Mirasçı’nın Doğumu

Yaratılış 21

Yaratılış kitabının 17 ve 18.bölümlerinde Tanrı her şeye gücü yeten olarak açıklanmıştır –halkının zayıflığına ve dünyanın kötülüğüne rağmen Tanrı vaatlerini yerine getirir.

Yaratılış  kitabının 19.bölümünde dünyanın kötülüğü eksiksiz olarak gösterilir; Yaratılış 20.bölümde benliğin kötülüğü ve Tanrı halkının zayıflığı ortaya konur.

Dünya ve benlik ortaya konduktan sonra Yaratılış kitabının 21.bölümünde Tanrının tespit etmiş olduğu zamanın geldiğini ve uzun yıllar önce vaat edilmiş olan mirasçının dünyaya geldiğini öğreniriz (ayetler 1-7); köle kadın ve onun oğlu dışarı atılırlar (ayetler 8-21). Ve dünyanın Tanrının iman adamı ile beraber olduğunu kabul etmesi gerekir. (ayetler 22-34).

İSHAK’IN DOĞUMU (1-5)

İnsan tarafındaki her şey yer ile bir edildikten sonra “Tanrının söylemiş olduğu belirlenen zamanın” gelmiş olduğunu öğreniriz ve vaat edilen mirasçı dünyaya gelir. Vaat edilen mirasçının adı İshak’tır ve adının anlamı “gülmek”tir ve Rabbin yönlendirmesi ve buyruğu ile uyumlu olarak uygun zamanda sünnet edilir.

İshak’ın doğumunda Mesih ile ilgili çarpıcı bir örnek görürüz ve O’nun hakkında yazılmış olan şu sözleri okuruz: “Zaman dolunca Tanrı Oğlu’nu gönderdi.” Galatyalılar 4:4. İbrahim’e vaat edilen tüm bereketlere aracılık eden Kişi Mesih’tir ve bu vaat hem İsrail hem de diğer uluslar için doğrudan tohumun Kendisidir.

BU DOĞUMUN ETKİSİ (6-9)

Bunu izleyen diğer iki olayda mirasçının doğumunun etkisini görürüz. Bir olayda sevinen kişiler diğer olayda ise alay eden kişiler vardır. Yine soralım, bu iki olay Mesih’in doğumunun iki yönlü etkisini çarpıcı bir şekilde önümüze getirmiyorlar mı? Sara şöyle dedi: “Tanrı beni güldürdü öyle ki bunu duyan herkes benim ile birlikte gülecek.” Sara, o zamanki gülmesi aracılığı ile imansızlığını ifade etmekte idi ama şimdi ise yüreğinde duyduğu sevincin coşkusu ile gülmektedir. Ayrıca Sara’nın imanı oğlunun doğumunun tamamen Tanrı tarafından sağlanmış olduğunun ve insan düşüncelerinin bütünü ile dışında kaldığından öylesine farkındadır ki şu soruyu sorar: “Kim derdi ki, Sara İbrahim’e çocuk emzirecek? Bu yaşında ona bir oğul doğurdum. ” (Yaratılış 21:7) İnsan doğası açısından bu öylesine imkansız bir şey idi ki, hiç bir insan böyle olacağını söyleyemez idi. İshak doğduğunda İbrahim yüz yaşında idi. Sara’ın yaşı da çok ileri idi, ikisi de kocamışlar idi ve ayrıca Sara adetten de kesilmiş idi. Ama Sara tam Tanrının belirttiği zamanda İbrahim’e bir erkek çocuk doğurdu. Rab verdiği söz uyarıca Sara’ya iyilik etti ve sözünü yerine getirdi. İnsan için imkansız olan Tanrı için mümkündür! Böyle bir vaadi yalnızca Tanrı verebilir idi ve yalnızca Gücü Her Şeye Yeten verdiği bu sözü yerine getirebilir idi. Böylece anlıyoruz ki, İbrahim ve Sara kendileri için imkansız olan bir durumda iken Tanrı onlara verdiği sözü yerine getirdi, öyle ki İshak’ın insan çabası ile değil Tanrının sağlayışı ve lütfu ile doğduğu bilinsin ve insan değil ama yalnızca övgüye tek layık olan Tanrının Kendisi övülsün ve yüceltilsin!

Böylece sonunda Tanrının Mesih’i insan bedenine büründü ve insanlar göksel gerçek ile uyumlu olarak Tanrının müdahalesinin farkına vardılar ve uzun zaman önce (26 yıl önce) vaat edilmiş olan mirasçının doğması ile sevinç duyabildiler. Meryem coşkulu bir sevinç içinde şunları söylemiş idi:” Güçlü Olan benim için büyük işler yaptı.” Zekeriya ise Tanrının, halkını ziyaret etmiş olduğunu anladığı zaman şu sözleri söyledi: “İsrail’in Tanrısı Rabbe övgüler olsun! Çünkü halkının yardımına gelip onları fidye ile kurtardı. Böylece atalarımıza merhamet ederek kutsal antlaşmasını anmış oldu. Kendi önünde ömrümüz boyunca kutsallık ve doğruluk içinde korkusuzca Kendisine tapınmamızı sağlayacağına dair babamız İbrahim’e ant içerek söz vermiş idi” – bu söz, Yeruşalim’de kurtuluş bekleyen kişilere ve herkese söylenmiş idi. (Luka 1:49, 68-73)

Ama eğer İshak’ın doğumunda sevinen kişiler aynı zamanda onun doğumu ile ilgili söz ile alay edenler kişiler ise o zaman bu duruma neden imrendiklerini anlıyoruz. Çocuk büyüdü ve sütten kesildiği gün geldi. O zaman İbrahim büyük bir şölen verdi. Mirasçıya verilen bu büyük onur İbrahim’in ev halkı içinde uzun zamandır belli bir konuma sahip olan kişilerin yüreğinde imrenme hatta kıskançlık uyanmasına neden oldu.

Aynı durum Rabbimizin öyküsü için de geçerlidir. O’nun herkesten çok üstün ve rakipsiz konumunun farkına varan dindar kişilerin benliği O’na imrenmelerine hatta kıskanmalarına neden oldu. Doğu’dan gelen bilge adamlar O’na Yahudilerin Kralı olarak tapındılar ve bunu haber alan tüm Yeruşalim hemen o anda sıkıntıya düştü ve sahte kral Herod kutsal çocuğu öldürmek için harekete geçti.

BİZİM ÖĞRENMEMİZ GEREKEN DERS (10)

Ama her şeye rağmen yine de bu çok derin bir öğretişe sahip olan olayda bizler için başka dersler de vardır. Galatyalılar’ a yazılan mektupta elçi, Sara tarafından İbrahim’e söylenen şu sözlerden alıntı yapar: “Bu cariye ile oğlunu kov. Bu cariyenin oğlu, oğlum İshak’ın mirasına ortak olmasın.” Yaratılış 21:10. Elçi, bu bölümde İshak’ı, Mesih’i temsilen değil ama imanlıları – egemen lütfun özneleri olan imanlılar- temsilen kullanır. Ve elçi şöyle der: “Kardeşler, bizler de İshak gibi vaadin çocuklarıyız.” Ayrıca İshak’ı biz Kutsal Ruh’tan doğanların tümünü açıklamak için kullanır, böylece İsmail’i ise eski yaratık olarak açıklamış olur. Ve elçi aynı zamanda şunu da belirtir: et ve kandan olan insan Ruh’tan doğan insan ile tam bir karşıtlık içindedir. “Olağan yoldan doğan Kutsal Ruh’a göre doğana o zaman nasıl zulmetti ise şimdi de aynısı oluyor.” (Galatyalılar 28-31)

BENLİĞİN GERÇEK KARAKTERİ (11,12)

Mesih’in dünyaya gelişi nasıl her insanın olağan yoldan olduğunu açıklıyor ve benliğin kıskançlığını uyandırıyor ise kendi canlarımızın öyküsünde de aynı şekilde Mesih yüreğimizde gerçek yerine ne kadar çok sahip ise bizler de halen içimizde mevcut olan benliğin gerçek karakterinin farkına o kadar daha çok varıyoruz. Eğer Mesih’i bizim için bir şölen yapar isek ve yüreğimizde O’na gerçek yerini verir isek o zaman içimizdeki eski yaratığın her zaman kendisini yüceltmek isteyerek varlığımızda mevcut olduğunu keşfederiz. Bu durum da şu önemli soruyu ortaya çıkartır: Benliğin kendisini yücelterek beni yönetmesine izin mi vereceğim yoksa Mesih’in yaşamımdaki en üstün yere sahip olabilmesi için benliği ret mi edeceğim?

Korintli imanlılar benliğe dünyasal bir şekilde izin veriyorlar idi; Koloseli kutsallar dindar törenler düzenleyerek benliğe hizmet etme tehlikesi içinde idiler; Galatyalı topluluklar ise yasacılık aracılığı ile benliğe yer veriyorlar idi; kendilerini bir yaşam kuralı olarak yasa altına koyuyorlar idi. Ancak böyle yapmak ile Mesih’e benzeyen bir imanlı yaşamı üretemiyorlar idi; yaptıkları ya da ürettikleri tek şey ancak boş görkemi, kıskançlığı ve kavgası ile benliğe göre bir yaşam geliştirmek idi. Elçi şu sözleri bu neden ile söylemiştir: “Köle kadını ve oğlunu dışarı at!” Yasa benliği harekete geçirir ve bu yüzden yasayı bir yaşam kuralı olarak reddetmemiz gerekir. Bunun anlamı, imanlının yasayı silip atması ya da onun ahlaki taleplerine kayıtsız kalması demek değildir. Böyle bir şey bizden ırak olsun! Ancak imanlının kendisini yasanın prensibi altına koymayı reddetmesi gerekir. Mesih bizi bir bereket elde etme aracı olarak yasadan özgür kılmıştır ve bizim Mesih’in bizi özgür kıldığı özgürlük içinde sağlam durmamız gerekir. Her an bizi koruması için yalnızca O’na bakmamız gerekir. Elçi Pavlus’un bu prensibi tecrübe etmiş olduğu ne kadar da doğrudur! Elçi Pavlus’un yüreğinde en üstün yer tamamen Mesih’e ait idi; bu yüzden “benim için yaşamak Mesih’tir” diyebildi. Bunun sonucu olarak yasaya bağlı insan doğruluğunu reddetti ve benliğe güvenmedi (Filipeliler 1:21; Filipeliler 3:3). Pavlus köle kadını ya da cariyeyi ve oğlunu dışarı atmış idi.

Benliği reddetmek insanın kendisini inkar etmesini gerektirir; çağrı böyledir. Ve bu durumda acı çekmek söz konusu olacaktır. Bu neden ile cariyeyi evden kovmak “İbrahim için acı veren bir durum idi.” Ama yine de her şeye rağmen İbrahim’e tüm bereketin İshak ile bağlantılı olduğu hatırlatılır. İnsanın kendini inkar etmesi ve Mesih’i izlemesi çarmıh taşımasını yani acı çekmesini de beraberinde getirecektir ama bu durum onu böylelikle Mesih’teki birliğinde var olan büyük berekete yönlendirecektir.

İSRAİL ÖRNEĞİ

Çölde suları bitmiş olarak dolaşan Hacer ve İsmail İsrail’in şimdiki konumuna örnek teşkil edebilirler. Bereketi yasa altında elde etmeyi aramanın ve vaat edilmiş tohum olan Mesih’i reddetmenin bir sonucu olarak çölde susuz kalırlar. Tanrının yersel halkı ülkelerinden dışarı atılırlar ve dünyada dolaşan kişiler haline gelirler. İsrail ülkesinden dışarı atılmış olsa bile yine de Tanrının tanrısal takdir ve ilgisinin objesi olarak kalmaya devam eder; hatta Tanrı Hacer ve oğlu için de sağlayışta bulunur.

DÜNYANIN TANIKLIĞI (22-24)

Bölümde yer alan son olayda dünya insanının Tanrının dünyadan ayrı olarak yürüyen Tanrı adamından farklı olduğu sergilenir. İman adamının kayıp düştüğü ve imansızlık ile davrandığı zaman Avimelek tarafından azarlandığını görürüz. Şimdi vaat edilmiş olan mirasçı gelmiştir ve ona İbrahim tarafından hak ettiği yeri verilir. Ve köle kadın ve onun oğlu dışarı atılır. Tanrıdan olan en üstün olandır ve et ve kandan olan reddedilmiştir. Bunun sonunda Avimelek’in şunu kabul etmesi gerekir: “Elini attığın her işte Tanrı senin ile beraberdir.” Eski günlerde olduğu gibi Avimelek bu kez artık İbrahim’i azarlamaz, İbrahim tarafından azarlanır. Bu gün de durum bundan farklı değildir.

Eğer Mesih yaşamlarımızdaki gerçek yerine sahip ise, eğer benliği reddediyor ve dünyadan gerçekten ayrılmış olarak iman ile yürüyor isek bunun sonucunda tüm dünya Tanrının bizim ile olduğunu görecek ve bunu kabul edecektir.

DÜNYANIN GERÇEK KARAKTERİ (25-34)

Tanrının, dünyadan ayrılmış olarak yürüyen halkı ile beraber olduğunu kabul etmek zorunda kalan dünya buna rağmen yine de Tanrının halkını ruhsal olarak tazeleyen kaynaklarından mahrum etmek peşinde olacaktır. Dünya bu kaynaklarımızı sona erdirmek isteyecektir. Biz de İbrahim gibi dünyanın bu çabalarına karşı koyabilir ve dünyayı azarlayabiliriz. Ama aynı zamanda İbrahim gibi bizim de lütuf ruhunda kalmamız gerekir. İbrahim, sürüsünden yedi dişi kuzu ayırmış idi. Ve kuyuyu kendisinin açtığının kanıtı olarak Avimelek’e bu yedi dişi kuzuyu verdi ve Avimelek onları İbrahim’in elinden aldı. Böylece Tanrı adamının bereketi dünyaya kanıtlanmış oldu.

Bölümün son ayetleri İbrahim’in ruhsal öyküsünün doruğunu ifade etmek için kaydedilmişlerdir. Dünyanın, Tanrının İbrahim ile birlikte olduğunu kabul etmek zorunda kaldığını görmüş idik. Şimdi ise İbrahim’in Tanrı ile birlikte olduğunu görürüz. İbrahim Rabbin, sonsuza kadar kalıcı Tanrının adını çağırır ve ülkede bir göçmen olarak yaşar.


Tanrının yolları insanın yollarından farklıdır,
Tanrı garip gizliliklere bürünür,
Uzun süre bekleterek bizii yorar ve sonra imanımız bize sürpriz yapar.
Biz imansızlık içinde çırpınır iken ve O’nun gelmesini bekler iken
O, duamızı yarıda kesmek için çoktan kapının önünde durmaktadır.
Bir annenin elleri ile Nil nehrine bıraktığı bebeğini önder yapmayı planlamıştır;
Tanrı onu nehirden alır ve bir süre zaman dolana kadar onu saraylarda saklar.
Sonra onu çöldeki çalılıklara gönderir, koyunlara ve sığırlara çoban yapar;
Ve sonra yanan çalıda onun ile buluşur.
O’nda bizi şaşırtan pek çok gizem mevcuttur.
Sanki O bizi unutmuş gibi O’nun ilgi ve lütfundan neden kuşku duymamız gereksin?
Zamanların değişmesi O’nun bize olan eşsiz sevgisini etkileyebilir mi?
Bizi zihninden silmiş ve sanki hiç düşünmüyormuş ve
Sanki şimdi bizsiz yoluna devam ediyormuş gibi O’ndan kuşku duyarız.
Oysa O’nun sevgisi her zaman bize iyilik etmedi mi, sevgisi sürekli olarak üzerimizde değil midir?
— J.E.R.

 


Ah, atamız İbrahim’in bir zamanlar duymuş olduğu o ses nasıl bir ses idi?!
“İshak’ı, sevdiğin biricik oğlunu al ve Moriya bölgesine git.
Ve orada sana göstereceğim bir dağda oğlunu bana yakmalık sunu olarak sun.”
İbrahim bu sesi tanıyor idi ve hiç tereddüt etmedi – iç varlığındaki canı ile bu söze itaat etti.
İbrahim, Tanrını, oğlunu ölümden bile diriltebileceğini hesaba katarak
Yanına uşaklarından ikisini, odunları, ateşi, bıçağı ve oğlu İshak’ı aldı.
Gideceği yeri görene kadar üç gün yolculuk etti.
Tanrının kendisine belirttiği yere oğlu ile birlikte yürüdü, uşaklarını eşeğin yanında bıraktı.
Yürür iken oğlu ile paylaştıklarını kimse duymamalı idi.
İbrahim bir sunak yaptı ve üzerine odunları dizdi ve oğlu İshak’ı bağlayıp
Sunaktaki odunların üzerine yatırdı. Ateş ve bıçak İbrahim’in yanında idi.
İbrahim hala iman ile itaat ediyor idi çünkü söz veren Tanrının sözünü yerine getireceğinden emin idi.
Söylenen yere varmışlar idi – oğlunu bağlamış ve sunağa yatırmış idi.
Oğlunu öldürmek için bıçağı eline aldığı zaman, işte tam o zaman elinin hareketi durduruldu.
Göklerden gelen bir ses darbeye engel oldu – başka bir kurbanın kanı aktı.
Ve İbrahim oğlunu ölümden dirilmiş olarak geri aldı.
Biz Oğlu’nu ölüme teslim eden daha güçlü bir sevgi örneği biliyoruz!
Yerine başka hiç kimsenin geçemeyeceği daha kutsal bir kurban!
“İkisi birlikte” iş bitirilene kadar beraber yürüdüler ve
Sonsuz Üçlü Birliği sonsuza kadar yücelten iş tamamlandı!
— E.H.Chater