Levililer 23

Şimdi önümüzde açık bulunan esin ile yazılmış olan bölümlerin en derin ve en kapsamlı olanlarından bir tanesidir. Ve bizden dua edilerek yapılacak bir inceleme talep eder. İsrail’in yılının bölünmüş olduğu yedi büyük bayramın ya da periyodik kutlama töreninin kaydını içerir. Başka bir deyişle, İsrail’in en olaylı tarihinin tüm dönemi sırasında bize Tanrının İsrail’e olan davranışının mükemmel bir görünümünü sunar.

Bayramlara Birbirlerinden ayrı olarak tek tek bakacak olur isek, Şabat günü, Fısıh ve Mayasız Ekmek bayramı, İlk Ürünler, Hasat Bayramı, Anma günü (Boru Çalma bayramı), Günahların Bağışlanma günü ve son olarak Çardak bayramını görürüz. Hepsi bir arada sekiz bayram ederler. Ancak Şabat günü bayramının diğerleri arasında oldukça eşsiz ve bağımsız bir yer tuttuğunun aşikar olduğu ortadadır. Bu bayram önce takdim edilir ve uygun özellikleri ve ilgili koşulları tam olarak ortaya konur. Ve sonra şunları okuruz: “Belirli zamanlarda kutsal toplantılar olarak ilan edeceğiniz Rabbin bayramları bunlardır.” (ayet 4) Öyle ki tam olarak detaylı bir şekilde konuşmak gerekir ise, konu ile ilgili okuyucunun gözlemleyeceği gibi, İsrail’in “ilk” büyük bayramı, Fısıh ve Mayasız ekmek bayramıdır ve “yedinci” bayramları Çardak bayramıdır. Bir anlamda, onları kendilerine özgü giysilerinden yoksun bırakınca, ortaya tam kurtuluşa sahip olduğumuz çıkar ve hepsinin sonunda bin yıllık dönemin yüceliğine sahip oluruz. Fısıh kuzusu Mesih’in ölümünü sembolize eder; (1.Korintliler 5:7) ve Çardak bayramı “Tanrının eski çağlardan beri kutsal peygamberlerinin ağzından bildirdiği gibi, her şeyin yeniden düzenleneceği zamana dek İsa’nın gökte kalması gerektiğini” sembolize eder. (Elçilerin İşleri 3:21)

Yahudi yılının ilk ve son bayramları işte bunlardır. Kefaret temeldir ve yücelik, en üstteki taştır. Bu iki nokta arasında Mesih’in dirilişine (10-14. Ayetler), Kilisenin toplanmasına (15-21. ayetler), İsrail’in uzun süre önce kaybettiği yüceliğe ait duygusunun uyanışı (24-25. ayetler), Mesihleri konusunda duydukları pişmanlık ve O’nu yürekten kabul etmeleri (27-32. Ayetler). Ve bu karakteristik sunumun içinde tek bir özelliğin dahi eksik kalmaması için şu sağlayışın da yer aldığını görürüz: “Ülkenizdeki ekinleri biçerken tarlalarınızı sınırlarına kadar biçmeyin. Arta kalan başakları toplamayın. Onları yoksullara ve yabancılara bırakacaksınız. Tanrınız Rab benim.” (ayet 22) Tüm bunlar resmi tanrısal bir mükemmelliğe ulaştırır ve Kutsal Yazıları seven herkesin yüreğinde olabilecek en büyük hayranlığı yaratır. Bundan daha yetkin ne olabilir idi? Kuzunun kanı ve kutsallık bunun üzerine bina edildi – Kutsal Ruhun inişi, Kiliseyi oluşturmak için Pentikost günündeki gücü sağlaması – sağ kalan bakiyenin uyanışı – tövbe etmeleri ve restore edilmeleri – “yoksulun ve yabancının” bereketlenmesi – yüceliğin sergilenmesi ve krallığın esenliği ve kutluluğu. Bu gerçekten harika bölümün içeriği işte bunlardan oluşur. Şimdi bunları ayrıntılı olarak inceleyeceğiz. Kutsal ruh Tanrı Öğretmenimiz olsun!

“Ve Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘İsrail halkına de ki, ‘kutsal toplantılar olarak ilan edeceğiniz bayramlarım, Rabbin bayramları şunlardır: ‘Altı gün çalışacaksınız, ama yedinci gün olan Şabat günü dinlenme ve kutsal toplantı günüdür. Hiç bir iş yapmayacaksınız. Yaşadığınız her yerde Şabat’ı Rabbe ayıracaksınız.” Burada Şabat gününe ayrılan yer, en ilginç görünümüne sahiptir. Rab, halkına olan tüm lütufkar davranışlarının bir örneğini sunmak üzeredir ve bunu yapar iken Tanrı halkı için ayrılan o dinlenmenin önemli ifadesi olarak Şabat gününü ortaya koyar. Şabat günü İsrail tarafından yerine getirilmesi gereken çok ciddi bir gündür. Ama aynı zamanda bu bölümde ima edilen tüm o yüce ve büyük işin yerine getirildiği zaman verilen örnektir aynı zamanda. Şabat günü, şimdi, iman eden herkesin ruhta girebileceği Tanrının dinlenme günüdür. (İbraniler 4) Şimdi çalışıyoruz. Çok geçmeden dinleneceğiz. Bir anlamda, imanlı huzur diyarına girer. Bir başka anlamda ise, Mesih’te huzur diyarına kavuşmuştur. Yücelikteki huzur diyarına girmek için çalışır. Mesih’in kendisi için sağlamış olduğu tam zihinsel uyumu bulmuştur. Ve gözü tüm çöl zahmetleri ve çatışmaları sona erdiği zaman gireceği o sonsuza kadar süren Şabat gününe dikilmiştir. Bir günah ve sefalet ortamında dinlenemez, huzur duyamaz. “Hizmetkarın biçimine bürünen Tanrı Oğlu Mesih’te dinlenir.” Ve bu dinlenme sırasında Tanrı ile birlikte O’nun bir işçisi olarak çalışmaya çağrılır ve şu konuda güvencesi tamdır: tüm zahmeti sona erdiği zaman, çaba, gayret ve üzüntünün asla giremeyeceği sönmez ışık ve bitmez kutluluğun o evlerinde sonsuz bir sevinç içinde yaşayacaktır. Kutsal ve bereketli plan! Bu planın iman görüşü içinde giderek daha parlak hale gelmesini diliyorum. Sonunda bu eşsiz değerdeki huzuru elde edeceğimizden emin olarak her zamankinden gayretli ve sadık bir şekilde çalışabilelim. Evet, bunların sonsuz Şabat’ın turfandaki zevkleri oldukları gerçektir. Ama bu turfanda zevkler bizde yalnızca kutlu gerçeklik için – Şabat’ın asla sona ermeyecek olması – o sonsuzca sürecek “kutsal toplantı”- daha büyük bir özleme neden olurlar.

Daha önce de belirttiğimiz gibi Şabat bu bölümde, eşsiz ve bağımsız bir yer işgal eder. Bu dördüncü ayette yer alan ifadede Rabbin “Rabbin bayramları bunlardır” sözlerinde aşikar olarak görünür; Şabat bayramı sanki onu izleyen diğer yedi bayramdan oldukça farklı gibi görünse de aslında bu bayramların cana verdikleri bereketli huzurun örneğidir.

“Belirli zamanlarda kutsal toplantılar olarak ilan edeceğiniz Rabbin bayramları şunlardır: birinci ayın on dördüncü günü akşamüstü Rabbin Fısıh bayramı başlar.” (ayetler 4,5) O zaman burada yedi periyodik önemli bayramın ilkini görürüz – sunulan bu fısıh kuzusunun kanı o korkunç gecede İsrail’in ilk doğanları öldürüldüğü zaman, İsrailin Tanrısının ölüm meleğinin kılıcına engel olmasını sağladı. Bu örnek Mesih’in ölümünün Tanrı tarafından kabul edilmesi ile ilgili örnektir. Ve bu yüzden bu bölümdeki yeri tanrısal öneme sahip bir uygunluk taşır. Mesih’in ölümü her şeyin temelini oluşturur. Mesih’in ölümünün temeli olmaksızın huzur diyarı, kutsallık ve paydaşlık hakkında hiç bir şey bilemeyiz. Bu noktayı göz önünde tutmak çok çarpıcı, çok önemli ve çok hoş bir tutumdur; Tanrının huzur diyarından söz edildiği zaman, takdim edilecek bir sonraki konu fısıh kuzusunun kanıdır. Bu konuda söylenecek olan şudur: “huzur diyarı oradadır, ama sizin ünvanınız buradadır.” Hiç kuşkusuz, çalışmak kapasitemizi geliştirecektir, ama huzur diyarından keyif almamızı sağlayan kandır.

“Ve on beşinci gün Rabbin Mayasız Ekmek bayramıdır: Yedi gün mayasız ekmek yiyeceksiniz. İlk gün kutsal toplantı düzenleyecek, gündelik işlerinizi yapmayacaksınız. Yedi gün Rab için sunulan sunu yakacaksınız. Yedinci gün kutsal toplantı düzenleyecek, gündelik işlerinizi yapmayacaksınız.” (ayetler 6-8) İnsanlar burada Yehova’nın çevresinde bir araya gelirler; bu, tamamlanmış kurtuluşu temel alan pratik kutsallık içinde bir toplanmadır; halk toplandığı zaman sununun hoş kokusu İsrailin sunağından İsrailin Tanrısının tahtına göğe yükselir. Bu, bize, Tanrının kurtardığı kişilerin yaşamında aradığı o kutsallık ile ilgili güzel bir görüş sağlar. Bu kutsallığın temeli kurbana dayanır ve Mesih’in kişiliğinin kabul edilen hoş kokusu ile hemen bağlantı kurarak göğe yükselir. “Bunun için aşağılık iş yapmayacaksınız. Ama ateş aracılığı ile bir sunu sunacaksınız.” Nasıl da büyük bir zıtlık! İnsan elinin yaptığı aşağılık iş ve Mesih’in kurbanının hoş kokusu! Tanrı halkının pratik kutsallığı aşağılık bir iş değildir. Mesih ile ilgili diri bir açıklamadır, Kutsal Ruhun gücü aracılığı ile işler. “Yaşamak benim için Mesih’tir.” Gerçek düşünce budur. Mesih, yaşamımızdır ve bu yaşamın her görünümü tanrısal yargı içinde Mesih’in tüm kokusu ile yayılır. Bu konu insan yargısı açısından önemsiz bir konu olabilir. Ama yaşamımızın Mesih olması Tanrının gözünde söz ile anlatılamayacak kadar değerlidir. Bu yaşam tanrıya yükseltilmiştir ve asla unutulmaz. “Mesih aracılığı ile sağlanan doğruluk ürünleri” imanlının yaşamında üretilir ve ne dünyanın ne de cehennemin gücü bu ürünlerin hoş kokusunun Tanrının tahtının önüne yükselmesine engel olamaz.

Burada üzerinde derin düşünülmesi gereken bir konu vardır: “aşağılık iş” ve Mesih’in yaşamının dışa akışı arasındaki karşıtlık! Örnek çok canlıdır. Tüm topluluk içinde el ile yapılan işler tam olarak kesildi, ama yakmalık sununun hoş kokusu Tanrıya yükseldi. Bunlar, Mayasız Ekmek bayramının iki büyük özelliği idi. İnsanın işi sona erdi ve kurbanın kokusu yükseldi ve bu, imanlının pratik kutsallık yaşamının örneği idi. Burada hem bir yandan yasacı kişiye hem de öte yandan filozofa verilen yanıt ne kadar da zaferli bir yanıttır! Yasa yanlısı kişiyi susturan sözler şunlardır: “aşağılık iş yapılmayacak!” ve filozofun karşılaşacağı yanıt ise şudur: “Ateş aracılığı ile bir sunu sunacaksın!” İnsan elinin en değerli işleri “aşağılıktır”, ama “doğruluk ürünlerinin” en küçük bir salkımı bile Tanrıya verilen yücelik ve övgüdür. İmanlı yaşamının tüm dönemi boyunca hiç bir şekilde aşağılayıcı iş olmaması gerekir; yasacılığın nefret eden ve aşağılayan unsuruna ilişkin hiç bir şey mevcut olmamalıdır. Yalnızca Kutsal Ruhun gücü aracılığı ile dışarı getirilen ve gösterilen Mesih’in yaşamının sürekli sunumu olması gerekir. İsrailin ikinci büyük kutlamasının “yedi günü” boyunca “hiç maya” olmaması gerekiyor idi, ama bunun yerine “ateş aracılığı ile sunulan sununun” hoş kokusunun Rabbe sunulması lazım idi. Bu en çarpıcı ve en eğitici örneğin pratik öğretişine tamamen girebilmemizi diliyorum!

“Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘İsrail halkına de ki, ‘size vereceğim ülkeye girip ürününü biçtiğiniz zaman ilk yetişen ürününüzden bir demet kahine götüreceksiniz. Kabul edilmeniz için kahin demeti, Rabbin huzurunda sallayacak. Demet, Şabat’tan sonraki gün sallanacak. Demetin sallandığı gün yakmalık sunu olarak Rabbe bir yaşında, kusursuz bir erkek kuzu sunacaksınız. Kuzu ile birlikte tahıl sunusu olarak yağ ile yoğrulmuş bir ofa ince unun onda ikisi sunulacak. Rab için yakılan sunu ve O’nu hoşnut eden koku olacak bu. Yakmalık sunu ile birlikte dökmelik sunu olarak bir hin şarabın dörtte birini sunacaksınız. Tanrınıza bu sunuyu getireceğiniz güne kadar ekmek, kavrulmuş buğday ve taze başak yemeyeceksiniz. Yaşadığınız her yerde kuşaklar boyunca sürekli bir yasa olacak bu.” (ayetler 9-14) “Oysa Mesih, ölmüş olanların ilk örneği olarak ölümden dirilmiştir.” (1.Korintliler 15:20) İlk ürünlerin demetinin sunumu ile ilgili hoş düzen Mesih’in dirilişinin örneğidir; Mesih Şabat gününün sonunda, haftanın ilk günü yükselmeye başladığı zaman, mezardan zaferle yükseldi, çünkü kurtuluşun görkemli işini tamamlamış idi. O, ölüler arasından dirilmiş idi ve burada O’nun halkının da dirilişinin ciddi bir örneği idi. “Mesih ölüler arasından dirilmiş olan ilk ürün oldu; daha sonra Mesih’in gelişinde O’na ait olanlar dirilecek.” Mesih geldiği zaman, O’nun halkı ölüler arasından dirilecek. (“ek nekron”), yani, İsa’da uyumakta olanlar. “İlk diriliş budur. Ölülerin geri kalanı bin yıl tamamlanmadan dirilmedi.” (Vahiy 20:5) Kutlu Rabbimiz, yüceltilmesinin hemen ardından “ölüler arasından dirileceğinden” söz ettiği zaman, öğrenciler kendi aralarında bunun ne anlama gelebileceğini konuştular. (Bakınız Markos 9) Her tutucu Yahudi “ölüler arasından dirilişe” (anastasis nekron) inanır idi. Ama bir “ölüler arasından diriliş”  (anastasis ek nekron) fikri, öğrencilerin anlayamayacakları bir konu idi ve hiç kuşkusuz o zamandan beri pek çok öğrenci, böylesine derin bir gizem karşısında kendilerini dikkat çekecek kadar büyük bir güçlük içinde hissettiler.

Ama yine de her şeye rağmen eğer okuyucum 1.Korintliler 15. Bölümü 1.Selanikliler 4:13-18 bölümleri ile karşılaştıracak olur ise, bu en ilgi çekici ve en pratik gerçek hakkında çok değerli bilgi edinecektir. Bu bölümler ile bağlantılı olarak aynı zamanda Romalılar 8:11 ayetine de bakabilir. “Ama Mesih İsa’yı ölümden dirilten Tanrının Ruhu içinizde yaşıyor ise, Mesih’i ölümden dirilten (ek nekron) Tanrı içinizde yaşayan Ruhu ile ölümlü bedenlerinize de yaşam verecektir.” Tüm bu bölümlerdeki içerikten görülebileceği gibi, Kilisenin dirilişini de Mesih’in dirilişi gibi tam olarak aynı ilkeye bağlıdır. Her ikisi de hem Baş hem de beden “ölüler arasından” dirilmiş olarak gösterilir. İlk demet ve onu izleyen diğer tüm demetler ahlaki açıdan birbirlerine bağlıdırlar.

Konuyu, Kutsal Yazıların ışığında özen ile inceleyen herkes için imanlının dirilişi ve imansızın dirilişi arasında çok maddesel bir farklılık mevcuttur. Her ikisi de dirilecektir. Ama Vahiy 20:5 ayeti her ikisinin arasında bin yıllık bir süre olacağını kanıtlar, öyle ki, her ikisi arasında prensip ve zaman için farklılık olsun. Bazı kişiler, bu konu ile ilgili olarak Yuhanna 5:28 arasındaki şu gerçek arasında bir zorluk yaşarlar. Rabbimiz bu ayette, “mezarda olan herkesin O’nun sesini işiteceği saatten” söz eder. Şöyle bir soru akla gelebilir: “Her iki dirilişin de bir saat içinde gerçekleşeceğinden söz edildiği zaman, aralarında bin yıl gibi bir zaman farkı olabilir mi?” Bu sorunun yanıtı çok basittir. 28. Ayette ölü canların dirilişinin bir “saat” içinde gerçekleştirileceği yazılıdır ve bu iş on sekiz bin yıldan beri sürüp gitmektedir. Şimdi, eğer yaklaşım iki bin yıllık bir dönem, “saat” sözcüğü aracılığı ile temsil edilebiliyor ise, aynı şekilde sunulan bir bin yıllık dönem için hangi itiraz ileri sürülebilir? Kesinlikle hiç bir düşünce ileri sürülemez, özellikle bu konu “ölülerin geri kalanı bin yıl tamamlanıncaya dek dirilmediler” ifadesinde belirtilmiştir.

Ama bunun da ötesinde “bir ilk dirilişten” söz edildiğini duyduğumuz zaman, hepsinin bir arada dirilmesinin gerekmediği aşikar değil midir? Eğer yalnızca bir diriliş söz konuş ise, o zaman neden bir “ilk” sözcüğü kullanılsın? “İlk dirilişin” can ile ilgili olduğu söylenebilir, ama böyle bir ifadenin gerçekliğini kanıtlayan ayet nerededir? Ciddi gerçek şudur: “Baş melek bağırdığı ve Tanrının borazanı çalındığı” zaman, İsa’da uyuyan kurtulmuş olanlar O’nu yücelik içinde karşılamak üzere dirileceklerdir. Kayin’in gününden bu güne dek olan her kim olurlar ise olsunlar kötü ölüler bin yıllık bereket dönemi sırasında mezarlarında kalacaklardır ve bu parlak ve görkemli dönemin sonunda ortaya çıkacak ve “büyük beyaz tahtın” önünde “herkes kendi işlerine göre yargılanmak ve yargı tahtından geçtikten sonra ateş gölüne atılmak üzere duracaklardır. Dehşet veren bir düşünce!

Ah, değerli okuyucu, sizin değerli canınız ile ilgili durum nedir? İman gözleri ile sizi bu dehşet verici saatten kurtarmak üzere dökülen fısıh Kuzusunun kanını gördünüz mü? Uygun zaman geldiğinde sizin bir araya toplanacağınız gibi, ilk ürünlerin biçilmiş ve göksel tahıl ambarında toplanmış olan değerli demetini gördünüz mü? Bunlar ciddi, çok derin ciddi meselelerdir. Özensiz bir şekilde davranıp bu konuları bir tarafa atmayın. Şimdi İsa Mesih’in kanı altında olduğunuzu anlayın. Ve şunu hatırlayın: siz Rabbin önünde sallanan gerçek demedi görünceye kadar kurtuluş tarlalarındaki demetler gibi devşirilemezsiniz. “Tanrınıza bu sunuyu getireceğiniz güne kadar ekmek, kavrulmuş buğday ve taze başak yemeyeceksiniz. Yaşadığınız her yerde kuşaklar boyunca sürekli bir yasa olacak bu.” İlk ürünlerin demeti sunulmadıkça, demet, bir yakmalık sunu ve tahıl sunusu ile hasada dokunulamaz.

“Ve Şabat’tan sonraki gün sallamalık demeti götürdüğünüz günden başlayarak yedi gün sayın. Yedinci Şabat’tan sonraki güne kadar elli gün sayın. O gün Rabbe yeni tahıl sunusu sunacaksınız. Yaşadığınız yerden Rabbe sallamalık sunu olarak iki ekmek getirin. Ekmekler ilk ürünlerden, onda iki efa ince undan yapılacak. Maya ile pişirilip Rabbe öyle sunulacak.” (ayetler 15-17)  Bu, Pentikost bayramıdır – Kutsal Ruh tarafından toplanan ve Mesih’in tüm değerliliği ile bağlantılı olarak O’nun önünde sunulan Tanrı halkı için verilen bir örnektir. Fısıh’ta Mesih’in ölümü söz konusudur; ilk ürünler demetinde Mesih’in dirilişine sahibiz ve Pentikost bayramında Kiliseyi oluşturmak için Kutsal Ruhun gökten inişi söz konusudur. Tüm bunlar tanrısal bir mükemmelliğe sahiptir. Mesih’in ölümünün ve dirilişinin gerçekleşmesi gerek idi, öyle ki kilise oluşturulabilsin. Demet sunuldu ve sonra ekmekler pişirildi.

Ve şu ifadeye dikkat edin: “Ekmekler “maya” ile pişirilecek.” Neden böyle olması gerekiyor idi? Çünkü insanlardaki şu özelliğe işaret etmek amaçlanıyor idi: insanlar Kutsal Ruh ile dolu olmalarına ve O’nun armağan ve lütufları ile donanmış olmalarına rağmen, yine de içlerinde konut kurmuş olan “kötü” var idi. Pentikost günündeki topluluk, Mesih’in değerli kanının büyüklüğünde duruyor idi ve Kutsal Ruhun armağanları ile taçlandırılmış idi, ama orada aynı zamanda maya da vardı. Kutsal Ruhun gücü Tanrı halkında kötünün konut kurmuş olduğu gerçeği ile başa çıkamaz idi. Bu “kötü” belki bastırılabilir ve göz ile görünmemesi sağlanabilir idi, ama yine de “kötü” orada idi. Çünkü Kutsal Ruh Tanrı topluluğun içinde mevcut idi, ama aynı zamanda O’na yalan söyleyen benlik de orada idi. Benlik ya da et ve kan, et ve kandır ve değiştirilemez. Kutsal Ruh Pentikost gününde benliği iyileştirmek, geliştirmek ya da onun iyileşmesi mümkün olmayan kötülüğünü yok etmek için gökten aşağı inmedi, amacı imanlıları tek bir bedene vaftiz etmek ve onları göklerdeki diri Baş’ları ile birleştirmek idi.

Esenlik sunusu bölümünde mayaya bu bağlamda izin verildiği gerçeği hakkında daha önce de imada bulunulmuş idi. Maya, tapınan kişinin içindeki kötünün tanrısal olarak fark edilişini sembolize ediyor idi. Bu nedenle, “sallamalık sunu olarak iki ekmek” “maya ile “ pişirilmeli idiler, çünkü karşıt örnekteki “kötüyü” ima edecekler idi.

Ama Tanrıya şükürler olsun ki, tanrısal olarak fark edilen kötü için tanrısal bir sağlayışta bulunuldu. Bu gerçek, yüreğe büyük bir dinlenme ve huzur sağlar. Tanrının hakkımızdaki her tür kötülüğü bilmesine rağmen, güvende olduğumuza dair bir huzura sahibiz. Ve bunun da ötesinde Tanrı, Kendisinin bu bilgisi ile uyumlu olarak sağlayışta bulundu ve bizim bilgimiz ile ilgili olarak sağlayışta bulunmadı. “Ekmek ile birlikte yakmalık sunu olarak Rabbe bir yaşında kusursuz yedi kuzu, bir boğa ve iki koç sunacaksınız. Tahıl sunusu ve dökmelik sunu ile sunulan bu sunu, yakılan sunu ve Rabbi hoşnut eden kokudur.” (ayet 18) O zaman burada mayalı ekmekler ile bağlantılı olarak kusursuz bir kuzunun sunulması en büyük ve en önemli gerçeğin, yani Tanrının her zaman gözünün önünde olanın Mesih’in mükemmelliği olduğudur.  Bizim günahkarlığımız Tanrının gözünün önünde değildir. Özellikle şu sözler üzerinde duralım, “Ekmek ile birlikte kusursuz yedi kuzu sunacaksınız.” Her ne kadar bir örnek ile giydirilmiş olsa da değerli gerçek! Okuyucunun bu gerçeği anlama gücüne sahip olmasını, bu gerçeğe sahip çıkıp kendine mal etmesini, vicdanında bu gerçek ile huzur bulmasını ve yüreğini bu gerçek ile beslemesini ve tazelemesini diliyorum; canında bu gerçek ile zevk duysun, bu gerçekten keyif alsın! Ben değil, ama Mesih!

Yine de her şeye rağmen, Mesih’in kusursuz bir kuzu olduğu gerçeğinin, günah ile lekelenmiş bir vicdandan suç yükünü yuvarlayıp çıkartmak için yeterli olmadığına dair itirazlar ortaya çıkabilir – suçlu bir günahkar için hoş kokulu bir sununun tek başına yetmeyeceği doğrudur. Bu itiraz ısrarlı olabilir, ama bizim örneğimiz bu itirazı eritebilir ve onu tamamen yok eder. “Maya” söz konusu olduğu zaman yakmalık bir sununun yeterli olamayacağı oldukça doğrudur. Ve bu nedenle şunu okuruz: “Günah sunusu olarak bir teke, esenlik kurbanı olarak bir yaşında iki kuzu sunacaksınız. (ayet 19) Günah sunusu ekmeklerdeki mayaya verilen yanıt idi – “esenlik” bina edildi, öyle ki, paydaşlıktan zevk alınsın ve Rabbe sunulan yakmalık sununun “hoş kokusu” ile hemen bağlantı kurarak yukarı çıkan her şeyden keyif duyulsun.

Böylece Pentikost gününde kilise, Kutsal Ruhun gücü aracılığı ile Mesih’in tüm değeri ve üstünlüğü içinde takdim edildi. Kilisenin içinde eski yaratığın mayası olsa bile, bu maya sayılmaz, çünkü tanrısal Günah Sunusu bu mayaya mükemmel bir karşılık vermiştir. Kutsal Ruhun gücü, mayadan uzaklaşmadı, ama Kuzunun kanı maya için kefaret etti. Bu, çok ilginç ve çok önemli bir farklılıktır. Kutsal Ruhun imanlının iç varlığındaki işi imanlının içinde konut kurmuş olan kötüyü uzaklaştırmaz; onu kötüyü araştırıp bulması, yargılaması ve boyun eğdirtmesi için muktedir kılar. Ama hiç bir ruhsal güç miktarı kötünün oradaki varlığı ile ilgili gerçeği yok edemez. Ancak, buna rağmen Tanrıya şükürler olsun ki, vicdan mükemmel bir huzura sahiptir, çünkü Günah Sunumuzun kanı, tüm sorunu sonsuza kadar çözmüştür ve bundan dolayı Tanrının gözü altındaki kötü varlığımız yerine sonsuza kadar göz önünden kaldırılıp atılmıştır ve bizler Mesih’in kabul edilebilirliğinde kabul edildik; Mesih Kendisini Tanrıya hoş kokulu bir kurban olarak sundu, öyle ki, O’nu her konuda mükemmel bir şekilde yüceltebilsin ve O’nun halkının sonsuza kadar yiyeceği olabilsin.

Pentikost hakkında söyleyeceklerimiz bu kadar – şimdi ahlaki görünümü içinde önceden işaret edilmiş olan o güzel düzendeki “yoksul ve yabancı” konusuna dönelim. Buradaki incelememiz farklı bir bakış açısından olacak: “Ülkenizdeki ekinleri biçer iken, tarlalarınızı sınırlarına kadar biçmeyin. Arta kalan başakları toplamayın. Onları yoksullara ve yabancılara bırakacaksınız. Tanrınız Rab benim.” (ayet 22) Burada yabancıların İsrail tarlalarında başak toplamaları için sağlayışta bulunulmuştur. Öteki uluslara ait kişiler Tanrının dolup taşan iyiliğine katılmak için getirilmelidir. İsrail’in deposu ve üzüm cenderesi tam olarak donandığı zaman, öteki uluslardan olanların toplamaları için değerli demetler ve zengin başaklar olacaktır.

Ama yine de her şeye rağmen, kilisenin göklerde Mesih ile birlikte sahip olduğu ruhsal bereketlerin İsrail tarlalarında bir yabancının başak toplamasının örneği ile ortaya konduğunu zannetmememiz gerekir. Bu bereketler öteki uluslardan kişilere olduğu gibi İbrahim’in tohumu için de aynı oranda yenidirler. Onlar Kenan diyarının bereketleri değil, göklerin yücelikleridirler. Kilise yalnızca Mesih aracılığı ile bereketlenmez, ama Mesih ile birlikte ve Mesih’te bereketlenir. Mesih’in gelini, bir yabancı olarak İsrail tarlalarının köşelerinde demetler ve başaklar ve İsrail’in bağlarından dallar toplaması için gönderilmeyecektir. Hayır; Mesih’in gelini daha yüce bereketleri, daha zengin sevinçleri ve daha soylu saygınlıkları İsrail’in şimdiye kadar tatmış olduğundan daha iyi tadar. Mesih’in gelininin yeryüzünde bir yabancı olarak başak toplaması gerekmez, aksine, ait olduğu göksel evinin zenginliğinin ve mutluluğunun tadını çıkartır. Tanrının üstün bilgelik ve lütfu ile Mesih’in gelini için “hazırladığı” “daha iyi şeyler” budur. İsrail’in hasadı biçildikten sonra başak toplamasına izin verilmesi “yabancı” için lütufkar bir ayrıcalık olacaktır, ama kilisenin payı kıyaslanamayacak kadar yüksektir; o İsrail’in Kralı’nın gelinidir, O’nun sevinçlerini, saygınlıklarını ve yüceliklerini paylaşandır; kilisenin payı O’na benzemek ve sonsuza kadar O’nun ile olmaktır. Yücelerdeki Babanın evindeki sonsuz odalar ve İsrail’in yeryüzündeki tarlalarının sınırlarına kadar biçilmemeleri gibi ayrıcalıkların kilisenin payı olmaları gerekir. Bu gerçeği her zaman aklımızda tutalım ve böylesine kutsal ve yüce bir hedefin değerini küçük seviyelerde olsa bile yaşayabilelim.

“Ve Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘İsrail halkına de ki, ‘yedinci ayın birinci günü dinlenme günüdür, boru çalarak anma ve kutsal toplantı günü olacaktır. O gün gündelik işlerinizi yapmayacak, Rab için yakılan sunu sunacaksınız.” (ayetler 23-25) Burada “Rab Musa’ya şöyle dedi’ sözleri ile yeni bir konu ortaya atılır; izin verirseniz, tüm bölümün konularını sınıflandırır iken, ilginç bir yardım alacağım. Böylece Şabat, Fısıh ve Mayasız Ekmek bayramı ilk iletişim olarak verilirler. Sallanan demet ve sallanan ekmekler ve sınırlarına kadar biçilmeyen tarla köşeleri ikinci sırada sunulurlar; bunlardan sonra dikkat çekmeyen uzun bir ara vardır ve ondan sonra yedinci ayın ilk gününde boruların canları harekete geçiren bayramı gelir. Bu düzen bizi, şimdi, çok çabuk yaklaşmakta olan düzene doğru yönlendirir; o dönemde İsrail’in sağ kalan bakiyesi, uzun süre önce kaybettikleri yüceliği hatırlara getirmeye çağıran bir anı olarak “boru çalacak” ve canlarını Rabbi aramak üzere harekete geçireceklerdir.

Boru çalma bayramı bir başka önemli olay ile yani, “kefaret günü” ile çok yakın bir bağlantıya sahiptir. “Ve yine yedinci ayın onuncu günü günahların bağışlanma günüdür. Kutsal bir toplantı düzenleyeceksiniz. İsteklerinizi denetleyecek ve Rab için yakılan bir sunu sunacaksınız. O gün hiç iş yapmayacaksınız, çünkü Tanrınız Rabbin huzurunda günahlarınızı bağışlatacağınız bağışlanma günüdür. O gün isteklerini denetlemeyen herkes halkın arasından atılacaktır. O gün herhangi bir iş yapanı halkın arasından yok edeceğim. Hiç iş yapmayacaksınız. Yaşadığınız her yerde kuşaklar boyunca sürekli yasa olacak bu. O gün sizin için Şabat, dinlenme günü olacak. İsteklerinizi denetleyeceksiniz. Ayın dokuzuncu günü akşamdan ertesi akşama kadar Şabat’ı kutlayacaksınız.” (ayetler 27-32) Böylece, borular çalındıktan sonra sekiz günlük bir ara ortaya çıkar ve sonra tüm bu konular ile yani, canın çektiği sıkıntı, günah için kefaret ve çalışmayarak dinlenme ile bağlantısı olan, kefaret günü karşımıza çıkar. Tüm bunların hepsi uygun yerlerini yavaş yavaş sağ kalan Yahudi bakiyesinin deneyimi içinde bulacaklardır. “Ürün biçme zamanı geçti, yaz sona erdi ve biz ise kurtulmadık.” (Yeremya 8:20) Tanrının Ruhu vicdanlarına ve yüreklerine dokunmaya başladığı zaman, sağ kalan bakiyenin dokunaklı yası böyle olacaktır. “Davut soyu ile Yeruşalim’de oturanların üzerine lütuf ve yakarış ruhunu dökeceğim. Bana, yani deştiklerine bakacaklar; biricik oğlu için yas tutan biri gibi yas tutacak ve ilk oğlu için acı çeken biri gibi acı  çekecekler. O gün Yeruşalim’de tutulan yas, Megiddo ovasında ve Hadat-Rimmon’da tutulan yas gibi büyük olacak. Ülkede her boy kendi içinde yas tutacak.” (Zekeriya 12:10-14)

Sağ kalan bakiyenin vicdanı geçmişte işlediği günahları, Kutsal Ruhun kudretli işi sayesinde, yasayı ihlal etmelerini, peygamberleri taşladıklarını, Oğul’u deştiklerini ve Kutsal Ruha direndiklerini hatırladıkları zaman yasları çok büyük, sıkıntıları çok yoğun ve pişmanlıkları çok içten olacak. Tüm bunlar aydınlatılmış ve deneyim geçirmiş bir vicdanın tabletleri üzerine sıralanacak ve canda büyük sıkıntı üretecekler.

Ama kanın kefareti tüm bunlara karşı duracak ve gücünü gösterecek. “O gün Davut soyunu ve Yeruşalim’de yaşayanları günahtan ve ruhsal kirlilikten arındırmak için bir pınar açılacak.” (Zekeriya 13:1) Onlara suçları hissettirilecek ve büyük sıkıntı çekecekler. Ve aynı zamanda kanın yetkinliğini anlamaları için yönlendirilecekler ve mükemmel huzura kavuşacaklar – canları için bir Şabat dinlenmesi.

Şimdi, İsrail’in deneyiminde bu tür sonuçlara o son günde ulaşıldığı zaman, aramamız gereken şey nedir? Kesinlikle, YÜCELİK! “Körlük” uzaklaştırıldığı ve peçe alındığı zaman ve sağ kalan bakiyenin yüreği Yehova’ya döndüğü zaman, işte o zaman, “Doğruluk Güneşi’nin” parlak ışınları gerçekten pişman olmuş, sıkıntı çekmiş ve zavallı bir halkın üzerine şifa veren, yenileyen ve kurtaran bir güç ile düşecekler. Bu konu üzerinde tam bir çalışma yapmak tek başına bir kitap yazılmasını talep eder. Sağ kalan Yahudi bakiyesinin uygulamaları, denemeleri, çatışmaları, denenmeleri, çektikleri zorluklar ve nihai bereketleri Mezmurlar ve Peygamberler gibi kitaplarda ayrıntılı olarak tam bir şekilde yer alırlar. Böyle bir bedenin varlığının, ancak Mezmurlar ve Peygamberler kitapları zekice ve doyum alarak çalışabildikleri zaman net bir şekilde görülmesi gerekir. Bu vahiy ile yazılmış olan bölümlerden daha fazlasını öğrenebiliriz demek istemiyorum, çünkü “tüm Kutsal Yazılar yararlıdır.” Ama Tanrı Sözünün her kısmından doğru bir şekilde yararlanmanın en emin yolu, onun önceliğe sahip olan uygulamasını anlamaktır. O zaman eğer ayetleri Kiliseye ya da ait oldukları göksel bedene, kesin konuşacak olur isek, sağ kalan Yahudi bakiyesine ya da yersel bedene uygular isek, her ikisi ile ilgili olarak ciddi bir hataya düşmüş oluruz. Aslında, pek çok durumda olan şudur: sağ kalan bakiye gibi bir bedenin varlığı tamamıyla önemsenmez ve kilisenin gerçek konumu ve umudu tam anlamı ile gözden silinir. Bunlar, okuyucumun ciddi olarak sakınması gereken ölümcül hatalardır. Okuyucu bir an bile yalnızca merak sonucu bir dikkat ile meşgul olmamalıdır. Okuyucu için bu hatadan daha büyük bir hata olamaz. Ne? Bizim yeryüzüne mi gökyüzüne mi ait olduğumuzu bilmek bize hiç bir pratik yarar sağlamaz. Gökteki yerlerde dinlenip dinlenmeyeceğimiz ya da burada aşağıda vahye ait yargılardan geçip geçmeyeceğimizi bilmek bizim için gerçek bir an değildir. Böyle mantığa sığmayan bir şeyi kim kabul edebilir? Gerçek şudur: sağ kalan yersel bakiyenin ve göksel kilisenin farklı yazgılarını açıklayan şeyin, gerçeğin herhangi bir çizgisine pratik olarak odaklanmayı zorlaştıracağıdır. Burada bu konu hakkında artık daha fazla yazmayacağım, ama okuyucu bu konuyu sükunet ile ve dua ederek incelemeyi yararlı bulacaktır. Bu bölüme Çadır Bayramına – Yahudi yılının son kutlaması – bir göz atarak son vereceğim.

“Ve Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘İsrail halkına de ki, ‘yedinci ayın on beşinci günü Çardak Bayramı başlar. Bu bayramı Rabbin onuruna yedi gün kutlayacaksınız. İlk gün kutsal bir toplantı düzenleyecek, gündelik işlerinizi yapmayacaksınız. Yedi gün Rab için yakılan sunu sunacaksınız. Sekizinci gün, kutsal bir toplantı düzenlemeli, Rab için yakılan sunu sunmalısınız. Bu bayramın son toplantısıdır. Gündelik işlerinizi yapmayacaksınız. Kutsal toplantılar olarak ilan edeceğiniz Rabbin bayramları bunlardır. Bayramlarda Rab için yakılan sunuyu, tahıl sunusunu, kurbanı, dökmelik sunuları günün gereğine uygun biçimde sunacaksınız. Bunlar, Rabbin kutlamanızı istediği Şabat günlerinin Rabbe sunduğunuz armağanların, bütün dilek adaklarının ve gönülden verilen sunuların dışındadır. Yedinci ayın on beşinci günü, topraklarınızın ürünlerini devşirdiğiniz zaman Rab için yedi gün bayram yapacaksınız. Birinci ve sekizinci gün dinlenme günleri olacak. İlk gün meyve ağaçlarının güzel meyvelerini, hurma dallarını, sık yapraklı ağaç dallarını ve vadi kavaklarını toplayıp Tanrınız Rabbin önünde yedi gün şenlik yapacaksınız. Bunu her yıl yedi gün Rabbin bayramı olarak kutlayacaksınız. Kuşaklar boyunca sürekli bir yasa olacak bu. Bayramı yedinci ay kutlayacaksınız. Yedi gün çardaklarda kalacaksınız. Bütün yerli İsrailliler çardaklarda yaşayacak. Öyle ki, gelecek kuşaklar İsrail halkını Mısır’dan çıkardığım zaman çardaklarda barındırdığımı bilsinler. Tanrınız Rab benim.” (ayetler 33-43)

Bu bayram bize, İsrail’in son gündeki yücelik zamanına işaret eder ve bu yüzden bayramların tüm dizisi için çok güzel ve uygun bir kapanış oluşturur. Ekin devşirildi, her şey yapıldı, depolar bol bol dolduruldu ve Yehova halkının bayram için duyduğu sevinci ifade etmesini ister. Ama, heyhat! Halk bu en harika düzen ile ilgili tanrısal düzeni kabul edemeyecek kadar küçük bir yüreğe sahip gibi görünmektedir. Yabancılar ve göçmenler oldukları gerçeğini unutmuşlardır ve bu yüzden bu bayramı uzun zamandır ihmal etmişlerdir. Yeşu’nun günlerinden Nehemya’nın günlerine kadar çardak bayramı asla bir kez bile kutlanmamıştır. Bu bayram, Babil’deki sürgünden dönen azınlık bakiyenin Süleyman’ın parlak döneminde bile yapmamış olduğunu yapması için ayrılmıştır. ”Sürgünden dönen herkes, yaptığı çardakta oturdu. İsrailliler Nun oğlu Yeşu’nun döneminden beri böyle bir kutlama yapmamışlar idi. Herkes büyük sevinç içinde idi.” (Nehemya 8:17) Kendilerini Kenan diyarındaki söğüt ağaçlarının gölgeleri altında bulmak için harplerini Babil’deki söğüt ağaçlarına asmış olan bu kişilerin duydukları sevinç ne kadar tazeleyici bir sevinç olmuştur! Çardak bayramı, İsrail’in restore edilmiş oymakları için, Yehova’nın İbrahim’e ve onun tohumuna sonsuza kadar vermeyi vaat etmiş olduğu ülkede Yehova’nın sadık elinin bu bin yıllık dönem içinde neler yapacağını gördükleri zamanın bir gölgesi idi. Göksel ve yersel olanın buluştuğu o mutlu an, belirtildiği gibi, çardak bayramlarının “ilk” ve “sekizinci” günlerinde gerçekleşir. “gökler yeri işitecek ve yer buğdayı, şarabı ve zeytinyağını işitecek ve onlar da Yezreel’i işitecekler.”

Zekeriya kitabının son bölümünde son günün yüceliğine ait olan çardak bayramı kutlamasının gerçeği hakkında çok farklı bir şekilde kanıt sunan güzel bir kısım vardır. “Yeruşalim’e saldıran uluslardan sağ kalanların hepsi Her Şeye Egemen Rab olan Kral’a tapınmak ve Çardak Bayramını kutlamak için yıldan yıla Yeruşalim’e gidecekler.” (Zekeriya 14:16) Ne kadar büyük bir olay! Sahte bir şekilde ruhsallaştırma olarak çağrılan yorumun boş bir sistemi aracılığı ile bu olaydaki sahnenin karakteristik güzelliğini çalmayı kim ister? Hiç kuşkusuz, Yeruşalim Yeruşalim demektir; uluslar sözcüğü uluslar anlamına gelir ve çardak bayramı çardak bayramı demektir. Bunda anlaşılmayacak herhangi bir şey var mıdır? Elbette insanın dar görüşünün ötesindeki her şeyi reddeden insan mantığı vardır! Çardak bayramı Kenan diyarında kutlanacak ve kurtarılmış uluslar bu bayramın görkemli ve kutsal toplantılarına katılmak için bir araya gelecekler. O zaman Yeruşalim’in savaşı tamamlanmış olacak, savaşın gürültüsü son bulacak. Kılıç ve kalkan huzur dolu ziraat araçlarına dönüşecekler. İsrail, bağların ve incir ağaçlarının tazeleyici gölgesi altında dinlenecek ve tüm yeryüzü “Esenlik Prensi’nin” yönetimi altında sevinecek. Vahyin hatasız sayfalarında sunulan konu işte budur. Örnekler bu gerçeğin gölgesidirler; peygamberler bunu önceden bildirirler; iman buna inanır ve umut bunun beklentisi içindedir.

NOT:— Bölümümüzün sonunda şunu okuruz: “Böylece Musa, İsrail halkına Rabbin bayramlarını bildirdi.” Bayramların gerçek karakterleri ve orijinal ünvanları bu idi. Ama Yuhanna Müjdesinde bu kutlamalardan “Yahudilerin bayramları” olarak söz edilir. Artık Yehova’nın bayramları olmaktan çıkmışlardı. Yehova konunun dışına çıkarılmış idi. O’nu istemediler ve bu yüzden Yuhanna yedinci bölümde İsa’ya “Yahudilerin çardak bayramı hakkında soru sorulduğu zaman, İsa bu soruyu şöyle yanıtladı: “Benim zamanım henüz gelmedi.” Ve O yukarı çıktığı zaman bunu mahremiyet içinde yaptı; amacı her şeyin dışındaki yerini almak ve susamış olan her canı Kendisine çağırıp O’ndan içmesini arzu etti. Burada çok ciddi bir ders söz konusudur. Tanrısal kurumlar insanın ellerinde çok çabuk kirlenirler; ama, ah! Kuraklığı hisseden susamış canın ve boş dindar formalite ile bağlantılı kuraklığın gerçek olduğunu bilmek ne kadar derin bir berekettir. Canın yapması gereken tek şey yalnızca İsa’ya kaçmak ve O’nun tükenmez kaynaklarından karşılıksız olarak içmek ve bu şekilde diğer kişilere de bir bereket kanalı olmaktır.