Yasa’nın Tekrarı 32

“Ve Musa şu ezginin sözlerini eksiksiz olarak tüm İsrail topluluğuna okudu.” Yasanın Tekrarı 31:30.

Greek Inscription on stone in Turkey

Şu anda önümüzde Kutsal kitabın en önemli ve en anlamlı kapsamlı kısmının bulunduğunu ve bizim bu bölümü dua ederek dikkat ile okumamız gerektiğini söyler isem abartmış olmam. Bu bölüm Tanrının İsrail ile olan ilişkisini başından sonuna kadar ele alır ve halkın üzücü günahının ve tanrısal gazabın ve yargının en ciddi kaydını bize sunar. Ama Tanrıya övgüler olsun ki, bu konu O’nun ile başlar ve O’nun ile son bulur. Ve bu durum canı çok derinden ve çok zengin bir şekilde bereketler. Eğer böyle olmasa idi, eğer yalnızca insanın yollarının melankolik öyküsüne sahip olmuş olsa idik o zaman tamamen baskı altında kalmamız gerekir idi. Ama bu bölümün tamamında olduğu gibi bu harika ezgide de Tanrı ile başlar ve Tanrı ile sona erdiririz. Ruhumuzu en bereketli şekilde sakinleştiren budur ve bizi insan tarihini sakin ve kutsal bir güven ile izlemeye muktedir kılar. Onun ellerinde her şeyin parçalandığını ve Tanrının plan ve amaçlarına karşı olan düşmanın eylemlerinin boşa çıktığını görürüz. Yaratığın her biçim ve şekildeki başarısızlık ve harap oluşunu görebiliriz çünkü her şeye rağmen Tanrının Tanrı olacağını biliriz ve bundan eminizdir. Sonunda Tanrının eli üstün gelecektir ve sonra her şeyin yoluna girmesi gerekecektir. Tanrı her şeyde her şey olacaktır ve hayran olduğumuz Rabbimiz İsa Mesih bu derin evrenin sonsuza kadar merkezdeki güneşi olacaktır; ne bir düşman ne de bir kötülük kalmayacaktır.

Ama şimdi ezgiye geri dönmemiz gerekiyor.

"Ey gökler kulak verin sesleneyim. Ey dünya, ağzımdan çıkan sözleri işit!” Gök ve yer bu harika sözlere kulak vermek için toplanır. “ Öğretişim yağmur gibi damlasın; Sözlerim çiy gibi düşsün. Çimen üzerine çiseleyen yağmur gibi. Bitkilere yağan sağanak gibi. Rabbin adını duyuracağım. Ululuğu için tanrımızı övün.” Yasanın Tekrarı 32: 1-3.

Burada her şeyin sağlam ve bozulmaz temelini görmekteyiz. Ne olur ise olsun Tanrımızın adı sonsuza kadar duracaktır. Yerin ya da cehennemin hiç bir gücü tanrısal amaca engel olamaz ya da tanrısal yüceliğin parlamasına engel olamaz. Bu karanlık ve günah ile vurulmuş üzüntü dolu dünyanın ortasında ve düşmanın görünürde başarılı olan planları karşısında Tanrının adının güvencesi yüreklerimize nasıl da tatlı bir huzur verir! Sığınağımız, kaynağımız ve tatlı huzurumuz Rabbimiz İsa Mesih’in Tanrısı ve Babası ve Tanrımız Rabbin adında bulunur! Bu kutsal adın her zaman tazeleyen bir çiy ve yüreğe düşen çiseleyen bir yağmur etkisi uyandırdığını biliriz. Bu gerçek, canı her zaman tanrısal ve göksel bir öğretiş ile besleyebilir ve canı her koşulda ve her zaman destekleyecektir.

“O Kaya’dır” – ve yalnızca bir kaya değildir. O’ndan başka hiç bir kaya yoktur ve olamaz! O’nun yüce adına sonsuz ve evrensel onur olsun! “O’nun işleri mükemmeldir!” – O’nun bereketli elinden gelen bir şeyde hiç bir leke yoktur. Her şey O’nun mutlak mükemmelliğinin mührünü taşır. Bu gerçek yaratılmış olan tüm zekalara sergilenecektir. Tüm gerçek imanlılar için bu tanrısal tesellinin bir kaynağıdır. Bunun yalnızca düşüncesi bile susamış bir canın üzerine inen bir çiy damlasına benzer. “Gerçeğin tanrısının tüm yolları adildir.” Sadakatsiz kişiler kendi bilgeliklerine güvenerek tanrısal eylemlerde delikler açmaya çalışırlar ama akılsızlıkları çok geçmeden herkese sergilenecektir. “Herkes yalancı olsa bile Tanrının doğru söylediği bilinmelidir. Yazılmış olduğu gibi, ‘Öyle ki sözlerinde doğru çıkasın ve yargılandığın zaman davayı kazanasın.’” Romalılar 3:4. Sonunda her zaman Tanrının elinin üstte olması gerekir. İnsanlar tek gerçek tek bilge ve gücü her şeye yeten Tanrının söz ve eylemlerini sorgulamaya çağırmak gibi bir küstahlığa karşı uyanık dursunlar!

Bu ezginin ilk notalarında sıra dışı güzellikte bir şey mevcuttur. İnsan ve hatta Tanrının halkı başarısızlığa uğrasa ve harabiyet görse dahi yüreğin şu gerçeği bilmesi huzurların en tatlısını sağlar: biz her zaman sadık kalan ve kendisini inkar edemeyen ve yolları mutlak mükemmelliğe sahip Olan ile ilişkideyiz ve O, düşman en büyük hainliğini yaptığı ve birinin başına tüm kötü tasarılarını getirdiği zaman elbette müdahale edecek ve Adını yüceltecek ve evrensel ve sonsuza kadar kalıcı bereket getirecektir.

Evet, Tanrının insan yollarına ceza infaz etmesi gerekir. Disiplin asasını eline alıp onu kullanmak zorunda kalır ve hatta bazen bunu Kendi halkı için de dehşet verici bir ciddiyet ile yapar. O’nun kutsal Adını taşıyan halkındaki kötülüğe kesinlikle hoşgörüsü yoktur. Tüm bu konuların hepsi işlemekte olduğumuz ezginin içinde özel bir önem taşıyarak ortaya çıkar. İsrail’in yolları ifşa edilir ve bu yollar ile hiç bir esirgeme yapılmadan ilgilenilir. Hiç bir şeyin geçip gitmesine izin verilmez; her şey kutsal bir titizlik ve sadakat ile ortaya konur. Bu nedenle şunları okuruz: “Bu eğri ve sapık kuşak O’na bağlı kalmadı. O’nun çocukları değiller. Bu, onların utancıdır. Rabbe böyle mi karşılık verilir, ey akılsız ve bilgelikten yoksun halk? Sizi yaratan ve size biçim veren Babanız, Yaratıcınız O değil mi?” Yasanın Tekrarı 32: 5,6.

Burada ezgide yer alan ilk azarlama dikkatimizi çeker ama çok geçmeden tüm yeryüzünün En Yüce Olan’ı, İsrail’in Elohim’i, Yehova’nın iyiliğine, sevecen ilgisine, sadakatine ve harika merhametine tanıklık eden çok değerli satırlar ezgide ortaya çıkarlar. “Eski günleri anımsayın ve çoktan geçmiş çağları düşünün, babanıza sorun, size anlatsın. Yaşlılarınız size açıklasın. Yüceler Yücesi (Tanrının bin yıllık dönemdeki ünvanı) uluslara paylarını verip insanları böldüğü zaman insanların sınırlarını İsrailoğullarının sayısına göre belirledi. Çünkü Rabbin payı kendi halkıdır ve Yakup soyu O’nun payına düşen mirastır.” Yasanın Tekrarı 32: 7-9.

Burada bizim görüşümüze ne kadar görkemli bir gerçek açıklanmıştır! Bu gerçek yeryüzü ulusları tarafından ya çok az anlaşılır ya da hiç umursanmaz. Ulusların büyük sınırlarının ilk bölünmesi gerçeğini ve En Yüce Olan’ın İsrail çocuklarına doğrudan yaptığı referansı ne kadar az sayıda kişi düşünür! Durum bu olsa da okuyucunun bu önemli ve yoğun bir ilginçliğe sahip gerçeği kavramanın ardından gitmesi gerekir. Coğrafya ve tarihe tanrısal bir bakış açısı tarafından baktığımız zaman Kenan’ın ve Yakup’un tohumunun Tanrının merkezi olduğunu görürüz. Evet, Kenan Akdeniz’in doğu kıyısında bulunan çok küçük bir ülkedir. On bir bin mil kare büyüklüğünde bir bölgedir ve İrlanda’nın yaklaşık üçte biri büyüklüğündedir ve Tanrının coğrafyasının merkezidir. Ve İsrail’in on iki oymağı Tanrının tarihinin merkez objesidir. Tarihçiler ve coğrafyacılar bu konu hakkında ne kadar az düşünmüşlerdir! Onlar ülkeleri tanımlamışlar ve ulusların tarihini yazmışlardır; insan düşüncesine göre Filistin ve halkının coğrafi yerleşiminin ve siyasi öneminin üzerinde durmuşlardır ama Tanrının gözünde bunların hiç biri insani düşünceler oldukları için önemli değildirler; tanrı kendi halkını çağırmıştır ve Dostu İbrahim’in tohumu aracılığı ile onlar için amaçladığı mirası sabitlemiştir. 1

Bu çok önemli ve öneride bulunan gerçek konusunda uzun süre durma girişiminde bulunamayız. Ama okuyucudan bu konu hakkında çok ciddi düşünmesini isteyeceğiz. Okuyucu bu konuyu Eski ve Yeni Antlaşmaların peygamberlik ile ilgili ayetlerinde tam gelişmiş ve çarpıcı bir şekilde resmedilmiş olarak bulabilir. “Çünkü Rabbin payı kendi halkıdır ve Yakup soyu O’nun payına düşen mirastır. Onu kurak bir ülkede, ıssız ve uluyan bir çölde buldu. Onu kuşattı, kayırdı ve göz bebeği – insan bedeninin en duyarlı ve en hassas özelliğe sahip kısmı - gibi korudu. Yuvasında yavrularını uçmaya kışkırtan ve onların üzerinde kanat çırpan bir kartal gibi kanatlarını gerip onları aldı ve kanatları üzerinde – onlara uçmayı öğretmek ve düşmelerine engel olmak için -  taşıdı. Ona yalnız Rab yol gösterdi. Yanında yabancı ilah yok idi. Onu yeryüzünün yüksekliklerinde gezdirdi ve tarlada yetişen ürünler ile doyurdu. Onu kayadan akan bal ile ve çakmak taşından çıkardığı yağ ile besledi. İneklerin yağı ile, koyunların sütü ile, besili kuzular ile, Başan cinsi en iyi koçlar ve tekeler ile en iyi buğday ile onu besledi. Halk, üzümün kırmızı kanını içti.” Yasanın Tekrarı 32: 9-14.

Bu uygulamaların hepsinin İsrail ile ilgili olduklarını söylememize gerek var mı? Kilise, hiç kuşkusuz bu olaylardan öğrenebilir ve onlardan yarar sağlayabilir ama bunları kiliseye uygulamak çift yönlü bir hata ve doğası çok ciddi bir hata yapılmasına neden olacaktır. Çünkü kilise bu uygulama ile göksel bir düzeyden yersel bir düzeye indirilmiş olacaktır. İsrail’in Tanrı tarafından atanan yeri ve payı farklıdır. Tanrının kilisesinin, Mesih’in bedeninin yeryüzündeki ulusların sınırlarının belirlenmesi ile nasıl bir ilgisi olduğu haklı olarak sorulabilir! Tanrının düşüncesine göre kilise yeryüzünde bir yabancıdır; onun payı, onun umudu, onun evi, onun mirası, onun her şeyi gökseldir. Eğer kilise hakkında hiç bir şey işitilmemiş olsa idi bu durum dünyanın tarihinin akışında bir farklılık ortaya çıkmaz idi. Kilisenin çağrısı, yazgısı, yürüyüşü, tüm karakteri ve yönü, ilkeleri ve manevi durumu, tüm bunların hepsinin göksel olması gerekir. Kilisenin bu dünyanın sistemi ile hiç bir ilgisi yoktur. Bizler, göklerin vatandaşlarıyız. Ve Kurtarıcımız Rab İsa’yı oradan yani göklerden bekliyoruz. Kilise, ulusların sistemine karıştığı takdirde Rabbin önünde, çağrısının ve ilkelerinin önünde yanlış olduğunu kanıtlamış olur. Reddedilmiş, çarmıha gerilmiş, diriltilmiş ve yüceltilmiş bir Mesih ile bağlı olmak ve O’nun ile manevi açıdan özdeşleşmiş olmak kilisenin yüce ve kutsal ayrıcalığıdır. Kilisenin artık hali hazırdaki dünya sistemi ile ya da bu dünyanın tarihinin akışı ile ilgisi kalmamıştır. Kilisenin tek bağı göklerdeki yüceltilmiş olan Başı iledir. Rabbimiz Mesih İsa halkından söz eder iken şöyle der: “Ben nasıl bu dünyadan değil isem onlar da bu dünyadan değiller.”

Bu ifade kesindir. Ve konumumuzu ve yolumuzu mümkün olan en titiz ve en kesin şekilde sabitler. “Mesih nasıl ise biz de bu dünyada öyleyiz.” Bu ifade çift yönlü bir gerçeği içerir, yani Tanrının bizi mükemmel bir şekilde kabul ettiğini ve bu dünyadan tam olarak ayrılmış olduğumuzu! Biz bu dünyadayız ama bu dünyadan değiliz. Bu dünyadan göçmenler ve yabancılar olarak geçer iken parlak sabah yıldızı olarak görünecek olan Rabbimizin gelmesini bekliyoruz. Bu dünyanın toplumsal ya da siyasi konuları ile hiç bir ilgimiz yoktur. Biz, Rabbin tam yetkisi ile insanlar için dua etmeye, yönetime itaat etmeye ve vergi ödemeye ve hiç kimseye borçlu olmamaya, “bu eğri ve sapık kuşağın ortasında kusursuz ve saf, Tanrının lekesiz çocukları olmaya” – Filipeliler 2:16 - çağrıldık.

Tüm bunlardan “gerçeğin sözünü doğru olarak anlamanın” yoğun pratik önemini görebiliriz. Yersel İsrail’i göksel kilise ile karıştırmak ile hem Tanrının gerçeğine hem de O’nun halkının canlarına ne büyük bir zarar verildiği konusunda ne yazık ki çok az bir fikre sahibiz. Ve bu durum kutsal yazıların bilgisinde tüm ilerleyişe engel olur ve Hristiyan yürüyüş ve tanıklığının saygınlığını lekeler. Bu ifade çok güçlü gibi görünebilir ama bu ifadenin gerçekliğinin defalarca üzücü bir şekilde resmedildiğini görmüş bulunuyoruz. Ve bu nedenle okuyucunun dikkatini bu konuya çekmek ile ilgili acil ısrarlarımızın asla yeterli olmayacağını hissediyoruz. Bu konuya birden fazla kez Musa’nın beş kitabını inceler ve çalışır iken işaret ettik ve bu yüzden burada bu konu üzerinde artık daha fazla durmayacak ve bölümümüzde ilerleyeceğiz.

15. ayette Musa’nın ezgisinde çok farklı bir nota ile karşılaşırız. Bu noktaya kadar Tanrı ve O’nun eylemleri, O’nun amaçları, O’nun öğütleri, O’nun halkı olan İsrail’e duyduğu sevecen ilgiyi ve onlar ile ne kadar yüce bir lütuf aracılığı ile ilgilendiğini gördük. Tüm bu konular çok derin ve zengin bereket ile doludur. Bu konuda hiç bir hata yoktur ve olamaz. Tanrıya ve önümüzde O’nun yollarına sahip olduğumuz zaman yüreğin sevincine engel olacak hiç bir şey yoktur. Her şey mükemmelliktir – mutlak ve tanrısal mükemmellik ve biz bunun üstünde düşündükçe şaşkınlık, sevgi ve övgü ile dolarız.

Ancak bir de insani yan vardır ve işte bu noktada ne yazık ki tüm başarısızlık ve hayal kırıklığı bulunur. Bölümümüzün on beşinci ayetinde şunu okuduk: “Yeşurun semirdi ve sahibini tepti” – ne kadar dolu ve ilginç bir ifade! Kısa içeriğinde İsrail’in manevi öyküsünü nasıl da canlı bir şekilde sunmaktadır! – “doyunca yağ bağlayıp ağırlaştı ve kendisini yaratan Tanrıya sırt çevirdi. Kurtarıcısını, Kayayı küçümsedi. Yabancı ilahlar ile Tanrıyı kıskandırıp iğrençlikleri ile O’nu öfkelendirdiler. Tanrı olmayan cinlere, tanımadıkları ilahlara ve atalarınızın korkmadıkları son zamanlarda ortaya çıkan yeni ilahlara kurban kestiler. Seni oluşturan Kayayı savsakladın ve seni yaratan Tanrıyı unuttun.” Yasanın Tekrarı 32: 15-18. Tüm bu yazılanlarda hem yazar hem de okuyucu için çok ciddi bir ses işitilmektedir. Her birimiz biraz önce alıntı yapılan sözcükler aracılığı ile belirtilen manevi yola girme tehlikesi ile karşı karşıyayız. Tüm çevremiz Tanrının zengin ve çeşitli merhametleri ile kuşatılmış olarak onları bir gönül hoşnutluğu ruhunu beslemek için kullanma eğilimi içindeyiz. O’nun bize vermiş olduğu armağanları O’na karşı kullanıyoruz. Başka bir deyiş ile bizler de İsrail gibi semirdik ve sahibimizi teptik. Tanrıyı unutuyoruz. O’nun varlığının tatlı ve değerli hissini ve O’nun mükemmel yeterliliğini kaybediyor ve İsrail’in yaptığı gibi diğer objelere yani sahte ilahlara geri dönüyoruz. Bizi yaratan ve bize şekil veren Kaya’yı ve bizi Kurtaran’ı ne kadar sık unutuyoruz! Bizim ayrıcalıklarımız İsrail’in ayrıcalıklarından daha fazla ve yüksek olduğu için bahanelerimiz de daha fazla oluyor! Bizler İsrail’in asla hiç bir şekilde bilmediği bir konum ve bir ilişkiye sahip kılındık; bizim ayrıcalıklarımız ve bereketlerimiz çok yüksek bir düzene aittirler. Baba ve Oğlu İsa Mesih ile paydaşlığa sahip olmak bizim ayrıcalığımızdır; bizler bu mükemmel sevginin objeleriyiz. O mükemmel sevgi bizi, hakkımızda şu sözlerin söylenebileceği şu mükemmel konuma getirdi: “Mesih nasıl ise bizler de bu dünyada öyleyiz.” Bu bereketin üstünde bir bereket asla olamaz; tanrısal sevginin kendisi bile bundan daha öteye gidemez idi. Tanrının biricik ve çok sevdiği Oğlunun ölümü ve bize Kendi Ruhunu vermesi ile yalnızca Tanrının bize olan sevgisi sergilenmek ile kalmadı ama aynı zamanda Tanrının tahtında oturan o Kutsal Olan ile aynı konuma yerleştirilerek Tanrının bize olan sevgisinin yetkinliğini gördük.

Tüm bunlar harika bir şekilde mükemmeldir! Ve bilginin ötesine geçer. Ama yine de tüm bunlara rağmen bizler bizi bu kadar çok seven, bizi bereketleyen ve yerimize geçip çarmıhta işi tamamlayan Rabbimizi unutmaya nasıl da eğilimliyizdir! Düşüncelerimizin ruhunda ve yüreklerimizin sevgisinde O’ndan ne kadar sık uzaklaşırız! Konu yalnızca, ağzı ile iman ikrarında bulunan kilisenin bir bütün olarak ne yapmış olduğu değildir; konu, bizim kendi sefil yüreklerimizin sürekli olarak yapmaya eğilim gösterdiği daha derin, daha mahrem ve daha keskin bir konudur. Bizler Tanrıyı unutmaya ve diğer objelere dönmeye meyilliyizdir; bu tutumumuz bize ciddi şeyler kaybettirir ve O’nun onurunu lekeler.

Tanrının yüreğinin tüm bunlar hakkında neler hissettiğini bilmek ister miyiz? O’nun gücendiğini düşünmemiz doğru bir düşünce olur mu? Şimdi O’nun hata yapmış halkı İsrail’e hitap eder iken Musa’nın ezgisinin satırlarında kullandığı yakıcı sözcüklere kulak verelim. Diliyorum ki bu sözleri doğru işitmemiz ve onlardan en fazla yararı almamız için bize lütfedilsin!

“Rab bunu görünce onları reddetti, çünkü oğulları ve kızları O’nu öfkelendirmişler idi. ‘Yüzümü onlardan çevirecek ve sonlarının ne olacağını göreceğim’ dedi. Çünkü onlar sapık bir kuşak ve güvenilmez çocuklardır. Tanrı olmayan ilahlar ile beni kıskandırdılar. Ve değersiz putları ile beni öfkelendirdiler. Ben de halk olmayan bir halk ile onları kıskandıracağım. Anlayışsız bir ulus ile onları öfkelendireceğim. Çünkü size karşı öfkem ateş gibi tutuşup ölüler diyarının derinliklerine dek yanacak. Yeryüzünü ve ürününü yutup yok edecek ve dağların temellerini tutuşturacak, üzerlerine kötülükler yığacağım. Oklarımı onlara karşı kullanacağım. Kavurucu kıtlık, tüketici hastalık ve öldürücü salgın vuracak onları. Gönderdiğim canavarlar dişleri ile onlara saldıracak ve toprakta sürünen zehirli yılanlar onları ısıracak. Sokakta kılıç onları çocuksuz bırakacak ve evlerinde dehşet egemen olacak. Delikanlısı, genç kızı, emzikteki çocuğu ve ak saçlısı ölecek. Onları darmadağın etmeyi ve anılarını insanların arasından silmeyi düşündüm.” Yasanın Tekrarı 32: 19-26.

Burada, Tanrının, halkı ile yönetime özgü tutumunun çok ciddi bir kaydını okumaktayız – İbraniler 10:31 ayetinde kaydedilmiş olan korkunç gerçek ortaya konur: “Diri Tanrının eline düşmek korkunç bir şeydir.” İsrail’in geçmişteki tarihi, hali hazırdaki durumu ve gelecekte başına gelecek olaylar tüm bunların hepsi çok etkileyici bir şekilde “Tanrımızın yakıp tüketen bir ateş olduğunu” kanıtlama gibi bir sonucu ortaya koyar. Yeryüzündeki hiç bir ulus İsrail ulusu gibi böylesine ağır bir disiplinden geçmeye çağrılmamıştır. Rab onlara bunu şu çok derin ciddiyet taşıyan sözler ile hatırlatır: “siz yalnızca yeryüzündeki tüm aileleri bilirsiniz; bu nedenle suçlarınız yüzünden sizi cezalandıracağım.” Hiç bir zaman hiç bir ulus Yehova ile gerçek bir ilişki konumunun yüksek ayrıcalığına sahip olmaya çağrılmamış idi; Bu saygınlık yalnızca bir ulus – İsrail - için ayrılmış idi. Ama bu saygınlık aynı zamanda çok ciddi bir sorumluluğun temeli idi. Eğer İsrail Tanrının halkı olmaya çağrıldı ise o zaman bu harika konumlarına uygun bir şekilde davranmak ile sorumlu idiler ya da güneşin altındaki hiç bir ulusun başına gelmemiş olan ağır disipline tahammül edecekler idi. İnsanlar tüm bu konular hakkında mantık yürütebilirler; bölümümüzün 22-25 ayetlerinde ortaya konan ifadelere uygun olarak hareket eden cömert bir Varlığın davranışlarındaki maneviyat hakkında sorgulayıcı bir tutum ile davranabilirler. Ama tüm bu ileri sürülen sorular ve muhakemelerin er ya da geç tamamen akılsızca olduklarının farkına varılacaktır. İnsanlar için tanrısal yönetimin ciddi eylemlerine karşı tartışmaya ya da Tanrının seçmiş olduğu halka karşı uygulanan disiplinin dehşet veren ağırlığını sorgulamaya kalkışmak kesinlikle yararsızdır. Gelecek olan gazaptan kaçmak ve sonsuz yaşama sımsıkı tutunmak ve Tanrının değerli müjdesinde açıklanan kurtuluşta güvende olmak ve İsrail’in tarihindeki gerçekler aracılığı ile uyarılmak çok daha bilgece ve çok daha iyi ve çok daha güvenilir olmaz mıydı?

Ve sonra Hristiyanların Tanrının yersel halkı ile olan ilişkilerinin kaydına dikkat etmeleri kendi yüce ve kutsal konumlarında alçakgönüllülük ile uyanık ve sadık olarak yürümeleri için duyulan acil ihtiyacı öğrenmeleri kendilerine çok yarar sağlayacaktır. Evet, sonsuz yaşamın sahipleri olduğumuz, Rabbimiz İsa Mesih aracılığı ile doğrulukla egemenlik süren o eşsiz lütfun ayrıcalıklı özneleri olduğumuz doğrudur. Bizler Mesih’in bedeninin üyeleriyiz; Kutsal Ruhun tapınağı ve sonsuz yüceliğin mirasçılarıyız. Ama tüm bunlar İsrail’in tarihi tarafından kulaklarımıza fısıldanan o uyarıcı sesi ihmal etmemiz gerektiği anlamına gelmez. Biz kıyaslanamaz yücelikteki ayrıcalıklara sahip olduğumuz için İsrail’in tarihi tarafından sağlanan öğütleri ihmal etmemiz ya da küçümsememiz doğru değildir. Tanrı yanlış düşünmemize engel olsun! Hayır, bizler Kutsal Ruhun öğrenmemiz için yazmış olduğu değerlere gayretli bir şekilde kulak asmak ile sorumluyuz. Yüceliklerimiz ne kadar büyük ise bereketlerimiz de o kadar zengindir; ilişkimiz ne kadar yakın ise bize sağlayacağı yarar o kadar fazla olur – sadık olmaya bağlı kalmak için daha ciddi oluruz ve her konuda O’nun mükemmel sevgisinin ihsan ettiği ve en yüce ve en bereketli konuma çağırdığı ölçüde O’nu hoşnut etmek için gayret gösterebiliriz. Rabbimizin yüce iyiliği aracılığı ile bize şunu ihsan etmesini diliyorum. O’nun kutsal huzurunda yüreğimizde gerçek amaca sahip olarak tüm bu değerler üzerinde düşünelim ve O’na saygı ile ve Ruhta ve gerçekte tapınarak gayretli bir şekilde hizmet etmenin ardından gidelim.

Ama şimdi bölümümüzde ilerlememiz gerekiyor.

26. ayette Tanrının İsrail’e olan tutumunun öyküsü ile bağlantılı olarak çok ilginç olan bir nokta bulunmaktadır. “Onları darmadağın etmeyi ve insanlar arasından anılarını silmeyi düşündüm.” Ve bu söylediğini neden yapmadı? Bu soruya verilecek yanıt İsrail hakkındaki sınırsız değer ve öneme sahip bir gerçeği ortaya koyar. Bu gerçek, onların gelecekteki tüm bereketlerinin temelinde yatmaktadır. Aslında onlar insanlar arasından anılarının silinmesini hak ettiler. Ama Tanrının onlar ile ilgili kendi düşünceleri ve planları ve amaçları var idi. Ve yalnızca bu kadar da değil ama aynı zamanda O, halkı ile ilgili olarak öteki ulusların ne düşündüğünü ve nasıl davranacaklarını da hesaba katar. Bu konunun 27.ayette güçlü ve hoş bir ifade ile belirtildiğini görürüz. Günahkar ve dik başlı halkın davranışına rağmen tutumu ile ilgili verdiği açıklamada ne kadar dokunaklı sözler yer alır: “ama düşmanın alay etmesinden çekindim, öyle ki, düşman yanlış anlayıp da bütün bunları yapan Rab değil, başarı kazanan biziz demesin.”

Bu sözcüklerde yer alan yüce lütfun soluğundan daha etkileyici bir şey olabilir mi? Tanrı öteki uluslara hata yapan zavallı halkına karşı kötü ya da garip davranmalarına izin vermeyecektir. Tanrı öteki ulusları disiplininin asası olarak kullanacak ama uluslar bu durumu kendi acı düşmanlıklarını hoşnut etmek girişiminde bulunacakları ve onlar için atanmış olan sınırı aştıkları anda disiplin asasını paramparça edecek ve hepsine şunu gösterecektir: Tanrının halkı hata yapan bir halk olmasına rağmen Tanrının Kendisi onları sevmekte ve onların nihai bereket ve yüceliklerini ön planda tutmaktadır.

Bu gerçek, söz ile anlatılamaz bir değeri ifade eder. Yehova’nın kesin amacı şudur: yeryüzündeki tüm ulusların Tanrının yüreğinde İsrail’in özel bir yere sahip olduğunu ve yeryüzünde önceden belirlenmiş bir üstünlük konumunda bulunduklarını bilmelerini ister. Bu gerçek kesinlikle sorgulanamaz. Peygamberlik kitaplarının sayfaları bu nokta ile ilgili yetkin kayıtlar içerirler. Eğer uluslar bunu unutur ya da buna karşı çıkarlar ise o zaman kendileri için çok kötü olacaktır. Tanrısal amaca karşı çıkma girişiminde bulunmak uluslar için çok boş bir çaba olur. Çünkü İbrahim, İshak ve Yakup’un Tanrısı Kendi seçmiş olduğu halkına karşı planlanan her kötülüğü yok edecektir; halkı bundan emin olarak güvenlik içinde dinlenebilir. İnsanlar kibirleri ve akılsızlıkları içinde kendi ellerinin yüksek ve güçlü olduğunu düşünebilirler ama Tanrının elinin her zaman en üstün el olduğunu öğrenmek zorunda kalacaklardır.

Ama şu anda buradaki yerimiz bu çok derin bir ilginçliğe sahip olan konu hakkında uzun süre durmamıza izin vermiyor. Okuyucuya bu konuda kendisi için kutsal yazıların ışığında araştırma yapması için izin vermemiz gerekiyor. Okuyucu bu araştırmayı kendisi için çok yararlı ve tazeleyici bulacaktır. Aslında peygamberliğe özgü yazıların bulunduğu o değerli sayfalarda okuyucuya eşlik etmek çok hoşumuza gider idi ama şimdi bölümümüzde yer alan Musa’nın ezgisi ile ilgilenmemiz gerekiyor; bu ezgi Tanrının İsrail ile olan yollarının ve İsrail’in Tanrı ile olan yollarının başından sonuna kadar yazılmış olan kısa ama anlaşılır ve etkileyici tarihini gözler önüne sermektedir – bu tarih lütuf, yasa, yönetim ve yüceliğin büyük ilkelerinin çarpıcı bir örneğini sunmaktadır.

29. ayette çok dokunaklı bir ifade yer alır: “ah, keşke bilge kişiler olsalar ve anlasalar idi. Sonlarının ne olacağını düşünseler idi! Onların Kayası kendilerini satmamış ve Rab onları ele vermemiş olsa idi! Çünkü bizim Kayamız onların kayasına benzemez, düşmanlarımız bu konuda yargıç olabilir.” – O’ndan başka Kaya yoktur ve olamaz! Tüm çağlar boyunca O’nun görkemli adına yücelik ve bereket olsun! – “Onların asması Sodom asmasından, Gomora bağlarındandır. Üzümleri zehir ile dolu ve salkımları acıdır. Şarapları yılan zehiri ve kobraların öldürücü zehiridir.” Yasanın Tekrarı 32:32,33.

Halkın usta bir el tarafından çekilen manevi durumunun korkunç bir resmi! Kayaları İsrail’in Kayası gibi olmayan tüm kişilerin gerçek konumunun tanrısal değerlendirmesi işte böyledir! Ama bir öç alma günü gelecektir! Bu gün tanrının merhameti ve sabrı ile geciktiriliyor ama göklerdeki taht üzerinde bir Tanrı olduğu ne kadar kesin ise bu günün geleceği de o kadar kesindir. İsrail’e kibirli davranan bu ulusların Rab kendi halkının hakkını koruduğu gün geldiği zaman O’nun ciddi infazını ve esirgemeyeceği gazabını göreceklerdir.

“Bu kötülükleri yazmadım mı? Hazinelerimde mühürlemedim mi? Öç benimdir ve karşılığını ben vereceğim. Zamanı gelince ayakları kayacak, onların yıkım günü yakındır ve ceza günü hız ile yaklaşıyor. Rab kendi halkının hakkını koruyacak [savunacak, yargılayacak ya da öç alacak], onların gücünün tükendiğini ve ülkede genç yaşlı kimsenin kalmadığını görünce kullarına acıyacaktır.” Yasanın Tekrarı 32: 36. İsrail için çok değerli bir lütuf – yavaş yavaş gelecek ve şimdi bu ihtiyaca sahip olan ve onu hisseden her bir kişi için, herkes için!

“Ve şöyle diyecektir: hani sığındığınız kaya, hani ilahlarınız nerede? Kurbanlarınızın yağını yiyen ve dökmelik sununuzu içen ilahlarınız hani nerede? Kalksınlar da size yardım etsinler! Size barınak olsunlar! Artık anlayın ki ben, evet ben, O’yum! Benden başka tanrı yoktur! Öldüren de, yaşatan da, iyileştiren de – yönetime özgü gazap ile yaralamak ve lütfa özgü bağışlama ile iyileştirmek; tüm onur sonsuz çağlar boyunca O’nun yüce ve kutsal Adınadır! -benim. Kimse elimden kurtaramaz. Çünkü elimi göğe kaldırır ve varlığım hakkı için derim ki, ‘Ben öncesizlik ve sonsuzluk boyunca varım.”  - en Yücelerdekine yücelik olsun! Yaratılmış olan herkes ve her şey O’nun eşsiz adına hayran kalsın! – “Parlayan kılıcımı bileyip yargılamak için elime alınca – bu kesinlikle gerçekleşecektir – düşmanlarımdan öç alacağım ve benden nefret edenlere – kim olurlar ise ve nerede olurlar ise – karşılığını vereceğim.” Tanrıdan nefret eden tüm insanlar – Tanrıdan çok zevki ve eğlenceyi seven tüm insanlar -  hakkında söylenmiş korkunç bir cümle!  - “Oklarımı kan ile sarhoş edeceğim. Kılıcım vurulanların ve tutsakların kanı ile düşman önderlerinin başları ile ve et ile beslenecek.” Yasanın Tekrarı 32: 40-42.

Burada, Musa’nın bu ezgisinde yargı, gazap ve öç konularında okuduğumuz gibi kısaca - ama peygamberlik ile ilgili kutsal yazıların tamamında geniş bir şekilde açıklanan- yazılmış olan ağır içerikli ayetlerin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Okuyucu büyük bir ilgi ve yarar elde ettiği Hezekiel kitabının 38 ve 39. bölümlerine işaret edebilir. Bu bölümlerde Gog ve Magog’ların yargılandığını gelecek olan kuzeydeki büyük düşmanın sonunda İsrail ülkesinin karşısına çıktığını ve orada onun nihai yıkımına yol açtığını okuruz.

Okuyucu aynı zamanda Yoel peygamberin kitabını da inceleyebilir; bu kitabın 3.bölümü İsrail’in geleceği ile ilgili sükunet ve teselli veren sözler ile başlar. “O günler Yahuda ve Yeruşalim halkını sürgünden geri getirdiğim zaman bütün ulusları toplayıp Yehoşafat vadisine indireceğim. Mirasım olan İsrail halkını ulusların arasına dağıttıkları ve ülkemi bölüştükleri için onları orada yargılayacağım. Çünkü halkım için kura çektiler.” Yoel 3: 1-3a. Okuyucu böylece peygamberlerin sözlerinin Musa’nın ezgisi ile ne kadar mükemmel bir uyum içinde olduğunu anlayacak ve Kutsal Ruhun her iki bölümde de İsrail’in gelecekteki yenilenmesini, üstünlüğünü ve yüceliğinin büyük gerçeğini nasıl tam, net ve anlaşılabilir bir şekilde bina ettiğini ve ortaya koyduğunu görecektir.

Ve sonra şimdi de ezgimizin son notasının ne kadar harika olduğuna bir bakalım! Bu son nota tüm yapının üstüne en önemli taşı ne kadar mükemmel bir şekilde yerleştirmektedir. Düşman olan tüm uluslar, sahnede hangi tarz ve unvan ile görünmüş olsalar da – Gog ya da Magog, Asurlular ya da kuzeyden gelen kral – İsrail’in tüm düşmanları bozguna uğratılacak ve sonsuza kadar mahvolacaklar ve sonra kulaklar şu tatlı notayı işitecekler; “EY ULUSLAR, O’NUN HALKINI KUTLAYIN, ÇÜNKÜ O KULLARININ KANININ ÖCÜNÜ ALACAK. DÜŞMANLARINDAN ÖÇ ALACAK, ÜLKESİNİN VE HALKININ GÜNAHINI BAĞIŞLAYACAK”

Bu harika ezgi burada sona eriyor; Tanrının kutsal Kitabının tamamındaki en güzel, en dolu ve en güçlü bölümlerinden biri idi! Ezgi, Tanrı ile başlar ve Tanrı ile sona erer ve içinde İsrail’in yersel halkının tarihinin geçmiş, şimdi ve gelecekteki zamanlarını anlaşılır ve düzenli olarak barındırır; bize, İbrahim’in tohumu hakkındaki tanrısal amaç ile doğrudan ilişkili olarak uluslar hakkındaki düşünceyi gösterir. Seçilmiş olan tohuma karşı davranmış olanlar ya da hala böyle davrananların sonunda uğrayacakları yargıyı açıklar. Ve sonra İsrail, atalar ile yapılmış olan antlaşma ile uyumlu olarak tamamen yenilendiği ve bereketlendiği zaman kurtarılmış olan ulusların İsrail halkı ile birlikte sevinmeleri ve onları kutlamaları gerektiği özetlenmiştir.

Tüm bunlar ne kadar da görkemlidir! Yasanın Tekrarı bölümünün otuz ikinci bölümünde canlarımızın gözlerine sunulan gerçekler ne kadar harika bir şekilde sergilenmiştir! Zevk ile şu sözleri söyleyebiliriz: “Tanrı Kaya’dır, O’nun işleri mükemmeldir!” Yürek, hangi koşullar içinde olur ise olsun bu noktada kutsal bir sükunet içinde dinlenebilir. İnsanın elindeki her şey paramparça olabilir; yalnızca insani olan her şey umutsuz bir enkaz ve harabiyet ile sonuçlanabilir ve sonuçlanacaktır ama “Kaya” sonsuza kadar duracaktır ve tanrısal Elin “her işi” Tanrının yüceliği ve O’nun halkının mükemmel bereketi için sonsuza kadar kalıcı bir mükemmellik içinde parlayacaktır.

İşte Musa’nın ezgisinin içeriği budur; zeki okuyucuya Tanrının kilisesinin, Mesih’in bedeninin, kutsal elçi Pavlus’un görevlendirildiği sırrın bu ezgide yer almadığının söylenmesine gerek yoktur. Musa bu ezgiyi yazdığı zaman kilise ile ilgili sır Tanrının bağrında saklı duruyor idi. Eğer biz bunu anlayamıyor isek o zaman kutsal yazıları dahi tam olarak anlamak ya da yorumlamak için muktedir değiliz demektir. Kutsal yazılar aracılığı ile öğretiş gören sade bir zihin için Musa’nın ezgisindeki özellik bir güneş ışığı kadar net ve parlaktır. Bu ezginin konusu İsrail ve uluslar ile bağlantılı olarak Tanrının yönetimidir; yönetimin alanında ve merkezinde Kenan ülkesinden söz edilir.

“Musa Nun oğlu Hoşea (Yeşu) ile birlikte gelip bu ezginin sözlerini halka okudu. Musa sözlerini bitirdiği zaman İsraillilere şöyle dedi: “Bu gün size bildirdiğim bu uyarıcı sözlerin tümünü benimseyin. Bu yasanın tüm sözlerine dikkat etmeleri ve yerine getirmeleri için çocuklarınıza buyruk verin. Bunlar sizin için boş sözler değildir, sizin yaşamınızdır. Şeria ırmağından geçerek mülk edineceğiniz ülkede ömrünüz bu sözler sayesinde uzun olacaktır.” Yasanın Tekrarı 32: 44-47.

Böylece Yasanın Tekrarı adlı bu değerli kitabın her kısmı boyunca başından sonuna kadar Tanrının çok sevgili ve çok değerli hizmetkarı Musa’yı Tanrı sözü hakkında Tanrının halkına içten bağlılık ile ilgili ciddi görevlerini ısrarlı bir şekilde tekrar ettiğini görürüz. İşte bu ısrarlı sözlerde yaşamın, esenliğin, gelişmenin, refahın ve her şeyin değerli sırrı yatmaktadır. Halkın yapması gereken tek şey itaat etmek idi. Ne kadar bereketli bir iş! Mutluluk veren kutsal görev! Sevgili okuyucu, insan iradesinin çok korkunç bir şekilde baskın olduğu bu çatışma ve zihin karışıklığının var olduğu günümüzde dünya ve sözde kilise şaşırtıcı bir hız ile öz iradenin karanlık yolu boyunca birlikte hız ile ilerlemekteler! Ve bu yolun sonunda sonsuza kadar sürecek olan karanlığın siyahlığı vardır! Bizler bunu aklımızda tutalım ve gayret ile Rabbimiz ve Kurtarıcımız İsa Mesih’in tüm değerli buyruklarına sade itaatin dar yoluna girerek uyalım. Böylece yüreklerimiz tatlı bir esenlik içinde muhafaza edilecektir; bu dünyanın insanlarına ve hatta ağızları ile Hristiyan olduklarını ikrar eden kişilere garip ve dar görüşlü kişiler olarak görünsek bile Tanrının sözünde belirtilen yoldan bir an için dahi ayrılmayalım. Mesih’in sözü sona kadar içimizde zengin bir şekilde hüküm sürsün ve Mesih2in egemenliği yüreklerimizde egemen olsun!

Burada, bölümümüzün sonunda çok dikkat çekici ve gerçekten ilginç bir nokta var: Yehova’nın sevgili hizmetkarı Musa’ya yönetim ilkesine özgü davranışı ile ilgili bir örnek! “ Rab aynı gün Musa’ya şöyle seslendi: ‘Haavarim dağlık bölgesine, Eriha karşısında Moav ülkesindeki Nevo dağına çık. Mülk olarak İsraillilere vereceğim Kenan ülkesine bak. Ağabeyin Harun Hor dağında ölüp atalarına kavuştuğu gibi sen de çıkacağın dağda ölüp atalarına kavuşacaksın. Çünkü ikiniz de Zin çölünde, Meriva-Kadeş sularında İsraillilerin önünde bana ihanet ettiniz ve kutsallığımı önemsemediniz. Bu nedenle ülkeyi ancak uzaktan göreceksin. Ama oraya, İsrail halkına vereceğim ülkeye girmeyeceksin.”

Tanrı yönetimi ne kadar ciddi ve canın boyun eğmesini gerektiriyor. Yüreğin itaatsizlik düşüncesi ile titremesinin gerektiği kesindir. Eğer Musa gibi seçkin bir hizmetkar ağzı ile uygun olmayan sözler söylediği için yargılandı ise o zaman günler, haftalar, aylar ve yıllar süresince Tanrının buyruklarını bilerek ve alışkanlık şeklinde ihmal ederek yaşayan ve O’nun yetkisine bilerek ve isteyerek karşı çıkan kişilerin hali ne olacak?

Ah, alçakgönüllü bir zihin, kırık ve pişman olmuş bir yürek! Tanrının aradığı budur ve O bundan zevk alır. Tanrı kutsal konutunu bu tür kişilerde kurar. “Ancak ben alçakgönüllü ve ruhu ezik olan kişiye, sözümden titreyen kişiye değer veririm.” Yeşaya 66:3. Tanrım, sınırsız iyiliğin nedeni ile İsa Mesih’in adı uğruna sevgili çocuklarının her birine bu tatlı ruhtan fazlası ile ihsan et!


1.  Tanrının düşüncelerinin insanların düşünceleri olmadığı ya da Tanrının yollarının insanın yolları olmadığı ne kadar büyük bir gerçektir! İnsanlar büyük krallıklara, maddesel güce, insan kaynaklarına, iyi disiplinli ve güçlü ordulara önem verirler. Tanrı ise bunun aksine bu tür şeyler ile asla ilgilenmez; bunlar O’nun için terazideki küçük bir toz parçasından farksızdırlar. “Bilmiyor musun? Duymadın mı? Sonsuz Tanrı bütün dünyayı yaratan ne yorulur ne de zayıflar. O’nun bilgisi kavranamaz.” Yeşaya 40: 28. “Gök kubbenin üstünde oturan Rabdir. Yer yüzünde yaşayanlar ise çekirge gibidir. Gökleri perde gibi geren ve oturmak için çadır gibi kuran O’dur. O’dur önderleri bir hiç eden ve dünyanın egemenlerini sıfıra indirgeyen. O önderler ki, yeni dikilmiş, yeni ekilmiş ağaç gibi gövdeleri yere yeni kök salmış iken Rabbin soluğu onları kurutuverir ve kasırga saman gibi savurur.” Yeşaya 40:22-24. Şimdi Yehova’nın yersel planları ve amaçlarının merkezi olarak neden bir ülkeyi seçer iken büyük bir ülke seçmek yerine insani düşünceye göre küçük ve önemsiz bir ülkeyi ya da toprağı seçmesinin manevi nedenini görebilir ya da anlayabiliriz. Ama ah, bu küçük toprak ne kadar büyük bir öneme sahiptir! Orada açıklanan ilkeler ne kadar değerlidir! Orada ne önemli olaylar gerçekleşmiştir! Orada ne işler yapılmıştır! Ve orada daha ne çok plan ve amaçlar gerçekleştirilecektir. Tanrının yüreğine göre yeryüzünün hiç bir yerinde Kenan ülkesi ve Yeruşalim kenti kadar ilginç olan başka hiç bir nokta yoktur! Kutsal yazılar da bu sözler hakkında tanıklık ederler. Bu kanıtlar küçük bir cilt kitabı doldurabilirler. Kutsal yazıların en dolu ve en net tanıklığının yapmayı başaramadığını canlı eylemler yapacağı zaman hız ile yaklaşmaktadır, yani, insanlar İsrail’in Tanrının yersel merkezi olduğuna, olmaya devam ettiğine ve her zaman olacağına ikna edileceklerdir. Tüm diğer uluslar önemlerini, ilgilerini, esin sayfalarındaki yerlerini yani var olduklarını şu ya da bu şekilde İsrail ülkesine ve halkına bağlı olmalarına borçludurlar. Tarihçiler bu konuyu ne kadar az bilir ya da bu konu hakkında ne kadar az düşünürler! Ama elbette tanrıyı seven herkesin bu konuyu bilmesi ve bu konu hakkında düşünmesi gerekir.