Levililer 16

Bu bölüm yenilenmiş zihni meşgul edebilecek en ağır ilkelerden bazılarını açıklar. Ve kefaret öğretişini tam bir doluluk ve güç ile takdim eder. Özetleyecek olur isek, Levililer kitabını on altıncı bölümünü esin ile yazılmış olan Kutsal Kitap’ın en değerli ve önemli kısımları arasına yerleştirmemiz gerekir; eğer her şeyin tanrısal olduğu bir konuda kıyaslamalar yapılmasına izin verilir ise.

Bu bölüme bakar iken, tarihsel açıdan İsrail’deki kefaret günü ile ilgili konuların bir kaydını görürüz; burada Yehova’nın topluluk ile olan ilişkisi bina edilir ve korunur ve halkın tüm günahları, hataları ve zayıflıkları için edilen kefaretin kusur oluşundan söz edilir, öyle ki, Rab Tanrı onların arasında konut kurabilsin. Bu önemli günde dökülen kan Yehova’nın topluluğun ortasındaki tahtının temelini oluşturmuştur. Bu nedenle kutsal bir Tanrı halkın kirliliğine rağmen onların arasında konut kurabilmiştir. “Yedinci ayın onuncu günü” İsrail için eşsiz bir gün idi. Yıl içinde o gün kadar önemli olan başka hiç bir gün yok idi. Bu güne ait olan kurbanlar Tanrının lütuf, merhamet, sabır ve tahammül gibi konulardaki davranışının temeline şekil verir.

Ayrıca esin ile yazılmış bu tarihi bölümden şunu da öğreniriz; “en kutsal yere giden yol henüz açıklanmamıştır. Tanrı bir perde arkasında gizlenirdi ve insan uzak bir mesafede dururdu. Ve Harun’un iki oğlu Rabbin önünde sunu sunup öldükleri zaman, Rab Musa’ya konuştu ve ona şöyle dedi: “Ağabeyin Harun’a de ki, ‘perdenin arkasındaki en kutsal yer ikide bir girmesin. Antlaşma Sandığının üstündeki bağışlanma kapağına yaklaşmasın. Yoksa ölür. Çünkü Ben kapağın üstünde, bulut içinde görünüyorum.”

İnsanın, tüm zamanlar için, tanrısal huzurun önüne yaklaşacağı yol açık değildi ve Musa’nın törenlerinden hiç birinde Harun’un sürekli oraya girmesi için sağlanmış olan herhangi bir tedarik mevcut değil idi. Tanrı insana görünemez idi ve insan da Tanrının önünde duramaz idi. “Tekelerin ve keçilerin kanı ile” sürekli olarak bir görüşme yolu açılamaz idi; bunun gerçekleşebilmesi için “daha soylu bir ada ve daha zengin bir kana” sahip bir kurban gerekli idi.  “Kutsal Yasada gelecek olan iyi şeylerin aslı yoktur, sadece gölgesi vardır. Bu nedenle Yasa her yıl sürekli aynı kurbanları sunarak Tanrı’ya yaklaşanları asla yetkinliğe erdiremez. Erdirilebilse idi, kurban sunmaya son verilmez miydi? Çünkü tapınanlar bir kez günahlarından arındıktan sonra artık günahlılık duygusu kalmaz idi. Ancak o kurbanlar insanlara yıldan yıla günahlarını anımsatıyor. Çünkü boğalar ile tekelerin kanı günahları ortadan kaldıramaz.” (İbraniler 10: 1-4) Ne Levililere özgü kahinlik ne de Levililere özgü kurbanlar yetkinliğe ulaşmayı sağlayamazlar. Kurbanlar yetersizlik ve kahinlik de zayıflık ile damgalanmış olduğu için her ikisinde de kusurluluk mevcuttur. Kusurlu bir insan mükemmel bir kahin olamaz idi ve kusurlu bir kurban mükemmel huzura sahip bir vicdan sağlayamaz idi. Harun perdenin iç kısmında oturmak için hem yetersiz hem de yetkisiz idi. Sunduğu kurbanların hiç biri onun perdenin arkasına geçmesini mümkün kılamaz idi.

Bölümümüze tarihi açıdan bakışımıza son verip şimdi ona genel açıdan bakalım.

“Harun, En Kutsal Yer’e ancak günah sunusu olarak bir boğa, yakmalık sunu olarak da bir koç sunarak girebilir.” (Levililer 16:3) Burada, Mesihin kefaret eden işinin iki büyük görünümüne sahibiz; ilki, tanrısal yüceliği yetkin bir şekilde elde eder ve insanın en derin ihtiyacını mükemmel bir şekilde karşılar. Bu eşsiz ve önemli günün tüm hizmetleri süresince bir tahıl sunusu ya da esenlik sunusundan söz edilmez. Kutlu Rabbimizin mükemmel insan yaşamı burada ima edilmez ve yine aynı şekilde canın Tanrı ile olan birliğindeki açıklama ile ilgili olarak Rabbin tamamladığı işten de bahsedilmez. Kısaca belirtelim, en büyük ve en önemli konu “kefarettir” ve bu konu iki açıdan ele alınır, yani, önce Tanrının tüm talepleri – Tanrının doğası gereği olan talepleri, O’nun karakterinin gerektirdikleri, O’nun tahtının talepleri – karşılanır ve ikinci olarak insanın tüm suçları ve gereksindikleri yetkin bir şekilde çözüm bulur. Eğer bu bölümde takdim edilen gerçeği net olarak anlamak ya da büyük kefaret günü öğretişini tam olarak kavramak istiyor isek, o zaman şu iki noktayı aklımızda tutmamız gerekir. Böylece Harun Tanrının yüceliğini her olası şekilde güvenlik altına alarak kutsal yere kefaret ile girecektir; Tanrının kiliseye, İsrail’e ve tüm yaratılışa duyduğu kurtaran sevgisinin öğütleri ile ilgili olarak ya da O’nun ahlak yönetimi açısından olan tüm taleplerine bağlı şekilde ve insanın suçluluk ve ihtiyaç içindeki durumuna tam çözüm getiren kefaret! Kefaretin bu iki görünümü bölümümüzün değerli içeriği üzerinde her düşündüğümüz zaman, kendilerini bizim görüşümüze sürekli olarak takdim edeceklerdir. Kefaretin bu iki görünümünün önemi, asla yeterince vurgulanamaz.

“Harun kutsal keten mintan, keten don giyecek, keten kuşak bağlayacak ve keten sarık saracak. Bunlar kutsal giysilerdir. Bunları giymeden önce yıkanacak.” (ayet 4) Harun’un saf suda yıkanmış ve beyaz keten giysiler içindeki kişiliği Mesih’in kefaret işi ile ilgili sevimli ve etkili bir örneğini ortaya koyar. O, hem kişisel hem de karakteristik açıdan saf ve lekesiz olarak görülmelidir. “Onlar da gerçek ile kutsal kılınsınlar diye Kendimi onların uğruna adıyorum.” (Yuhanna 17:19) Tanrısal Kahinimizin tüm elzem kutsallığı içindeki Kişiliğine bakmaya çağrılmak eşsiz bir değer taşır. Kutsal Ruh, Mesih’i halkının görüşü için açıklayan her şeyden zevk alır ve O’na ne zaman baksak, baktığımız her yerde O’nun aynı lekesiz, mükemmel, görkemli, değerli ve eşi benzeri olmayan İsa olarak görürüz; “O, on binlerce kişi arasında bütünüyle sevimli ve dürüst Olan’dır”. O’nun saf ve lekesiz olması için bir şey yapmasına ya da bir şey giymesine gerek yoktur. O, saf suya ya da beyaz keten giysiye ihtiyaç duymaz. O, her zaman kendiliğinden “Tanrının Kutsal Olanı’dır”. Harun’un yaptığı ve giydiği – yıkanma ve özel giysiler – yalnızca Mesih’in ne olduğuna ilişkin soluk gölgelerdir. Yasa, yalnızca bir “gölgeye” sahip idi ve “onda gelecek olan iyi şeylerin aslı yoktu.” Tanrı’ya övgüler olsun ki, bizler yalnızca gölgeye değil, ama sonsuz ve tanrısal gerçekliğe yani Mesih’in Kendisine sahibiz.

“İsrail topluluğu günah sunusu olarak Harun’a iki teke, yakmalık sunu olarak bir koç verecek. Harun boğayı kendisi için günah sunusu olarak sunacak. Böylece kendisinin ve ailesinin günahlarını bağışlatacak. “(ayetler 5,6) Harun ve onun ev halkı kiliseyi “tek beden” olarak değil, ama kahinlere özgü bir ev halkı olarak temsil eder. Ama Efesliler ve Koloseliler mektuplarında geliştirilmiş olarak bulduğumuz kilise değil, Petrus’un ilk mektubunda yer alan şu çok iyi bilinen bölümde yer alan kilisedir: “O sizi diri taşlar olarak ruhsal bir tapınağın yapımında kullansın. Böylelikle İsa Mesih aracılığı ile Tanrının beğenisini kazanan ruhsal kurbanlar sunmak üzere kutsal bir kahinler topluluğu olursunuz.” (1.Petrus 2:5) Bu konuya aynı şekilde İbraniler mektubunda da değinilir: “Oysa Mesih O’nun evi üzerinde yetkili oğul olarak sadıktır. Eğer cesaretimizi ve övündüğümüz umudu gevşemeden sonuna kadar sürdürür isek, O’nun evi biziz.” (İbraniler 3:6) Eski Antlaşma’da kilisenin gizemi ile ilgili hiç bir açıklamanın mevcut olmadığını her zaman hatırlamamız gerekir. Örnekler ve gölgeler mevcuttur ama açıklama yer almaz. Yahudilerin ve diğer ulusların oluşturduğu “tek beden” ile ilgili o harika gizem, “yeni bir yaratık” ve göklerde bulunan yüceltilmiş bir Mesih ile birleşmiş olmak çok aşikar olarak bilindiği gibi, Mesih yukardaki yerini alıncaya dek açıklanamaz idi. Pavlus bu gizem ile ilgili olarak önceden bir kahya ve hizmetkar yapıldı; Pavlus bu konudan bize Efesliler mektubunda 3:1-12 ayetleri içinde bilgi verir; imanlı okuyucunun bu bölümü dua ederek dikkatli bir şekilde okumasını öneririm.

“Sonra iki tekeyi alıp Rabbin huzuruna, Buluşma Çadırının giriş bölümüne götürecek. İkisi üzerine kura çekecek. Biri Rab için, biri Azazel (günah keçisi olarak kıra salmak anlamına gelebilir) için. Harun kurada Rabbe düşen tekeyi getirip günah sunusu olarak sunacak. Onu çöle salıp Azazel’e gönderecek.” (Levililer 16: 7-10) Bu iki teke örneğinde, daha önce işaret edilmiş olan kefaretin iki görünümüne sahibiz. “Rabbin kurası” bir tekenin üzerine düştü ve halkın kurası diğer tekenin üzerine düştü. İlk durumda mesele kişilerin ya da bağışlanması gereken günahların meselesi değil idi, aynı şekilde Tanrının seçilmişlerine gösterdiği lütfu ile ilgili öğütler de değildi. Söylememe hiç gerek yok ama bu gibi şeyler sınırsız ana dahildir; ama Rabbin kurasına düşen teke konusu ile ilgili değildirler. Bu son durum geneldeki günah ile ilgili olarak Tanrının mükemmel bir şekilde yüceltildiği Mesih’in ölümünü sembolize eder. Bu büyük gerçek, dikkat çeken şu ifadede  –“Rabbin kurası” – tam olarak ortaya konur. Tanrı, Mesih’in ölümünde garip bir paya sahiptir. Bu, oldukça farklı bir paydır, hiç bir günahkarın hiç bir zaman kurtarılması gerekmese dahi kalıcılığı sonsuza kadar sürecek olan bir pay. Bunun gücünü görmek için Tanrıya bu dünyada nasıl saygısızlık edildiğini akılda tutmak gereklidir. Tanrının gerçeği küçümsenmiştir. Yetkisi aşağılanmıştır. Yüceliği hor görülmüştür, yasası ihlal edilmiştir. Talepleri göz ardı edilmiştir. Adına küfür edilmiştir ve karakteri karalanmıştır.

Ancak şimdi Mesih’in ölümü tüm bunlar için sağlayışta bulunmuştur. Tüm bu kötü davranışların yapıldığı yerde, özellikle o yerde bu sağlayış Tanrıyı mükemmel bir şekilde yüceltmiştir. Çarmıhta gerçekleşenler Tanrının gerçeğini, yüceliğini, kutsallığını ve karakterini mükemmel bir şekilde haklı çıkartmıştır. Tanrının tahtının tüm taleplerini tanrısal bir şekilde karşılamış ve günah için kefaret etmiştir. Günahın evrene soktuğu tüm kötülükler için tanrısal bir çözüm sağlamıştır. Kutlu Tanrı çarmıh sayesinde tüm bu kötülüklere karşı lütuf, merhamet ve tahammül ile hareket edebilir. Çarmıh bu dünyanın prensinin sonsuz yenilgisi ve mahvı için bir kefillik sağlar ve Tanrının ahlak yönetiminin bozulması mümkün olmayan temelini oluşturur. Tanrı, çarmıh sayesinde kendi egemenliği ile uyumlu olarak davranabilir. Karakterinin eşsiz yüceliklerini ve Doğasının hayran olunacak özelliklerini gösterebilir. Tanrı esnek olmayan bir adalet uygulaması ile insanlık ailesini şeytan ve onun melekleri ile birlikte ateş gölüne atmaya karar verebilir idi, ama bu durumda sevgisi, lütfu, merhameti, nezaketi, tahammülü, şefkati, sabrı ve mükemmel iyiliği nerede kalırdı?

Ayrıca farklı bir açıdan baktığımız takdirde kefaretin yokluğu durumunda bu değerli özellikler uygulanmış olsa idi, o zaman Tanrının adaleti, gerçeği, yüceliği, kutsallığı, doğruluğu ve yöneten talepleri, evet, tüm ahlak görkemi nerede kalırdı? “Merhamet ve gerçek “ nasıl buluşabilirler idi ve “doğruluk ve esenlik” birbirlerini nasıl öpebilirler idi? “Gerçek yeryüzünden nasıl fışkırabilirdi” ya da “doğruluk nasıl gökten aşağı bakabilirdi?” İmkansız! Rabbimiz İsa Mesih’in kefaretinden başka hiç bir şey Tanrıyı tam olarak yüceltemez idi, ama kefaret Tanrıyı yüceltmiştir. Çarmıh tanrısal karakterin tam yüceliğini yansıtan tek gerçektir; sanki düşmemiş bir yaratılışın en parlak görkeminin arasında ancak bu kadar yansıtma olabilir idi. Bu kefaret aracılığı ile Tanrı ümit ile beklenen ve geçmiş şeylerin düşünüldüğü bir şekilde bu dünyaya karşı yaklaşık altı bin yıldır tahammül göstermiştir. Bu kefaret sayesinde insan oğullarının en kötü, en küstah ve en küfürbaz olanları “yaşarlar, hareket ederler ve var olurlar”; ye, iç ve uyu. Küfürbaz sapkın ağzına attığı en büyük yiyecek parçasını, bilmiyor olsa dahi bu kefarete borçludur. Bir ateistin tarlalarını verimli kılan güneş ışınları ve yağmurlar Mesih’in kefareti sayesinde ona ulaşırlar. Evet, sapkının ve ateistin aldığı her soluk Tanrının esinine küfür etmek ya da O’nun varlığını inkar etmek için kullanılır olsa da bu soluğu Mesih’in kefaretine borçludurlar. Eğer bu değerli kefaret olmasa idi, onlar yeryüzünde küfür etmek yerine cehennemde yuvarlanıyor olurlar idi.

Okuyucum beni yanlış anlamasın, ben burada kişilerin bağışlanmasından ya da kurtarılmalarından söz etmiyorum. Bu tamamen farklı bir şeydir ve her Hristiyan’ın bildiği gibi İsa’nın adının ikrarı ve Tanrının onu ölümden dirilttiğine dair sahip olunan inanç ile bağlantılı olarak durur. (Romalılar 10) Bu konu yeterince açıktır ve tam olarak anlaşılır; ama hiç bir şekilde hali hazırda sahip olduğumuz kefaretin görünümü ile ilgisi yoktur ve Rabbin kurasına düşen teke aracılığı ile çok çarpıcı bir şekilde önceden ima edilir. Tanrının bir günahkarı bağışlaması ve kabul etmesi bir şeydir, O’nun bu kişiye tahammül etmesi ve onun üzerine geçici bereketler boca etmesi başka bir şeydir. Her ikisi de çarmıh sayesinde gerçekleşir, ama tamamen farklı bir görünüm ve uyarlama içindedirler.

Ancak bu farklılık hiç bir şekilde önemsiz değildir. Tam aksine! Aslında bu farklılık öylesine önemlidir ki, nerede gözden kaçırılır ise orada kefaretin tam öğretişi hakkında zihin karışıklığı ortaya çıkmak zorunda kalır. Hepsi bu kadar değildir. Tanrının yönetimindeki yolları geçmişte, şimdi ya da gelecekte net bir şekilde anlamak bu çok ilginç noktaya dahil olarak yer alır. Ve son olarak pek çok Hristiyan’ın dikkat çekecek kadar zorluk çektiği bir dizi metnin anlaşılması için gerekli olan anahtar bu noktada bulunur. Şimdi bu bölümlerin iki ya da üç tanesini örnek olarak ekleyeceğim.

“İşte dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu!” (Yuhanna 1:29) “O, günahlarımızı, yalnız bizim günahlarımızı değil, bütün dünyanın günahlarını da bağışlatan kurbandır.” (1.Yuhanna 2:2) 1 Bu bölümlerin her ikisinde de Rab İsa’ya en geniş kabulleri içinde “günah” ve “dünya” ile ilgili olarak Tanrıyı mükemmel şekilde yüceltmiş Olan olarak işaret edilir. Mesih burada “Rabbin kurasına düşen tekenin karşıt örneği” olarak görülür. Bu bize Mesih’in kefaretinin en değerli bakış açısını verir ve gözden kaçırılanı ya da net olarak anlaşılmayanı kavramamızı sağlar. Ne zaman, bu ve diğer ayet bölümleri ile bağlantılı olarak kişilerin ve günahların bağışlanması söz konusu olsa, zihnin başa çıkılamaz zorluklar ile karşılaşacağı kesindir. 

Bu nedenle aynı zamanda Tanrının lütfunun dünyaya en geniş şekilde takdim edildiği zaman tüm bu bölümler söz konusu olur. Bu bölümler bizim şu anda ilgilendiğimiz kefaret konusunun özel görünümü üzerinde inşa edilmişlerdir. “Dünyanın her yanına gidin. Müjde’yi tüm yaratılışa duyurun.” (Markos 16:15) “Çünkü Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlu’nu verdi. Öyle ki, O’na iman edenlerin hiç biri mahvolmasın, hepsi sonsuz yaşama kavuşsun.” (Yuhanna 3:16) “Her şeyden önce şunu öğütlerim: Tanrı yoluna tam bir bağlılık ve ağırbaşlılık içinde sakin ve huzurlu bir yaşam sürelim diye krallar ile bütün üst yöneticiler dahil bütün insanlar için dilekler, dualar, yakarışlar ve şükürler sunulsun. Böyle yapmak iyidir ve Kurtarıcımız Tanrıyı hoşnut eder. O bütün insanların kurtulup gerçeğin bilincine erişmesini ister. Çünkü tek Tanrı ve Tanrı ile insanlar arasında tek aracı vardır. O da insan olan ve kendisini herkes için fidye olarak sunmuş bulunan Mesih İsa’dır. Uygun zamanda verilen tanıklık budur.” (1.Timoteos 2:1-6) “Çünkü Tanrının bütün insanlara kurtuluş sağlayan lütfu ortaya çıkmıştır.” (Titus 2:11) “Ama meleklerden biraz aşağı kılınmış olan İsa’yı Tanrının lütfu ile herkes için ölümü tatsın diye çektiği ölüm acısı sonucunda yücelik ve onur tacı giydirilmiş olarak görüyoruz.” (İbraniler 2:9) “Bazılarının düşündüğü gibi Rab vaadini yerine getirmekte gecikmez, ama size karşı sabrediyor. Çünkü kimsenin mahvolmasını istemiyor.” (2.Petrus 3:9)

Yukarıdaki ve ona benzer bölümlerin sade ifadesinden sakınmak için herhangi bir arayışta bulunmaya ihtiyaç yoktur. Bölümler, bir yandan insanın sorumluluğuna en ufak bir imada bulunmaksızın tanrısal lütfun herkese karşı olduğuna dair net ve kesin bir tanıklık verirler, ya da öte yandan Tanrının sonsuz öğütlerine şahitlik ederler. Bu tür konular Kutsal Yazılar’da eşit şekilde net, tam ve kesin bir şekilde öğretilirler. İnsan sorumludur ve Tanrı egemendir. Kutsal Yazılar’a boyun eğen herke bu ifadeleri kabul eder. Ama aynı zamanda Tanrının lütfunun geniş görünümünün ve Mesih’in çarmıhının farkına varmak için en son sırada yer alırlar. Tanrının lütfu ve Mesih’in çarmıhı Tanrıyı yüceltir ve insanı hiçbir özür gösteremeyecek durumda bırakır. İnsanlar tanrısal etki olmaksızın Tanrının buyrukları ve insanın yetersizliği hakkında tartışma içindedirler. Onların görüşleri Tanrıyı tanımak istemediklerini kanıtlar. Çünkü eğer Tanrıyı isteseler idi, Tanrı onların bulabilecekleri kadar yakınlarında idi. Tanrının lütfu ve Mesih’in kefareti onların arzu edebilecekleri kadar büyük idi.  “Herhangi” – “Her” – “Her kim olur ise” – ve “Herkes” sözcükleri Tanrının kendi kelimeleridir. Ve bu lütuf hiç kimseden esirgenmemiştir, herkese verilmiştir. Eğer Tanrı bir kişiye kurtuluş mesajı gönderir ise, o zaman bu kişi için kurtuluşu amaçladığı kesindir ve Tanrının bu lütfunu reddetmekten daha kötü ve daha saygısız ne olabilir? Tanrının lütfunu reddetmek Tanrıyı yalancı yerine koymak ve sonra O’nun gizli buyruklarını bu davranışın bir nedeni olarak göstermek çok kötü bir inançsızlıktır. Bir kişi için şu sözleri hemen söylemek kesinlikle içten bir davranıştır: “Gerçek şu ki, ben Tanrı sözüne inanmıyorum ve O’nun lütfunu ya da kurtarışını istemiyorum.” Bu ifade anlaşılabilir bir ifadedir. Ama insanların Tanrıya duydukları nefreti ve O’nun gerçeğini tek yanlı olduğu için sahte bir örtü ile örtmek kötülüğün en yüksek seviyesidir. Şeytanın en şeytani hali elinde Kutsal Kitap ile göründüğü zamandır; amacı bizi bir gerçek hakkında yanılgıya düşürmektir.

Eğer Tanrının, insanlara duyurulmasını emretmiş olduğu Müjde’yi Tanrının gizli buyrukları ve öğütleri aracılığı ile insanlara duyurulmasını engellemek doğru olsa idi, o zaman Müjde’ye itaat etmedikleri için hangi doğruluk ilkesine dayanarak  “sonsuz mahvolma ile” cezalandırılacaklar idi?  (2.Selanikliler 1:6-10) Kaybolmuş kişilerin bulundukları tüm hüzünlü bölgeler arasında Tanrının öğütlerini suçlayan tek bir can var mıdır? Tek bir can dahi yoktur. Ah, hayır! Tanrı Mesih’in kefareti ile yalnızca inananların kurtulmasını sağlamak ile kalmamıştır, ama aynı zamanda lütfunu göstermiş olduğu Müjde’yi reddeden bu kişiler için hiç bir özür yoktur. Konu, bir kişi bunu yapamadığı için değildir, ama konu bu kişinin “sonsuz yıkım ile ceza göreceğine” inanmayışıdır. Bir kişinin en büyük hatası kendisini Tanrının buyruklarının arkasına rahat bir şekilde yerleştirmesi ve bilerek ve zihninde karar vererek Tanrının lütfunu reddetmesidir; bu ölümcül bir hatadır. Ve çok tehlikelidir, çünkü tek yanlı bir teolojinin öğretişleri ile desteklenir. Tanrının lütfu herkes için karşılıksızdır ve eğer bunun nasıl olduğunu sorar isek, yanıt şöyledir: “Yehova’nın kurası” doğru kurban üzerine düşmüştür, öyle ki, Tanrı, günah konusu ile ilgili olarak mükemmel bir şekilde ve en geniş halde yüceltilebilsin ve herkese karşı gösterdiği lütfu ile hareket etmek için özgür olsun ve “Müjdeyi tüm yaratılışa duyursun.” Bu lütuf ve bu duyuru sağlam bir temele sahip olmak zorundadırlar ve bu temeli oluşturan kefarettir ve insanın bunu reddetmesine rağmen Tanrı, lütuf uygulaması ve kurtuluş sunusu ile yüceltilir, çünkü hem lütuf hem de kurtuluş aynı temel üzerindedirler. Tanrı, sonsuzluğun sayısız çağları boyunca yüceltilir ve yüceltilecektir. (Şimdi yüreğim sıkılıyor, ne diyeyim? ‘Baba, beni bu saatten kurtar mı’ diyeyim ? Ama ben bu amaç için bu saate geldim. Baba, adını yücelt!’ Bunun üzerine gökten bir ses geldi: “Adımı yücelttim ve yine yücelteceğim.” Orada duran ve bunu işiten kalabalık, “Gök gürledi” dedi. Başkaları, “Bir melek O’nun ile konuştu” dedi. İsa, “Bu ses, benim için değil, sizin için idi” dedi. “Bu dünya şimdi yargılanıyor. Bu dünyanın egemeni şimdi dışarı atılacak. Ben yeryüzünden yukarı kaldırıldığım zaman, bütün insanları kendime çekeceğim.”) Yuhanna 12:27-32)

Böylece, şu ana kadar tek bir özel düşünce ile, yani, “Rabbin kurasına düşen teke” konusu ile meşgul olduk ve şimdi meraklı bir okuyucu bundan sonraki konunun bize Mesih’in ölümünün diğer büyük görünümünü ya da O’nun ölümünün halkının günahlarına uyarlanmasına örnek teşkil eden günah keçisi olacağını düşünebilir. Ama hayır: asıl olan, önümüzde bulunan bu değerli gerçeğin çizgisinin en dolu onayına sahibiz; aslında boğazlanmış tekenin kanı, Yehova’nın tahtının önüne boğanın kanı ile birlikte serpilir idi, öyle ki, o tahtın tüm taleplerinin kefaretin kanında yanıtlandığı ve Tanrının ahlak yönetimi ile ilgili tüm talepleri için tam sağlayışta bulunulduğu gösterilsin.

“Ve Harun kendisi için günah sunusu olarak boğayı getirecek. Böylece kendisinin ve ailesinin günahlarını bağışlatacak. Bu günah sunusunu kendisi için kesecek. Rabbin huzurunda bulunan sunağın üzerindeki korları buhurdana koyup iki avuç dolusu ince öğütülmüş güzel kokulu buhur ile perdenin arkasına geçecek. Orada Rabbin huzurunda buhuru korların üzerine koyacak, buhurun dumanı Levha Sandığının üzerindeki Bağışlanma Kapağını kaplayacak. Öyle ki Harun ölmesin.” (Levililer 16:11-13) Burada gerçekten çok canlı ve çarpıcı bir sunum ile karşılaşırız. Kefaret kanı perdenin iç kısmına, yani, en kutsal yere taşınır ve orada İsrail’in Tanrısının tahtının üzerine serpilir. Tanrısal Varlığın bulutu orada idi ve Harun’un yüceliğin huzurunda durabilmesi ve ölmemesi için “buhur bulutu” yükselir ve üzerine yedi kez kefaret kanının serpilmesi gereken Bağışlanma Kapağını örter. İnce öğütülmüş güzel kokulu buhur Mesih’in Kişiliğinin kokusunu  - O’nun en değerli kurbanının tatlı kokusunu – ifade eder.

“Harun sonra boğanın kanını alıp parmağı ile kapağın üzerine, doğuya doğru serpecek. Kapağın önünde yedi kez bunu yineleyecek. Bundan sonra, halk için günah sunusu olarak tekeyi kesecek. Kanını perdenin arkasına götürecek. Boğanın kanı ile yaptığı gibi tekenin kanını da Bağışlanma Kapağının üzerine ve önüne serpecek.” (Levililer 16:14,15) “Yedi” mükemmel olan rakamdır. Ve kanın Bağışlanma Kapağının önünde yedi kez serpilmesi ile şunu öğreniriz: Mesih’in kefareti her neye – eşyalara, yerlere ya da kişilere – uygulanır ise uygulansın, tanrısal huzurda mükemmel değere sahiptir. Kilisenin kurtuluşunu garanti eden kan – gerçek Harun’un “evi; İsrail “topluluğunun” kurtuluşunu garanti eden kan, tüm yaratılışın nihai restorasyonunu ve kutluluğunu güvenli kılan kan – Tanrının önünde takdim edilmiş olan o kan Mesih’in tüm mükemmelliği, hoş kokusu ve değerliliği ile uyumlu olarak serpildi ve kabul edildi. Tanrı o kanın gücü aracılığı ile lütfunun sonsuz tüm öğütlerini yerine getirebilir; Kiliseyi kurtarabilir ve onu, günahın ve şeytanın tüm gücüne rağmen yücelik ve saygınlığın en üst seviyelerine yükseltebilir. O kan aracılığı ile Tanrı İsrail’in dağılmış tüm oymaklarını restore edebilir – Yahuda ve Efrayim’i birleştirebilir. İbrahim, İshak ve Yakup’a vermiş olduğu tüm vaatleri yerine getirebilir. Diğer uluslardan çok sayıda milyonlarca kişiyi kurtarabilir ve bereketleyebilir. Yaratılışın hepsini kurtarabilir ve bereketleyebilir. Yüceliğinin ışınlarına evreni sonsuza kadar aydınlatmaları için izin verebilir; meleklere, insanlara ve kötü ruhlara Kendi sonsuz yüceliğini, karakterinin yüceliğini, doğasının yüceliğini, işlerinin yüceliğini ve yönetiminin yüceliğini gösterebilir. Tanrı tüm bunları yapabilir ve yapacaktır; ama yüceliğin sonsuza kadara tek aracısı çarmıhta dökülen kandır – o değerli ve eşsiz kan. Değerli Hristiyan okuyucu, o kan yüreğinize ve vicdanınıza Sınırsız Kutsallığın huzurunda esenlik konuşmuştur, sonsuz ve tanrısal esenlik! İmanlının vicdanının üzerine serpilen kan Tanrının tahtının önünde “yedi kez” serpilmiştir. Tanrıya ne kadar yaklaşır isek, İsa’nın kanına olan bağlılığımız o kadar önem ve değere sahip olacaktır. Eğer tunç sunağa bakar isek, orada kanı görürüz; eğer altın sunağa bakar isek, orada yine kanı görürüz. Eğer tapınağın perdesine bakar isek, orada da yine kanı göreceğiz: ama kanı en çok gördüğümüz yer Tanrının tahtının önünde O’nun tanrısal yüceliğinin hali hazırdaki huzurunda bulunan yer, yani perdenin iç bölümüdür.

O’nun Kanı göklerde,
Baba Tanrı’nın kulaklarına
Sonsuza dek konuşur.

“Böylece en kutsal yeri İsrail halkının kirliliklerinden, isyanlarından, bütün günahlarından arındıracak. Buluşma çadırı için de aynı şeyi yapacak, çünkü kirli insanların arasında bulunuyor.” (Levililer 16:16) Görüldüğü gibi her yerde aynı gerçek karşımıza çıkar. Kutsal yerin taleplerinin karşılanması gerekir. Yehova’nın avluları gibi aynı zamanda tahtının da kanın değerine tanıklık etmesi gerekir. İsrail’in kirliliğinin ortasında bulunan buluşma çadırı kefaretin tanrısal sağlayışları aracılığı ile arındırılması gerekir. Yehova, Kendi yüceliği için her konuda sağlayışta bulundu. Kahinler ve onların kahinlik hizmetleri, tapınma yeri ve tüm ilgili yerlerin kanın gücünün içinde durmaları gerekir. Eğer kanın gücü olmasa idi, Kutsal Olan’ın topluluğun içinde bir an kalabilmesi bile mümkün olamaz idi. Tanrının, hatalı bir halkın ortasında konut kurmasını ve hareket etmesini ve egemn olmasını sağlayan ancak bu kefaret kanıdır!

“Harun, kendisi, ailesi ve tüm İsrail topluluğunun günahlarını bağışlatmak için en kutsal yere girdiği zaman, dışarı çıkıncaya kadar kimse buluşma çadırında bulunmayacak.” (Levililer 16:17) Harun’un halkın günahları için olduğu gibi, kendi günahları için de kurban sunması gerekiyor idi. Buluşma çadırına ancak kanın gücü aracılığı ile girebilir idi. Burada, on yedinci ayette, Mesih’in kefaretinin hem kiliseye hem de İsrail topluluğuna uygulanışı ile ilgili bir örneğe sahibiz. Kilise şimdi En Kutsal Yer’e Mesih’in Kanı aracılığı ile girmektedir.  (İbraniler 10) İsrail’e gelince, peçe hala onların yüreklerini örtmektedir (2.Korintliler 3) Rabbe döndükleri takdirde bağışlanmaları ve yenilenmeleri için çarmıhta tam sağlayış tedarik edilmiş olmasına rağmen, İsrail hala uzak bir mesafede durur. Tüm bu dönem, uygun bir tabir ile kefaret gününü belirtir. Gerçek Harun kendi kanı ile bizim adımıza Tanrının önünde görünmek için göklerden içeri girmiştir ve zaman içerisinde İsrail topluluğunu tamamlamış olduğu işin yetkin sonuçlarına yönlendirmek üzere ortaya çıkacaktır. Bu süre içerisinde O’nun evi, yani O’nun ile birleşmiş olan tüm gerçek imanlılar Mesih’in kanı aracılığı ile en kutsal yere girmek için cesarete sahiptirler.

“Harun Rabbin huzurunda bulunan sunağa çıkıp sunağı arındıracak, boğanın ve tekenin kanını sunağın boynuzlarına çepeçevre sürecek. Kanı parmağı ile yedi kez sunağa serpecek. Böylece sunağı İsrail halkının kirliliğinden arındırıp kutsal kılacak.” (Levililer 16:18,19) Böylece kefaret kanı, perdenin iç kısmındaki Tanrının tahtından topluluğun buluşma çadırının avlusunda duran sunağa kadar her yere serpildi. “Böylelikle aslı göklerde olan örneklerin  bu kurbanlar ile ama gökteki asıllarının bunlardan daha iyi kurbanlar ile temiz kılınması gerek idi.  Çünkü Mesih asıl kutsal yerin örneği olup insan eli ile yapılan kutsal yere değil, ama şimdi bizim için Tanrının önünde görünmek üzere asıl göğe girdi. Baş kahin her yıl kendisinin olmayan kan ile en kutsal yere girer, oysa Mesih, kendisini tekrar tekrar sunmak üzere göğe girmedi. Öyle olsa idi, dünyanın kuruluşundan beri Mesih’in tekrar tekrar acı çekmesi gerekir idi. Oysa Mesih Kendisini bir kez kurban ederek günahı ortadan kaldırmak için çağların sonunda (yersel ve insani olan her şeyin sonunda) ortaya çıkmıştır. İnsanın bir kez ölmesi sonra da yargılanması kaçınılmaz olduğu gibi, Mesih de birçoklarının günahlarını yüklenmek için bir kez kurban edildi. İkinci kez, günah yüklenmek için değil, kurtuluş getirmek için kendisini bekleyenlere görünecektir.” (İbraniler 9:23-28)

En Kutsal Yer’e girmenin tek yolu vardır ve bu da kan ile serpilmiş olan yoldur. Başka bir yol aracılığı ile en kutsal yere girmeye çalışmak boş bir çabadır. İnsanlar bu yola girmek için iyi işlere, dua etmeye, bu yolu satın almaya, yasanın buyruklarına uymaya ya da yarı yasa buyruklarına itaat yarı da Mesih’e güvenmeye eğilimlidirler. Ama bunlardan hiç biri işe yaramaz. Tanrı yalnızca tek bir yoldan söz etmiştir ve bu yol Kurtarıcının bedeninin yırtılması aracılığı ile açılmıştır. Kurtulmuş olan milyonlarca kişi çağlar boyunca bu yoldan geçmiştir. Atalar, peygamberler, elçiler, şehitler ve kısaca Habil’den bu yana her çağda yaşamış olan kutsallar bu kutlu yoldan geçmişler ve kesin ve güvenli kabule kavuşmuşlardır. Çarmıhın tek kurbanı herkes için tanrısal bir şekilde yeterlidir. Tanrı bundan daha fazlasını istemez ve bundan daha azını da kabul edemez. Bu nedenle, Tanrının hoşnut olduğunu kendi sözü ile duyurmuş olduğu, evet, aynı zamanda sınırsız bir şekilde yüceltilmiş olduğu bu onura bir şey eklemeye çalışmak Tanrıya saygısızlık etmektir. Çarmıhtaki bu tek kurbanı kabul etmemek, insanın suçunu ve mahvoluşunu inkar etmek ve sonsuz Üçlü Birliğin adaletine ve görkemine saygısızlık etmektir.

“Harun, en kutsal yeri ve buluşma çadırını ve sunağı arındırdıktan sonra canlı tekeyi sunacak. İki elini tekenin başına koyacak. İsrail halkının tüm suçlarını, isyanlarını ve günahlarını açıklayarak bunları tekenin başına aktaracak. Sonra bu iş için atanan bir adam ile tekeyi çöle gönderecek. Teke İsrail halkının bütün suçlarını yüklenerek ıssız bir ülkeye taşıyacak. Adam tekeyi çöle salacak.” (Levililer 16: 20-22)

O zaman burada Mesih’in ölümüne eklenmiş olan diğer büyük düşünce karşımıza çıkar – yani, halkın tam ve nihai bağışlanması. Eğer Mesih’in ölümü Tanrının yüceliğinin temelini oluşturuyor ise, o zaman aynı anda O’na güvenen herkesin günahlarının mükemmel bağışlanmasının temelini de oluşturuyor demektir. Bu sonuncu ifade Tanrıya şükürler olsun ki, ikinci bir önem taşır; kefaretin daha aşağıdaki bir uygulamasıdır. Akılsız yüreklerimiz bunu göremese de, tüm günahlarımızı ortadan kaldıran çarmıhın görülmesi gerekir. Bu, bir hatadır. Tanrının yüceliği en önemli olan şeydir; kurtuluşumuz ikinci derecededir. Mesih’in yüreğinin en başta gelen ve en çok arzuladığı şey, Tanrının yüceliğinin korunması idi. Mesih başından sonuna kadar bu amaca, vazgeçmediği bir hedef ve sabit bir sadakat ile hizmet etti. “Canımı tekrar geri almak üzere veririm. Bunun için Baba beni sever.” (Yuhanna 10:17) “İnsanoğlu şimdi yüceltildi. Tanrı da O’nda yüceltildi. Tanrı O’nda yüceltildiğine göre, tanrı da O’nu Kendinde yüceltecek. Hem de hemen yüceltecektir.” (Yuhanna 13:31,32) “Ey kıyı halkları, işitin beni. Uzaktaki halklar, iyi dinleyin. Rab beni ana rahminde iken çağırdı. Annemin karnında iken adımı koydu. Ağzımı keskin kılıç yaptı. Elinin gölgesinde gizledi beni. Beni keskin bir ok yaptı. Kendi ok kılıfına sakladı. Bana, ‘Kulumsun ey İsrail, görkemimi senin aracılığın ile göstereceğim’ dedi.” (Yeşaya 49:1-3)

Böylece Tanrının yüceliği Rab İsa’nın yaşamında ve ölümünde en üstün amaç idi. O, Babasının adını yüceltmek için yaşadı ve öldü. Ne kilise, ne İsrail ve ne de diğer uluslar bu gerçeği görmezlikten gelebilirler mi? Hayır. Kurtuluşları ve bereketleri için sağlanan bu mükemmel yol Tanrının yüceliği içindir. Alıntısı yapılan şu bölümde gerçek İsrail olan Mesih’e verilen tanrısal karşılığa kulak verelim : “Yakup’un oymaklarını canlandırmak, sağ kalan İsraillileri geri getirmek için kulum olman yeterli değil. Seni uluslara ışık yapacağım. Öyle ki, kurtarışım yeryüzünün dört bucağına ulaşsın.” (Yeşaya 49:6)

Tanrının, günahlarımızı ortadan kaldırdığı zaman yüceltildiğini bilmek kutlu bir bilgi değil midir? “günahlarımız nerede?” diye sorabiliriz. Ortadan kaldırıldılar. Ne aracılığı ile? Tanrının sonsuza kadar yüceltilmiş olduğu çarmıhtaki Mesih’in o eylemi ile. Gerçek budur. Kefaret gününde o iki teke tek bir eylemin çift görünümünü verir. Birinde Tanrının yüceliğinin korunduğunu görürüz; diğerinde gördüğümüz ise günahların ortadan kaldırılmış olmasıdır. Her ikisi de eşit şekilde mükemmeldir. Mesih’in ölümü aracılığı ile bizler nasıl mükemmel bir şekilde bağışlandı isek, Tanrı da aynı şekilde mükemmel olarak Mesih’in ölümü aracılığı ile yüceltildi. Çarmıhta Tanrının yüceltilmemiş olduğu tek bir nokta mevcut mudur? Tek bir nokta bile mevcut değildir.  Aynı şekilde bizim mükemmel bir şekilde bağışlanmadığımız tek bir nokta bile mevcut değildir. Ben “biz” diyorum, çünkü gerçi her ne kadar İsrail topluluğu günah tekesinin güzel ve etkileyici düzeni içinde düşünülen öncelikli konu ise de, Rab İsa Mesih’e iman eden her can ile ilgili olarak tam bir şekilde değerini korur; çarmıhın kefareti aracılığı ile her imanlının Tanrının yüceltildiği yetkin şekilde bağışlandığı geçerlidir. Günah tekesi İsrail’in günahlarının kaç tanesini uzağa taşıdı? “Hepsini.” Ne kadar değerli bir sözcüktür bu! Arkada tek bir günah bile kalmamıştır. Günah tekesi tüm günahları nereye taşıdı? “Issız bir ülkeye” – günahların asla bulunamayacağı bir ülkeye – çünkü o ıssız ülkede onları görecek hiç kimse yok idi. Bundan daha mükemmel bir örnek olabilir miydi? Mesih’in tamamlamış olduğu kurbanın birinci ve ikinci görünümleri açısından daha canlı bir örneğine sahip olmamız mümkün müdür? İmkansız! Bu tür bir örneğe yoğun bir hayranlık duyabilir ve gözlerimiz ona diktikçe hayretimizi şöyle ifade edebiliriz, “Efendi’nin kalemi gerçekten de buraya dokunmuş!”

Değerli okuyucu, burada biraz duralım ve şu soruyu soralım: “Mesih’in kurbanının mükemmelliği nedeni ile uyumlu olarak tüm günahlarınızın bağışlandığını biliyor musunuz?” Eğer yalnızca O’nun adına iman etti iseniz, tüm günahlarınız bağışlanmıştır. Hepsi gitmiştir, sonsuza kadar yok olmuşlardır. Pek çok kaygılı canın, “Korkarım ki bunun farkında değilim “ sözlerini siz de söylemeyin. Müjde’nin hiç bir yerinde “farkına varmak” gibi bir sözcük yer almaz. Biz farkına varmak aracılığı ile kurtulmadık, ama Mesih aracılığı ile kurtulduk ve Mesih’e O’nun tüm doluluğu ve değerliliği ile sahip olmanın yolu iman etmektir – “iman etmektir!” Ve bunun sonucu ne olacaktır? “Tapınanlar bir kez günahlarından arındıktan sonra artık günahlılık duygusu kalmazdı.” Bu ifade üzerinde düşünün. “Günahlılık duygusu kalmaz idi.” Sonuç olarak bu gerçeğin gösterdiği şudur: Mesih’in kurbanı öylesine mükemmeldir ki, Tanrı bu kurban aracılığı ile yüceltildi. Şimdi artık sizin için aşikar olması gereken bilgi şudur: Sizin farkına varmanız, Mesih’in işini mükemmel hale getirmez; buna gerek yoktur. Böyle şey olmaz. Aynı şekilde yaratılış işinin de Adem Aden bahçesinde yaratılış işini fark edinceye kadar tamamlanmamış olduğunu söyleyebiliriz. Doğru. Adem farkına vardı, ama neyin farkına vardı? Mükemmel bir işin varlığının farkına vardı. Eğer daha önce asla gerçekleşmedi ise, o zaman şu anda sizin değerli canınız da bu mükemmel işin farkına varsın. Kutsal kılınanları tek bir sunu ile sonsuza dek yetkinliğe erdiren Mesih’e şimdi ve sonsuza kadar güvenin. Ve nasıl kutsal kılındılar? Farkına vararak mı? Asla ! O zaman nasıl? Mesih’in tamamladığı mükemmel işi aracılığı ile.

Elimden geldiği kadar bu harika bölümün öğretişini açıklamaya çalıştım; ama heyhat!- yine de yeterli olamadı; Tanrının bana bu konuda verdiği ışık sayesinde bu bölümü sona erdirmeden önce okuyucumun dikkatine sunmak istediğim yalnızca tek bir nokta kaldı. Bu nokta da şu alıntının içinde yer alır : “Ve aşağıdakiler sizin için sürekli bir yasa olacak. Yedinci ayın onuncu günü isteklerinizi denetleyeceksiniz. Gerek İsraillilerden gerekse aranızda yaşayan yabancılardan hiç kimse çalışmayacak. Çünkü o gün Kahin Harun sizi pak kılmak için günahlarınızı bağışlatacaktır. Rabbin huzurunda bütün günahlarınızdan arınacaksınız. O gün Şabat’tır, sizin için dinlenme günüdür. İsteklerinizi denetleyeceksiniz. Bu sürekli bir yasadır.” (Levililer 16: 29-31)

Bu söz Zekeriya peygamber tarafından da önceden bildirildiği gibi İsrail’in kurtulmuş sağ kalanlarında yavaş yavaş tam olarak yerine gelecektir: “Davut soyu ile Yeruşalim’de oturanların üzerine lütuf ve yakarış ruhunu dökeceğim. Bana yani, deştiklerine bakacaklar; biricik oğlu için yas tutan biri gibi yas tutacaklar, ilk oğlu için acı çeken biri gibi acı çekecekler. O gün Yeruşalim’de tutulan yas, Megiddo ovasında, Hadat-Rimmon’da tutulan yas gibi büyük olacak. O gün Davut soyunu ve Yeruşalim’de yaşayanları günahtan ve ruhsal kirlilikten arındırmak için bir pınar açılacak. O gün ışık olmayacak, ışık veren cisimler kararacak. Özel bir gün, yalnız Rabbin bildiği bir gün olacak. Gece de gündüz de olmayacak. Gece de aydınlık olacak. O gün Yeruşalim’in içinden diri sular akacak. Yaz kış suların yarısı Lut gölüne, öbür yarısı Akdeniz’e akacak. Ve RAB BÜTÜN DÜNYANIN KRALI OLACAK: O gün yalnız Rab yalnız O’nun adı kalacak. O gün atların çıngırakları üzerine “RABBE ADANMIŞTIR” diye yazılacak. O gün Her Şeye Egemen Rabbin Tapınağı’nda artık tüccar (Kenanlı) bulunmayacak.” (Zekeriya 12-14. Bölümler)

O gün ne kadar da muhteşem olacak! Yukarıdaki bu pırıl pırıl bölümün içinde bu konudan böylesine sık ve görkemli bir şekilde söz edilmesine hayret etmemek gerek. Yas tutan bakiye gerçek pişmanlık ruhu içinde pınarın çevresinde toplandığı ve kefaretin büyük gününün tam ve nihai sonuçlarından içeri girdiği zaman parlak ve kutlu bir “Şabat dinlenmesi” olacak. Hiç kuşkusuz, “canları acı çekecek”, çünkü pişmanlık dolu bakışları “deştikleri kişiye” iliştiğinde canları nasıl olur da acı çekmez? Ama, ah! Sahip olacakları Şabat günü ne kadar muhteşem bir gün olacak! Yeruşalim, yaşadığı uzun ve bezdirici yas gecesinden sonra kurtuluşun dolup taşan kasesine sahip olacak. Önceki mahrumiyetleri unutulacak ve çocukları uzun zaman önce kaybetmiş oldukları konutlarına kavuşacak, harplerini söğüt dallarından aşağı  indirecekler ve asmanın ve incir ağacının huzurlu gölgesi altında bir kez daha Siyon’un tatlı ezgilerini çalıp söyleyecekler.

Tanrıya övgüler olsun ki, o zaman yakındır. Batan her güneş bizi o muhteşem Şabat’a daha çok yaklaştırmaktadır. Söylenen söz, “Evet, tez geliyorum;” ve çevremizdeki her şey bize “o günlerin yakında olduğunu ve her görümün etkisinin yaklaşmakta olduğunu söylüyor gibidir. “Ayık ve uyanık olalım ve duada kalalım!” Kendimizi, dünya tarafından lekelenmekten koruyalım ve böylece, zihinlerimizin ruhunda, yüreklerimizin sevgisinde ve canlarımızın deneyiminde göksel Damadı karşılamak için hazır olalım! Hali hazırdaki yerimiz ordugahın dışındadır. Tanrıya şükürler olsun ki, böyledir! Dışında değil de içerde olmak, söz ile anlatılamayacak kadar büyük bir kayıp olur idi. Bizi perdenin iç tarafına geçiren aynı çarmıh bizi aynı zamanda ordugahın dışına atmıştır. Mesih de aynı şekilde dışarı atılmış idi ve biz O’nunla birlikte oradayız, ama O sonra gökyüzüne alınmıştır ve bizler O’nunla birlikte göklerdeyiz. Kutlu Efendimiz ve Rabbimizi reddetmiş olan her şeyin dışında olmak bir merhamet değil midir? Gerçekten de öyledir ve İsa hakkında ne kadar çok şey bilir isek, O’nun ile birlikte dışarda bulunduğumuz yer için o kadar müteşekkir oluruz.


1. Okuyucu yukardaki bölümde “günahları” sözlerinin çevirmenler tarafından yazıldığını ve esin aracılığı ile yazılmadıklarını gözlemleyecektir. Bölümün tanrısal kusursuzluğu bu esin aracılığı ile yazılmamış sözcüklerin kullanılması nedeni ile tamamen yitirilmiştir. Burada söz konusu edilen öğretiş kesinlikle budur – ayetin ilk cümlesinde Mesih, Halkının günahları için kefaret olarak yer alır, ama son cümlede söz konusu olan günahlar ya da kişiler değil, ama geneldeki günah ve dünyadır. Aslında ayetin tamamı Mesih’i iki tekenin karşıt örneği olarak takdim eder; O’nun halkının günahlarını taşımış Olan olarak ve aynı zamanda Tanrıyı geneldeki günah ile ilgili olarak mükemmel bir şekilde yüceltmiş Olan ve tüm yaratılışın nihai kurtuluşu ve bereketi için tüm dünyaya lütuf ile davranarak sağlayışta Bulunan olarak.