

O zaman, tekrar ediyorum, işte o zaman Kenan diyarı ile ilgili gerçeğin bu ilginç çizgisi yoğun bir önem kazanacak. Yehova o ülke hakkında şöyle dedi: “BENİMDİR!” O ülkeyi O’ndan kim alabilir? Mücadele ederek “hoş diyarı” gücü her şeye yeten Yehova’nın elinden alacak olan kral ya da imparator ya da insani veya şeytani güç nerededir? Kenan diyarının ülkeler arasında bir anlaşmazlık nedeni ve bir altın elma ( kavga tanrıçası tarafından tanrılara atılan ve Paris tarafından Venüs’e hediye edilen altın elma) olmuş olduğu doğrudur. Kenan diyarı her zaman zalim savaşların ve dökülen kanların merkezi olmuştur ve olmaya devam edecektir. Ama savaş gürültüleri ve ulusların çekişmesinden çok daha öte yerlerde bu sözcükler iman kulağına tanrısal bir netlik, doluluk ve güç ile girerler – “Ülke Benimdir!” Yehova bu ülkeden asla vazgeçemez ve ülke aracılığı ile sonsuza kadar mirası olan o “on iki oymaktan” da aynı şekilde vazgeçemez. Okuyucum bu konu hakkında düşünmelidir. Hem de çok derin bir şekilde düşünmelidir. Bu konu hakkındaki tüm düşüncelerin gevşekliğine ve boş yorumlara karşı kendisini koruması gerekir. Tanrı, halkını bir kenara atıp terk etmediği gibi sonsuza kadar mülk edinmeleri için halkına vermeyi vaat ettiği o ülkeden de vazgeçmemiştir. Levililer 24. Bölümdeki “on iki ekmek” on iki oymağa tanıklık ederler. Ve Levililer 25. Bölümdeki “jübile” yani özgürlük yılı, Tanrının halkına sonsuz bir mülk olarak verdiği Kenan diyarına tanıklık eder. İsrail’in “on iki oymağının anısı” Tanrının her zaman huzurundadır. Ve özgürlük yılı borusunun Filistin dağları üzerinde zamanın o anı hızla yaklaşmaktadır. Sonra, esirler, gerçek yaşamda kendilerini çağlar boyunca bağlamış olan o iğrenç zincirleri kırıp atacaklardır. Daha sonra ise uzun yıllar sürgünde kalmış olan kişiler o mutlu yuvaya geri döneceklerdir. İşte o zaman her borç iptal edilecek, her yük kaldırılacak ve her gözyaşı silinecektir. “Çünkü RAB diyor ki, ‘Bakın esenliği bir ırmak gibi, ulusların servetini taşkın bir ırmak gibi ona akıtacağım. Ondan beslenecek, kucakta taşınacak, dizleri üzerinde sallanacaksınız. Çocuğunu avutan bir anne gibi avutacağım sizi, Yeruşalim’de avuntu bulacaksınız. Bunları gördüğünüz zaman yüreğiniz sevinecek, bedenleriniz körpe ot gibi tazelenecek. Herkes bilecek ki Rabbin koruyucu eli kullarının, gazabı ise düşmanlarının üzerindedir.’ Bakın Rab ateş ile geliyor, savaş arabaları kasırga gibi. Şiddetli öfkesini ve azarını alev alev dökmek üzere. Çünkü O tüm insanlığı ateş ve kılıç ile yargılayacak. Pek çok kişiyi öldürecek. Bahçelere girmek için kendilerini arıtıp kutsayanlar, domuz, fare ve öteki iğrenç hayvanların etini yiyenlerin ortasında duranı izleyenler hep birlikte yok olacaklar’ diyor RAB. ‘Çünkü Ben onların eylemlerini de düşüncelerini de bilirim. Bütün ulusları ve dilleri bir araya toplayacağım o an geliyor; gelip yüceliğimi görecekler. Aralarına bir belirti koyacağım. Onlardan kaçıp kurtulanları uluslara, Tarşiş’e, Pul’a, Lud’a – yay gerenlere – Tuval’a, Yavan’a ve ünümü duymamış, yüceliğimi görmemiş uzak kıyı halklarına göndereceğim. Uluslar arasında yüceliğimi ilan edecekler. İsrailoğulları tahıl sunularını pak kaplar içinde Rabbin tapınağına nasıl getiriyor ise onlar da tüm kardeşlerinizi uluslardan atlar ile savaş arabaları ile at arabaları ile katırlar ile ve develer ile kutsal dağıma Yeruşalim’e Rabbe sunu olarak getirecekler’ böyle diyor RAB. Çünkü yaratacağım yeni yer ve gök önümde nasıl duracak ise, soyunuz ve adınız da öyle duracak’ diyor Rab. ‘Yeni Ay’dan Yeni Ay’a, Şabat gününden Şabat gününe tüm insanlar önüme gelip Bana tapınacaklar’ diyor RAB. “ (Yeşaya 66:12-23)

Ve şimdi, bir an için özgürlük yılının pratik etkisine bakalım – özgürlük yılının insan ve insan arasındaki karşılıklı ilişkileri üzerindeki etkisi. “Bir komşuna tarla satar ya da ondan tarla satın alır isen, birbirinize haksızlık yapmayacaksınız. Eğer sen ondan alıyor isen, özgürlük yılından sonraki yılların sayısına göre ödeyeceksin, o da sana ürün yıllarının sayısına göre satacak.” Fiyatların seviyesinin özgürlük yılları tarafından düzenlenmesi gerekiyor idi. Eğer o görkemli olay yaşanıyor ise, fiyat düşük idi. Eğer özgürlük yılı uzakta ise, fiyat yüksek olacak idi. Ülke hakkındaki tüm insani anlaşmalar, özgürlük borusunun sesi duyulduğu anda bozulur idi. Çünkü ülke Yehova’ya ait idi ve özgürlük yılı her şeyi eski normal durumuna geri getirir idi.

Bu konu bize çok hoş bir ders öğretir. Eğer yüreklerimiz Rabbin dönüşünün kalıcı umudu ile seviniyorlar ise, tüm yersel değerler aracılığı ile ışığa yön vereceğiz. Eğer Oğul’un göklerden gelmesini bekleyen bir tutum içinde isek, o zaman bu hali hazırdaki dünyaya yapışmamız ahlaki açıdan imkansız olur. “Uysallığınız bütün insanlarca bilinsin. Rabbin gelişi yakındır.” (Filipeliler 4:5)  Bir lişi, söylenildiği şekli ile “bin yıllık dönem öğretişine” ya da “Mesih’in ikinci gelişi” öğretişine sarılabilir ve dünyadan geçen bir kişi olabilir, ama biri Mesih’in görünmesi ile ilgili alışkanlık haline gelen bir beklenti içinde yaşıyor ise, Mesih geldiği zaman yargılanacak ve bozulacak olandan ayrı tutulması gerekir. Konu, aslında oldukça doğru olan insan yaşamının kısalığı ve belirsizliği ile ilgili değildir. Ya da bununla yanı derecede eşit olan zamanın değerlerinin geçici ve tatmin etmekten uzak karakteri ile ilgisi yoktur. Konu, bu her ikisinin gücünün ve etkisinin çok daha ötesindedir. Konu, “Rabbin gelişinin yakın olmasıdır!” Yüreklerimizin ve davranışlarımızın bu en değerli ve en kutsal kılan gerçek aracılığı ile etkilenmesini diliyorum.