Yasa’nın Tekrarı 10

“O zaman Rab bana, ‘Öncekiler gibi iki taş levha kes ve dağa, yanıma çık’ dedi. ‘Ağaçtan bir sandık yap. Parçaladığın önceki levhalara yazılı buyrukları yeni levhalara yazacağım. Sonra onları sandığa koyacaksın.’ Böylece ben de akasya ağacından bir sandık yaptım. Öncekiler gibi iki taş levha kestim ve iki levhayı da alıp dağa çıktım. Rab, dağda toplandığınız gün, ateşin içinden size bildirdiği On Buyruk’u daha önce yaptığı gibi bu levhalara yazdı ve bana verdi. Sonra dönüp dağdan indim ve Rabbin buyruğu uyarınca levhaları yaptığım sandığa koydum. Orada duruyorlar.” Yasanın Tekrarı 10:1-5.

İstanbul, Türkiye
İstanbul, Türkiye

Tanrının sevgili ve saygın hizmetkarı halkına geçmişin ilginç, değerli ve önemli cümlelerini tekrar etmekten asla yorulmamaktadır; bu cümleler Musa için her zaman değerli ve her zaman tazedirler; Musa’nın yüreği bu cümlelerden keyif alır. Bu cümleler Musa’nın gözündeki çekiciliklerini asla yitirmezler. Ve Musa onlarda kendi yüreği için tükenmez bir hazine buldu ve İsrail’in yüreğini bu cümleler ile harekete geçirmek için elinden geleni yaptı.

Bize sürekli olarak hatırlatılan şudur: esin ile yazmış olan elçi çok sevdiği Filipeliler’e aynı güçlü ve derin sevgi ile hitap eder: “Size aynı şeyleri yazmak bana utanç vermez; hem bu sizin için bir güvencedir.” Filipeliler 3:1 Zavallı huzursuz, güçsüz ve zayıf yürek bazı yeni konular işitmeyi özleyebilir ama sadık elçi derin ve şaşmaz keyfini bu değerli konuları açıklamakta ve sürekli tapınmaya tek layık olan Rabbimiz ve Kurtarıcımız İsa Mesih’in kişiliğini ve Çarmıhını vurgulamakta bulur. Elçi, Mesih’te zaman ve sonsuzlukta ihtiyacı olan her şeyi bulmuş idi. O’nun Kişiliğinin yüceliği yeryüzünün ve doğanın tüm görkemlerinin üzerindedir. Elçi bu nedenle şu sözleri söyleyebilir: “Ama benim için kazanç olan her şeyi Mesih uğruna zarar saydım. Dahası var, uğruna her şeyi yitirdiğim Rabbim İsa Mesih’i tanımanın üstün değeri yanında her şeyi zarar sayıyorum, süprüntü sayıyorum. Öyle ki, Mesih’i kazanayım.” Filipeliler 3:7,8.

Bunlar kendisini Mesih’e adamış olan gerçek bir imanlının sözleridir. Dünya böyle bir kişiye ne sunabilir? Dünya böyle bir kişi için ne ifade edebilir? Bu kişi, dünyanın zenginliklerini, onurlarını, fırsatlarını ve keyiflerini mi istedi? Hayır, o bunların hepsini süprüntü saydı. Bu nasıl mümkün oldu? Çünkü o her şeyi Mesih’te buldu. O, Mesih’i kazanmak için yüreğini O’nda perçinledi ve onun canına hükmeden tek istek O’nu daha yakından ve daha iyi tanımak idi. Eğer herhangi biri Pavlus’a yeni bir konu hakkında konuşmuş olsa idi, Pavlus’un bu kişiye vereceği yanıt ne olur idi? Çok basit, şu olur idi: “Ben HER ŞEYİMİ Mesih’te buldum; daha fazlasını istemiyorum. Ben O’nda “ulaşılamaz zenginlikleri” buldum – ‘sürekli zenginlikler ve doğruluk’. Bilgeliğin ve bilginin tüm hazineleri O’nda saklıdır. Ben bu dünyanın zenginliklerinden neyi istiyorum? Onun bilgeliğini mi yoksa bilgisini mi? Bu şeylerin hepsi sabahın çiği gibi kaybolup gider ve hatta sürseler bile ölümsüz bir ruhun arzu ve isteklerini kesinlikle tatmin edemezler. Mesih sonsuz bir konudur, göğün merkezidir, Tanrının yüreğinin zevkidir. Önümde bulunan o parlak sonsuzluğun sayısız çağları boyunca beni tatmin edecek olan Mesih’tir ve eğer O beni sonsuzluk boyunca tatmin edebiliyor ise şimdi de tatmin edebileceği kesindir. Bu dünyanın sefil süprüntülerine, peşinden gittiklerine, zevklerine, eğlencelerine, tiyatrolarına, konserlerine, zenginlik ya da onurlarına Mesih’teki yüce payımı hiçe sayarak yüz veremem! Tanrı saklasın! Tüm bu gibi şeyler benim için yalnızca hoş görülmesi mümkün olmayan rahatsız edici şeylerdir. Mesih, şimdi ve sonsuza kadar benim her şeyimdir ve her şeyde her şeyimdir!

Kutsal elçinin vereceği yanıtın buna benzer bir yanıt olacağına inanabiliriz; o, tüm yaşamı boyunca bu karşılığı verdi ve sevgili imanlı okuyucu, bizim yanıtımızın da böyle olması gerekir. Bir imanlının eğlenmek, dinlenmek ya da zaman geçirmek için dünyaya döndüğünü görmek bizi derinden üzer. Çünkü onun bu tavrı açıkça şunu kanıtlar: o Mesih’te kendisini tatmin eden bir pay bulmamıştır. Kesin bir ilke olarak şunu belirtebiliriz ki, yüreği Mesih ile dolu olan bir kişinin yüreğinde O’ndan başka hiç bir şeye yeri yoktur. Konu, neyin doğru ya da neyin yanlış olduğu değildir; yürek bunları istemez ve bunlara sahip olmayacaktır. Yürek, şimdiki ve sonsuza dek kalıcı olan payını ve huzurunu Tanrının yüreğini dolduran o Kutsal Olan’da bulmuştur ve engin evreni sonsuz çağlar boyunca O’nun yüceliğinin ışınları ile dolduracaktır.

İsrail’in, Mısır’dan başlayarak vaat edilen ülkenin sınırlarına kadar okumuş olduğumuz harika öyküsünün tüm önemli olaylarının Musa tarafından sürekli olarak tekrar edildiği ilginç durum ile bağlantısı olan düşünce çizgisine yönlendirilmiş bulunmaktayız. Musa açısından bu olayların hatırlanması sürekli bir şenlik idi; Musa bu konular üzerinde durmak ile yalnızca kişisel bir zevk duymak ile kalmıyor aynı zamanda da bunları tüm topluluğun önünde açıklamasının ne kadar önemli olduğunu yoğun bir şekilde hissediyor idi. Yaptığı açıklamalar topluluk için bir güvence olduğundan Musa açısından elbette ki bezdirici değiller idi. Bu açıklamalar Musa için keyifli idi ve topluluk için de iyi ve gerekli idiler – buyrukların yazılı olduğu iki taş levha ile bağlantılı olarak açıklanan gerçeklerin üzerinde durulmalı idi. İlk taş levhalar dağın eteklerinde kırılıp toz haline gelmişler idi ve ikinci taş levhalar ise ahit sandığına konmuşlar idi.

Bunlar gibi gerçeklerin derin önemi ve manevi ağırlığını hangi insan dilinin açıklaması mümkün olabilir idi? O kırılan taş levhalar! Ne kadar etkileyici! Halk için ne kadar büyük bir öğretişe sahipler! Ne kadar güçlü bir sunuluşları var! Bu kitapta, Mısır’dan Çıkış kitabında kaydedilmiş olan gerçeklerin yalnızca kısır bir tekrarına sahip olduğumuzu söylemeye kim cüret edecektir? Musa’nın beş kitabının esin ile yazılmış olduğuna saygı ile inanan hiç kimsenin bunu söylemeye cüret etmeyeceği kesindir.

Hayır, değerli okuyucu, Yasanın Tekrarı kitabının onuncu bölümü bir boşluk doldurur ve tamamen kendisine ait olan bir görev yerine getirir. Yasayı veren Musa geçmişteki olay ve koşulları halkın yüreğine öyle bir şekilde aktarır ki, sanki bunları canın levhaları üzerine yazar gibidir. Halkın, Yehova ve kendisi arasındaki konuşmayı işitmesine izin verir; onlara bulutlar ile kaplı dağda geçen o gizemli kırk gün sırasında neler olduğunu anlatır. Onların, Yehova’nın kırılan taş levhalara dair söylediklerini işitmelerine izin verir – insanın antlaşmasının nihai değersizliğinin net ve güçlü bir ifadesi. Çünkü bu taş levhalar neden kırılmışlar idi? Çünkü halk utanç verici bir şekilde başarısız olmuş idi. Bu kırılan parçalar onların yasanın temelindeki umutsuz mahvoluşlarının alçaltıcı öyküsünü anlatmakta idiler. Ellerinde olan gitmiş idi. Gerçeğin aşikar anlamı böyle idi. Gerçeğin anlamı çarpıcı, etkileyici ve hatasız idi. Bir mezarın üzerindeki kırık bir sütun ilk bakışta ailenin desteğinin ve duruşunun alt seviyede olduğunu ifade eder. Bu konuda herhangi bir örneğe yer vermeye gerek yoktur çünkü hiç bir insan dili böyle güçlü bir ifadeye sahip bir amblem gibi güzel sözler ile konuşamaz idi. Bu nedenle kırılmış taş levhalar İsrail’in yüreğine bu müthiş gerçeği aktarmak için hesaplanmışlar idi. Halk, antlaşma açısından tamamen mahva uğramış, tam bir umutsuzluk içinde idi; doğruluk konusunda tamamen iflas etmiş durumda idiler.

Ama sonra, ikinci taş levhalara gelince, onlar ne ifade etmekte idiler? Tanrıya şükürler olsun ki, onların hepsi tamamen farklı bir öykü anlatırlar. Onlar kırılmadılar; Tanrı onlar ile ilgilendi. “Sonra dönüp dağdan indim. Rabbin buyruğu uyarınca levhaları yaptığım sandığa koydum. Orada duruyorlar.” Yasanın Tekrarı 10:5.

Bereketli ve kutsal gerçek! “Orada duruyorlar.” Evet, Mesih’i ifade eden o ahit sandığında duruyorlar. Mesih yasayı yüceltti ve onu onurlandırdı. Tanrının yüceliği ve halkının sonsuza dek kalıcı bereketi için yasanın en ince detayına kadar her maddesini yerine getirdi ve yasayı tamamladı. Böylece kırılan ilk taş levhaların parçaları İsrail’in nihai başarısızlığına ve mahvoluşuna dair üzücü bir öykü anlatırlar iken ahit sandığına konan ikinci taş levhalar Mesih’in önce Yahudiler sonra da tüm uluslar adına iman eden herkes için yasaya dayanan doğruluğun sonu olduğu ile ilgili görkemli gerçeği ortaya koyarlar.

Musa’nın halkın kulağına tekrar ettiği bu harika gerçeklerin derin anlamını ve geniş çapta uygulamasını İsrail’in anlamış olduğunu elbette söylemek istemiyoruz. Bir ulus olarak o zaman bunu kesinlikle anlamamışlar idi ama Tanrının egemen merhameti aracılığı ile yavaş yavaş anlayacaklar idi. Bireyler belki ya da hiç kuşkusuz bu harika gerçeklerin önemini biraz da olsa anlamışlar idi. Ancak şimdi konumuz bu değildir. Bizim için şimdi önemli olan bu iki dizi taş levhaların ortaya koyduğu değerli gerçeği görmemiz ve bunu kendimize mal etmemizdir. Yani, insan eline bırakılan her şey başarısız olur ve Tanrının Mesih’in kanı ile mühürlenmiş olan lütuf antlaşmasının sonsuz geçerliliği ve onun tüm görkemli sonuçlarının krallık içinde yavaş yavaş sergilenmesi; Davut Oğlu yeryüzünün dört bucağındaki deniz ve ırmakların sonuna kadar egemenlik süreceği zaman; İbrahim’in tohumu tanrısal armağan ile uyumlu olarak vaat edilen ülkeye sahip olacağı zaman ve yeryüzünün tüm ulusları esenlik Prensi’nin iyilik dolu egemenliği altında sevinç ile coşacağı zaman bu görkemli sonuçlar eksiksiz olarak görüneceklerdir.

Şimdi kötü durumda olan İsrail ulusuna ve yaşadığımız inlemekte olan yeryüzüne ait parlak ve görkemli bir amaç! Doğruluk ve Esenlik Kralı o zaman Kendi isteğine uygun olarak egemenlik sürecektir. Tüm kötülüklere güçlü bir el tarafından son verilecektir. O’nun yönetiminde hiç bir zayıflık olmayacaktır. Hiç bir dilin ya da eylemin O’nun buyruklarına isyan etmesine izin verilmeyecektir. Halkın esenliğini rahatsız edecek ya da tahtın görkemine hakaret edecek hiç bir kaba ya da anlamsız düşünceye yer verilmeyecektir. Her taciz yok edilecek, rahatsız eden her unsur ortadan kaldırılacak, her engel uzaklaştırılacak ve her acılık kökü sökülüp atılacaktır. Yoksul ve ihtiyaç sahibi olanlar ile ilgilenilecek, evet, herkese tanrısal destek sağlanacak; zahmet, üzüntü, yoksulluk ve yalnızlık artık bilinmeyecek; çöl ve ıssız yerler sevinecek ve çöl coşacak ve gül gibi tomurcuklanacaktır. “İşte Kral doğruluk ile krallık yapacak ve önderler adalet ile yönetecek. Her biri rüzgara karşı bir sığınak, fırtınaya karşı bir barınak, çölde akarsu, çorak yerde gölge salan büyük bir kaya gibi olacak.” Yeşaya 32:1,2.

Sevgili okuyucu, günah tarafından vurulmuş ve şeytan tarafından tutsak edilmiş üzüntü dolu dünyamızda görülen hiç bir kötü şey bu görkemli egemenlikte görülmeyecek! Gelecekteki bu görkemli olayları düşünmek bile canımızı nasıl da tazeler! Şu anda çevremizde ve her yanımızda gördüğümüz tüm zihinsel sefilliklerin, manevi bozuklukların ve fiziksel kötülüklerin ortasında bu gerçekleri düşünmek yüreği nasıl da rahatlatır! Tanrıya şükürler olsun ki bu dünyanın prensinin tahtından atılacağı ve dipsiz derinliklere gönderileceği gün hızla yaklaşmaktadır ve göklerin Prensi görkemli İmmanuel kutsal asasını Tanrının geniş evreni üzerine uzatacak ve yeryüzü ve gökler O’nun kraliyet Yüzünün güneşinin ışığında parlayacaktır. O zaman Rabbin bu günleri hızla getirmesi için dua edelim!

“İsrailliler Yaakanoğullarına ait kuyulardan ayrılıp Mosera’ya gittiler. Harun orada öldü ve gömüldü. Yerine oğlu Elazar kahin oldu. İsrailliler oradan Gudgoda’ya sonra da akarsular bölgesi olan Yotvata’ya göç ettiler. O zaman Rab kendi antlaşma sandığını taşıması, kendisine hizmet etmek üzere önünde durması ve O’nun adı ile kutsaması için Levililer oymağını ayırdı. Bu gün de aynı görevi yapıyorlar ve bu yüzden Levililer kardeşleri olan öbür oymaklar gibi pay ve mülk almadılar. Tanrınız Rabbin onlara verdiği söz uyarınca onların mirası Rab’dir.” Yasanın Tekrarı 10:6-9.

Okuyucunun bir önceki bölümün tarihi ardıllığı ile ilgili herhangi bir sorunun zihnini rahatsız etmesine izin vermemesi gerekir. Yasa verici çok çarpıcı ve güçlü bir şekilde ve kutsal bir ustalık ile halkın tarihini ve Tanrı lütfunun yönetimini basit bir şekilde bir parantez içinde resmederek toplar. Harun’un ölümü bir önceki durumu sergiler ve Levi’nin seçilmesi ve yüceltilmesi ise ikinci durumu sunar. Her ikisi de kronolojik bir bakış açısından bir araya getirilmemişlerdir. Ama yasa verenin zihninde her zaman var olan büyük manevi son – bu son sadakatsiz mantık dizisinin çok ötesinde yer alır ama kutsal yazılara kendisini adamış olan öğrencinin yüreğine ve anlayışına teslim olur.

Tanrısal esinin parlak ışığına bakıldığı zaman sadakatsiz kişinin iddiaları ne kadar da saçma görünür! Kutsal Yazıları esin ile kaleme alan yazarın gerçek hedefi ve amacı kavramak yerine tanrısal Kitap’ta bir kusur bulmak için çabalaması ve zihnini kronolojik detaylar ile meşgul etmesi çok sefilce bir davranıştır.

Ama o zaman Musa neden İsrail’in tarihindeki bu iki özel olay ile ilgileniyor? Çok basit, çünkü Musa’nın amacı halkın yüreğini o önemli itaat noktasına doğru hareket ettirmektir. Musa, kendisine verilen bilgelik ile uyumlu olarak bu sonuca uygun gruplar yapar. Tanrının, bu tanrısal öğretiş almış olan hizmetkarının yalnızca bir kopyacının titizliği ile hareket etmiş olmasını beklememiz mümkün müdür? İmansızların böyle yapmaları mümkündür ama gerçek imanlılar yapılması doğru olanı daha iyi bilirler. Yalnızca yazıcı olan biri olayları kronolojik bir düzen içinde kopya edebilir idi; gerçek bir peygamber bu olayları ruhsal bir şekilde yürek ve vicdan üzerine getirecektir. Böylece, zavallı aldatılmış imansız kendi yaratılışının gölgeleri arasında el yordamı ile yürür iken adanmış öğrenci, imansızlık dalgalarına karşı bir kaya gibi sağlam duran eşsiz Kutsal Kitap’ın ruhsal görkemlerinden keyif alır.

Yukardaki parantez içinde işaret edilen koşullar üzerinde durma girişiminde bulunmayacağız; onlar herhangi bir yere gitmişlerdir ve bu yüzden bu noktada ihtiyaç duyulduğunu hissettiğimiz tek şey okuyucuya şunu işaret etmektir: Yasanın Tekrarı adlı bu kitabın gerçeklerini dile getirmeye cesaret edebiliriz – yasa veren bunları halkın yürek ve vicdanlarına nihai uygulamasının temelini güçlendirmek için kullanır. Antlaşma Tanrılarının buyruklarına ve yargılarına mutlak itaat etme gerekliliği üzerinde ısrar eder iken öğütlerine bu şekilde güç katar. Harun’un ölümünün ciddi gerçeğine işaret etmesinin nedeni budur. Halkın, Harun’un İsrail’in baş kahini olarak sahip olduğu yüce konuma karşı koymayarak bunu hatırlamaları gerekiyor idi; ama o buna rağmen Yehova’nın sözüne itaat etmediği için giysilerinden ve yaşamından mahrum bırakılmış idi. O halde bu öğüde kulak asmaları kendileri için ne kadar önemli idi! Tanrının yönetimi ile oyun oynanamaz idi ve Harun’un yüceltilmesindeki tek gerçek diğer kişilerin korkmaları için onun günahına gereken karşılığın verilmesi idi.

Ve sonra Rabbin Levi’ye olan davranışını hatırlamaları gerekiyor idi ve burada Tanrı lütfunun parlak ışığını görüyoruz. Haşin, zalim ve öz iradesi güçlü Levi manevi çöküntüsünün derinliklerinden yukarı çekilerek “Rabbin antlaşma sandığını taşıması, kendisine hizmet etmek üzere önünde durması ve O’nun adı ile kutsaması için” Tanrıya yakın getirilmiş idi.

Ama Levi’nin bu durumunun neden Harun’un ölümü ile bağlantısı olsun idi? Yalnızca itaat etmenin getirdiği bereketli sonuçların ortaya konması için. Eğer Harun’un ölümü itaatsizliğin korkunç sonucunu sergiliyor ise o zaman Levi’nin yüceltilmesi itaat etmenin değerli ürünün resmeder. Bu noktada peygamber Malaki’nin sözlerine kulak verelim: “Levi ile yaptığım antlaşmanın sürmesi için size bu buyruğu gönderdiğimi bilesiniz. Böyle diyor Her Şeye Egemen Rab. Onun ile yaşam ve esenlik verecek bir antlaşma yaptım ve bana saygı göstersin diye kendisine bunları verdim. Benden korkup adıma saygı gösterdi. Doğru öğüt ağzında idi. Dudaklarında hile yok idi. Benim ile esenlik ve doğruluk içinde yürüdü. Birçoklarını da suç yolundan döndürdü.” Malaki 2:4-6.

Bu bölüm çok dikkat çekici bir bölümdür ve şimdi önümüzde bulunan konunun üzerine bol ışık tutar. Bize Yehova’nın yaşam ve esenlik antlaşmasını Levi’ye verdiğini farklı bir şekilde belirtir; Harun’un kendisi en yüksek düzen içinde bulunan bir Levi idi ve altın buzağı olayına ilişkin olarak hatası büyük idi. Ama Harun neden yargılandı? Meriva suları yanındaki isyanı yüzünden. (Çölde Sayım 20:24) Levi neden bereketlendi? Horev dağının eteklerindeki saygılı itaati sayesinde. (Mısırdan Çıkış 32) O halde neden bu iki kişi Yasanın Tekrarı kitabının onuncu bölümünde bir araya getirildiler? Antlaşma Tanrılarının buyruklarına hemen itaat etmeleri konusundaki acil gerekliliğin topluluğun yürek ve vicdanına etki etmesi için! Kutsal Yazıların tüm bölümleri ne kadar da mükemmeldirler! Bir arada ne kadar hoş bir uyum içindedirler! Ve adanmış bir okuyucu için Yasanın Tekrarı gibi hoş bir kitabın görevini hedefini ve amacını anlamak ne kadar basittir. Musa’nın Beş Kitabının beşincisi olan Yasanın Tekrarının karşıt ya da tekrar edilen bir bölüm olmadığı kesinlikle aşikardır. Bu kitap, tanrısal bir esin ile yazılmış olan tanrısal bir uygulamadır. Ve son olarak eklemeden geçemeyeceğimiz bir nokta vardır ve o da şudur: bu imansız yazarlar Tanrının esinlerine hakaret etmeye cüret ettikleri zaman ne söylediklerini ya da neyi onayladıklarını bilmemektedirler. Evet, onlar çok büyük bir hata yapmaktadırlar çünkü hem kutsal yazıların hem de Tanrının gücünü bilmezler! 1

Bölümümüzün 10.ayetinde Musa konusuna geri döner: “Daha önce yaptığım gibi dağda kırk gün kırk gece kaldım. Rab yine yakarışımı duydu ve sizi yok etmek istemedi. Sonra, ‘Kalk git, onları ant içerek atalarına söz verdiğim ülkeye götür. Gidip orayı mülk edinsinler’ dedi.” Yasanın Tekrarı 10:10.

Yehova ortaya çıkan her engele rağmen atalara verdiği sözü yerine getirecek idi. İbrahim, İshak ve Yakup’a vaat ettiği gibi onların tohumuna, sonsuza kadar kalıcı bu mirası vermek için İsrail’in ülkeyi mülk edinmesini sağlayacak idi.

“Ve şimdi, ey İsrail halkı, Tanrınız Rab sizden ne istiyor? Yalnız şunu istiyor: Tanrınız Rabden korkun. O’nun yollarında yürüyün ve O’nu sevin ve tüm canınız ile tüm yüreğiniz ile O’na kulluk edin. Üzerinize iyilik gelsin diye bu gün size bildirdiğim buyruklarına ve kurallarına uyun.” Yasanın Tekrarı 10:12,13. Tanrısal buyrukların yolunda yürümek onlar için gerçek iyilik, derin ve tam bereket idi.  Tam yürek ile itaat yolu, tek gerçek mutluluk yoludur. Ve Tanrıya övgüler olsun ki bu yol Rabbi seven kişiler tarafından her zaman yürünebilir.

Bu gerçek imanlıya tüm zamanlar için söz ile anlatılamaz bir huzur verir. Tanrı bize değerli sözünü, zihninin mükemmel açıklamasını ve hatta İsrail’in sahip olmadığı Kutsal Ruhunu bile O’nun sözünü anlayabilmemiz ve takdir edebilmemiz için yüreklerimizde konut kursun diye vermiştir. Bu yüzden bizim sorumluluklarımız İsrail’in sorumluluklarından çok daha büyüktür. Bizler yürek ve anlayışın yakınına getirilebilecek olan her kural tarafından bir itaat yaşamına bağlıyız.

Ve itaat etmek hiç kuşkusuz bizim yararımızadır. Sevecen Babamızın buyruklarını yerine getirmek “büyük ödül” getirecektir. O’nun bize olan harika davranışlarındaki her düşüncesi ve tüm lütufkar yolları – O’nun sevgi dolu hizmeti, iyilikler dolu ilgisi ve fedakar düşünceli sevgisi  - tüm bunlar yüreklerimizin O’na sevgi dolu bir adanmışlık ile bağlanmasını ve O’na gösterdiğimiz sevecen itaat yolunda atılan adımlarımızı canlandırması gerekir. Gözlerimizi çevirdiğimiz her tarafta kefaret ile kurtarılmış olan varlığımızın tüm enerjileri üzerinde O’nun isteğinin en güçlü kanıtları ile karşılaşırız. Ve O’nun adına övgüler olsun ki, O’nun çok değerli taleplerine karşılık vermek için O’nun lütfu aracılığı ile ne kadar çok güçlendirilir isek bu itaat yolumuzun o kadar parlak ve mutlu olması gerekir. Bu dünyada itaatkar bir canın yolundan ve payından daha derin berekete sahip olan başka hiç bir şey yoktur. “Senin yasanı sevenler büyük esenliğe sahiptirler ve hiç bir şey onları gücendiremez.” Yiyeceğini ve içeceğini sevgili Rabbinin ve Efendisinin isteğinden önemli bulan alçakgönüllü öğrenci ne dünyanın ne de başka hiç bir şeyin kendisinden alamayacağı bir esenliğe sahiptir. Evet, böyle bir öğrencinin yanlış anlaşılabileceği ve yanlış yorumlanabileceği doğrudur. Dar zihniyetli, bağnaz ve bu tür özelliklere sahip biri gibi görülebilir ama bunların hiç biri onu etkilemez. Rabbinin onu onaylayan tek bir gülümsemesi insanların onun canını sıkan azarlamalarının ya da bu tür davranışlarının çok üstündedir. Böyle bir öğrenci insan düşüncelerine verilmesi gereken uygun değeri nasıl takdir edeceğini bilir. Bu tür düşünceler böyle bir öğrenci için rüzgarın önüne katıp sürüklediği bir saman parçasından farksızdırlar. Ve öğrenci itaatin kutsal yolunda düzenli bir şekilde ilerler iken yüreğinin derinliklerinde var olan sözler şunlardır:

“Benim zayıflığım Senin sonsuz sevgine dayansın
Ve insan düşüncelerini unutsun;
Senin sözlerine bir çocuk gibi inanayım
Ve her gün sözlerin ile ilerleyip Sana hizmet edeyim.
Senin tatlı sığınağından asla ayrılmayayım.”

Bölümümüzün son ayetlerinde yasayı veren itaat konusundaki manevi motiflerini sunar iken bu sunumunda giderek daha yükseklere çıkar ve halkın yüreğine daha çok yaklaşmış gibi görünmektedir. Ve şöyle der: “Gökler de, göklerin gökleri de yeryüzü ve içindeki her şey Tanrınız Rabbindir. Öyle iken Rab atalarınızı sevdi ve onlara bağlandı. Bu gün olduğu gibi onların soyu olan sizleri bütün halkların arasından seçti.” Yasanın Tekrar 10:14,15. Göklerin ve yeryüzünün Sahibi tarafından seçilmek ve sevilmek ne kadar harika bir ayrıcalıktır! O’na hizmet ve itaat etmeye çağrılmış olmak ne kadar büyük bir onurdur! Bu dünyadaki hiç bir şey kesinlikle bundan daha yüce ve daha iyi olamaz. En Yüce Olan Tanrı ile özdeşleşmek ve O’nun ile birleşmek, O’nun adını taşımak, O’nun özel halkı, O’nun özel mülkü, O’nun seçtiği halk olmak ve Yehova’nın ve O’nun tanıklarının hizmetkarı olmak için yeryüzündeki tüm uluslardan ayrılmak! Size soruyorum, bundan daha üstün ne olabilir? Tanrının kilisesinin ve her bireysel imanlının dışında daha üstün bir konum mevcut olabilir mi? Kesinlikle, hayır!

Bizlerin ayrıcalıklarının, biz Tanrı ile İsrail ulusunun daha önce Tanrı ile olan ilişkisinden daha yüce daha derin ve daha yakın bir ilişkiye sahip olduğumuz için daha üstün oldukları kesindir. Biz O’nu Rabbimiz İsa Mesih’in Tanrısı ve Babası ve bizim Tanrımız ve Babamız olarak bilir ve tanırız. Biz, yüreklerimize Tanrının sevgisini bol bol dökmüş olan Kutsal Ruha sahibiz, O içimizde konut kurmuştur. Ve bizi Tanrıya “Babacığım, Baba” demeye yönlendirir. Tüm bunlar Tanrının yersel halkının bildiği ya da bilebileceği herhangi bir şeyin çok ötesindedirler. Ve böylece bizim ayrıcalıklarımız daha üstün oldukları için O’nun bizden istediği içten ve sınırsız itaatimiz konusundaki talepleri de daha üstündür. Sevgili imanlı okuyucu, İsrail’in yüreğindeki her yaklaşımın bizim yüreklerimize aynı güç ile gelmesi gerekir; onlara söylenen her öğüdün bize daha güçlü bir şekilde konuşması gerekir. Bizler herhangi bir yaratığın bulunduğu en yüce konumu işgal etmekteyiz. Ne İbrahim’in yeryüzündeki tohumu ne de Tanrının gökteki melekleri bizim söyleyeceklerimizi söyleyemezler, ne de bildiklerimizi bilemezlerdi. Biz Tanrının diri ve yüceltilmiş Oğlu ile bağlandık ve sonsuza kadar birleştik. 1.Yuhanna 4:17 ayetindeki harika sözler bizim için söylenmiştir ve bu nedenle onlara sahip çıkmamız gerekir: “O nasıl ise biz de bu dünyada öyleyiz. Ayrıcalık ve saygınlık konusunda bundan daha üstün ne olabilir? Beden, can ve ruh olarak O’nun bol lütfu aracılığı ile O’nun hayran olunacak benzerliğine dönüştürülmemiz dışında hiç bir şey!

Peki, o halde zihnimizde hatta yüreklerimizin de en derin yerinde bu ayrıcalıklarımızın itaatimiz ile uyumlu olduğu gerçeğini her zaman muhafaza edelim. “Yükümlülük” sözcüğünü sanki etrafında yasal bir halka varmış gibi reddetmeyelim. Böyle bir davranış bizden uzak olsun; imanlının konumundan dışarı akan yükümlülükleri, yasacılığın tüm düşüncesinden uzaklaştırılmış olarak algılamak imkansız olur idi. Konumumuzun kutsal sorumlulukları üzerimizde sürekli olarak baskı yaptığı zaman, “Yasal’ Yasal!” ifadesini yükseltmek çok ciddi bir hatadır. Biz, her gerçek inançlı imanlının Kutsal Ruhun bize yükümlülüklerimiz hakkında hitap ettiği tüm uygulama ve öğütlerden zevk alacağına inanıyoruz. Çünkü tüm bunların temeli Tanrının egemen lütfu tarafından bize aktarılan ayrıcalıkların temelini teşkil ettiğini görürüz. Tüm bunlar Mesih’in değerli kanı aracılığı ile gerçekleşir ve Kutsal Ruhun güçlü hizmeti aracılığı ile bizim yararlanmamız için sunulurlar.

Ama biz şimdi yine Musa’ın yürekleri harekete geçiren ricalarına kulak verelim. Bu ricalardaki yüce ışık, bilgi ve ayrıcalık aktarımı bizim için gerçekten yararlıdır.

“yüreklerinizi Rabbe adayın (yüreklerinizi sünnet edin) ve bundan böyle dik başlı olmayın. Çünkü Tanrınız Rab tanrıların Tanrısı ve rablerin Rabbidir. O, kimseyi kayırmayan, rüşvet almayan, ulu, güçlü ve heybetli Tanrıdır. Öksüzlerin ve dul kadınların hakkını gözetir. Yabancıları sever, onlara yiyecek ve giyecek sağlar.” Yasanın Tekrarı 10:16-18.

Musa burada yalnızca Tanrının işlerinden ve davranışlarından ve yollarından değil ama aynı zamanda Tanrının Kendisinden de, O’nun ne olduğundan da söz etmektedir. Tanrı var olan her şeyin üzerindedir, yücedir, kudretli ve müthiştir. Ama yüreğinde dulları ve öksüzleri düşünür – tüm yersel ve doğal ihtiyaçlardan yoksun bırakılmış zavallı, yüreği kırık ve yaslı dulu ve tek başına kalmış öksüzü kayırır. Tanrı bu kişiler hakkında çok özel bir şekilde düşünür ve onlar ile çok özel bir şekilde ilgilenir. Bu kişiler Tanrının sevecen yüreği ve güçlü eli üzerinde hakka sahiptirler. “Kutsal konutundaki Tanrı öksüzlerin babası ve dul kadınların savunucusudur.” Mezmur 68:5 “Gerçekten kimsesiz ve yalnız kalmış dul kadın umudunu Tanrıya bağlamıştır; gece gündüz O’na dilekte bulunmaya ve dua etmeye devam eder.” 1.Timoteos 5:5. “Öksüz çocuklarını bırak, Ben yaşatırım onları ve dul kadınların da Bana güvensinler.” Yeremya 49:11.

Burada dullar ve öksüzler için ne kadar zengin bir sağlayıştan söz edilir! Tanrının böyle kişilere olan ilgisi ne kadar harikadır! Pek çok dulun durumu kocaları oldukları zamana kıyasla daha iyidir. Çok sayıda öksüz anne ve babaları var iken bakıldıklarından çok daha iyi bakılmakta ve daha büyük sağlayışlar ile desteklenmektedirler. Çünkü onlara bakan ve onlar için sağlayan Tanrıdır! Ve bu sağlayış yeterlidir. Binlerce koca ve binlerce anne ve baba hiç olmayan koca ve anne ve babalardan çok daha kötüdürler. Ama tanrı sorumluluğunu üzerine aldığı kişiyi asla terk etmez. Tanrı ne tür bir ilişkide olur ise olsun Kendi adına her zaman sadıktır. Tüm dullar ve öksüzler rahat etmek ve teşvik almak için bunu hatırlasınlar.

Ve şimdi de sıra zavallı yabancıya geldi! O da unutulmamıştır. “Tanrı yabancıları sever ve onlara yiyecek ve giyecek sağlar.” Bu sözler ne kadar değerlidirler. Tanrımız, yersel ürünlerden, insan umutlarından ve yaratık güvencelerinden yoksun olan bu kişiler ile ilgilenir. Bu durumda olan tüm yabancıların Tanrının sevgi dolu yüreği ile uyumlu olarak hepsine kesinlikle özel bir şekilde yardımcı olacağı kesindir. Dul, öksüz ve yabancı Tanrının iyilik dolu ilgisinin özel objeleridirler ve böyle oldukları için yalnızca O’na bakabilir ve her tür ihtiyaçları için O’nun tükenmez kaynaklarından yararlanabilirler.

Ama Tanrıya güvenmek için O’nu tanımak gerekir. “Ey Rabbim, senin adını bilenler Sana güveneceklerdir çünkü sen seni arayan hiç kimseyi terk etmezsin.” Tanrıyı tanımayan kişiler ise boşu boşuna bir sigorta poliçesine ya da hükümetin bağladığı yıllık gelire güvenmeyi tercih edeceklerdir. Ama gerçek imanlı yüreğinin değişmez güvencesini Tanrının bu vaadinde bulur, çünkü o Vaat Eden’i tanır, O’na güvenir ve O’nu sever. Gerçek imanlı tamamen Tanrıya bağımlı olarak ihtiyaç duyacağı her şeyi O’ndan beklemesinin doğru olduğunu düşünmekten zevk alır. Ona dünyaları verseler bulunduğu konumun ayrıcalığından vazgeçmez ve başka bir konumda bulunmayı arzu etmez. Bir imansızı, imanlının bulunduğu konum neredeyse çılgına çevirir – imanlı iman adamıdır ve yüreğinin en derin sevinci Tanrıdır. Böyle bir kişinin sözleri her zaman şöyle olacaktır: “Canım yalnızca Tanrıyı bekleyecek çünkü umudum O’ndadır; O benim tek Kayam’dır.” Ne kadar bereketli bir konum!  Ne kadar değerli bir pay! İmanlı, Kutsal Ruhun güçlü hizmeti aracılığı ile yüreğinde bu konumunu ve payını tanrısal bir gerçeklik ve diri bir güç olarak bulsun diye dua ediyorum. Bu gerçekleştiği zaman imanlı yersel değerler konusunda doğru hareket edebilecektir. Dünyaya, dünyadan bağımsız olduğunu, zamanda ve sonsuzlukta istediği her şeyi diri Tanrıda ve O’nun Mesih’inde bulduğunu söyleyecek güce sahip olacaktır.

“Ey Mesih! Tüm istediğim sensin;
Sende istediğimden çok daha fazlasına sahibim.”

Ama şimdi özellikle Tanrının yabancı için bulunduğu sağlayışa dikkat edelim. Çok basit –“yiyecek ve içecek.” Kutsal elçinin oğlu Timoteos’a söylediği gibi gerçek bir yabancı için yiyecek ve içecek yeterlidir. “Bu dünyaya hiç bir şey getirmedik. Ve bu dünyadan hiç bir şey götüremeyeceğimiz de kesindir. Yiyecek ve içeceğe sahip olduğumuz için hoşnut olalım.”

İmanlı okuyucu, gelin bu konu üzerinde düşünelim! Burada huzursuz bir hırsa karşı ne kadar hoş bir tedaviden söz edilmektedir. Açgözlülüğe karşı ne kadar güzel bir panzehir! Payımıza düşen çağın kavrayan ruhu olan ticari yaşamın hararetli heyecanından ne kadar bereketli bir kurtarılış! Keşke bir yabancı için tanrısal olarak atanmış olan sağlayış ile hoşnut olabilse idik! O zaman anlatacak ne kadar farklı bir öykümüz olur idi! Günlük yaşamımızın akışı ne kadar sakin ve dingin olur idi! Alışkanlık ve zevklerimiz ne kadar sade ve basit olurlar idi! Ağızları ile iman ikrarında bulunan imanlılar arasında çok görülen kendinden hoşnutluk ve lüks manevi açıdan alçalır idi. Tanrının yüceliği için yalnızca yememiz ve içmemiz ve bedenimizi uygun bir işleyiş düzeninde muhafaza etmemiz gerekir. Yiyecek ve içecek konusunda bunun ötesine gitmek “cana karşı savaşan benliğin tutkularına” yüz vermektir.

Ne yazık! Ne kadar yazık! Ağzı ile iman ikrarında bulunan imanlılar arasında sarhoş eden içki tüketimi gerçekten çok şaşırtıcıdır! Kesin kanaatimiz şudur ki, şeytan binlerce kişiyi iman ve iyi vicdan hakkında bu tür içkileri kullanarak bir enkaz haline getirip mahvetmek ile onların tanıklıklarını lekeleme konusunda başarılı olmuştur. Binlerce kişi, bu saçma, kötü ve lanetlenmiş içki içme arzusu yüzünden varlıklarını yitirirler, ailelerini mahvederler, sağlıklarını bozarlar ve canlarını soldururlar.

İçkiler ve narkotik maddelerin kullanımına karşı bir savaş açalım şeklinde bir vaaz vermeyeceğiz. Yanlış olan bu gibi şeylerin kendileri değildir, ama onların uygunsuz ve günahlı kullanımındadır. İçkinin dehşet verici egemenliği altına giren kişilerin bunun suçunu ya da utancını tıbbi öğüt aldıkları kişiye yükledikleri sıkça görülen bir durumdur. Ama şurası kesindir ki, sağduyulu hiç bir tıp adamı hastasına bu tür uyarıcılara başvurmasını tavsiye etmez. Belki midenin rahatlaması ve bazı zayıflıklar için biraz şarap içilmesini önerebilir ve bu öneride bulunmak için yetkisi de vardır. Ama bu tür bir öneri bir kişiyi neden sarhoş biri haline dönüştürsün? Herkes hem yiyecek hem de içecek ile ilgili olarak Tanrı korkusu ile yürümekten sorumludur. Eğer bir doktor bir hastası için besleyici bir yiyecek önerir ise ve bu hasta sonradan obur bir kişi haline gelir ise bunun suçu doktora mı aittir? Kesinlikle hayır; kötülük doktorun tavsiyesinde ya da uyarıcıda ya da yiyecekte değildir, kötülük yüreğin sefil tutkusundadır.

Biz kötülüğün kökünün insan yüreğinin tutkusunda yattığından eminiz ve bunun çözümü Tanrının lütfunda bulunur; Tanrının lütfu insanlara hem kurtuluş getirir hem de kurtulmuş olanlara “aklı başında, tanrısal ve doğru bir yaşam sürmelerini” öğretir. Ve ayrıca hatırlamamız gereken nokta şudur: “Ölçülü yaşamanın” anlamı, yiyecek ve içecek onuşundaki davranışlardan çok daha fazlasını içerir. Bu anlama geldiği kesindir, ama aynı zamanda içsel benliğin yönetimi ile de ilgili bir konudur – düşüncelerin yönetimi, huyların yönetimi ve dilin yönetimi. Bizi kurtaran lütuf bize yalnızca nasıl yaşayacağımızı söylemek ile kalmaz ama aynı zamanda bunu nasıl yapacağımız da öğretir ve eğer biz onun öğretişlerini izler isek Tanrının bir yabancı için sağlayışından hoşnut oluruz.

Musa’nın, halkın önüne örnek almaları için koyduğu tanrısal örnekteki yola dikkat etmek hem ilginç hem de eğiticidir. Yehova, “Yabancıları sever, onlara yiyecek ve giyecek sağlar. Siz de yabancıları seveceksiniz, çünkü Mısır’da siz de yabancı idiniz. ”Yasanın Tekrarı 10:19. Bu sözler çok dokunaklıdır. Onlar tanrısal örneği yalnızca gözlerinin önünde muhafaza etmek ile kalmayacaklar ama aynı zamanda yürekleri zavallı evsiz yabancılara sempati ve şefkat ile çekilsin diye kendi eski geçmişlerini ve yaşadıklarını da hatırlayacaklar idi. İsrail’in Tanrısı için onların kendilerini bu koşullara koymaları ve diğer kişilerin duygularının aynısını hissetmeleri onlar açısından bir görev ve aynı zamanda yüce bir ayrıcalıktı da! İsrail, halkı olduğu Kutsal Olan’ı temsil ediyor ve O’nun adı ile çağrılıyor idi. Bu durumda İsrail halkının öksüz, dul ve yabancıların yüreklerini onların ihtiyaçlarını karşılayarak sevindirmek Kutsal Olan’ın hareket edeceği gibi hareket etmek idi. Ve eğer Tanrının yersel halkı bu sevgi eylemini yerine getirmeye çağrıldı ise o zaman “İsa Mesih ile birlikte göklerde tüm ruhsal bereketler ile bereketlenmiş olan” bizlerin O’nun gibi hareket etmemiz gerektiği çok daha kesindir. Öyle ise O’nun huzurunda daha çok kalalım ve O’nun ruhundan daha çok içelim, öyle ki, temas halinde olduğumuz kişilerin üzerinde O’nun manevi görkemlerini daha sadık bir şekilde yansıtabilelim!

Bölümümüzün son satırları bize, dikkatimizi çekmekte olan uygulamalı öğretişin çok güzel bir özetini sunarlar. “Tanrınız Rabden korkun. O’na kulluk edin. O’na bağlı kalın ve O’nun adı ile ant için. O, övgünüzdür. Gözleriniz ile gördüğünüz o büyük ve heybetli belirtileri sizin için gerçekleştiren Tanrınızdır. Mısır’a giden atalarınız yetmiş kişi idi. Şimdi ise Tanrınız Rab sizi göklerdeki yıldızlar kadar çoğalttı.” Yasanın Tekrarı 10:20-22.

Tüm bunlar manevi varlığınızı ne kadar sağlamlaştırır ve ona destek olur. Rabbin karakterinin tüm özelliklerine ve O’nun harika eylemlerine ve lütufkar yollarına bağlı kalarak yüreği rabbin Kendisine bağlamak söz ile anlatılamaz bir değere sahiptir. Kesinlikle söyleyebiliriz ki, tüm gerçek adanmışlığın gizli kaynağı bu noktada bulunur. Tanrım, sen yazara ve okuyucuya bu gerçeğin motive eden gücünü kalıcı bir şekilde ihsan et!


1.   İmansızların Yasanın Tekrarı 10:6-9 ayetlerine yaptıkları itirazın aynısını insanların yazdıklarında çok sayıda örnekler ile görmekteyiz. Örneğin, bir adamın politik ekonomi ya da bazı başka önem taşıyan konularda İngiliz ulusunun dikkatini çekmeye çalıştığını düşünelim; tarih sayfasında bir birlerinden ne kadar ayrı olsalar da gerçekleri seçme konusunda tereddüt etmez ve konusunu resmetmek için onları bir araya getirir. İmansızlar buna itiraz ederler mi? Hayır, etmezler; çünkü bu durum insanların yazılarında yer alır. İmansızların bu konuya itiraz etmelerinin tek nedeni bu konular kutsal yazılar içinde geçtiği içindir. Çünkü onlar Tanrı sözünden nefret ederler ve Tanrının, yarattıklarına Kendi düşüncelerini açıklayan bir kitap vermiş olması fikrine katlanamazlar. O’nun adına övgüler olsun, O sözünü bizden esirgememiştir ve biz bu söze yücelikteki yuvamıza gitmek için bu dünyadan geçer iken bu olayın tüm karanlığı ve karışıklığı ortasında yüreklerimizin ferahlaması için sınırsız değeri ve tanrısal yetkisi ile sahibiz.’